DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCELERİ
¥ â - N û
«Onbeş, hattâ yirmi yıl boyu Vâ-Nû Türk bası
nının bir numaralı fıkracısı kaldı. Vâ-Nû'yu bir
cümle ile çiz deseler, «0, herşeye karşı uyanık
bir insandı» tanımını yaparım... İnsanı Vâ-Nû
usulca akılcı düşüncenin ana caddesine getirir,
büyük trafiğe katardı...»
m
m
HaMun TANER
Y
Â-NÛ, bu iki hece, ben yaş taki kuşağın ışıklı bir çağrışımı idi. Onbeş, hattâ yirmi yıi boyu Türk Basınının bir numaralı fıkracısı kaldı. Akşam’m sol köşesinden, her gün, öyle bilgiçlik taslamadan, edebi yat yapmadan, ke limeleri atıp tutma dan, hattâ biz farkında olmadan bizi uyardı. Orta yaş lılar onun sağ duyusundan fay dalandılar. Gençler ise, onun kültür ve yaşam dağarcığından süzülmüş ve onların anlıyacağı bir dil sadeliğine indirgenmiş pratik öğütlerinden kendilerine olumlu dürtüler buldular. Çok rahat ve akıcı üslûbunun altın da bilinçli bir halk eğiticisi, bir vulgarizatör kişiliği sezilirdi. Onun sütunu bize hocalarımızın açamadığı ne pencereler açtı.
Köklü bir İstanbul terbiye ve görgüsünden gelen çelebiliği, Galatasaraylılığm verdiği ince bir esprisi, çok sevdiği Viyana’- nın hayat üslûbundan edindiği zarif bir AvrupalI gustosu ve ni
h a ye t M o sk o v a gün lerin in anısı
bir dialektikten örülme, kendi ne özgü, çok ilginç bir kültürü vardı. Düşüncelerindeki açık se çiktik, düzenlilik ve çok taraflı lık buna dayanırdı. Ama okuyu cularına ve dostlarına cömertçe açtığı bu hâzinenin sıcaklığını başka bir şey sağlıyordu: Bu bilginin kitabî, ikinci elden bir bilgi olmayışı... Yaşam tecrübe si içinde denenmiş olması. Vâ- Nû herşeyden çok bir yaşam fi lozofu, bir yaşam sanatkârı idi. Soyuttan kaçıp her şeyi somuta İndirgemekle onu kalabalıklara daha iyi anlatıyor, daha iyi sin diriyordu.
NASIR TUTAN EL
Meslek arkadaşları, gazetecilik meziyetlerini elbet benden iyi bilirler. Benim bildiğim bir ya nı aşırı çalışkanlığı idi. Bu ça lışkanlık ömrü boyunca sürdü. Eli kalem tutmadığı zaman, yaz mak istediğini dikte ettiği gün lere kadar «Bu dünyadan Nâzım geçti» böyle yazılmıştır. Yine kendi gibi çok yazma rekort menlerinden sayılan Haydar Ri- fat’a ilk tanıştığında sormuştu:
— Sağ elinizin küçük parma ğını görebilir miyim?
Parmak uzatıldı. Muayene edildi. Normal bir teni vardı. Vâ-Nû, bunu, yazıdan nasır tut muş kendi parmağına kıyasla yumuşak bulmuştu. Yazıdan na sır tutmuş parmak. Hiç bir şe yi ile övünmeyen alçak yürekli Vâ-Nû’nun en büyük ve biricik övüncü buydu.
Vâ-Nfi’nun gazeteciliği, yazar
lığı onun kişiliğinin sadece bir parçası. Ben asıl onun özel ki şiliğini yakından tanıdım, sev dim. Vâ-Nû’yu bir cümle ile çiz deseler, «O her şeye karşı ala bildiğine uyanık bir insandı» ta nımım yaparım. Her insanın bir ihtirası, bir mesleği, bir mera kı oluyor. Çoğu insanın zekâsı bu alanlarda gelişiyor. Buna kar şılık başka alanlarda güdük ka labiliyor. Oysa Vâ-Nû’nun bey ninde sürülmemiş tarla yok gibi idi. Fransız İhtilâli île ne kadar övür. olmuşsa, patlıcanın besin özelliklerine karşı da o derece ilgili idi. Hiç bir gün kaçırma dığı ajans haberlerini ne kadar dikkatle dinleyip ahkâm çıka
rırsa, S ü le y m a n iy e ’Mİn arkitek-
tonik estetiği üzerinde de ayni isabetli yargıları yürütebiliyor du. Yeni açmış bir yaprağın ta ze yeşili nasıl onu saatlerce ’oya layabilirse, bir ceviz kütüğünün möble olabilmesi için ne kadar yıl, nasıl kurutulması gerektiği ni de bir marangoza öğretebili yordu. Bu uyanık ilgi yüzünden hayatının her ânı dolu ve yoğun geçti. Bunca sene, en hasta gü nünde bile, onun boş bir bakı şını yakalayamadım. Vâ-Nû’yu bu kadar sevimli, sıcak, hayat dolu ve genç yapan da bu idi.
Ebedi bir öğrenci coşkunluğu ile zeki ve alaycı gözlerinden ge çirdiği gözlemleri bir yaşam la- boratuvan haline getirdiği bey ninde olduruyordu.
İnsan malzemesi bu laboratu arın başlıca ham maddesi idi. Kendi konuşmaktan çok, durma dan soru sorup karşısındakini konuştururdu. En kasık, en kı- namsık insanların bile dilini çöz mekte usta idi. Onları usulca akılcı düşüncenin ana caddesine getirir, büyük trafiğe katardı.
İNSANA BAKIŞ
Korkunç bir gözlemci idi. O gün gözünüzün altı bir yorgun luk gölgesi ile mi vurgulanmış, ceketinizin bir düğmesi kopmak üzere mi? Bakışınızda belli be lirsiz bir üzüntünün tortusu mu var? Yakalardı. Irk, millet, mez hep dünya görüşü ayrılığının çok üstünde, kaatilinden bilgesine kadar, her insanda ilgilenecek şeyler olduğuna inanmıştı. Bu geniş açısı çoğu zaman yanlış
yorumlandı. Gerçe ğin yalnız bir yüzü olduğunu sananlar dan olmadığı için, bu görüşteki en ya kın dostlan bile onun bâzı hareket lerine anlam vere mezlerdi. Oysa o bütün bu değişik çaptaki insanların herbirinin kalıbına girer, alacağım alır, posasını bırakırdı.
Haşinlik, hoyrat lık, zorbalık, sallapatilik ve özel likle uyuşukluk en sevmediği şeylerdi. Mütevazi imkânlan ölçüsünde çevresinde çok ince bir zevki sürdürüyordu. Odasına her girişimde Vâ-Nû’nun dost sı caklığına, Çehof’un bir dekoruy muş hissi veren sevimli odası da başka bir sevimlilik ve huzur katardı. Kitaplar arasında bir kış bahçesine açılan bu odada, gaz sobasının hırıltısının vurgu ladığı ne tgtlı saatler geçerdi.
Vâ-Nû, en bükülmez fikirlerini yumuşak bir kalıp içinde söyler, bundan ötürü de karşı geldiği adam, hele biraz da bönce ise, Vâ-Nü’nun kendine hak verdiği hissine kapılır, ama biraz düşü
n ü p asıl an lam ın ı s e z e e -k o lu n
ca, hiç bir şeyin üzerinde dur mayıp geçen akıcı muhatabının yeni bir sözü ya da epizodu için de cevap vermeğe de yeltenenıez, afallar kalırdı.
Eşi ile olan ilişkisi örnek bir arkadaşlıktı. Tam bir kafadarlık. Herşeyde Bazen saatlerce sus tukları halde ayni şeyi düşün me ve konuşma hassasını edin mişlerdi. Bîrinin başladığı cüm leyi öbürü rahatça bitirebilirdi. Ayni şeyi, ayni anda, ayni çağrı şımla hatırlamaları adeta günlük Öîr alışkanlık olmuştu.
Nâzım ve Vâ -Nû
Bir buçuk yıl önce ameliyatını yapan Siyami Ersek’e:
— Aman doktor elin titreme sin. Daha yapacak işlerim var demişti. Yapacağı işi. sevgili ar kadaşı Nazım Hikmet için yazdı ğı son kitabı idi. Bu kitap ikisini de, yapmacıksız, edebıyatsız, hat tâ olgun bir hümor açısından yansıtan nefis bir biyografyadır. Olaylara ve insanlara bu rütbe filozofça bakabiliş, bence, Vâ-Nû’ nun yazı hayatının da en olgun aşaması oldu.
Kaderinin karşısında Vâ-Nû tam bir stuah gibi dayandı. Kara düşüncelere kapılmasın diye eşi onu beş dakika bile yalnız bı rakmayıp lâfa tutuyor, ama Vâ- Nû da, sırf eşi rahat etsin diye, yalnız kaldığı anlarda bile bu iyimserlik rolüne devam ediyor du. Ölümii hiç ağzına almadı. İyi de etti. Hayata bu kadar açık in san, hayatın içinde büsbütün yok olmuş olamazdı.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi