• Sonuç bulunamadı

Kant'ın Yargı Anlayışı İtibarıyla Gödel Tamamlanamazlık Teoremlerinin Bir Yorumu ve Bu Yorumun Analitik Önermelerin Zemini Bakımından Sonuçları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kant'ın Yargı Anlayışı İtibarıyla Gödel Tamamlanamazlık Teoremlerinin Bir Yorumu ve Bu Yorumun Analitik Önermelerin Zemini Bakımından Sonuçları"

Copied!
151
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI

KANT’IN YARGI ANLAYIŞI İTİBARIYLA

GÖDEL TAMAMLANAMAZLIK TEOREMLERİNİN BİR

YORUMU VE BU YORUMUN ANALİTİK ÖNERMELERİN

ZEMİNİ BAKIMINDAN SONUÇLARI

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Gökhan ŞENER

Danışman:

Prof. Dr. Ahmet Ayhan ÇİTİL

İSTANBUL

(2)
(3)

T. C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI

KANT’IN YARGI ANLAYIŞI İTİBARIYLA

GÖDEL TAMAMLANAMAZLIK TEOREMLERİNİN

BİR YORUMU VE BU YORUMUN ANALİTİK

ÖNERMELERİN ZEMİNİ BAKIMINDAN SONUÇLARI

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Gökhan ŞENER

Danışman:

Prof. Dr. Ahmet Ayhan ÇİTİL

İSTANBUL 2019

(4)

TEZ ONAY SAYFASI

T. C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Felsefe Anabilim Dalı, 010216YL03 numaralı Gökhan ŞENER’in hazırladığı Kant’ın

Yargı Anlayışı İtibarıyla Gödel Tamamlanamazlık Teoremlerinin Bir Yorumu ve Bu Yorumun Analitik Önermelerin Zemini Bakımından Sonuçları konulu yüksek lisans tezi

ile ilgili tez savunma sınavı, 11/09/2019 Çarşamba günü 11:00-13:00 saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna oy birliği ile karar verilmiştir.

Prof. Dr. Ahmet Ayhan ÇİTİL İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi

Doç. Dr. Özgüç GÜVEN İstanbul Üniversitesi (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı)

Dr. Öğretim Üyesi Esat Burak ŞAMAN İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi

(5)

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Gökhan ŞENER 11/09/2019

(6)

IV

ÖZ

Kant’ın metafiziği eleme projesi semantik gelenek tarafından bir adım öteye taşınarak tüm metafiziği felsefe yapmanın zemininden çıkartarak matematiğin önermelerinin ispatının biçimsel bir dizgeler içerisinde verilebilir olduğu düşünülmektedir. İlk olarak Frege, aritmetiği mantığa indirgeme projesini geliştirmiş ve bu bağlamda dilin mantıksal olarak çözümlenmesi ile nesnel bir semantiğin kurulabileceği fikrini geliştirmiştir. Eğer aritmetik mantığa indirgenebilir ise analitik olan da mantığın kuralları tarafından gösterilebilir olacaktır. Başka bir ifade ile analitik önermelerin belirlenmesi Kant’ın iddia ettiği gibi sentez temelli olmaktan çıkartılmış olunacaktır. İşte bu sebeple Frege’nin temellerini attığı bu düşünüş biçimi temelde Kant’ın klasik metafiziği yıkıma uğratmasını Kant’ın kendi metafiziğine yöneltmiştir. Frege ve sonrasındaki semantik gelenek için bu adım ile metafiziği düşünmenin dışında tutarak metafizikten kaynaklı tüm muğlaklıkların çözebileceği düşüncesine götürmüştür.

Benzer biçimde Hilbert doğru olan matematiksel önermelerin ispatlayabilmenin imkânı üzerine düşünmektedir. Başka bir deyişle Hilbert’in amacı matematiksel ispatın güvencesini sağlamaktır. Hilbert’in söz konusu amacının çıkış noktası Frege’nin matematiği mantığa indirgeme projesi olmakla birlikte Frege’den farkı matematiği mantığa indirgeme çabası değil, matematiğin simgesel aksiyomatik bir dizge içerisinde temellendirilme uğraşısıdır. Bu biçimselleştirme de dizgedeki deyimlerin semantiğinden arındırmayı gerektirir. Yani dizgedeki işaretlerin ve deyimlerin bir araya geleceği kurallar olan sentaksın kurulmasıdır.

Semantik geleneğin bu felsefe yapma zemini düşünüldüğünde “her şey mantıksal bir dizge içerisinde ispatlanabilir mi ya da doğruluk ile biçimsel dizge içerisinde ispat edilebilirlik arasında bir fark var mıdır?” sorularının cevaplandırılması gerekmektedir. Söz konusu sorular Gödel’in tamamlanamazlık teoremleri dikkate alındığında doğruluk ile biçimsel ispat edilebilirlik arasında kapanmaz bir farkın olduğu görülmektedir. Gödel’in ispatını verdiği iki teori bu anlamıyla semantik geleneğin zeminini ortadan kaldırmaktadır. Bu iddianın anlaşılabilmesi için Gödel teoremlerinin bir açıklamasının verilmesi gerekmektedir. Kant’ın transandantal felsefesinde ortaya

(7)

V

koymuş olduğu düşünsel zemin tam da bu noktada söz konusu olup Gödel teoremlerinin açıklanması için düşünsel zemini teşkil etmektedir. Gödel ile birlikte semantik geleneğin projesi nihayetlendiği için de analitik önermelerin mahiyetinin yeniden düşünülmesi gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kant, Gödel, Frege, Üst-Mantık, Mantık, Biçimsel Dizge,

(8)

VI

ABSTRACT

It is widely believed that Kant’s elimination of metaphysics project is taken one step further by semantic tradition, by subtracting all metaphysics from the ground of philosophy, and proving the propositions of mathematics in a formal system. Firstly Frege developed the project of reducing arithmetic to logic, and in this context, developed the idea that an objective semantics could be established by the logical analysis of language. If the arithmetic can be reduced to logic, the analytic statements will be also demonstrated by the rules of logic. In other words, unlike what Kant claims, the determination of analytic propositions will be excluded from the basis of the

synthesis. This form of thinking, which Frege laid the foundations of, basically applies Kant's destruction of classical metaphysics to Kant's own metaphysics. With this step, Frege and the semantic tradition thought that they, excluding metaphysics from thought, could solve all the ambiguities.

Similarly Hilbert is interested in the possibility of proving the true mathematical propositions. In other words. Hilbert's aim is to secure mathematical proof. Although the starting point of Hilbert's aim is to Frege's project of reducing mathematics to logic, the difference of his project from Frege is not the attempt to reduce mathematics to logic, but the attempt to base mathematics in a symbolic axiomatic system. In this formalization, it requires that the expressions in the system should be cleared of. In other words, signs and phrases in the system will come together under the rules, which is the establishment of syntax.

Given this philosophical basis of semantic tradition, it needs to be asnwered the questions like these; “can everything be proved in a logical system or is there a

difference between truth and provability in a formal system?” When Gödel's

incompleteness theorems are taken into consideration, it can be clearly seen that there is a huge unsettled difference between truth and formal provability. Two theories Gödel proved eliminate the basis of semantic tradition in this sense. In order to understand this

(9)

VII

claim, an explanation of Gödel theorems should be given. The intellectual ground which Kant has laid down in his transcendental philosophy is the intellectual basis for

explaining Gödel's theorems. Since the project of the semantic tradition has ended with Gödel, the nature of analytic propositions will be rethought within the scope of this thesis based on Kant's transcendental philosophy.

Keywords: Kant, Gödel, Frege, Meta-Logic, Logic, Formal System, Transandantal,

(10)

ÖNSÖZ

Düşünce, kendiliğinden “orada” duran olarak öğrenilebilir olmaktan öte düşünme fiilinin gerçekleştirilmesi ile öğrenilebilir olandır. İnsan düşünceye açıklığı ile söz konusu öğrenme imkânını yakalamakta ve kendi varlık imkânlarını fark edebilmektedir. Bu anlamıyla düşünmek kendilik bilincinin fark edilmesine dayanan bir fiil olarak her daim insanın kendisini bilmesine zemin sağlayan olarak anlaşılmalıdır. İnsanın düşünceye açık olması onun istediği her zaman düşünüyor olduğu anlamına gelmemelidir. Aslında bir imkân olarak düşünmenin insanda içsel olarak var olması ama fiiliyata geçirebilmek için kendisini fark etmesi olarak anlaşılmalıdır.

İnsanda kuvve olarak var olan düşünmenin fiili hale gelebilmesi Dücane Cündioğlu’nun ifade ettiği gibi sükûnet ve sessizlik ile ancak mümkündür. Çünkü sessiz kalındıkça insan kendisinin farkına varabilme imkânı ile karşılaşmış olur. Sükûnet, gürültünün ve kalabalığın içinde kendin olarak kalabilmeyi sağlaması dolayısıyla genel kanının dışarısına çıkabilme sağlar.

Kurt Gödel, matematiğin ve bilimlerin metafiziksel olandan tamamen ayrıştırılıp biçimsel bir şekilde anlaşılmaya çalışıldığı bir dönemde Viyana Çevresi içerisinde yetişmiş ancak bu çevrenin görüşlerini hiçbir zaman tam olarak kabul etmemiştir. Rivayete göre 1924-1936 yıllarında mutat bir şekilde bir araya gelen ekolün toplantılarına katılan Gödel toplantılarda sessiz bir şekilde beklemiştir. Belki de sükûnet Gödel’e açılmış olarak ona genel kanının dışarısına çıkabilme imkânını göstermiştir; Gödel, kendi sessizliği içerisinde düşünmüş ve bu çalışmanın konusu olan teoremlerini ortaya çıkarmıştır.

Her şeyden evvel mevcut kanının dışına çıkıp düşünme çabasının nasıl bir eylem olduğunu bana gösteren, bu çalışmanın ortaya çıkmasını mümkün kılan, çalışkanlığı ve nezaketi ile kendisini bir ömür boyu örnek alacağım kıymetli hocam Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil hocama sonsuz şükranlarımı sunarım. Ardından çalışmamı satır satır okuma zahmetine katlanıp bana eleştirilerini ileten sevgili dostum Araştırma Görevlisi Eyüp

(11)

IX

Al’a, yardımlarını hiç esirgemeyen kıymetli dostum Dr. Öğretim Üyesi Hakan Kalkavan’a ve daha ismini anmadığım tüm hocalarıma ve dostlarıma teşekkür ederim. Son olarak şuan hasta yatağında yatan anneme acil şifalar duasıyla bu çalışmayı ithaf ediyorum.

(12)

İÇİNDEKİLER

TEZ ONAY SAYFASI ... II BEYAN ... III ÖZ ... IV ABSTRACT ... VI ÖNSÖZ ... VIII İÇİNDEKİLER ... X TABLOLAR LİSTESİ ... XI GİRİŞ ... 1

1. KANT’IN YARGI KURAMI ... 6

1.1.GÖRÜ-KAVRAM AYRIMI ... 6

1.2.KAVRAMIN MEKÂNI OLARAK YARGI ... 14

1.3.KANT’IN YARGI ANLAYIŞI;YARGILARIN SINIFLANDIRILMASI ... 21

1.4.KANT’TA NESNELERİN YARGI FİİLLERİ ÜZERİNDEN NASIL KURULDUĞU/VERİLDİĞİ ... 29

1.5.SEMANTİK GELENEĞİN ANALİTİK APRİORİ YARGILARA İLİŞKİN ELEŞTİRİSİ... 36

1.6.BU ELEŞTİRİNİN NESNENİN NASIL KURULDUĞU/VERİLDİĞİ KONUSUNDA GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER ... 40

2. GÖDEL TEOREMLERİNİN ORTAYA ÇIKTIĞI BAĞLAM OLARAK BİÇİMSEL DİZGELER VE BİÇİMSELLİK ... 45

2.1.FREGE’NİN KAVRAM-YAZISI ... 45

2.2.HİLBERT’İN BİÇİMSELCİLİK PROJESİ ... 67

3. KANT’IN KAVRAM – GÖRÜ AYRIMI VE GÖDEL TAMAMLANAMAZLIK TEOREMLERİ ... 81

3.1.GÖDEL TEOREMLERİ ... 81

3.2.İKİNCİ TAMAMLANAMAZLIK TEOREMİNİN ANALİTİKLİK BAKIMINDAN SONUÇLARI ... 94

3.3.BİRİNCİ TAMAMLANAMAZLIK TEOREMİNİN KANT’IN KAVRAM-GÖRÜ AYRIMINA DAYANILARAK ANLAMLANDIRILMASI ... 111

4. QUİNE’IN ANALİTİKLİK ANLAYIŞININ ELEŞTİREL BİR DEĞERLENDİRMESİ ... 121

SONUÇ ... 129

KAYNAKLAR ... 134

(13)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: İşaret dizileri tablosu ……….

83

Tablo 2: Gödel Sayısallaştırması tablosu……….

83

Tablo 3: Sayısal değişkenler tablosu ………...

85

Tablo 4: Önerme değişkenleri tablosu ………

86

Tablo 5: Yüklem değişkenleri tablosu ………

86

Tablo 6: Örnek Gödel Sayısallaştırması tablosu ………...

86

(14)

GİRİŞ

Kant, klasik metafizik yapmanın meşru bir zemininin olmadığı metafiziğin ancak transandantal zeminden hareketle yapılabilir olduğunu düşünmesi nesne kuramını da zorunlu olarak değiştirmiştir. Buna göre dışarıda kendiliğinden duranın dolaysız bir şekilde akıl ile tutulması mümkün olmamakta, nesnenin ortaya çıkabilmesi için zamanın saf görüsüne sahip bir Ben’in zamanın anlarının aktığının farkına varıp bu anları ardışık izlenimler dizisine tabi tutması ve sonrasında bir anda fark ettiği bir şeyi aynı şey olarak sonraki ana taşıyabilmesi gerekmektedir. Yani saf görüye sahip bir Ben’in zamanı fark etmesi ve görüsel olandan aldığı temsili muhayyilenin yeniden üretici faaliyeti ile bir sonraki ana taşıyabilmesi gerekmektedir. Tam da bu faaliyette duyusal olan tarafından alınan temsiller kategoriler vasıtasıyla birleştirilmelidir.

Kant’ın nesne kuramı olarak anlattığı bu üç katlı sentezin her bir katında devrede olan ve tüm her şeye birliğini veren olarak “kendini idrak fiili” (Alm. Apperzeption) vardır. Bu anlamıyla bir fiil olan “kendini idrak fiili” (Alm. Apperzeption) dışarıda olmayan, düşünen Ben’in kendi birliğini dışarıya yansıtması sonucunda birliği sağlanmış olunmaktadır. “Kendini idrak fiili” (Alm. Apperzeption) de ruhun bir fiilidir. O halde Kant’ın nesne kuramı üç katlı sentez ve “kendini idrak fiilinin” (Alm. Apperzeption) birlik verici fiili üzerinden anlaşılmalıdır. Kant’ta nesnenin ortaya çıkması kavram ile eş olduğundan kavramın birlik verici faaliyeti sonucunda bir nesne edinilmektedir.

Kant’ta fark edileceği gibi herhangi bir kavramın ortaya çıkabilmesi için ruhun kendiliğinden faaliyetinin harekete geçmesi ve çoklu olanın birleştirilmesi gerekmektedir. Yani sentez faaliyeti söz konusu olmaksızın Kant’ta kavramın birlik verici faaliyetinden bahsedilemez. Ancak görüden alınan temsillerin hangi kavram altında düşünüleceğinin belirlenmesi de yargı fiilleri ile mümkündür. Yargının refleksif fiili olmaksızın alınan bir temsilin nasıl düşünüleceği belirlenemez. O halde Kant’ta kavramlar yargı fiilleri ile ortaya çıkabilmektedir.

(15)

2

Bu noktada da bir kavramın analitik olup olmadığına yönelik bir belirleme aşaması zorunlu olarak yargı fiilini gerektirmektedir. Çünkü Kant analitikliği yargı olarak düşünmüş ve bir yargının analitik ya da sentetik olup olmadığı ile ilgilenmiştir. Yargı düşünsel bir içeriğin birlik içerisinde tutulmasını sağlayan fiil olması dolayısıyla analitiklik de zorunlu olarak düşünsel içerik ile ilişkili olmaktadır. Bir kavramın ortaya çıkışı onu birliğe tabi tutacak olan yargının fiilleri zemininde gerçekleştiğinden kavramın salt analiz yoluyla çözümlenmesi mümkün olmaz. Çünkü kavramın ortaya çıkışında fark edileceği gibi sentez faaliyeti mevcuttur. O halde analitiklik zorunlu olarak senteze bağlanmış olmaktadır.

Kant tam da bu sebeple genel mantık ve transandantal mantık ayrımı yapmakta ve nesnenin ortaya çıkış süreci söz konusu olduğunda genel mantığın ötesinde içeriğinde denetlenmesini mümkün kılan olarak transandantal mantığa gereksinim olduğunu düşünmektedir. Bu sebeple analitik bir yargı da genel mantığın formel kuralları çerçevesinde belirlenebilmekten uzak ancak transandantal mantığın alanı içerisinde belirlenebilir olandır. Buraya kadar fark edilmesi gereken Kant için bir yargının analitikliğini tutan genel mantığın formel kuralları değil, ruha sahip bir Ben’in düşünme fiilidir.

Kant’ın bu analitiklik anlayışı semantik gelenek tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Semantik geleneğin eleştirisi temelde Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkması bağlamında gelişmiştir. Çünkü Kant’ın matematiğe ve geometriye dair olan yargıların sentetik a priori olduğunu söylemesi bütün tecrübe için evrensel geçerli olması ve ampirik tecrübeye uygulanabilir olması olarak anlaşılmalıdır. Kant’ın burada bahsettiği zorunluluk görüye ait bir zorunluluk olarak hem matematiğin hem de geometrinin yargılarının ampirik alana uygulanabilir olduğu vurgusudur. Ancak Öklid dışı geometriler ortaya çıkıp ve söz konusu geometrilerin tutarlılığının verilmesi ile birlikte Kant’ın evrensel ve zorunlu olarak söylediği a priori olan yeniden düşülmeye başlanmıştır.

A priori olanın zemini Kantçı transandantal olandan kopartılıp dilin içerisine kaydırılmıştır. Buna göre a priori olan dilin içerisinde dilin gramerinin yani mantığının

(16)

3

doğru anlaşılması ile mümkün olması a priori olanın dili mümkün kılan olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Bu zemin değişikliği ile birlikte a priori olanın belirlenmesi mantığın zemininden hareketle gerçekleşeceğinden matematiğin önermelerinin de mantık çerçevesinde anlaşılması gerektiği düşünülmüştür. Bu düşünüş biçimini ilk ortaya atan olarak Frege, aritmetiği mantığa indirgeme projesini geliştirmiş ve aritmetiğe ait olan tüm önermeleri mantık içerisinde temsil edip ispatlanma çabasına girişmiştir. Frege, yargı, düşünce ve önerme olarak ifade edilebilecek bir ontoloji inşa etmiş ve projesini bu ontoloji içerisinde geliştirmeyi hedeflemiştir. Frege, aritmetiğin nesnelerini kavram üzerinden düşünmeye başlaması ile birlikte Kantçı görü zemininden kopuşu da sağlamıştır. Aritmetiğe dair olan nesneler kavramsal olan üzerinden düşünülmesi Frege’nin ontolojisi dikkate alındığında kavramın ve nesnenin ortaya çıkması da bir önerme içerisinde gerçekleşiyor olması dolayısıyla dile dair bir çözümle kendisini zorunlu kılmış ve aritmetiğe ait olan bir sorun dilin sınırları içerisinde çözülmeye çalışılmıştır.

“Dile dönüş” olarak adlandırılan düşünsel seyir bu şekilde ifade edilebilir. Eğer aritmetiğe ait olan nesneler dilin çözümlenmesi itibari ile ortaya çıkacak ise ve aritmetiğin önermeleri Kant’ın iddia ettiği gibi sentetik değil analitik ise o halde dili mümkün kılan a priori zemin fark edildiğinde aritmetik de anlaşılmış olunacaktır. Ancak fark edileceği gibi Kantçı zeminden ciddi bir kopuş yaşanmakta ve bu kopuş ile birlikte yargı ve önerme arasındaki ayrım ve analitikliğin yargı fiilleri ile olan ilişkisi de ortadan kalkmaktadır. Frege çerçevesinde analitik a priori dili mümkün kılan zeminin mantığın imkanları çerçevesinde anlaşılması ile açıklanabilir olmaktadır. Ancak Frege’nin bu düşünüş biçimi içerisinde ortaya çıkan paradoks projeyi sorunlu bir hale getirmiştir.

Hem Frege’nin hem de matematiğin diğer alanlarında ortaya çıkan paradoksları ortadan kaldırmak adına Hilbert biçimselcilik projesini geliştirmiş ve biçimsel olan içerisinde matematiğin önermelerinin doğruluğunun ve tutarlılığının ispatını vermeyi hedeflemiştir. Hilbert kendi projesi için Frege’nin matematik anlayışından tamamen uzaklaşarak matametiğin nesnelerinin işaret dizilerine indirgenmesi gerektiğini düşünmektedir. Tanımlanan kurallar çerçevesinde bir araya getirilen işaret dizilerinden

(17)

4

bir dizge oluşturulması hedeflenmiş ve bu dizgenin tutarlılığının da verilmesi ile birlikte matematiğe dair olan önermelerin ispatlanacağı düşünülmüştür. Hem Hilbert’in hem de Frege’nin projeleri tezin ikinci bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu inceleme ile Frege ve Hilbert’in düşünüşünün ortaya çıkarttığı problemler gösterilmiştir.

Şimdi Frege ve Hilbert’in Kantçı transandantal zemini değiştirmeleri sonucunda hem Gödel teoremleri ortaya çıkmıştır hem de Quine’ın analitik eleştirileri. Quine’ın analitik eleştirilerinin incelendiği dördüncü bölümdeki temel iddiamız, semantik geleneğin analitik a priori olanın zeminini transandantal olandan dilin sınırları içerisine çekmesi sonucunda anlamlı olduğu, oysa transandantal zemin düşünüldüğünde Quine’ın eleştirilerinin geçerli olmadığıdır. Çünkü analitik olan semantik gelenek ile birlikte önerme içerisinde temellendirilmeye çalışılmıştır. Ancak önerme düşünsel bir içeriği temsil eden olması itibariyle analitikliği mümkün kılacak zemin işlevini yerine getiremez. Bu sebeple analitiklik önerme içerisinde değil yargı içerisinde temellendirilmeye çalışılmalıdır. Semantik geleneğin yargıdan önermeye bu geçişi sonucunda Quine’ın eleştirileri ortaya çıkmaktadır. Ancak tekrar edilecek olunursa Kant’ın analitik anlayışı düşünüldüğünde analitikliğin Quine’ın itirazlarından hareketle meşru bir zemine sahip olmadığı dolayısıyla analitikliğin olmadığı iddia edilemez.

Semantik geleneğin yaptığı zemin değişikliğinden kaynaklı olarak ortaya çıkan Gödel tamamlanamazlık teoremleri tüm tez kapsamında esas açıklanmaya çalışılan olarak düşünülmelidir. Gödel’in tamamlanamazlık teoremleri ile birlikte matematiğin önermelerinin salt işaretlere indirgenebilir olmanın ötesinde bir varlığa sahip olduğunun gösterilmesi fark edilmiştir. Bu sebeple sorulan soru Gödel tamamlanamazlık teoremlerinin hangi zeminden hareketle anlaşılması gerektiğidir. Gödel’in anlaşılmasını mümkün kılacak zemin tez kapsamında Kant’ın transandantal felsefesi olarak düşünülmüştür.

Bu sebeple tezin ilk bölümü Kant’ın nesne kuramının bir incelenmesini teşkil etmektedir. Ardından ikinci bölüm yukarıda anlatılan gerekçelerle Kantçı zeminden kaçışı gerçekleştiren biçimselcilik projesininin transandanral felsefe bağlamında ayrıntılı bir incelemesi oluşturur. Bu bölümde Frege ve Hilbert’in projeleri incelenmiş

(18)

5

ve söz konusu projelerin sorunları ortaya çıkartılmıştır. Biçimselciliğin sorunları fark edildiğinde Gödel tamamlanamazlık teoremlerinin mahiyeti daha iyi anlaşılabilir olacağından üçüncü bölümü Gödel oluşturmaktadır. Bu bölümde ikinci tamamlanamazlık teoremi ve analitiklik arasındaki ilişki incelenmiş ve analitikliğin zeminini yargı içerisinde anlaşılabilir olduğu gösterilmiştir. Birinci tamamlanamazlık teoremi de Kant’ın kavram ve görü ayrımından hareketle açıklanmıştır. Buna göre biçimsel dizgeler yalnızca görüsel alanda dolaysızca farkına varılanlardan hareketle inşa edilemez olduğu ve kavramsal dolayımın biçimsel dizgelerin inşasında işin içerisinde olduğu iddia edilmiştir.

Genel hatları ile tezde yapılan çalışma bu şekilde özetlenebilir olup, bu tezin önemi analitik yargıların mahiyetine yönelik bir inceleme olmasından kaynaklıdır. Çünkü Quine analitikliğin olmadığına yönelik bir eleştiri geliştirdiğinde felsefe yapmaya yönelik de bir saldırı kendisini göstermiş olmaktadır. Bu sebeple felsefenin meşru bir zeminde yapılabilir olduğunun fark edilebilmesi için analitik yargıların mahiyetinin açıklanması gerekmektedir. Bu tez de buna yönelik küçük bir girişim olarak düşünülmesi ve önemini buradan almaktadır. Ayrıca düşünce tarihinin en büyük mantıkçılarından biri olan Gödel’in teoremlerinin felsefi bir açıklamasının verilmesi felsefecilerin temel ödevidir. Bu açıdan felsefe tarih içerisinde olanın yeniden üretilmesi olarak değil, var olan sorunların çözülme çabası olarak düşünüldüğünden hem Quine’ın eleştirilerine yönelik bir cevap hem de Gödel teoremlerinin anlaşılmasını sağlayacak çalışma bir vazife olarak düşünülmüştür.

(19)

6

1. KANT’IN YARGI KURAMI

1.1. Görü-Kavram Ayrımı

Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nin Transandantal Estetik bölümü, tecrübenin çözümlenmeye tabi tutulup duyumsamanın nesnel olan yanının ortaya çıkartılması yani duyumsamanın tüm akıl sahibi canlılarda müşterek olarak paylaşıp üzerine konuşabilecekleri nesnel alanın ne olduğunu ve nesnenin inşa sürecinde duyumsamanın konumunu kapsamaktadır. Transandantal Estetikte Kant’ın en temelde yaptığı bu anlamıyla nesnenin inşasının nasıl olduğunun ortaya çıkartılması için tecrübeye yönelip kendisi tecrübeden gelmeyen ancak tecrübenin imkânını sağlayan olarak tecrübenin nesnel yapısını ihtiva eden alanın fark edilmesidir.

Kant’ta nesnenin ortaya çıkması hem duyumsamanın hem de anlama yetisinin/müdrikenin faaliyetleri ile mümkündür. Duyusal alan ve onun duyumsanması söz konusu olmaksızın bilginin imkânından bahsedilememektedir ve buna mukabil düşünme yetisi devreye girmeden duyusal alandan alınan duyum da nesne haline getirilememektedir. Yani duyusal alandan alınan ampirik malzeme anlama yetisine gönderilmemiş olunsaydı, nesnenin ortaya çıkmasını mümkün kılacak olan birlik sağlanamayacağından bilgiden de bahsedilemez olunurdu. Bu sebeple Kant tecrübeyi çözümleyerek, tecrübenin ortaya çıkmasını sağlayan duyumsamanın ve anlama yetisinin saf unsurları olan uzay ve zaman ile kategorilerin geçerliliğini nesnel bir şekilde göstermektedir. Bu anlamıyla Kant, duyumsama ve düşünmenin (kavramanın) farklı bilme kipleri olduğunu, bilginin ortaya çıkabilmesi için bu iki bilme kipinin ilişkilendirilmesi gerektiğini söylemektedir. Ancak bir şeyin nesne olması ve söz konusu nesnenin bilgisinin ortaya çıkabilmesi için nesnenin zihne verili olması -nesnenin zihne verilmesi görü ile mümkündür- ve zihnin temsilleri bir araya getirmesi gerekmektedir -temsilleri birlikli bir bütün haline getiren de kavramdır- (Wood A. , 2009, s. 54). Transandantal Estetiğin en temel problemi bu sebeple nesnenin ortaya çıkışındaki görünün işlevinin ve nesnenin ortaya çıkışındaki a priori zeminin ne olduğudur.

(20)

7

Kant, Transandantal Mantığın başında ise bilginin birbirine indirgenemez olan iki kaynağını ayırmaktadır: duyumsama ve düşünme (Kant, 2015, s. 77-B75, A51). Duyumsama alıcı bir yeti olmasından dolayı alınana bağlı olduğundan ruhun faaliyeti bakımından edilgendir. Düşünmek ise ruhun kendiliğinden gerçekleştirdiği faaliyetidir. Bu çerçevede Kant’a göre bilinen her şeyin duyusal ve düşünsel özellikleri barındırması bakımından içerisinde a priori unsurların olması zorunludur (Kovanlıkaya, 2014, s. 39). Bilmenin iki veçhesini ayıran ve birbirine indirgenemez olarak gören Kant, duyumsama ve düşünme yetilerinin nesnenin ortaya çıkışında nasıl bir işleve sahip olduğunun ancak transandantal felsefe ile fark edilebilir olduğunu düşünmektedir. Çünkü transandantal Kant’ta, tecrübenin ve bilginin ortaya çıkmasını mümkün kılan a priori unsurlar olarak düşünülmekte, a pirori olması dolayısıyla tecrübeye önsel bir mahiyet arz etmekte ancak söz konusu a priori unsurların fark edilebilmesi için tecrübenin çözümlenmesi gerekmektedir. İşte tecrübenin çözümlenip tecrübenin zeminindeki a priori unsurların çıkartılmasına Kant transandantal felsefe demektedir.

O halde transandantal felsefe ile ortaya çıkartılan a priori unsurlar bilginin evrenselliğini sağlamaktadır. Kant bu durumu şu şekilde anlatmaktadır: Deneyim ile neyin varolduğu bilinmekte ancak niçin öyle olmak zorunda olduğu ya da başka türlü değil de öyle olmaklığının zorunluluğu, deneyimde bilinme imkânına sahip olmadığı için evrensel olana erişilememektedir (Kant, 2015, s. 39, A2). Hem duyumsamanın hem de düşünmenin a priori unsurları açık bir şekilde gösterilir ise bilginin evrenselliği de açıklanmış olunur.

Kant’ta bilginin evrenselliğin kurulduğu ya da yakalandığı yer nesnenin kendisi değil, nesneyi kendisine nesne kılanın bilme imkânları evrenselliği sağlamaktadır. Şimdi tekrar hatırlanması gereken Kant’ta bilginin zihnin iki kaynağından doğduğudur: ilki alıcılık olan temsilleri alma, ikincisi ise alınan temsiller yoluyla bir nesneyi bilme yetisidir. Alıcılık ile bir nesne verilir, bilme yetisi ile nesne temsili ile ilişki içerisinde düşünülür. Başka bir değişle, görü ve kavram tüm bilginin öğelerini oluşturmaktadır. Ancak “ne kavramlar belli bir türde onlara karşılık düşen sezgi olmaksızın, ne de sezgi kavramlar olmaksızın bir bilgi verebilir” (Kant, 2015, s. 77-A51,B75).

(21)

8

Kant’ta bilgi farklı temsillerin bir bütünü olarak tanımlanmaktadır (Kant, 2015, s. 105 - A98). Eğer bilgi farklı temsillerin birleştirilmesi olarak düşünülür ise kavramın kendiliğinden yakaladığı bir bilgiden bahsedilemez. Kant’ta, temsilleri almayı mümkün kılan görü ile alınan temsilleri birlikli bir bütün kılan anlama yetisi bilginin mekânları olarak düşünülmektedir. “Kavranılması mümkün nesnelerin bize dolaysız (kavramların dolayımı olmaksızın) verildiği görü; ve mümkün bir nesnenin bizim tarafımızdan dolaylı olarak (birlik verici bir başka temsil –veya tasavvur- vasıtasıyla) tutulmasını temin eden kavram” (Çitil, 2016, s. 48). Bu noktada şu akılda tutulmalıdır ki, bir yargının analitikliği Kant’ın felsefi zemininden hareketle yalnızca kavramsal bir analiz ile belirlenemez, aynı zamanda yargının içeriğinin de analiz edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla Kant’ın bilgiye yönelik yaptığı görü ve kavram ayrımı fark edilmeksizin bir yargının analitik olup olmadığı da belirlenemez.

Çünkü Kant söz konusu olduğunda özellikle dikkat edilmesi gereken, nesne nasıl veriliyor olursa olsun onun dolaysız bir şekilde fark edilmesini sağlayan mekân görüdür. Bu anlamıyla görü, bir şeyin dolaysız olarak bilinmesini sağlayan mekân olarak düşünülmektedir. Görünün ortaya çıkması ancak nesnelerin bizi etkileyiş kipi olan ve temsilleri alma yetisi olan duyarlık (alıcılık) ile mümkündür. O halde görüsel bilginin konusu ancak duyusal malzeme olmaktadır. “Nesnelerin bizi etkileyiş kipi yoluyla tasarımları alma yetisine (alıcılık) duyarlık denir. Öyleyse duyarlık aracılığıyla nesneler bize verilir ve yalnızca o bize sezgileri sağlar; ama anlak yoluyla düşünülürler ve kavramlar ondan doğar” (Kant, 2015, s. 57,A20 B34). Kant, görüyü duyusal olan ile sınırlamakla birlikte aslında şeyleri kendilikleri içerisinde ne iseler o şekilde akli görü ile dolaysız bir şekilde bilinebileceği düşüncesini reddetmektedir. Sonuç olarak bilme fiili söz konusu ise görü zorunlu olarak mekân olmak durumunda ve görü de ancak ampirik alan ile sınırlandırılmaktadır.

Tam bu noktada Kant’ın nesne anlayışının temelindeki zemin kendisini göstermektedir; nesne kendiliğindenliği içerisinde değil ancak bilginin konusu olan kendinde şey olarak duranın tezahürüdür. Tezahür de ben’e tezahür etmektedir. Yani bilgi Ben’in kurup inşa ettiği bir şeydir ki Kant’ın felsefedeki Kopernik devrimini ile kastettiği tam olarak budur. Kant’ın görü anlayışı tekrar edilecek olunursa tezahür

(22)

9

edenin düşünen bir ben’i etkilemesi ile ancak görüden bahsedilebilir. Burada etkilenenin, etkileri alabilme yetisi de duyumsama yetisidir. Bu anlamıyla Kant görüye herhangi bir metafiziksel yük yüklememekte ve Almanca kullanımı olan “Anschaung” bakmak anlamına uygun olarak kullanmaktadır.

Kant görüyü, görülediği şeyi dolaysız olarak bilebilme ve görülenenin zihinsel temsile dönüşmesini sağlayan yeti olarak düşünmektedir. Bu anlamıyla görü nesneler ile onlara yönelende uyandırdıkları etkilere bağlı olarak temas kurmasını sağlayan duyumsamadan gelmektedir. Sonuç olarak nesneler duyumsama yolu ile verilir (Wood A. , 2009, s. 55). Dolayısıyla Kant’a göre duyusal olanla ilişkili olmayan bir nesneden bahsedilebilme imkânı söz konusu değildir. “Ama tüm düşünce, ister doğrudan (direkte) ister dolaylı (indirekte) olsun, belli ayırmaçlar aracılığıyla, en sonunda sezgiler ile ve dolayısıyla bizim durumumuzda duyarlık ile bağlantılı olmalıdır, çünkü bize başka hiçbir yolla nesne verilemez” (Kant, 2015, s. A20,B34).

Eğer Kant’ın söylediği gibi akli görü yok ise duyumsamanın nesnel alanı nasıl belirlenecektir? Kant görüyü saf ve ampirik olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Buna göre bir nesnenin temsil yetisi üzerindeki etkisi o nesne tarafından etkilendiği sürece duyumdur. Kendisini duyum yoluyla ilişkilendiren görü ampirik görüdür. Ampirik görünün belirlenmemiş sezgisine ise tezahür denilmektedir (Kant, 2015, s. 57-A20,B34). Kant’ın bahsettiği bu tezahür aşaması nesnelliğin olmadığı bir aşamadır aynı zamanda. Çünkü tezahür aşamasında ortaya çıkan nesneyi nesnel kılacak kurallar bu aşamada mevcut değildir. Bu sebeple duyumların düzenlenmesi ve belli bir biçime yerleştirilebilmesinin imkânı yine duyumun kendisi olamayacağından ve aynı zamanda tezahürün maddesi yalnızca a posteriori verilse de –ki tezahürün maddesi tezahür edenin duyuma karşılık gelmesini sağlayan şey onun maddesi, tezahürün çoklusunun belirli ilişkiler içerisinde düzenlenebilir olma imkânı ise onun biçimi olarak adlandırılır Kant’ta- duyumun nesnelliği belirleyecek olanın zihinde a priori olarak var olması zorunludur (Kant, 2015, s. 57). Yani duyumsamaya önsel olan a priori bir zemin olmamış olsaydı duyumdan gelen şeylerin algılanma imkânı da ortadan kalkmış olmaktadır. Kant bu noktada biçim ve içerik (madde) ayrımı yapmakta ve biçim her zaman içeriği öncelemektedir.

(23)

10

Tekrar edilecek olunursa Kant’a göre görü, duyusal olmaktan başka bir imkâna sahip olmamakla birlikte nesneler ancak görü vasıtasıyla alınmaktadır. Görünün nesnesinin düşünüldüğü mekân ise anlama yetisidir. “Duyarlılık olmaksızın bize hiçbir nesne verilemez, anlak olmaksızın hiçbiri düşünülemez. İçerikler olmaksızın düşünceler boş, ve kavramlar olmaksızın sezgiler kördür” (Kant, 2015, s. 77-A1-B75). Dolayısıyla buradaki temel tartışma kavramları görü ile ilişkilendirmek yani kavramları duyusal kılmak, görüyü de bir kavramın altına getirmekle anlaşılır kılmaktır. Bu tartışma aslında yukarıdaki alıntıyı da tekrar eden bilginin ortaya çıkmasının zemininin görü ile kavramın birleşmesinden doğuyor olduğunun vurgulanmasıdır. Kant’ın görü ile kavramsal bilgiyi ayırması sonucunda duyarlığın bilimini estetik, kavramların bilimini de mantığın incelediğini söylemektedir.

Buna göre duyumsamanın kendi kendisini düzenleme imkânı söz konusu olmamasından dolayı duyumsamanın kendisini düzenleyecek önsel bir zemine ihtiyacı vardır. Duyumsamayı düzenleyecek olan bu önsel zemin nasıl ve nerede vardır?

İçlerinde duyuma ait hiçbir şey bulunmayan tasarımlara arı (aşkınsal anlamda) diyorum. Buna göre genel olarak duyusal sezgilerin arı biçimi anlıkta a priori bulunur ve görüngülerin tüm çoklusu belli ilişkiler içinde bu biçim altında sezilir. Arı duyarlığın bu biçiminin kendisine arı sezgi de denilebilir. Böylece bir cismin tasarımından anlağın ona ilişkin olarak düşündüklerini –töz, kuvvet, bölünebilirlik vb.- ve benzer olarak onda duyuma ait olanları –içine işlenemezlik, sertlik, renk vb.- yalıtırsam, gene de benim için bu görgül sezgiden geriye bir şeyler kalır –uzam ve şekil. Bunlar arı sezgiye aittir ki, bu, duyuların ya da duyumun edimsel bir nesnesi olmaksızın bile, anlıkta yalnızca duyarlığın bir biçimi olarak a priori yer alır (Kant, 2015, s. 58).

Kant transandantal estetikte duyumsamanın a priori zeminini araştırması bakımından tecrübeyi çözümlemeye tabi tutmakta ve ben’de olmayan duyusal temsillerden duyumsanabilir olan ne varsa alıp çıkarttığında da ben’de kalan şeylerin bulunduğunu düşünmektedir. Bu kalan şeyler ne duyusal olandan gelen ne de kavrama yetisinden gelen ama orada olan ve duyulur olan malzemeyi belirleyen formlar olarak uzay ve zamandır. Kant için duyumsama salt duyu verilerini sağlayan maddi ve yığınsal

(24)

11

bir şey değil, aksine, a priori formları içerisinde barındıran bir mahiyete sahip olmasından dolayı a priori formlar duyumsama ile birlikte fark edilmektedir. Bu a priori formlar da uzay ve zamandır.

Uzam dışsal hissin formu, zaman ise içsel hissin formudur. Ancak zaman dışsal hissin formu olan uzama da açılır ve dolayısıyla uzamda ortaya çıkan şeyler oluş içinde birbirine bağlanarak zamanın içerisinde vuku bulur (Heimsoeth, 2014, s. 79). Bu açıdan zaman ve uzam duyumsamanın temel formlarıdır. Daha da açılacak olursa, uzay dış deneyimlerden elde edilen bir kavram değil, deneyimi olanaklı kılan olması bakımından transandantal bir mahiyete sahiptir. O halde tezahürlerin olanağının koşulu olarak uzay, zorunlu bir şekilde tezahürlerin temelinde durur, tezahürlerden türetilmez.

Kant’ın uzaya dair transandantal açıklaması uzayın bilgi için nasıl zemin teşkil ettiğinin gösterilmesidir. Mesela bir üçgenden söz edecek olunursa uzayın saf görüsüne ve yan yanalığa tabilikle ortaya çıkan bütünlüğe sahip olunmadan üçgen temsil edilemez. Buradan şu sonuç çıkmaktadır; uzayın saf görüsü olmasaydı sentetik a priori bilgi de olamayacaktı. Ancak uzayın yan yanalık bağıntısının bilgisine sahip olunmasından dolayı geometri yapılabilmektedir. Dolayısıyla a priori saf bir görü olan uzay, Kant’a göre kavram olamaz. Zaman da uzay gibi ampirik alandan türetilebilecek bir kavram değildir. Çünkü zaman a priori olmamış olmasaydı ne eşzamanlılığı ne de zamansal ardışıklığı algıda bulabilirdik (Kant, 2015, s. 64). Şeylerin görüsü tüm öznel koşullarından soyutlandığında geriye zaman kalır, çünkü zaman ne kendi için kalıcı ne de şeylere bağlı olarak vardır. Eğer zaman kendi için kalıcı olacak olsaydı, edimsel bir şey olmayıp edimsel olarak kalmış olacaktı. İkinci durumu düşündüğümüzde, zaman şeylere bağlı bir belirlenim olmuş olsaydı, nesnelerin bilinişinin a priori biçimi olmazdı (Kant, 2015, s. 65-A33).

Uzay ve zamanın görünün a priori saf formaları olması ile fark edilmesi gereken önemli bir ayrıntı söz konusudur; eğer uzay ve zaman ben’a ait görünün saf formları değil de temsillerden elde edilen olarak düşünülür ise temsillerin yan yana ve art arda ilişkisinden türetilen evrensel bir kavram olduğu sonucu kabul edilecektir. Eğer uzay ve zaman dış deyimden türetilen ampirik bir kavram olarak düşünüldüğünde şeylere önsel

(25)

12

olması gereken yan yanlık ve art ardalık bağıntılarının nereden geldiği sorun teşkil etmektedir. Çünkü kendisi yan yana ve art ardalığa tabi kılınacak olandan düzenleme kuralları türetilemez. Ayrıca uzay ve zaman kavram olarak düşünüldüğünde fiili olarak sonsuz değil, bir kavramın tümelliğinin sonsuzluğuna sahip olduğu iddia edilecektir (Kant, 2015, s. 59, 60 - A24, A25, B40). Ancak vurgulandığı şekliyle uzay ve zaman kavramsal değil bir ben’in temsili olarak saf görünün formları olması tecrübeyi mümkün kılmaktadır. Kant’ın her şey zamana tabidir ve zamanın içerisinde olanın bilinebilmesinin mümkün olduğunu düşünmesi ile klasik metafizikten kendisini tamamen kurtarmaktadır. Çünkü Kant öncesi zamana tabi olmayanın bilgisine erişmeyi hedeflemektedir. O halde zamana tabi olanın bilgisi dışında bir bilgiye erişilemiyor ise zaman temsillerin birleşimi ile ortaya çıkmamakta, temsilleri mümkün kılan transandantal bir yapıya sahip olmaktadır.

Kant’ın zamana yönelik bu vurgusu analitik tartışması için çok önemlidir. Çünkü zamanın saf görüsü sayesinde tecrübenin imkânı ortaya çıkmaktadır. Zamanın sürekliliği içerisinde anların ya da birimlerin farkına varılmaksızın tecrübenin imkânından hiçbir şekilde söz edilemez. Böyle bir durumda tecrübe edenin kendisi mutlak bir bütünlüğün içerisinde kalır (Kant, 2015, s. 106 - A99). O halde zamanın saf görüsü sayesinde ardışıklık fark edilip tecrübe ortaya çıkmakta ve temsiller bir ben’de tutulabilmektedir. Analitik bir yargının zemini bu durumda zamanın saf görüsü ile zorunlu olarak bağlantılı olmaktadır.

Ancak görü tek başına bilgi ya da nesneyi verememektedir. Nesnenin ortaya çıkabilmesi, zamanın saf görüsü tarafından alınan temsillerin kavramın birlik verici fiilinin de olması gerekmektedir. Tekrar edilecek olunursa bilgi, duyusal alanda olan görü ile duyusal olmayan kavramın birleşimidir. O halde şu soru sorulmalıdır; saf kavramsal bilgi olanaklı mıdır? Kant’ın iddiası evet, olduğu yönündedir.

Bu nedenle, belki de nesneler ile arı ya da duyusal sezgiler olarak değil, ama yalnızca arı düşünme edimleri olarak a priori ilişkileri olabilen ve böylece kökenleri ne görgül ne de estetik olan kavramların bulunabileceği beklentisinde kendimiz için arı anlağın ve us bilgilerinin nesneleri bütünüyle a priori düşünebilmemizi sağlayacak bir bilimin ön ideasını oluştururuz (Kant, 2015, s. 80-A56).

(26)

13

Bu anlamıyla transandantal mantığın ilgilendiği şey kategorilerdir. Kategoriler nesneyi düşünmeyi sağlayan anlama yetisine ait saf kavramlardır. Kant’ın karşı çıktığı ise transandantal unsurlar ile görüde karşılığı olmayan bir şeyin ispatını vermektir. Kant’ın zaten bu sebeple kendisinden önceki felsefeyi metafizik olarak nitelendirip eleştiriye tabi tutmasının sebebi de budur. Buna göre metafizik, dil hakkındaki bir yargıdan varlığa geçiş yapan düşünme biçimi olmaktadır. 20. yüzyıl analitik felsefe geleneğinin aslında beslendiği kaynak Kant’ın bu itiraz noktasıdır. Bu konu tezin 2. Bölümünde Frege ile daha da açıklanacaktır.

Gene de böylesine gösterişli bir sanatın iyeliğinde eşit ölçüde aldatıcı bir çekicilik yatar, çünkü içerikleri açısından ne denli boş ve yoksul olsak da tüm bilgilerimize anlağın biçimini verir, öyle ki yalnızca yargıda bulunma için bir kanon olmasına karşın, genel mantık sanki en azından nesnel önesürümler aldatmacasının edimsel üretilişi için bir organon imiş gibi kullanılmış, ama böylelikle gerçekte kötüye kullanılmıştır. (Kant, 2015, s. 82-A60)

Sonuç olarak elde edilen, nesnenin bilinmesini sağlayan a priori unsurlar ve bu unsurların nesneyi bilinir kılmak için nasıl olanak sağladığının araştırılması transandantal mantıktan hareketle ancak mümkündür. “Her türlü a priori bilginin değil, ama ancak belli tasarımların (sezgilerin ya da kavramların) yalnızca a priori uygulanabilir ya da olanaklı olduklarını ve bunun nasıl olduğunu bilmemizi sağlayan bilgi aşkınsal (e.d. bilginin a priori olanak ya da a priori kullanımını ilgilendiriyor) olarak adlandırılmalıdır” (Kant, 2015, s. 80-A56). Eğer bilgi Kant’ın söylediği gibi görüsel ve kavramsal iki cihete sahip ise bir yargının analitik olup olmadığı da bu iki cihet üzerinden ancak belirlenebilir. Dolayısıyla bir yargının analitikliğine yönelik bir belirlenim görüsel olan ve kavramsal olanın ilişkilendirilmesini mümkün kılan zemin üzerinden belirlenmelidir. Yalnızca kavramın analizi ile analitiklik belirlenebilir olan değildir.

Şimdi Kant’ın görüsel ve kavramsal bilgi ile kastının ne olduğunun anlaşılması sonrasında açıklanması gereken birbirinden ayrık olan bu iki bilme türünün nasıl ilişkilendiğidir. Kant’ta görülerin kavramların altına getirilmesi ile bilginin ortaya çıkması üçüncü bir yeti ile yargı yetisi ile mümkün olmaktadır. Aynı zamanda yargı yetisi olmaksızın bir kavramdan da bahsedilemez ve bu anlamıyla kavramın mekânı

(27)

14

olarak yargı yetisi düşünülmektedir. Ayrıca Kant’ta nesne üç katlı sentez ile ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bir yargının analitikliğinin zemini üç katlı sentez olmaktadır. Ancak ilk olarak yargının kavrama nasıl mekân teşkil ettiği açıklanacaktır.

1.2. Kavramın Mekânı Olarak Yargı

Transandantal Mantığın konusu anlama yetisinin saf kavramları olan kategorilerdir; bilginin görüsel olmayan bir diğer kaynağı olan kavramsal bilginin mahiyetinin araştırıldığı bölümdür. Anlama yetisi bu anlamıyla kavramlar üreten düşünme yetisidir. Anlama yetisi kavramlar üreten bir yeti olması dolayısıyla duyarlıktan farklı olarak edilgin değil, etkin bir yetidir. Buradaki soru anlama yetisinin a priori saf kavramları/kategoriler olarak Kant felsefesinde nasıl açıklandığıdır. “Kant’a göre bir kavram, temsillere birlik verilmesi suretiyle bir nesnenin temsil edilmesini sağlayan bir tasavvurdur (Çitil, 2016, s. 52).”

Bu şekilde düşünüldüğünde nesne ile kavram arasında bir özdeşliğin olduğu yani bir kavramın ortaya çıkmasının nesnenin ortaya çıkmasını sağladığı fark edilmekte ki kavram da görü vasıtası ile alınan temsillere birlik vermesi sonucunda nesneyi mümkün kılmaktadır. Peki, kavram temsillere birliği kendiliğinden mi vermektedir yoksa daha önsel bir zemin mi söz konusudur? Eğer kavram kendiliğinden temsillere birlik veriyor olmuş olsaydı kavramların zihinde kendiliğinden duruyor olduğu Kant’ta savunulabilirdi. Ancak Kant’ın felsefesi bütüncül bir şekilde düşünüldüğünde böyle bir imkânın olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü kavramlar zihinde kendiliğinden duruyor ise onları zihne koyanın ne olduğu sorusunun açıklanması gerekmektedir. Bu sorunun açıklanma çabası da aşağıdaki alıntıda görüleceği gibi Kant’ın önceden uyardığı yanılsamaya düşmeye sebep olacaktır:

kategoriler ne bilgimizin kendiliğinden düşünülen ilk a priori ilkedirler, ne de deneyimden türetilirler; tersine, düşüncenin varoluşumuzla aynı zamanda yerleştirilmiş öznel eğilimlerdir ki, Yaratıcımız tarafından öyle bir yolda düzenlenmişlerdir ki kullanımları deneyimi işleten doğa yasaları ile tam olarak bağdaşır (arı usun bir tür ön-oluşum dizgesi) (Kant, 2015, s. 136-B167)

(28)

15

Böyle bir varsayım ile düşünce temellendirilmeye çalışıldığında sınırın ne olacağı konusunda bir muğlaklık kendisini sürekli olarak göstermektedir ve görüsel olmayan ile tecrübenin temellendirilmesi sonucuna yani spekülatif metafiziğe zemin hazırlanmaktadır. Dolayısıyla Kant, doğuştancılık ve kendindelik ile bilgilerimizin bir kısmının duyulur olanın dışında verilmesini anlamaktadır (Wood A. , 2009, s. 52). Kant’a göre böyle bir düşünce, alıntıda da açıkça görüldüğü şekliyle Tanrı’yı ve Tanrı’nın kavramlarımızı ya da bilgimizin bir kısmını önceden verili bir şekilde zihnimize yerleştirdiğini varsayar. Bu da kavramların nasıl ortaya çıktığına ve temsillere birliğin nasıl verildiğine dair hiçbir açıklama sunmamaktadır. Kavramın bu şekilde düşünülmesi Kant’ın yanılsama olarak adlandırdığı metafiziğe düşme tehlikesini barındırmaktadır. Eğer kavram duyusal olmayan bir içeriğe sahip olmaksızın bilgi olarak kullanılıyor ise o zaman akıl transandantal yanılsamaya düşer ve metafizik yapar. Transandantal yanılsamaya düşmemek için Kant kavram ile görü arasında bir köprü kurar. Bu köprü de yargı yetisi vasıtası ile kurulmaktadır. Dolayısıyla yargının köprü işlevi düşünüldüğünde şu sorunun sorulması gerekmektedir: kavram görü ile nasıl ilişkilendirilir?

Anlama yetisi görüye indirgenemez ancak görüsel olandan bilgiyi de ancak kavramlar yoluyla alabiliriz. Kant’a göre görü etkilenimler üzerine dayanırken kavramlar işlevler üzerine dayanmaktadır. Kant’ın işlev ile kastettiği farklı temsilleri tek bir temsil altında düzenleme fiilinin birliğidir. Bu fiil de düşünme yetisinin kendiliğinden bir faaliyetidir. Nesne ile dolaylı bir bağıntı ilişkisinde olan kavram, anlama yetisinin onlarla yargıda bulunma faaliyeti içerisinde ancak kullanılabilirler. Bu açıdan da yargı yetisi bir nesnenin temsilinin temsilidir. Bir yargıda yargının içerisine dâhil olan temsilin birçok kavramı vardır. Kant’ın verdiği örneği inceleyecek olursak “Tüm cisimler bölünebilirdir” önermesinde bölünebilirlik kavramı cisim kavramı ile bağıntılıyken bölünebilirlik başka birçok kavram ve tezahür ile bağıntılıdır. Yargı fiili cisim ile bölünebilirliği, parça-bütün ilişkisini vs. kapsamasından dolayı söz konusu önermenin cisim ile bölünebilirlik bağıntısının kurmakta ya da bir şeyin bölünebilir olmasının imkânını ortaya çıkartmaktadır. İşte bu sebepten dolayı Kant, örnek çerçevesinde nesnelerin bölünebilirlik kavramı yoluyla temsil edildiğini ve yargı fiilinin bunu yapması çerçevesinde de temsilin temsili olduğunu söylemektedir. O halde şu

(29)

16

sonuç ortaya çıkmaktadır; kavram bir yargı faaliyetinin fiili içerisinde ortaya çıkar ve kavramın mekânı yargıdır. Anlama yetisi de bütününde bir yargılama yetisi olarak düşünülebilir (Kant, Arı Usun Eleştirisi, 2015, s. 86-A68). Araştırılması gereken yargının nasıl olup da kavramın mekânı olduğudur.

Anlağın tüm edimlerini yargılara indirgeyebiliriz, öyle ki anlak bütününde bir yargılama yetisi olarak düşünülebilir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi anlak bir düşünme yetisidir. Düşünce kavramlar yoluyla bilgidir. Ama kavramlar, olanaklı yargıların yüklemleri olarak, henüz belirlenmemiş bir nesnenin herhangi bir tasarımı ile bağıntılıdır. Böylece cisim kavramı birşeyi, örneğin metali, o kavram yoluyla bilinebileni imler. Öyleyse ancak nesneler ile bağıntı kurulabilmesini sağlayan başka tasarımları kapsaması yoluyla kavramdır. Öyleyse olanaklı bir yargının yüklemidir, örneğin, ‘Her metal bir cisimdir’ gibi. (Kant, 2015, s. 86-A69,B94)

Buna göre bir kavramın belirli bir nesne ile bağıntı kurup söz konusu nesnenin kavranılabilmesini mümkün kılan fiil yargı fiilidir. “Yargı verme, aynı zamanda anlama yetisinin alanını tam olarak ölçmeye ve saf kavramlarının kaynaklandığı bütün işlevleri belirlemeyi sağlayacak ilkedir” (Güven, 2012, s. 40). Çünkü yargı fiili olmaksızın kategorilerin belirli bir nesnenin tutuluşunu belirleme imkânı da söz konusu olmamaktadır. Bu sebepten dolayı Kant “kavramları onlarla yargıda bulunmanın dışında başka hiçbir yolda kullanamaz” (Kant, 2015, s. 86-A68,B94) demektedir. Buradan çıkartılacak sonuç, kavramların ancak yargı fiili içerisinde varlık kazanabildiği ve anlama yetisinin ürünleri olduklarıdır. Dolayısıyla da anlama yetisi yargı yetisine başka bir ifade ile düşünme yetisine indirgenebilir. Burada düşünülmesi gereken kavramın temsillere birlik vermesi ile yargı fiili arasındaki ilişkinin ne olduğudur.

Görü vasıtası ile alınan temsillerin tek bir temsil altında toplanıp birlikli bir bütün haline kavramın birlik verici faaliyeti ile erişmektedir. Bu anlamıyla kavram temsillere birlik verme fonksiyonudur. Zamanın ardışıklığı fark edilip anlar birbirinden ayırt edildiğinde bir kavramın varlığından bahsedilebilir. Bu anlamıyla zamanın ardışıklığının bilincinde olunmaksızın hiçbir şey bilinebilir değildir. Anlama yetisinin saf kavramları elbette anlama yetisinde mevcuttur; duyusal bir alandan gelmemektedir. Ancak bu da daha önce açıklandığı gibi saf kavramların ya da kategorilerin varlığının kendiliği anlamına gelmemektedir. Kategoriler ancak bir bilme fiili içerisinde ortaya

(30)

17

çıkmaktadır. Yani kategoriler bizde önceden verili olarak var olan ve onları şeyleri bilmeye yönlendirdiğimiz hazır kalıplar olarak düşünülmemelidir. Eğer kavram bu şekilde düşünülseydi zihninde kavramların nasıl durduğunun açıklanması için metafiziksel bir zemine kendisini gösterecekti. Tam da bu sebepten dolayı Kant, kavramları zihinde kendiliğinden duran olarak değil, bir yargı fiili içerisinde ortaya çıkan şeyler olarak düşünmektedir. Kant’ın özellikle de kaçınmak istediği tam olarak da aslında kavramın söz konusu kendiliğindenliği ve bunun yol açtığı transandantal yanılsamadır.

Kavramın kendiliğindenliği söz konusu değilse o halde kavramın farklı temsilleri tek bir temsil altında nasıl topladığı açıklanmalıdır. Kavram tarafından bir araya getirilen nesnenin birliği temsilleri bir araya getirme fiili ile mümkündür. Buradaki fiil de yargı fiilidir. Bu sebeple bir kavram bir yargı içerisinde nesnesini kavramaktadır (Çitil, 2012, s. 33). Yargı içerisinde kavranılan nesne hep bir fiil içerisindedir. Bu anlamıyla kavramlar ne kendi başına zihinde duran şeyler ne de salt soyutlama yoluyla ortaya çıkan şeylerdir. İlk başlıkta da açıklandığı şekliyle görü ile kavram arasında Kant’ın yaptığı ayrım tekrar düşünüldüğünde görü ile temsiller alınır ve kavramlar ile alınan bu temsilere birlik verilir. “Tasarımların bir bilinçte birleştirilmesi yargı olur. Demek ki düşünmek, yargıda bulunmaktan veya genel olarak tasarımları yargılarla ilgi içine sokmaktan başka bir şey değildir” (Kant, 2000, s. 55). Dolayısıyla yargı fiilinin kendisi olmaksızın temsiller birlikli bir bütün haline getirilememekte ve temsiller bir kavramın altına düşürülememektedir. Bir nesnenin bir kavram altına düşürülmesini ve bir nesnenin bir kavram altında düşünülmesini sağlayan yeti de yargı yetisidir.

Kavram, bir nesnenin idrakini temin eden bir fiil içerisinde temsil ya da tasavvurları bir araya getirme fiilinin birliği olarak tarif edilebilecek bir fonksiyonla kaimdir. Bir başka deyişle kavram, bir yargı içerisinde bir nesneyi kavrıyor olması itibariyle düşünülen bir tasavvurdur. Bu itibarla, Kant’a göre, idrak fiilinin haricinde herhangi bir tasavvurdan kendi başına bir kavram olarak söz edebilmenin bir imkânı yoktur. Dolaysıyla kavramın mekânı yargıdır. Nesne, bir yargı içerisinde, bir kavram vasıtasıyla bir yanından kavranan ve bir muhakeme faaliyeti içerisinde farklı yanlarından kavranmak suretiyle çevrilen şeydir (Çitil, 2012, s. 33).

(31)

18

Kavram temsillere birlik vermesini yargı fiili içerisinde gerçekleştirebiliyor ise burada yargı ile ne anlaşılmalıdır? Kant’ın yargı ile kastettiği şey ruhun bir melekesi ve bu melekenin fiilidir. Bu anlamıyla yargı dilsel bir unsur olmayıp bir nesnenin tutulmasını, kavranmasını temin eden fiildir. O halde yargı fiilinin temel işlevi, anlama yetisine ait olan kavramların, duyusal alana ait olan görüler ile ilişkilendirilmesidir. Yani yargı fiili bir kavramın görüsel karşılığını temin eden temel bir yetidir. O zaman şu soruyu sormak gerekmektedir; Kant niçin kavramların mekânının yargı fiilinde olduğunu söylemektedir?

Tekrar edilecek olunursa kavram bir birlik verme fonksiyonudur. Kavramın birlik verdiği ise temsillerdir. Temsiller duyumsama yoluyla edinilen, kendinde-şeyin temsilidir (Çitil, 2012, s. 31). Kavramın kendisi anlama yetisine aitken, birlik verdiği duyumsamadan gelen temsillerdir. Bilginin kaynağının duyumsama olması itibariyle, duyumsamanın düşüncenin konusu olabilmesi için bir kavram tarafından kavranılır olması gerekmektedir. Yine aynı sorun ile karşılaşmış olunmaktadır; kavramlar nasıl oluyor da duyusal temsillerle ilişkili olabiliyorlar?

İşte bu sorunun cevabı Kant’ta yargı yetisidir. Çünkü nesnenin hangi kavramın altına düşüp düşmediğini ya da nesnenin hangi kavram ile düşünüleceğini gösteren anlama yetisi ve onun kavramları olamaz. Burada daha temel bir yetinin olması gerekmektedir. Bu yeti de tüm düşünme yetisine indirgenebilecek olan, düşünme ile aynı yeti olan, hüküm veren olarak yargı yetisidir (Çitil, 2012, s. 30). Ayrıca yargı yetisinin olmasının bir başka zorunluluğu da -ilk başlıkta anlatıldığı gibi- akli görünün Kant tarafından iptal edilmesidir. Çünkü eğer akli bir görü olmuş olsaydı ve nesneler dolaysız bir şekilde bu görü vasıtası ile kavranılabilir olsaydı, kavramın ve nesnenin kendiliğinden bahsedebilinir, kendiliğinden orada olan olarak nesnenin bir kavram tarafından dolaysız bir şekilde kavranılması imkânından bahsedilirdi.

Ancak Kant ile birlikte böyle bir imkânın aslında aklın transandantal yanılsaması sonucunda içene düştüğü bir durum olduğu görülmüştür. Dolayısıyla kavram ile görüyü birbiri ile ilişkilendirecek bir yetinin varlığının zorunluluğu tekrar kendisini izhar etmiş olmaktadır. Çünkü kendindeliğin bilginin konusu olması Kant tarafından iptal edilmesi

(32)

19

ile birlikte bir şeyin düşüncenin nesnesi olabilmesi için söz konusu nesnenin, nesne olmadan önceki haline birlik verilmesi gerekmektedir. Birlik de kavramlar tarafından verilir. Ancak kavramlar zihinde kendiliğinden mevcut değil, her zaman bir yargı fiili içerisinde ortaya çıkar. Dolayısı ile yargı fiili olmadan herhangi bir nesneden bahsedilemez.

Kant’ta nesneleri ortaya çıkartan da sentez faaliyetidir. Duyarlıktan alınan çoklunun bir kavram altında bütün haline getirilmesi sentezleme faaliyetini zorunlu kılar. Yargı fiilinin kavram ile nesneyi nasıl ilişkilendirdiği daha sonra ele alınacağı için şimdilik kavram ve yargı arasındaki ilişkinin soruşturulması ile yetinilecektir. Kant, Saf Aklın Eleştirisi’nde yargının kategorilerini anlama yetisinin saf kavramları olan kategorilere öncelikli bir şekilde düşünmektedir. Başka bir ifade ile “anlama yetisinin, yargılarda mantıksal işlevleri bulunur (Güven, 2012, s. 41).”

Duyusal bir sezgide verili çoklu zorunlu olarak tamalgının kökensel sentetik birliğinin altında durur, çünkü sezginin birliği ancak bu yolla olanaklıdır. Ama anlağın verili tasarımların (ister sezgiler isterse kavramlar olsunlar) çoklusunu genel olarak bir tamalgının atına getiren edimi mantıksal yargı işlevidir. Öyleyse tüm çoklu, tek bir görgül sezgide verili olduğu sürece, mantıksal yargı işlevlerinden biri açısından belirlenmiş ve bunun yoluyla genel olarak bir bilincin içerisine getirilmiştir. Şimdi kategoriler, verili bir sezginin çoklusu onlarla ilgili olarak belirlendiği sürece, sözcüğün tam anlamıyla bu yargı işlevlerinden başka bir şey değildirler. Öyleyse verili bir sezgideki çoklu da zorunlu olarak kategoriler altında durur (Kant, 2015, s. 126-B143)

Belirli bir görüdeki çoklunun kategorilerin altında zorunlu olarak durması, kategoriler tarafından görüsel olanın birlenmesi anlamına gelmektedir. Kant’ın kategorilerinin ortaya çıkışı aslında yargıların ortaya çıkışı ile mümkündür. Bu anlamıyla yargılar her zaman kategorilere önceliklidir ve bu sebepten dolayı Kant ilk olarak yargılar tablosunu ardından da bu tablo ile yani yargıların fark edilmesi ile anlaşılabilen kategorilerin tablosunu vermiştir.

Yargı ve kavram arasındaki bu ilişki analitik ve sentetiklik tartışması için de çok önemlidir. Bu tezin temel tartışması olan analitikliğin ne olduğu probleminin açıklanması çerçevesinde bir kavramın analitik ya da sentetik olduğunun belirlenmesi

(33)

20

bu anlamıyla salt kavramsal çözümleye indirgenemez. Kant, Birinci Kritikte şu uyarıda bulunur; genel mantık ile transandantal mantık birbirinden ayrı mahiyet arz eder ve genel mantık, kavramı tüm içeriğinden soyutlayıp sadece formu ile ilgilenir. Ancak bilgi sadece formlardan ibaret değildir; görüsel ve kavramsal olmak üzere iki veçhesi mevcuttur. İşte genel mantık çerçevesinde bilgi salt olarak formel bir alana indirgendiğinde söz konusu kavramın analitikliği de forma indirgenir. Oysa Kant bir şeyin analitikliğinin salt olarak forma indirgenemeyeceğini ve böyle bir düşünme çabası zorunlu olarak diyalektiğe mahkûm olduğunu söylemektedir (Kant, 2015, s. 82-B85,A61).

Bilginin iki veçhesi tekrar düşünüldüğünde görüsel olan yan bilginin içeriğini vermektedir. Bilginin söz konusu bu görüsel yanının genel mantık ile incelenmesi diyalektik ile sonuçlanır. Bu sebeple Kant transandantal mantığın zorunlu olduğu ve bu mantık ile bilginin içeriğinin incelenmesi gerektiğini düşünür. Bu da yargı yetisini zorunlu kılar. İşte bu tartışma çerçevesinde analitiklik tekrar düşünüldüğünde bir şeyin analitikliğinin belirlenmesi salt form çerçevesinde belirlenebilir değil, yargı veren bir psykhe’nin varlığı ile mümkündür. Aynı zamanda kavram düşünülmeye başlandığında hep bir sentez faaliyeti zorunlu olarak var olduğu için bir kavramın başka bir kavram tarafından içerilip içerilmediğinin anlaşılması senteze bağlıdır.

Buraya kadarki tartışmada kavramın mekânının bir yargı fiili olduğu düşünüldüğünde söz konusu yargı fiili ve fiili verenin birliği olmaksızın analitiklik açık bir hale getirilemez. Kant’a göre mantıkçıların bugüne kadar yargı konusunda yaptıkları açıklamalar salt olarak iki kavram arasındaki ilişki olarak düşünülmüş ve hiçbir zamana doyurucu olmamıştır. Dolayısı ile yargı yetisinin daha temelli bir açıklanma ihtiyacı söz konusudur. Özet olarak şu söylenebilir; psykhe’nin kendiliğinden harekete geçtiği ve bir şeyi nesne olarak kavranılmasını sağlayan olarak yargı fiilleri vardır ve aynı zamanda var olan yargıların farklı yanlarından kavranılarak ya da farklı bütünlerin parçaları olarak yargılar söz konusudur.

Bunlar sevkedeci yani kavramları kavramlara sevk eden yargı fiilidir. Aynı zamanda kendi üzerine düşünen refleksif yargılar da mevcuttur. Bu iki yargı fiili devre

(34)

21

dışı bırakıldığında analitiklik hakkında doyurucu hiçbir şey söylenemez. Kant sonrası analitik felsefe tam olarak da Kant’ın bu yargı anlayışına eleştiri dolayısıyla ve analitikliği Kant’ın yapılmaması gerektiği biçimiyle formel bir şey olarak düşünmeleri sebebi ile analitikliğin tüm zemini ortadan kalkmıştır. Bu zemin kaybı dolayısıyla da Quine bir kavramın analitik olarak belirlenmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Quine’ın eleştirileri de dikkate alındığında refleksif ve sevk edici yargı fiileri, analitikliğin zemininden kopartılamaz. Bu sebeple Kant’ın yargıları sınıflandırılması daha derin bir şekilde düşünülmelidir.

1.3. Kant’ın Yargı Anlayışı; Yargıların Sınıflandırılması

Önceki bölümlerde anlatıldığı gibi insanda a priori olarak var olan duyarlık ve kavrama yetisi ile bilme mümkün olmaktadır. Bu yetiler birbirine indirgenemez ayrık bir yapıya sahiptirler ve dolayısıyla bilginin ortaya çıkabilmesi için yetilerin ilişkilendirilmesi gerekmektedir. İşte bu yetilerin ilişkilendirilmesini sağlayan ve tüm düşünme faaliyetini kapsayan yeti yargı yetisidir. Kant’ta tüm düşünme faaliyeti aslında yargılar üretmektir. Kant yargıları dörtlü bir sınıflandırmaya tabi tutar. Buna göre ilk grup önermesel bir ayrım olup önermelerin içeriği çerçevesinde yapılmış analitik ve sentetik yargılardır. İkinci grup bilgi açısından yapılan bir ayrımdır ve a priori ve a posteriori yargılardır. Tezin sınırları kapsamında sadece analitik a priori yargılar incelenecektir.

Kant analitiklik ve sentetikliği özne ve yüklem arasındaki ilişki üzerinden düşünmektedir. Buna göre bu tür yargılar ya analitiktir ya da sentetik. Eğer B yüklemi A kavramında gizli olarak içerilen bir şey ise yargı analitik, eğer B yüklemi A kavramının dışında ise yargı sentetiktir. “Analitik yargılar öyleyse içlerinde yüklemin özne ile bağlantısının özdeşlik yoluyla düşünüldüğü yargılardır; ama içlerinde bu bağıntının özdeşlik olmaksızın düşünüldüğü yargılar yargıları sentetik olarak yargılar olarak adlandırmak gerekir” (Kant, 2015, s. 44-A7,B11). Bu çerçevede analitiklik ve sentetiklik düşünüldüğünde aslında bir kavramın başka bir kavram tarafından içerilme ilişkisi çerçevesinde yargıların türlerinin ne olduğu belirlenmektedir. İçerilme ilişkisi bağlamında analitik yargılar bilgilendirici değil ya da bilgiyi genişletmez, çözümlemeye

(35)

22

tabi tutar ancak sentetik yargılar kavramlar arası içerilme ilişkisine sahip olmadığından birbirlerinden ayrı kavramlar olmaları dolayısıyla bilgiyi genişletici yargılardır.

Bir yargının analitikliğinin anlaşılması, o halde özne ve yüklem arasındaki içerilme ilişkisi bağlamında belirlenir. “Analitik yargılar yüklemde, öznenin kavramında zaten varolan, ama pek o kadar açık ve bilinçli düşünülmemiş olandan başka hiçbir şey söylemezler” (Kant, 2000, s. 14).” Buna göre A yargısı var ve bu yargıya B yüklemi atfedilmiş olunuyor. A yargısını düşünüp, bu yargının tuttuğunun bilincinde olunarak B yargısı tutuluyor ve A yargısı ile B yargısı arasında bir içerilme ilişkisi olduğuna hükmedildiğinde ancak bir yargının analitik ya da sentetik olduğu belirlenebilir. Bu anlamıyla A yargısı ve B yargısı salt formel bir düzlemde çözümlenebilir değil, hüküm veren bir ben’in yargı fiili içerisinde belirlenebilir olandır. İşte bu sebeple bir önceki başlıkta kavram ve yargı fiili arasındaki ilişki düşünülmüş ve kavramların ancak bir yargı fiili içerisinde konumlanabileceği gösterilmiştir.

“Tüm cisimler uzamlıdır” örneğine bakılacak olunursa bu önerme analitiktir. Çünkü uzamlılık, cisim kavramında zaten önceden gizli olarak düşünülmüştür. Yani cismin uzamlı olduğunu anlayabilmek için deneyime gitmeye gerek yoktur, cisim kavramını ayrıştırıp kavramın içindeki çoklunun farkında olunduğunda özne ve yüklem yani cisim ve uzamlılık arasındaki içerilme ilişkisi de görülmüş olunur (Kant, 2015, s. 44.A7,B11).

Meselâ, cisim kavramının üç unsur veya Kant’ın kullandığı terimle üç “damga” (Merkmale, notae) ihtiva ettiğini varsayalım: Uzam, nüfuzedilmezlik ve şekil. Bu durumda her cismin uzamlı olduğunu, tek başına cisim kavramını çözümleyerek, zorunlu ve a priori olarak bilebiliriz. (Wood A. , 2009, s. 49)

Cisim, uzam, nüfuzedilemezlik ve şekil üzerinden düşünülüp tutulduğu için, ‘tüm cisimler uzamlıdır’ gibi bir önerme ile karşılaşıldığında cismin altındaki kısmi kavramlar zaten önceden tutulduğundan önerme hakkında analitik yargısı verilebilmektedir. Ancak burada önemli olan cisim kavramı ve onun altında olan kısmi kavramların hüküm veren bir ben tarafından tutuluyor olmasıdır. Kant için bir yargının analitik olduğuna karar verebilmek ancak yargıyı veren düşünen bir ben’in olması ile

Şekil

Tablo dikkatli bir şekilde incelenip A’dan başlayarak E’ye doğru okunduğunda  en  üstteki  sayının  Gödel  sayısına  nasıl  dönüştürüldüğü  görülmüş  olunur

Referanslar

Benzer Belgeler

birbirine benzeyen egemen güçlerin mutlak anlamda hakim olduğu bir örgütten ziyade iki farklı ideolojinin ve bloğun bir güç mücadelesi platformuna dönüşen bir örgüt..

Derginizde yay›nlanan “‹ntrakardiak hiperekojenik oda¤›n Türk populasyonunda Down sen- dromu belirteci olarak kullan›m›” (Perinatoloji Dergisi Cilt:12, Say›:

Verileri toplamak amacı ile sosyo-demografik özelliklere ilişkin soru formu, Z Teknik ve Ventrogluteal Bölgeye enjeksiyon ile ilgili bilgi formu, intramüsküler

Günümüzde biliyer atrezi olgularının tedavisi iki aşamalı olarak planlanmaktadır: (1) safra akımını sağlamak ve mümkün olduğunca karaciğer fonksiyonlarını

Tatlısu midyesinde yapılan Cu, Cd, Pb, Zn, As gibi ağır metal analiz sonuçları kabul edilen tolere değerler içerisinde olduğu görülmüştür.. Üreme periyodunun belirlenmesi

Eğitim bu atmosfer içerisinde artık dışarıdan dayatılan (zorunlu) bir süreç olarak algılanmaya başlar. Dıştan dayatılan bir mefhum olarak eğitim, içsellikten

Buğra GÖKÇE - İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Emrah ŞAHAN - İstanbul Planlama Ajansı Başkanı. Gürkan AKGÜN - İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve

Modernleşen Türkiye’nin Tarihi (Çev. İstanbul: İletişim Yayınları. Ne iş yaparsınız?” C: “İş yapmam ben; aylakım.” Dediğinde tezgahtar kız C.’nin