• Sonuç bulunamadı

Türk Edebiyatında “Sembolizm”e Dair İlk Dikkatler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Edebiyatında “Sembolizm”e Dair İlk Dikkatler"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Halef Nas

*

THE FIRST ATTENTION IN REGARD TO SYMBOLISM IN TURKISH LITERATURE

ÖZ: XIX. asırdan beri Türk edebiyatı Batı edebiyatlarıyla temasını hiçbir zaman kesmemiştir. Divan şiiri geleneğinden kopan yenileşme yolundaki edebiyatın gelişme çizgisini belirleyen temel etmenlerden biri budur. Bu gelişme eğilimi XIX. asırda hayal ve hakikat etrafındaki tartışmalarda kendini belli eder. Türk edebiyatında hayali değer haline getiren romantizm ve hakikati öne çıkaran rea-lizm akımlarının etkisinden sonra semborea-lizme yönelik ilgi, hakikatin karşısında daha bilinçli bir hayalin yükselişiyle ifadesini bulmuştur. Durum sanattaki geli-şim gibidir: Soyuttan somuta, somuttan daha bilinçli bir soyuta doğru. XIX. asır Türk edebiyatının gelişim seyri hayalden hakikate, hakikatten daha bilinçli bir hayale doğrudur.

Anahtar Kelimeler: Hayal, hakikat, daha bilinçli hayal, sembolizm.

ABSTRACT: Turkish literature has never been drifted away with west literature until XIX. century. This is one of the main factors determining in the line of the development of literature which in renovation awarness from the tradition of Ottoman poetry. This trend of development manifests itself discussions around the imagination and truth in XIX. century. After effect of the romanticism which making “imaginary” value and the realism which making “truth” value, a speci-fic interest in symbolism in the Turkish literature has been expressed in the rise

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 6, Ekim 2012, s. 49-69 * Araştırma Görevlisi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

(2)

of a more conscious imagination is get up against truth. The case is as develo-ping the art: towards abstract to concrete, from concrete to a more conscious abstract. Development process of the Turkish literature in XIX. century have been towards imagination to truth, from truth to a more conscious imagination. Key Words: Imagination, truth, a more conscious imagination, symbolism.

...

Giriş

XIX. yüzyılda Fransa’da klasisizm edebiyattaki itibarını yitirmiş, 1848 Paris devriminden sonra romantizm siyaset ve edebiyattaki gücünü kaybetmiş, 1851’de Victor Hugo’nun yurtdışına kaçmasıyla romantikler bir önderden mahrum kalmış, böylece devrim sonrasında realizm ve parnassizm edebiyat alanında güçlü etkisi-ni göstermeye başlamıştır. Türkçeye Batı’dan ilk çevirilerin yapıldığı yılları dikkate aldığımızda, bu dönemde Fransa’da edebiyata hâkim akımın realizm olduğunu gö-rürüz.

Realistler romantikleri gözlem, deney, tahlil gibi yöntemlerden uzak durdukları ve okuyucuyu gerçekçilikten uzaklaştırdıkları yönünde eleştirirken, parnasyenler de romantik şairleri sürekli iç benlerini öne çıkararak gerçekçi tasvirlerden uzak düş-mekle suçluyorlardı. Romantizm, eski Yunan ve Latin edebiyatlarını taklit eden kla-sisizme karşı çıkarak Orta Çağ’a ait imajları edebiyata sokmuştu ama Paris devrimi sonrası, burjuvazi ve soylular kaynaşınca eski klasisizme ilgi tekrar canlanmış, bir yandan şiirin kaynağı geçmişte aranmaya başlanmış, diğer yandan dönemin bilimsel gelişmeleri şairleri etkilemiş ve onları nesnelliğe doğru sürüklemiştir. Bu bakımdan parnasyenler romantiklerin karşısında nesnel olana, kişisel olmayana yönelmişlerdir. Şiirde romantik duyuşa karşı çıkan parnasyenler 1867’de toplandıkları kitap evinin adını benimseyip şiirde açtıkları çığıra “parnasse” ismini vermişlerdir. Akım daha sonra kendi içinden çıkan sembolizmin dört büyük öncüsü, Baudelaire, Verlai-ne, Rimbaud ve Mallarmé tarafından eleştirilmiştir. Bu dört büyük şairin hazırladık-ları ortamda sembolizm 1886’da ortaya çıkacak, böylece realist ve parnasyenlerin “hakikat”i karşısında Fransa’da “hayal” tekrar yükselişe geçecektir. Parnasyenler nasıl ki edebiyatta gerçeğe değer veren bir çeşit klasisizme daha bilinçli bir hakikatle dönmüşler ise, sembolistler de bir nevi romantizme daha bilinçli bir hayal ile dön-müşlerdir. Yalnız ne bu hakikat eski hakikat ne de hayal artık eski hayaldir.1 Neticede

1 Fransa’da edebiyat akımlarını belirleyen temel etmenlerden biri hayal ve hakikat etrafındaki tartışma-lar olmuştur. Bahri Ulaş bu duruma şu şekilde dikkatleri çeker: “Fransa’da her edebî çığır “hakikat” ile “hayal”in devamlı mücadelesinin tezahürüdür” (Edebî Çığırlar, Ulaş Yay., Ankara, 1963, s. II).

(3)

Herakleitos’un dediği gibi aynı ırmakta iki defa yıkanılamazdı.

Sembolizmin sanat ve edebiyattaki ilke ve niteliklerine baktığımızda kısaca şun-ları görürüz. Parnasyenlerde olduğu gibi nesneyi adlandırmak yerine onu esinlemek, çağrıştırarak hissettirmek gerekir.2 Bu bakımdan sembolistler idealizm ve sezgiciliğe

önem verirler. Sembolistler evrensel bir güzellik anlayışını kabul etmezler. Parnasiz-min “statik” anlayışı karşısında sembolizm “dinamizm”i önemser. Sembolistler söy-levci klasisizm, sürekli ağlamaklı romantizm ve şiirde ruhu ihmal eden natüralizme de karşıdırlar. Güzelliğe aşırı bir değer verir ve eşyaya buğulu bir camın arkasından bakarlar. Bu yüzden gerçeği realistler gibi yalın bir açıklıkla değil, sembollerle ifade ederler ve bu sayede okuyucu ve seyircinin bilinç, bilinçaltı ve sezgiyle esere katılı-mını sağlamak isterler. Onlar için renk, koku ve ses düşünceler için birer işaret va-zifesini görür. Sembolistler renk, koku ve ses arasındaki iletişimlerle ruhsal gerçeğe ulaşmaya çalışırlar.3 Parnasyenlerin nesnelliğinin karşısına öznelliği, ritim

anlayışla-rının karşısına ahengi, plastik sanatlara ilgilerinin karşısına şiir-müzik4 birlikteliğini

çıkarırlar. Üsluplarında anlam kapalı ve örtülüdür. Bunun için sembolistler nesnele-ri açıkça anlatmak yenesnele-rine onları çağrıştırma yoluna giderler. İğrenç bir kelime bile bu çağrışımı sağlıyorsa şiirde yer bulabilir. Başlıca konuları realistlerin edebiyattan ayıklamaya çalıştıkları büyü, masal ve ruhsal olaylar gibi hayalî unsurlardır. Şiirde yaptıkları değişiklik şiirin özünden çok biçimine yöneliktir. Şiirde serbest mısraın ku-2 Mallarmé bu konuda şunları söyler: “Bir nesneyi adlandırmak, şiirin azar azar bulup ortaya çıkarmak

mutluluğundan oluşan kıvancının dörtte üçünü yok etmektir; nesneyi esinlemek, işte düş budur. Sem-bolü oluşturan bu gizem en yetkin bir biçimde şöyle kullanılabilir: Bir ruh halini göstermeliyiz, ya da, tersine, bir nesneyi seçip, bir dizi çözümlerle, bu ruh durumunu ortaya çıkarmak için, nesneyi azar azar çağrıştırmalıyız” (Aktaran: Erdoğan Alkan, Sembolizm (Simgecilik), Varlık Yay., İstanbul, 2006, s. 23).

3 Suut Kemal Yetkin,

a Gece ve aydınlık kadar sonsuz olan a Bir karanlık ve derin birlik içinde, a Karışan yankılar gibi uzaklardan a Söyleşir kokular renkler ve sesler de.

a dörtlüğünün geçtiği Baudelaire’in “Correspondances (İletişimler)” şiirinin “sembolist estetiği

besle-yen tükenmez bir kaynak” olduğunu söyler (bkz. Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, “Sembo-lizm”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1967, s. 73).

4 Charles Chadwick, Mallarmé’in “musicalement”i (müzikal) kullanımını sembolizm için oldukça dik-kate değer (significant) bulur. Çünkü ona göre sembolizmin temel ilkelerinden biri, insana ve insanın aşkın (transcendental) boyutuna yakın bir tanımlama getirmektir. Bunu da şiir-heykel veya şiir-resim arasındaki dengeden önce şiir-müzik dengesiyle vermeye çalışmışlardır ki XIX. yüzyılın ikinci yarı-sında Fransa’daki temel eğilim buydu. Bu açıklamadan sonra Chadwick, Walter Peter’in bütün sa-natların müzikal bir konuma gidişi arzuladıklarına ilişkin değerlendirmelerine değinerek sembolistler için Mallarmé’in Art Poètique’ indeki (Şiir Sanatı) “De la musique avant toutechose (Her şeyden önce müzik)” ifadesinin değerini hatırlatır (Symbolism, Methuen, London, 1978, 1982, s. 4-5). Mallarmé müzikalite ile tam bir müziği yakalayamamışsa da, XIX. yüzyıl Fransa’sında sembolistler için müzikal bir şiire doğru eğilim, şiir ve müzik arasında bir denge kurma her zaman önemli bir hareket noktası olmuştur.

(4)

rucusu sembolistlerdir. Sembolistlere göre serbest mısra iç diyalogu geliştirir ve oku-yucunun iç çatışmalarını yatıştırır. Bu arada şunu kaydetmek gerekir ki sembolistler bilinçaltına inmek için uğraşıp okuru etkilemeye çalıştıklarında henüz psikanalizm gibi güçlü bir silaha sahip değillerdi.5

Verlaine ve Mallarmé’in etrafında toplanan şairlere başlangıçta “dekadan” de-nilmiş fakat Jean Moréas’nın ortaya attığı sembolizm kelimesinden sonra bu akıma “Sembolizm” adı verilmiştir.6 Sembolistler, Schopenhauer’in gizemlerle dolu,

kö-tümser felsefesinin şiddetli tesirinde kalmışlar ve her şeyi hayalle dolu ruhlarının şekil bozucu prizmasından seyretmişlerdir. Suut Kemal Yetkin, eşyayı böylesi kö-tümser bir ruhla seyre dalan sembolistler için şunları söyler:

“Böyle kötümser bir felsefe ile yetişen bir şiir kuşağının ruhuna, içinde biçimlerin ve sert çizgilerin eriyip silindiği sislerden, kızıl gün batışlarından, alacakaranlıklardan, ay ışıklarından, daha uygun bir çerçeve bulunabilir miydi? Sembolist şiir, bu rüyalı dekorlar

içinde “kapalı ömürler”in7 melankolisini duyurmağa çalıştı. Terk edilmiş eski parklar,

ölü şehirler, sararmış yapraklarla örtülü durgun sular, geceleyin kısılan bir lamba ışığı,

perdelerde gezinen gölgeler, “Sessizliğin saltanatı”8 ve içinde ufku bekliyen gözler.

Bun-lar esrarlı, rüya dolu bir dünyanın parıltıBun-larıdır.”9

Romantizmin hayalciliğini eleştiren realizm, parnassizm ve natüralizm hakikati öne çıkarırken, sembolizm bu katı hakikatin karşısına eskisinden daha bilinçli bir hayalle çıkmıştır. Batı dünyası edebiyatta hayalden hakikate, hakikatten daha bilinçli bir hayale doğru giderken acaba Batı’daki edebî akımlara ilgi duyan Türk edebiyatı nasıl bir seyir takip etmiştir? Bunun kısaca özetini verdikten sonra basında semboliz-me dair ilk dikkatlere değineceğiz.

XIX. asır, Türk edebiyatı için modernleşme yolunda ferdiyetçiliğin değer hâline getirildiği bir dönemdir. Bu yüzyılda yenileşmeyi savunan yazarlar, bir yandan gele-neksel anlatılardan yavaş yavaş koparken diğer taraftan Batı’dan aldıkları edebî ve-rimleri edebiyatta hâkim kılmaya çalışmışlardır. Geleneksel anlatıların özellikle teş-bih, mübalağa ve istiareye dayalı hayal sistemini eleştiren yazarlar Namık Kemal’in “edebiyat-ı sahiha” anlayışı etrafında çalışmalarını sürdürürken, Fransız romantikle-rinden ferdî duyuşu geliştirme vasıtalarını almışlardır. İlk dönemde çevirmenler de 5 Ayrıntılı bilgi için bkz. Erdoğan Alkan, Sembolizm (Simgecilik), s. 23-27.

6 Türk edebiyatında da Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan yazarlara bir dönem “dekadan”, “sembolist” yakıştırmaları yapılmış ve durum basında tartışmalara sebep olmuştur. Tartışmaların ayrıntıları için bkz. Fazıl Gökçek, Bir Tartışmanın Hikâyesi Dekadanlar, Dergâh Yay., İstanbul, 2007, 168 s.

7 G. Rodenbach – Les Viesencloses, 1896. 8 G. Rodenbach – Le Règnedu silence, 1891. 9 Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, s. 75-76.

(5)

ferdî tahassüslere en yakın olan romantik eserleri çevirmişlerdir.10 Böylece

gelenek-sel anlatıların hayalciliğine karşı çıkanlar bu sefer düş, imgelem, rüya ve metafizik öğelerle beslenen romantizmin hayalini Türk edebiyatına nakletmişlerdir.

1880’lere gelinceye kadar Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Recaizade M. Ekrem, Muallim Naci ve onların çizgisinde edebiyatla ilgilenenler temelleri Şina-si’nin dil çalışmalarına dayanan Namık Kemal’in romantik-gerçekçi çizgisini takip etmişlerdir. 1885’te ilk cildi, 1886’da ikinci cildi yayımlanan Victor Hugo monogra-fisi11 ile Beşir Fuat ölümünden çok kısa bir süre sonra dönem yazarlarının da çok ilgi

duyduğu Victor Hugo’yu ve onun şahsında romantizmi tanıtır. Ancak Beşir Fuat bu tanıtımdan saparak Victor Hugo’yu Emile Zola ile, romantizmi realizm/natüralizm-le karşılaştırır ve Zola irealizm/natüralizm-le realizm/natüralizmi basına tercih edirealizm/natüralizm-lecek unsurlar olarak sunar. Türk edebiyatında edebiyat akımlarına yönelik romantizm-realizm düalitesi bu şekilde oluşurken 1896-1897’ye kadar realizm basında yükselmiş, romantizm düşmüştür. Bu süreç içinde Beşir Fuat’ı müteakip Halit Ziya’nın realizmin lehin-de, romantizmin aleyhinde kaleme aldığı yazılar,12 ilgili yükselişin önünü açmıştır.

Nabizade Nazım’ın; Recaizade M. Ekrem’in romantik şiir anlayışını bazen ironiğe varan bir dille tenkit ettiği; Şerafettin Mağmumî, Mehmet Ziver ve Ali Muzaffer gibi yazarların eski şiirin hayalciliğini eleştirdiği yazılarla da edebiyattaki hayalci anlayış itibarını kaybetmeye başlamıştır. Yalnız bu yazarlar bir yandan fen diğer taraftan ede-biyatla ilgilenen yazarlardır ve yazılarında hayal ve hakikati birleştiren bir anlayışı savunarak romantik-gerçekçi bir dil oluşturma çabasında bulunmuşlardır.13 Basında

10 Ahmet Ö. Evin romantik eserlerin çevirisine ve bunların Türk edebiyatçıları üzerinde bıraktıkları etki-ye şu şekilde değinir: “Avrupa romanlarına daha bütünsel bir yaklaşım 1862’den sonra yapılan diğer tercümelerin ışığında gelişmişti. O yıl, Victor Hugo’nun Sefiller’inin kısaltılmış bir tercümesi bir ga-zetede tefrika edilmeye başlandı. Robinson Crouse saray vakanüvislerinden Lütfi tarafından, tuhaf biçimde Arapça’dan tercüme edildi ve 1864’te kitap olarak yayımlandı. 1860’lı yıllar sona erdiğinde, yeni kurulan gazete ve dergilerin etrafında toplanmış genç bir yazarlar grubu tercüme faaliyetlerine iyice hız vermişlerdi. 1869’da Chateaubriand’ın Atala’sının, 1870’de Bernardin de Saint-Pierre’in

Paul ve Virginie’nin ve ertesi yıl baba Dumas’nın Monte Cristo’sunun tefrika edilmesi, aralarında

Recaizade Ekrem ile Sami Paşazade Sezai’nin de bulunduğu genç grup arasında romantik eğilimlerin ne ölçüde serpilip gelişmekte olduğunun bir göstergesidir” (Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi, Türkçesi: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2004, s. 51-52).

11 Eserin günümüz harfleriyle yapılmış aktarımı için bkz. Beşir Fuat, Şiir ve Hakikat, “Victor Hugo”, haz. Handan İnci, YKY, İstanbul, 1999, s. 33-156.

12 Halit Ziya’ya ait yazılar 14 Teşrinisani 1887-21 Mart 1888 tarihleri arasında Hizmet gazetesinin 104-139. sayılarında tefrika şeklinde yayımlanmış olan yazılardır. Halit Ziya bu yazıları daha sonra “Hikâ-ye” başlığı altında kitaplaştırmıştır (bkz. Uşşakizade Halit Ziya, Hikâye, İstepan Matbaası, Kostantini-ye, 1307).

13 Nabizade Nazım’ın tenkitleri, Manzara dergisinde yayımlanan şu yazılarında mevcuttur: “Şairiyet”,

Manzara, nr. 4, 8; 15 Nisan 1303 (27 Nisan 1887), 15 Haziran 1303 (27 Haziran 1887), s. 44-47,

88-91; “Mütalaa”, Manzara, nr. 9, 1 Temmuz 1303 / 13 Temmuz 1887, s. 100-102, Şerafettin Mağmûmî görüşlerini Başlangıç isimli kitabında dile getirmiştir. Bkz. Başlangıç, İstanbul 1306 (1890/1891). Mehmet Ziver’in değerlendirmeleri için şu yazısına bakılabilir: “Bizde Şuara”, Sa’y, nr. 13, 15 Nisan

(6)

romantizmin aleyhinde dile getirilen kanaatlerden sonra bir zamanlar geleneksel an-latıların hayal sistemini eleştirirken gerçekçi oluşunu iddia eden yaklaşım, edebiyatta hakikati öne çıkaran realizme yönelik anlayıştan ötürü bu sefer “hayalci” olmakla suçlanmıştır. Durum edebiyatta “hayalden hakikate geçiş”in bir göstergesi olmuştur. Ahmet Mithat Efendi, yıllarca devam ettirdiği Zola’ya yönelik eleştirilerini mü-teakip 17 Temmuz 1896’da yaklaşık bir ay sürecek olan ve ahlakî endişelerden ötürü Zola’nın gerçekçi anlayışını eleştiren seri yazılarına başlar.14 Bu yazılardan sonra

rea-lizme ilişkin ilgi azalacaktır. Nitekim bu seri yazılardan sonra Cenap Şahabettin, Emile Zola’nın şöhretinin La Terre isimli hikâyesinin okuyucusuyla buluştuğu andan itibaren sarsıldığını dile getirir. Ayrıca eserin yayımlanışının ertesi günü Figaro Gazetesi’ndeki beş imzalı bir makale ile Zola’nın en sadık beş talebesinin “levsiyat ile meşhun olan bu hikâyenin müellifi ile aramızda şimdiden sonra hiçbir karabet-i kalemiye kalmamıştır” dedikleri bilgisini aktarır.15 Realizm ve natüralizme yönelik eleştirilerden ve Fransa’da

natüralizmin artık zayıfladığı haberlerinden sonra Türk basınında hayale yönelik ilgi tekrar yükselişe geçer. Yükselişe geçen bu hayal sembolizm ile ifadesini bulmuştur. Bu sefer durum “hakikatten daha bilinçli bir hayale geçiş”in ifadesi olmuştur ve Osmanlı basınında sembolizme ilgi böyle bir ortamda doğmuştur.

Sembolizme Dair Dikkatler

1895, 1896’lı yıllara gelindiğinde Ali Kemal’in “Sorbonne Daru’l-fünununda” başlıklı yazılarını müteakip Osmanlı basınında edebiyat akımlarına yönelik nitelikli yazılar görülmeye başlanır. Daha sonra kitaplaştırdığı16 bu yazılarında Ali Kemal

ro-1304 (27 Nisan 1888), s. 99-101. Ali Muzaffer, kanaatlerini Hazine-i Fünun’daki bir yazısında ifade etmiştir. Bkz. “Faik Es’at Bey Biraderimize”, Hazine-i Fünun, nr. 9, 13 Haziran 1312 (25 Haziran 1896), s. 124.

14 Bu yazılar Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanmıştır. Bkz. “Emile Zola’yı Tenkit”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5363-251, 12 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 1: Emile Zola’yı Niçin Okumuyorum”,

Tercü-man-ı Hakikat, nr. 5366-254, 15 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 2: Emile Zola’yı Kimler

Beğe-nebilirler?”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5370-258, 19 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 3- “Mesalik-i Edebiye ve Emile Zola”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5375-263, 24 Temmuz 1896; Makale-i İntikadiye 4- “Mukayese-i Mesalik”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5378-266, 27 Temmuz 1896; Makale-i İntikadiye 5- “Lourdes”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5382-270 - 5385-273, 30 Temmuz-3 Ağustos 1896; Makale-i İntikadiye 6- “Lourdes’un İkinci Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5387-275, 5 Ağustos 1896; Makale-i İntikadiye 6- “Lourdes’un İkinci Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5388-276, 6 Ağustos 1896; Makale-i İntikadiye 7- “Lourdes’un Üçüncü Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5385 (5394?)-283, 13 Ağustos 1896; Makale-i İntikadiye 8- “Lourdes’un Dördüncü Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5395-293, 14 Ağustos 1896.

15 Cenap Şahabettin, “Musahabe-i Edebiye: 19”, Servet-i Fünun, C 12, nr. 299, 21 Teşrinisani 1312 (3 Aralık 1896), s. 199.

(7)

mantizm ve özellikle realizmi tanıtmanın yanı sıra sembolistleri müjdeleyen şairler-den Charles Baudelaire’in Şer Çiçekleri’ne bir lahikayla ayrıca değinir. Ali Kemal, “İletişimler” şiirinde ses, koku ve renkler arasında simge ormanlarında ahengi yaka-lamaya çalışan Baudelaire’i, “1855’te meşhur bir risale-i mevkutede Şer Çiçekleri neşrolundu. Herkeste bir hayret, eser için büyük bir muvaffakiyet! Daha hiçbir şair böyle acı acı beyan-ı hissiyat edememişti. Müellif nefsini teşrih ediyor, kalbindeki yarayı buluyor, delik deşik ettikten sonra kârie göstermek, hatta dokundurmakla lez-zet alıyordu”17 ifadeleriyle tanıtır. Acı acı hislerini ifade etmek, şairin benini teşrih

ederek kalbindeki yarayı delik deşik etmek okurun yarasına dokunmasını istemek tam sembolist bir şairde aranan niteliklerdir. Nitekim şair parnasyenlerden farklı olarak okuyucu ile bağını koparmadan onun kendi yaralarına bile temas etmesini istemektedir. Sembolizme zemin hazırlayan ilk şairlerin tanıtımı başka yazarlarla da devam edecektir.

1896’da Servet-i Fünun’da yayımlanan bir yazısında18 Cenap Şahabettin

esla-fın kalem ürünü eserlerini dikkatle inceleyenlerin, üslubun her asırda uğradığı deği-şimleri bildiklerine dikkatleri çeker ve her dilde pek çok üslubun doğup, büyüyüp, olgunluğa erdikten sonra ihtiyarlayıp kullanım dışında kaldığını dile getirir. Cenap Şahabettin’e göre insanın dile ihtiyacı “efkâr ve amalini ihtisasat ve ihtirasatını, his-siyat ve infialatını, mevaridat-ı hissiye ve hayaliyesini, hevesat ve emaniyesini ifham içindir”. İnsanoğlu da gittikçe daha medeni daha mükemmel olduğundan ve marifet derecesi gibi “fikir ve nazarı, his ve hayali, ihtiyaç ve arzusu” da bir incelik ka-zandığından insanlığın başlangıcındaki henüz olgunlaşmamış sınırlı lafızlar sonraki nesillere yeterli gelmemiştir. Bunun için yeni üsluplar, yeni cümleler ortaya çıkarma mecburiyeti yine insanlık için bir mecburiyet halini almıştır. Bu yazısıyla Cenap Şa-habettin edebiyatta artık, yeni bir üslubun hazırlandığını hissettirmek ister gibidir. Yazısından yaklaşık bir ay sonra yeni üslubun ne olduğunu açıklar mahiyetteki bir yazısı Servet-i Fünun’da yayımlanır. Derginin musahabe-i edebiyelerinde iki tefrika hâlinde yayımlanan bu yazısında Cenap Şahabettin, Fransa’nın yeni edebiyatı ve bu vesile ile Fransa’da yeni hazırlanan üslup hakkında bilgiler verecektir.

İlk yazısının hemen girişinde çoğu bütün bütün meçhul ve bazısı çok az bilinen genç Fransız edebiyatçılarının bir çıkmaza giren okuyucunun meyil ve zevkini yavaş seri yazılarının da içinde bulunduğu eser 1314’te (1896) basılmıştır Eserin ikinci baskısı 1912’de yapılmıştır (Sorbonne Dârü’l-fünûnunu’nda Edebiyat-ı Hakikiye Dersleri, Muhtar Halit Kitaphanesi, İstanbul, 1330 (1912), 203 s.). Eserin ilk baskısında Baudelaire’in eseri “Elem Çiçekleri”, ikinci bas-kısında “Şer Çiçekleri” şeklinde çevrilmiştir. İkinci baskı günümüz harflerine aktarılarak yayımlan-mıştır. Bkz. Ali Kemal, Sorbonne Dârülfünunu’nda Edebiyat-ı Hakikiyye Dersleri, hzl. Bahriye Çeri, Hece Yay., Ankara, 2007, 183 s., Eser içinden yaptığımız alıntı ikinci baskıya aittir.

17 Sorbonne Dârülfünunu’nda Edebiyat-ı Hakikiye Dersleri, s. 78.

18 Cenap Şahabettin, “Tetebbuat-ı Edebiye 1, Esâlib-i Ezmine”, Servet-i Fünun, C 12, nr. 291, 26 Eylül 1312 (8 Ekim 1896), s. 74.

(8)

yavaş düzelterek memleketlerine nadir, âdeta kaidenin dışında ve müstesna “yeni bir ati-i edebî” hazırladıklarını ifade eder.19 Bu gençler okurlarında “vecd ve istiğraka

muadil tesirler hâsıl etmeye” çalışmaktadır. Burada okurla bağını koparmayan bir yaklaşım göze çarpmaktadır. Aslında gençler realizm ve natüralizmin katı gerçekçili-ğinin karşısında hayali savunup “hissettirme”yi öne çıkarmaktadırlar. Böylece Fran-sız edebiyatında galip olan fennî unsurları fenne iade edip fenne ait istiareleri yine fenne bırakarak hissî bir felsefenin “erkân-ı lafziyesi ile” beyanı süslemek istemekte-dirler. Bu bakımdan yeni eserler gah şuh bir neşeden bayılır gibi mutlu ve gülrenkli “gah bar-ı narin-gumûm altında ezilircesine” siyah renkli ve kederlidir. Fakat her iki halde de ruhu titretecek kadar tesirlidir. Çünkü yeni edebiyatçılar August Comte, Darvin, Schopenhauer, Stevart Mill, Herbert Spencer, Taine, Renan… gibi bütün fi-lozofların eserlerini okumuş, onların zıt anlayışları içinde yuvarlana yuvarlana “fikir-leri bir hissiyet-i müfrite, kalp“fikir-leri bir asabiyet-i anîfe içinde kalmıştır.”

Bu yeni edebiyatçılar arasında fikirlerini ahenkle gizlemek, konunun hafifliğini sözün şişkinliği içinde belirsiz bırakmak, okuyucuları cümlelerin ruhu aldatan na-kışlarıyla oyalandırmak, o nakışların altındaki boşluğu göstermemek, böylece yeni bir maharet sayesinde yaşamak isteyenler yok değilse de bunlar azınlıkta kalırlar. Ötekiler metin, geniş, derin “erkân-ı felsefiye ile anâsır-ı tefekküriyeden müteşekkil tecârib-i ciddiye ile müşahedat-ı fenniyeye müstenid, ağır birer bina-yı malumat sa-hibidirler”. Bunlar da ahengi sever ve fikirleri üstüne altından yapılmış bir saçak ben-zeri bir beyanı örtmek ister, ancak esasen sağlam bir felsefeyi daha evvel düşünürler. Cenap Şahabettin, Fransa’daki yeni edebiyatçıların ahenge ne kadar önem verdiğini belirttikten sonra üstatlarından olduğunu söylediği Paul Verlaine’in bir kıtasındaki şu mısrayı da hatırlatır. “Ahenk, yine ahenk, daima ahenk…” Ona göre bugün inşa edi-len Fransız şiirlerinde “öyle bir ahenk vardır ki bunu Lamartine’in, Victor Hugo’nun şiirlerinde bulmak mümkün değildir.”

Bu edebiyatçılar kimlerdir, en güzel eserleri hangileridir? Cenap Şahabettin’in maksadı kuru bir mütalaadan ziyade, edebiyat okuyucularına takip edilecek yeni bir ufuk açmak olduğundan bu iki soruyu cevaplandırır. Cenap Şahabettin takip edilecek bu yeni akımın ismini başta vermez. Ancak yazının devamında bu edebiyatçılar ara-sında George Rodenbach, Émile Verhaeren, Maurice Maeterlinck, George Ecod gibi isimleri görüyoruz ki bunlar Belçika asıllı sembolistlerdir. Cenap bu yazarların üslup-larına değinir. Buna göre George Rodenbach’ın manzum eserleri tatlı bir histen, latif bir hayalden, çoğunlukla tarifi imkânsız gibi görünen samimiyetten oluşur. George Rodenbach “Her fikre bir rikkat, bir nezaket, âdeta her şeye bir his, bir ruh verir”. Émile Verhaeren’in şiirleri daha az samimi, fakat daha derin ve felsefidir. George 19 Cenap Şahabettin, “Musahabe-i Edebiyye: Fransız Edebiyat-ı Cedidesine Dairdir”, Servet-i Fünun, C

(9)

Rodenbach nasıl ki her şeye his ve ruh veriyorsa Émile Verhaeren de her şeye bir fikir verir. Cenap bu iki yazarın üsluplarını daha da detaylandırdıktan sonra genç Fransız şairlere geçer. Önce bu şairlerin reisi sayılan Henry Dorenye’yi tanıtır. Bu şair Fran-sız inşad usulünde görülen kaideleri hece ve kafiyeye bağlayanları altüst ederek hece sayısını şaire bırakmış, sonra ahenkli saydığı kelimeleri kafiyeli kabul etmiştir. Bu ıs-lahat ile de nazım dairesini genişleterek yeni edebiyat akımının ilham kaynaklarından biri olmuştur. Henry Dorenye’nin şiirleri derin bir hayal ve felsefeye sahip olmakla birlikte temaşalıdır. Şiir mesleği resim gibidir. Cenap Şahabettin büyük saydığı bu şair için “hayalâtı bize pek mûnis gelebilir: biraz ülfet ettikten sonra bu nim-haya-li, nim-temaşalı, tüllü, bulutlu, ziyalı, zemzemenim-haya-li, eş’ârdan hoşlanamayacak bir şair tasvir edemem. Benim Fransız eş’âr-ı cedidesi arasında en lezzetle okuduğum Les

Lendemains olmuştur ki Henry Dorenye’nin mecmuasıdır” der.

Henry Dorenye’den sonra Viyole Gryffindor’u tanıtır. Cenap onun Les Cygnes (Kuğu) isimli şiir mecmuasını okuyanların florya hindisi gibi bir şeyler göreceklerini ancak ne gördüklerini anlayamayacaklarını söyler. Adolf Rette’i, “anif ve şedid” ola-rak tanıtır. Öyle ki bu genç şair çiçeklerden bahsetse nazenin bir bahçeyi harap eder, çiçeklerin bütün yapraklarını yolar, bütün şebnemleri kırıp geçirir, bir kadına aşkını ilan edeceği zaman tebessüm eder, ancak lakayt bir bakışını görse onu lanetlemeye kadar varır. Bu özelliklerin “Şer Çiçekleri”nin sahibiyle benzerliği dikkat çekicidir. Albert Samain’i “Gayet rakik ve nazik, gayet latif bir genç şair” olarak tavsif eden Cenap Şahabettin, eserlerine dair şunları söyler: “Saf, güzel hayaller rakik ve seyyal bir lisan ile hissî ve samimi bir ahenk arasından işitiliyor; bir tül arkasından görünür gibi hafif renkler semayı, zemini, ufku teşkil ediyor; bir hülyayı kalbi bütün bu şeyler üste bir ziya-yı müphem döküyor: işte Albert Samain’in âsârı….” (s. 163). Bu şair devr-i şebabını ihtar etmek istediği zaman şöyle düşünüyor: “akşamın solgun heyeca-nı içinde piş-i hayalime bir hadike-i hazan gelir ki orada, bir sofa üstte devr-i şebabım bir dul kadın gibi mahzunane hayale dalar…” Bu ifadeler sembolist üslubun bir özeti gibidir. Cenap Şahabettin alıntısını “Güzel değil mi? Böyle güzel fikirler, böyle şirin tayayyüller içinde birkaç saat geçirmek isterseniz bu şair-i ruh-nüvazın şu mecmua-sını okuyunuz: “An jardin de l’Infante” diye bitirir.

Sıra Piyer Kiyar’a gelmiştir. Bu şairin eserleri ne Henry Dorenye’nin şiirleri kadar derin ve ulvi ne de Albert Samain manzumeleri gibi ince ve lezizdir. Fakat kalemindeki maharet o kadar büyüktür ki, eserlerini en ziyade sevmeyenler bile be-ğenmediğini itiraf edememektedir. Cenap Şahabettin’e göre eserleri bizim “zevk-i Osmanimize pek muvafık gelecek bir şair de” Merilee Stewart’dır. Stewart, Ameri-ka’dan kalkmış Fransız edebiyatına hizmet için Paris’e gelmiştir. Cenap Şahabettin’e göre onun iki tarzda tahriri var ki ikisi de bize hoş gelebilir. Süslü bir üslupla (tarz-ı muvaşşah) beyana sahip olan ilki Uzak Doğu şairlerini hatırlatır. Hazin bir yolda duygularını dile getirdiği ikincisi ile Batılı edebiyatçıları akla getirir. Sembolist

(10)

üslu-bun dikkat çekici özelliklerini yansıtan Polsan Rieu’yu şöyle tanıtır:

“Bir şair tasavvur ediniz ki teşbihatı daima nâşinîde, garip.. Hayalâtı mütemadiyen acîb ve nev-endişîde olsun; (…) sürahiyi bir memeye, kadınları ipek böceğine benzetsin. Bu şairin eseri, hoşunuza gitmese bile, merakınızı celb eder: İşte Polsan Rieu bu şairlerden-dir. Çok yazar, yazdıklarının çoğu ifrat-ı garabet içinde sevimsiz bir hale gelmiştir, bazısı güzel, pek güzeldir ki âme saisissable bu cümledendir” (s. 164).

Cenap Şahabettin bazı sembolist şairlere bu şekilde değindikten sonra meseleyi kısmen de olsa edebiyatımıza getirir ve şunları söyler:

“Edebiyat-ı cedidemizi ale’d-devam takip ve tetebbu eden karilerimizin hatırında olmak gerektir ki gençlerimizden biri vezinsiz, kafiyesiz, hesab-ı hece gibi kuyûd-ı ibtidaiye-i nazmiyeden bile ârî bir surette neşideler yazmayı teklif etmiş ve bu yolda şiirler yazmak mümkün olduğunu ispat için birkaç numûne bile göstermiş idiyse de, her nedense, o teklif kabul olunamamıştı.”

Cenap Şahabettin bu durumu hoş karşılamamaktadır. Çünkü ona göre Fransız yeni edebiyatçılarının bazıları bunu kabul etmişlerdir. Cenap Şahabettin ismini ver-mediyse de bu yazısında tanıttığı yeni akımın şairlerini20 takdim etmiştir. İkinci

yazı-sında21 bu akımın nesrine ve nesir sahasındaki temsilcilerine değinecektir.

Cenap Şahabettin başlangıçta on sene öncesine gelinceye kadar Fransızların Fla-ubert ve Zola gibi realist edebiyatçıları taklit ve takip ettiklerini, Zola’nın edebî naza-riyesini de kendilerine rehber edindiklerini dile getirir. Emile Zola’nın şöhretinin La

Terre isimli romanının yayımlandığı güne kadar günden güne artarak devam ettiğini,

ancak eserin okuyucunun eline düştüğü gün bu şöhretin artık sarsıldığını ifade eder. Çünkü ertesi gün Figaro gazetesi beş imzalı bir makaleyle o zamana kadar Zola’ya en çok hayranlık duyan beş yazarın “levsiyat ile meşhun olan bu hikâyenin müellifi ile aramızda şimdiden sonra hiçbir karabet-i kalemiye kalmamıştır” demektedir. Bu gençler hakikat mutlak manada çirkin olmak lazım gelmeyeceğini, romancının göre-vinin kötülükleri teşhir etmeye münhasır kalmayacağını söyleyerek Zola’yla yolları-nı ayırıyorlardı. Cenap Şahabettin okurlarına “Bugün Zola’ya karşı şübban-ı erbab-ı kalem o kadar lakayt davranıyor ki Zola var mıdır yok mudur? denilse ekseriyeti ‘bilmem’ diyenler teşkil eder” diyerek kalemlerin artık “aheste aheste timsal ve ha-20 Yazısının sonunda bahsin yalnız şairlere münhasır kaldığını söyleyen Cenap Şahabettin, bir diğer mu-sahebede Fransa’nın yeni nesir üslubunu tanıtacağı vaadini verirken, bir dipnot ifadesiyle şu açıkla-mayı yapar: “Mesalik-i cedide-i edebiyeden ve dolayısıyla her mesleğin nazariyat-ı bediasından bahse lüzum görmedim. Çünkü bu bahis bizi müstefit edemez. Bundan başka mesela Henry Dorenye’ye sembolist ve Albert Samain’e dekadan demek mümkünse de ekserisini sunuf-ı mevcude-i edebiyeden birisine idhal mümkün değildir.”

21 Cenap Şahabettin, “Musahabe-i Edebiye 19: Fransız edebiyat-ı cedidesine dairdir”, Servet-i Fünun, C 12, nr. 299, 21 Teşrinisani 1312 (3 Aralık 1896), s. 199-203.

(11)

yale doğru hareket” ettiğini anlatır. Bu hareket pek tabii, hakikatten hayale doğrudur. Cenap Şahabettin, insanın fizyolojisinden ziyade ruhundaki gizli hareketlerin teşrihinin daha dikkate değer olduğunu dile getirir. Fransızların eserlerinde Zola’nın romanlarını işgal eden ahlaksızlıklar, kalp hastalıkları, iffetten ziyade şehvet ve çir-kinliklere sürüklenen toplumsal tabakanın sefil varlıklarına bedel saf hikâyelerle dolu, selim hassasiyete sahip ruhların görülmeye başladığını söyler. Yazısında de-ğindiği şu husus ayrıca dikkat çekicidir: “Tabiatın tesavir-i ahvalinde kaleme tevdi’ edilen vazife adi bir fotoğraf menzilesinden kurtarılarak her manzaranın ancak ruh-ı şaire mekşuf olan hafaya-yı bedi’a ile işgali necabet-i edebiyeye muvafık görüldü.” İfadede anlatılmak istenen aslında, tasvirlerde bir fotoğraf gerçekçiliğini savunan realist ve parnasyenlerin katı hakikat anlayışından, bir çeşit romantizme yani haya-le dönüşün başladığıdır. Çünkü burada dış manzaranın gerçekçi tasvirinden ziyade şairin iç benine yöneliş söz konusudur. Devamla, Cenap Şahabettin Rene Bazen’in tasvirlerini Maupassant’ınkilere tercihte herkesin müttefik olduğunu söyler. Nitekim Rene Bazen, tabiat tasvirlerinde ağaç ve bulutların küçük tafsillerinden ziyade “bir manzaranın ruhuna ilham ettiği şeyleri kaydederek” okuyucularını tasvir edilen man-zaranın saklı ruhuyla karşı karşıya getirmektedir. Hakikatten uzaklaşmayıp o manza-rayı maddi hüviyetiyle göstermekte, fakat ona şairane bir bakışla nüfuz ederek oku-yucusuna sunmaktadır. “Bu âşık tabiatın kar’ını görmüyor, fakat hissediyor.” Cenap Şahabettin devamla Moris Maeterlinck’in tiyatro ve romanlarında dalgalanan sesleri bakış ve hareket, durum ve tabiatlarıyla anlatmasından bahseder ve Materlink’in şu sözünü kaydeder: “İnsan kendisine bir âlem dimağı ihdas eder. O âlemin âfâkı ne kadar geniş, bulutları ne kadar şeffaf olursa insan o kadar bahtiyardır…” Yazıda san-ki Zola’dan farkını ortaya koymak istercesine Rene Bazen’in şu özelliklerine dair bilgiler aktarılır: “Biz onun eserlerini havi olduğu nezaket-i ruh ulviyet-i hissiyattan dolayı severiz. Bu hikaye-nüvis hem nafizü’n-nazar ve hakikat-perver, hem de saf ve afiftir.” Cenap Şahabettin yazısının sonuna doğru Fransa’daki yeni nesir dilinin özel-liklerini şu şekilde özetler: “Şiir ve his nezahet-i üslub, umk ve rikkat: İşte Fransa da nesr-i cedidin mezayası bunlardır.”

Cenap Şahabettin bu yazılarıyla sembolizme dair bilgiler vermiş ve akımın önemli bazı şair ve romancılarına değinmiştir. Yeri geldikçe de beğendiği hususları ifade etmiş ve Osmanlı okuyucusunun beğenisine yönelik tekliflerde bulunmuştur. Bir sonraki yazısı22 sembolizmin tarifine yönelik olacaktır.

Bu yazısında Cenap Şahabettin öncelikle şairin her zaman hususi bir güzelliği tarif için dış âleme müracaat edip oradan bir misal bir müşebbehünbih (kendisine benzetilen) arayarak bu vasıta ile kalp ve ruhunu göstermeğe çalıştığından bahseder. 22 Cenap Şahabettin, “Sembolizm Nedir?”, Servet-i Fünun, nr. 341, 11 Eylül 1313 (23 Eylül 1897), s.

(12)

Burada harici âlem ile şairin hususi âlemi arasındaki münasebet açıktır. Bu yolla şair ince duygularını izah için bir yol bulmuştur. Cenap Şahabettin aslında bu girişle sem-bolizme dair yapacağı şu tarife zemin hazırlamıştır:

“Eğer şair yalnız cihan-ı haricide bulduğu misalin tasviri ile iktifa eylerse, eğer münhası-ran misalden bahsedip de mümesselünlehi yani kendi his ve fikrini ipham ve işaretsiz bir sükût-ı kat’i içinde bırakırsa işte bu sembolizm olur” (s. 34).

Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret’in “Teşne-i Teb” manzumesinin bazı kıtalarını yaptığı tarife bir misal olarak gösterir. Ancak manzumenin son kıtası olan

Hayattır bu seyahat, beşerdir ol seyyah Ki altı bin senedir eylemekte şedd-i rihal, Ki altı bin senedir aldatır serab-ı hayal

mısraları yazılmamış, gizlenmiş olsaydı şiirin sembolik olacağını söyler ve bu son kıtadan ötürü şiiri sembolik saymaz. Ayrıca son kıta olmadığı halde manzumenin is-mini değiştirip de “Teşne-i Teb” yerine “Beşeriyet” deseydik yine sembolik olmaya-cağını ifade eder. Cenap Şahabettin manzumeye dair bazı değerlendirmeler yaptıktan sonra “musahebenin buraya kadar olan parçasını kendimizi bir sembolist farz ederek yazdık; bu bir meslek-i edebîyi anlatmak için ihtiyar ve istiare edildi. Hakikatte biz sembolist olmadığımız gibi edebiyat-ı Osmaniyede hakikî bir devr-i sembolizm de görülmemiştir” der. Çünkü o zamana kadar müşebbeh ile müşebbehünbih, müstear ile müstearun-minh çoğunlukla birlikte ele alınmış ancak hiçbir zaman bir Osmanlı şairi “his ve fikrini bir misal arkasında” gizleyerek sanatın güzelliğini okuyucunun zevkine göre “her şekle girebilir bir elastiki halde bırakmamış her kariha-zâdını az çok vuzuh ile sarahaten söylemeğe çalışmıştır.” Cenap Şahabettin’e göre dönemin Osmanlı edebiyatında bir sembolizm kokusu alanlar o edebî akımın “erkân-ı mevzu-asından gaflet etmişlerdir.”

Cenap Şahabettin sembolizmin Fransa’da ortaya çıkışından sonra Almanya ve İtalya edebiyatlarına sirayet ettiğini söyler. Ardından bu akımın Mallarmé ile arka-daşlarının şöhret ihtirası ile düşüne taşına ortaya atılmadığını ekler. Çünkü ona göre akım, bilinen ve bilinmeyen birtakım tabiî etkiler sonucu kendi kendine doğmuştur. Romantizmin edebî devrinin en büyük kahramanlarından Lamartine farkına varma-dan sembolik şiirler yazmış, Lamartine’deki bu gayr-ı ihtiyari durum onvarma-dan yedi yaş genç olan Alfred de Vigny’de şuurlu ve devamlı bir hal almış, Baudelaire de eserleri-nin çoğunu sembolik olarak yazmıştır. Cenap burada bize ön-sembolistlerden bahset-mektedir. Nihayet Mallarmé gelmiş ve sonunda tamamen sembolik yazmış, onu taklit edenler artmış ve nihayet sembolizm “bir meslek-i mahsus-ı edebî” şeklini almıştır.

(13)

ne kadar manasız şiir varsa sembolist demişlerdir. Ancak Cenap Şahabettin bunda bir kasıt arar. Çünkü ona göre “Manasız yahut manası anlaşılmayan şeyler sembolik de-ğildir. Her sembolik şiirin manası anlaşılır, fakat şairin maksadı anlaşılmaz”. Cenap, sembolizmin başlangıçta pek karışık ve lüzumsuz görüldüğünden, ancak zamanla kaidelerinin açıklığa kavuştuğundan ve sembolist üslubun derin ve güzel eserler vü-cuda getirdiğinden bahseder. Gerçi sembolistlerin bazılarının yazdıklarını anlamak pek güçtür. Ancak ona göre bu güçlük sembolizmden değil o şairlerin ahengi koru-mak adına “erkân-ı nahviyeye” riayet etmemelerinden ileri gelir. Sembolistlerin bunu yapmalarının sebebi şu iddialarıdır: “bizim âsârımız yalnız anlaşılmamalı, adeta mu-sıkî gibi ahenk ile birlikte anlaşılmalı”. Cenap Şahabettin biraz dikkatle kelimeyi nahvî mevkisine koysan anlam kendi kendine çıkacaktır der. Bu yazısında Cenap Şahabettin sembolizmin bazı özelliklerinden bahsetmiş ancak bunların sadece sem-bolistlerin “nazariyat ve faraziyatı” olduğunu, hakikat olmadığını ifade etmiştir. Ona göre her nazariye gibi “hilaf-ı mefruz lazım geleceği ispat olununcaya kadar” bunlar birer hakikat olarak yaşayacaktır.

Osmanlı basınında romantizm ve realizm akımlarının tartışıldığı bir ortamda Cenap Şahabettin sembolizmi tanıtmaktadır. Bunu yaparken de tarafsız davrandığını ifade ederek yazısının sonunda sembolizmin kendi nazarında diğer edebî akımlar gibi ne iyi ne de fena olduğunu söyler. Çünkü ona göre “fena bir eser sembolik olmakla hiçbir şey kazanamayacağı gibi iyi bir eser de sembolik olduğu için hiçbir şey kay-betmez.”

Cenap Şahabettin daha önce iki tefrika halinde yayımlanan, sembolizme dair söylediklerini tamamlamak amacıyla Servet-i Fünun’da bir yazı23 daha

yayım-lar. Yazıda Stéphane Mallarmé’i tanıtır. Mallarmé’in Paul Verlaine’le parnass akı-mından yavaş yavaş nasıl ayrıldıklarına, böylece onların bu yeni “hususi harekât-ı kalemiye”sine ayrı ayrı isim verme lüzumunun doğduğuna değinir. Cenap Şahabettin Stéphane Mallarmé’in yazım tarzına “muamma” demek daha doğru olacakken sem-bolizm denildiğini ve isminin bugün “anlaşılmaz” kelimesiyle eş anlamda olduğunu söyler. Ancak başkalarının aktardıklarına göre Mallarmé “pek nazik, pek zarif, musa-hebesi pek müfid bir adam”dır. İşte bu sohbetleri “‘sembolizm’ meslek-i edebisinin” genişlemesine ve yayılmasına vesile olmuştur. Cenap Şahabettin, kamuoyunun genel eğilimlerini tahmin edebilecek kadar psikolojiden haberi olanlar için, sembolizmin ortaya çıkışının doğal karşılandığını söylemektedir. Bunun sebebini de parnasyenlere bağlayarak şu şekilde ifade eder:

“Zira parnasse şairlerinin âsârında mübalağalı bir vuzuh vardı; bu şairler ber-mutat pek parlak şeyleri tasvir ediyorlar, ifadelerini lüzumundan ziyade bir ziya-yı vuzuh içinde

23 “Musahabe-i Edebiye: Fransız Şuarâ-yı Hâzırası”, Servet-i Fünun, nr. 360, 22 Kânunusani 1313 (3 Şubat 1898), s. 338-340.

(14)

bırakıyorlardı (…) manzumelerde bazen hiçbir hüsn fikri görülemiyordu; bazen mana, pek zahir, pek sathi, basit ve daha umumi bir tabir ile âdi oluyordu” (s. 339).

Parnasse şairlerinin şiirlerinde görülen anlamdaki bu “pek zahir, pek sathi, basit ve daha umumi bir tabir ile âdi”liğin aksine “Sembolistler muğlak ve müphemliğe riayet ederler.” Cenap Şahabettin, Mallarmé’in gençlerle sohbetlerinde gördüğü ilgi-den bahsettiği yerde gençlere anlatılan şu değerlendirmeyle sembolizmdeki muğlak ve müphemliğe dikkatleri çeker:

“Bir eser-i edebî manaca ne kadar şümullü, ihâtalı ne kadar vasi’ ise o kadar makbuldür; hayâlât ve kinâyât, nikât ve istiârât gibi bütün sanayi-i edebiyenin mevzuulehi hep o maksad-ı zımniye hizmettir. Muzlim ve amik bir fikrin serâir-i dakikası, vuzuh ve sa-rahatle söylenmemeli, ancak telkin ve ifhâm edilmelidir; kelime ve cümle râz-ı ruhu çırılçıplak ortaya atmamalı, belki bir nikab-ı şeffaf-ı sanatla pûşîde-likâ bırakmalıdır...” (s. 339)

Alıntıdaki değerlendirmeler realizm ve parnassizmin üslup anlayışlarının karşı-sında duran ifadelerdir. Şairin “sembolizm” dediği şey için Cenap Şahabettin şunları söyler: “adeta saf-dil kâri’lerin gözlerini boyamak için bi’l-itina intihap olunmuş bir tûyîya-yı iğfaldir.”

Cenap Şahabettin’in bu yazısıyla aynı tarihte yayımlanan Malumat dergisinin icmal-i edebisinde daha önce Cenap Şahabettin’in haber verdiği Emile Zola ile on-dan ayrılan gençlerin durumuna bu vesileyle de sembolizme değinilir.24 Buna göre

Zola, Figaro’da yayımlanan bir makalesinde gençleri muhatap kabul ederek ara-larındaki münasebeti keselim demiş ancak Catulle Mendes bunu beğenmemiştir. Albert Mukal ise sert bir dille ayrılmaları gerektiğini ve aralarındaki ihtilafın edebî şekil ve kalıplardan değil ancak “bizim doğrudan doğruya hiss-i hayata malikiye-timizden” kaynaklandığını söylemiştir. Mukal’e göre bu hayat hissi natüralistlerde yoktur. Malumat burada, hayat hissine sahip oluşu, edebiyatımızda “bilip bilmeden taklidi yoluna gidilen” sembolizmin tarifi sayar. Tarif dönemin Osmanlı şairlerine yönelik bir eleştiridir.

Malumat dergisi, sembolizmde ahenge dair ifadelerden sonra “biz ‘sembol’ü

‘remiz’ diye mi tercüme edelim? İzah ve tevsi etmek hayatta muzmer duran kelimat-ı nühüfteyi kabil-i fehm ü idrak kılmak değil midir?” diye sorar, ardından sembolizm-deki kapalılığa değinerek meseleyi edebiyatımıza getirir:

“(...) şu tarife nazaran “sembolizm” anlaşılmayacak derecede giriftar-ı iğlak olmak değil bir nuhbe-i fikriyenin etrafında dolaşıp âsâr-ı hakikiye-i hayatiyeye göre onu şerh etmek demek oluyor. Bizde ise bir zamanlar “sembolizm”i ihya edeceğiz diye ötede beride

(15)

dehen-güşâ-yı tefahür olanlar meslek-i meçhul-i irfanîleri içinde gümrak[?] kalarak mü-tevekkilin-i erbab-ı edebi bile kendilerine güldürmüşlerdir” (s. 1355).

Malumat’ın icmal yazısında, Fransa’da Albert Mukal ve benzerlerinin Zola’ya ilişkin nefretlerine değinildikten sonra Zola’yı “kitap taciri, kitap bayii olmak üzere lekelemeye çalışanlardan Onüçler” diye bilinen genç bir grubun eleştirilerine yer ve-rilir. “Onüçler”den birinin şu eleştirileri Osmanlı basınında Ahmet Mithat Efendi’nin ahlakî endişelerden ötürü Zola’ya yönelttiği tenkitlere çok benzer:

“Bize kıyıda balık avlayan bir şikar-perestin yayıp ma’raz-ı enâma koyduğu mahsul gibi teşhir ettiğin külliyatta neye karşı eser-i ihtiram gösterdin?

Dine mi hürmet ettin? Asla. Sen onu lisan-ı tahakküm ile tezyife uzandın. Hamiyet-i va-taniyeye mi? [La] Débacle sizi itham ediyor. Fazilete mi? “Papaz Mouret”de pek güzel tasvir ettiniz. Aileye mi? Sizin aile hakkındaki fikrinizi “Rahibe” bize ispat eder. Measi-ye mi “[?] ile Şürekası” elimizde bir bürhan olmak üzere duruyor. Siyasiyattaki etvâr-ı namuskarâneye mi? Eugénie Rougon’da hakkıyla tecessüm ettirmişsiniz. Valideliğe mi? Neşat-ı Zindegî’de gizlice doğurmak kifayet eder. Siz ne kadına, ne muhabbete hürmet ettiniz. Zira siz ne onu ne de ötekini tanımazsınız. Peder bile değilsiniz. İşte bunun içindir ki gençlik nedir onu bilmemeğe mahkûmsunuz” (s. 1355-56).

Malumat sonunda “realizm mesleğinin müeyyidi” dediği Zola’nın, aldığı

eleş-tirilerden sonra şimdi Dreyfus davası ile kınandığını hatırlatan Malumat edebiyatçı-larımıza hitaben şu soruyu sorar? “Fikr-i edebî ve şekl-i edebiyi birleştirerek bir eser meydana çıkarmayacak mıyız?”

Malumat’ta sembolizme dair yazıların yayımlanmasına devam edilecektir. Bu

seferki yazı25 Charles Maurras’ya göre sembolizmin ne olduğuna ilişkin, Cenap

Şa-habettin’in de değindiği iki şair Émile Verhaeren ve George Rodenbach ile Gusta-ve Cahun’a yönelik Charles Maurras’nın eleştirilerini ihtiva eden Ahmet Rasim’in bir aktarmasıdır. Maurras bu üç ismin romantik olduklarından habersiz bir durumda bulundukları kanaatindedir. Yazısının girişinde Maurras romantik, sembolist, realist ve natüralistlere değinir. Bu terimlerin ne anlama geldiği dipnotlarla izah edilmiştir. Ahmet Rasim sembolist tarifini şu şekilde aktarır:

“Sembolizm denilip sarf-ı manevî olan bir şeyi ihsas edecek surette tasvir ve tahkike ve taharriden ibaret olan mesleğe mensup demektir. Fakat suret-i umumiye-i hazıraya göre güya âsâr-ı tabiye-i hayatiyeyi hissen ispat eden ve ona göre bir şekil ve bir tarz-ı tahrir kullanan edip.”

Ahmet Rasim, bu yazıdan sonra Rum ve Fransız okulu yöneticisi Mösyö Henri He-25 Malumat, “Muhakemat- Edebiye 1, Birkaç Söz: Charles Maurras’ya Göre Sembolizm, Gustave Ca-hun, Émile Verhaeren, George Rodenbach”, nr. 119-122., 22, 29 Kânunusani 1313 (3, 10 Şubat 1898); s. 1356-1357; 5, 12 Şubat 1313 (17, 24 Şubat 1898), s. 2-3., 19-20.

(16)

nez’in sembolizm ve sembolist şairler hakkında verdiği konferansın önemli kısımlarını özetleyerek ve icap eden yerlerini aynen tercüme ederek Malumat’ın okuyucularıyla paylaşır.26 Buna göre Mösyö Henez sembolizmi şu şekilde tarif eder: “Be-tariku’l-istiare

bir fikri ifade etmekten ibaret bir usul-i sanat olup sembol dahi müşebbeh ile müşebbe-hünbih arasındaki vech-i şebehtir.” Ahmet Rasim, Mösyö Henez ile beraber itiraf eder ki bu sembollere dair iptidai bir tariftir. Sembolizmi anlamak için bu yüzden gelecek satırları okumanın gereğini hatırlatır. Bu sefer ki tarif şudur: “Sembolizm şiirin tama-men musikiyle temsilidir.” Ahmet Rasim yazıyı, realizm ve natüralizmin katı hakikat anlayışının karşısında hayalin tekrar yükselişe geçtiğini ifade eden şu ifadeleriyle bitirir:

“Sembolizm meslek-i hayâlinin devr-i intibaha duhulüne işarettir. Bu hal, meslek-i tabi-iyyuna karşı şedid ve kuvvetli bir darbe, bir aks-i tesirdir. Bu aks-i tesir her aksü’l-amel gibi mufritane ve mübalağakârâne ise de medidü’l-ömr bir sanatın düsturu olmaz ve olamaz. Maahaza sembolizm Avrupa’daki şiiri meslek-i hakikiyunun pek ziyade maddi olan revabıtından kurtarabilmek suretiyle itmam-ı vezaif eyleyecek ve onu iftirak etmesi gayr-ı kabil olan “ideal” bedia-yı hayaliye şehrâhına irca edecektir.”

Alıntıdaki ifadelerle dönem basını Cenap Şahabettin’in yazılarından sonra, ha-kikatin karşısında hayalin yükselişe geçtiğini tekrar açık bir şekilde okumuş olur. Bu arada şunu hatırlamamız gerekir ki Cenap Şahabettin ve Ahmet Rasim’in yazıla-rından sonra 1898’e gelindiğinde Türk edebiyatında “Dekadanlar” tartışması bütün hararetiyle devam etmektedir. Böyle bir ortamda Süleyman Nesip dekadantizm ve sembolizme dair kanaatlerini dile getirmektedir. Burada sembolizme dair dikkatlerin de olduğu yazısı27 üzerinde duracağız.

Bu yazısında Süleyman Nesip, Servet-i Fünuncuların dekadanlıkla suçlanmala-rına ilişkin kanaatlerini ortaya koyarken sembolizme de değinir. Ona göre bilimsel 26 “Leyâl-i Tetebbu: Mösyö Henez’e Göre Sembolizm, Müteveffa Paul Verlaine, Sembolizm, Vagner,

Baudelaire, Sembolizmin Gaye-i Mütehayyilesi”, Malumat, nr. 129, 2 Nisan 1898, s. 161-162. 27 “İki Söz Daha”, Servet-i Fünun, nr. 375, 30 Nisan 1314 (11 Mayıs 1898), s. 146-147. (Dekadanlar

tartışmasında Hüseyin Cahit ve Halil Edip arasında Muallim Naci dolayısıyla bir tartışma olmuştur. Tevfik Fikret, “İki Söz” başlıklı Servet-i Fünun’daki musahabe-i edebiyelerden biriyle bu tartışmaya katılır. 37 numaralı muhasebe-i edebiyede İbrahim Cehdi imzasıyla yazan Süleyman Nazif “İki Söz Daha” başlıklı yazısıyla dekadanlar tartışmasına dair kanaatlerini ortaya koyar. Yazı muarızlarına karşı Servet-i Fünuncuları muhafaza amacıyla kaleme alınmıştır. Süleyman Nesip’in bu yazısı da Tevfik Fikret ve Süleyman Nazif’in yazılarından sonra kaleme alınmıştır. Süleyman Nesip yazısına daha önceki iki makaleyi hatırlatarak başlar. Fazıl Gökçek bu yazının önemine şu şekilde dikkatleri çeker: “İbrahim Cehdi’nin ciddi bir değerlendirme ihtiva etmediğini yukarıda belirttiğimiz yazısına muka-bil Süleyman Nesip’in bu yazısı oldukça ihâtalı, meseleyi ayrıntılı olarak ve geniş bir çerçevede ele alan ve muarızların belli başlı iddialarının tamamına cevap veren bir yazıdır. Öyle ki bu, muarızların, Servet-i Fünunculara alay maksadıyla yönelttikleri, onların bu tür yazıları bir araya gelerek ortaklaşa yazdıkları şeklindeki iddiaya hak verdirecek kadar, bütün Servet-i Fünuncuların çeşitli yazılarında dile getirdikleri görüşlerin bir hülasası olan ve hepsinin altına imzasını koyabileceği bir yazıdır” (Bir

(17)

araştırmalarda ilerleme kaydedildikçe daha önce basit zannedilen şeylerin bir bile-şimden (mürekkeb) ibaret olduğu anlaşılmış bu suretle de tahlil (çözümleme) fikri “her türlü tahkikat ve mütalaata rehber olmuştur”. Hâlbuki hemen her tahlil başka bir “ukde-i tahlil” oluşturduğundan beşer fikri yine birçok karışık meselelere tesadüf etmiştir. Bu suretle de genel olarak fikir ve his derinleşmiştir. Yazılan şeylerin kısmen veya tamamen anlaşılmaması “sırf bu halet-i ruhiyeden” kaynaklanmıştır. Süleyman Nesip bunları dile getirdikten sonra “İtikadımca ‘dekadizm’ ve ‘sembolizm’ denilen meslekler ve bütün o mesleklerde hâkim olan asıllar, suret-i umumiyede, hep bu ha-lin netice-i tabiiyesidir, yoksa ca’li değildir” der. Bundan sonra kısaca dekadanlığın özelliklerine değinir ve sembolizme dair şu kanaatleri dile getirir:

“Bazı kere de duyduklarımızı olduğu gibi yazmaktansa bir misal ile tecessüm ettirmek hissimizi temsil etmek isteriz. Mesela güzel bulduğumuz mehasini kat kat gizleyerek dü-şüne düdü-şüne araya araya size keşfettirmek isteriz. Böyle yapmak fikri bir hissi bir hayali gözler kamaştıracak bir vuzuh ile yüzünü çarpmaktan iyi değil midir? Bir manzumeyi okur okumaz şairin fikrini, hissini hemen duymakla aynı fikri aynı hissi biraz düşünerek biraz telaş ederek, biraz teheyyüç ederek kendiniz görmek, duymak beyninde bir fark yok mudur? Bence bu farkı inkâr etmek “insan bir mahluk-ı mütehassis ve mütefekkir değil, bir mahluk-ı behimiyedir” demekle birdir. Öyle ise anlatılamayacak şeylerin o yolda yazılması tabii değil midir? Bu söz hiçbir vakit “heyet-i mecmuası insanı düşündü-ren, heyecan getiren şiirler olamaz” mealinde telakki edilmelidir. Biz öyle tahakkümâta kalkışmayız. Hususen ki yazdığımız şeyler arasında vazıh olanları müphemlerinden daha ziyadedir. Şu mütalaâta göre de belki “sembolist” oluruz. Fakat emin olmalıdır ki biz ne “dekadizm”i ne de “sembolizm”i hiçbirini, hiçbirini tanımıyoruz. Biz eseri yazarken teessüratımıza tabi oluruz ve onları olduğu gibi zapt ederiz.”

Süleyman Nesip’in yazısından sonra Hüseyin Cahit’in XIX. asrın ruhî eğilim-lerini değerlendiren bir yazısı28 Servet-i Fünun’da yayımlanır. Burada Hüseyin Cahit

Fransa’daki akımlardan dekadizm ve sembolizmin ortaya çıkış tarzını izah etmek is-ter. Çünkü dönem edebiyatımızın bu edebiyat akımlarıyla bir irtibatının olduğu iddia edilmektedir.

Hüseyin Cahit, Fransa’da romantizmin ortaya çıkışından, 1820 ve 1848 yılları arasındaki serüvenlerinden, edebiyattaki bazı özelliklerinden, 1848’den sonra akım şairlerinin “veremler, hüzünler, acılar içinde” mağlup oluşundan bahseder. Ardından 1850 sonrası roman ve tiyatrolarındaki kahramanların romantiklerinki gibi “melûl ve mahzun yahut meslul olmaktan kurtularak” yerlerine “haşin vakaya ehemmiyet verir adamlar”ın geldiğini dile getirir. Durum siyaset için de geçerlidir. Bu yüzden Hüseyin Cahit toplum içindeki bu mağlubiyetin edebiyatta da görüldüğünü şu şekilde ifade eder: “Siyasiyatta bir gaye-i ulviye-i hayaliye hiç mevzu-i bahis değildir. İdea-28 “Hikmet-i Bedayie Dair 6: On dokuzuncu Asrın Temayülat-ı Ruhiyesi: Dekadizm-Sembolizm”,

(18)

lizm edebiyatta da mağluptur. Artık o âteşîn ifadeler yerine tetkik ve müşahede usulü kaim oluyor.” Romantizmin edebiyattaki mağlubiyetini ifadeden sonra Hüseyin Ca-hit “tetkik ve müşahede üzerine müesses” realizmi tanıtır. Realizmle birlikte toplum içinde fenne dair eğilimlerin arttığına ve bunun edebiyattaki akislerine değinir. Rea-lizm sonrası Fransız siyasetinden bahseder ve Fransız edebiyatının daha sonra nasıl bir inhitat devri yaşadığını anlatır. Böylesi bir inhitat ortamında ortaya çıktıkları için Hüseyin Cahit, sembolizm ve dekadizme “dekadan” denildiğini söyler. Bir asırlık ruhi ve içtimaî problemlerin neticesi olarak Fransa’da doğan dekadanlığa kıyasla “yeni gençleşmiş kuvvetlenmiş, müstaidd-i terakki bir heyet-i ictimaiye” içindeki edebiyatımızın bu bakımdan dekadan sayılamayacağını ifade eder. Ayrıca ona göre dekadizm ve sembolizm realizme karşı bir aksülameldi ki bu aksülameli yine fikirler ve ahlaktaki değişiklikler ortaya çıkarmış “yani efkâr ve ahlak-ı umumiyenin edebi-yattaki tesiri dekadizm ve sembolizm tarzında zuhura gelmişti.”

Hüseyin Cahit bundan sonra 1886’ya doğru sembolistlerden bahs olunmaya başlandığını aktarır ve sembolistlere yönelik eleştirileri dile getirir. Buna göre sem-bolistler realizme muhalif olarak tabiatı inceleyeceklerine yapay şeylerle zihinlerini doldurdular. Herkesin kendi şahsiyetine göre yazı yazmasını “garabet-perestlik” ile tefsir ederek nadir hisleri, kullanılmayan şekillerle ifadeye kalkıştılar. Haddizatında pek güzel birer alet olan vezinlerle yeni kafiyeleri suistimal ettiler. Eserleri altınlar, kıymettar taşlar, kâşaneler, kraliçelerle doludur. Hâlihazırdaki medeniyet onlara o ka-dar fena görünür ki ne ıslah ne de tamir için onu öğrenmek istemezler. Kelimelerde, harflerde renk, koku aramaya kadar gittiler. Hüseyin Cahit’e göre sembolistler adına ortada Stephane Mallarmé ve önemsiz birkaç yazar vardır.

Sembolizm ve sembolistlere yönelik eleştirilerin olduğunu yukarıda Cenap Şahabettin’in yazıları arasında da gördük. Ancak Cenap Şahabettin, bu eleştirileri sembolizm adına bir kusur olarak kaydetmemiş bilakis izahını yaparak yeni bir ede-bî akımın anlaşılması yönünde değerlendirmelerde bulunmuştur. Hüseyin Cahit’in aktardığı bilgilerde Cenab’ın hassasiyetini sezmeyiz. Aslında Hüseyin Cahit yazısın-da sembolizmin karşısınyazısın-da realizm ve natüralizmi önemser gibidir. Nitekim yazısını sonlandırırken “beş on sene evvel âlem-i edebiyatı kaplayan bu leyl-i giran-ı gara-betin sonunda” şimdi natüralizmin yirminci asrın yeni infilak eden ışıkları altında kuvvetli bir şekilde yaşamaya başladığını dile getirir.

Hüseyin Cahit’in bu yazısından yaklaşık iki hafta sonra Malumat’ın icmal-i ede-bîsinde bu yazıdan “bizim için ne istifade hâsıl olabileceğine” değinilir.29 Malumat

is-tifade edilecek bir şey bulamamış ve yazıda dile getirilenleri eleştirmiştir. Buna göre, yazıdaki bilgiler Fransız kalemiyle Türkçeye nakledilmiştir. Ayrıca yazı, Fransızlar gibi mütemeddin ve edebiyatı mükemmeliyetine ulaşmış bir milletin edebiyatında 29 “İmzasız”, “İcmal-i Edebî”, Malumat, nr. 136, 28 Mayıs 1314 (9 Haziran 1898), s. 319.

(19)

“romantizm şöyle başladı, filanizm şöyle çıktı, fıstıkizm böyle bitti gibi terakkiyat-ı içtimaiye icabatından olan nakliyat-ı muhtelife-i fikriye hakkında birtakım” bilgile-ri içermektedir ki Malumat’a göre bunlar faydalı bir şey sayılmaz. Malumat bunun yanında dekadizm ile ilgili aktarılanları da eleştirir. Ancak Malumat’ın bu yazıyla Hüseyin Cahit’e yönelik nitelikli bir eleştiri örneği ortaya koyduğunu söyleyemeyiz. Gerçi Hüseyin Cahit de sembolizme dair değerlendirmelerinde Cenap Şahabettin’in-kine benzer dikkate değer eleştirilerde bulunamamıştır.

Hüseyin Cahit sembolizme yönelik yaklaşımını bu yazısıyla hissettirmiştir. Bundan sonra sembolizmi izah yolunda yazılmış uzun soluklu yazıları yayımlamaya başlayacaktır. Türk edebiyatında sembolizm dendiğinde, sadece edebiyattaki şubesi-nin akla geldiğini hatırlatarak Avrupalı filozoflarca sembolizme dair birçok araştırma yapıldığını ifade eder. Osmanlı okuyucusunu da bunlardan haberdar etmek ister ve sembolizm hakkında etraflı bilgiler vermek için İtalyalı Guillaume Frero’nun

Sem-bolizm’in Kavanin-i Ruhiyesi adlı kitabını uygun görür. Seri yazılar bu kitaptaki

bil-gileri ihtiva edecektir.30 İlgili yazıların detaylarına inmek, bir makalenin sınırlarını

aşacak mahiyettedir. Bu yüzden burada yazıların ayrıntısına girmeyeceğiz.

Batı’da 1890’larda zirveye ulaşan sembolizm 1902’den sonra gücünü kaybet-meye başlar. Bununla birlikte yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Ayın. Nadir, Ahmet Haşim, Ahmet Hikmet, Ahmet Mithat, Ali Canip, Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, İsmail Zühtü, Nazım Nazmî, Rıza Tevfik, Selim Rıfkı gibi isimler sembolizme ve sembolistlere dair bilgi ve kanaatlerini aktarmaya devam etmişlerdir.

Sonuç

İlk çevirilerle Batı’ya ilgi artmaya başladığından Avrupa’da realizm hâkim iken yazarlarımız ferdî tahassüslerine yakın gördükleri romantik verimlere ilgi duymuştur. Durum, basında hayalci bir anlayışın yerleşmesine sebep olmuştur. 1880’lerde artmaya başlayan realizme yönelik ilgi, romantik duyuşun basında değer kaybetmesine sebep olmuş böylece hayalin karşısında hakikat yükselmiştir. Ancak basında özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin ahlaki endişelerden ötürü Zola anlayışına yönelttiği eleştirilerden ve Cenap Şahabettin’in yeni bir edebî üsluba yönelik tanıtımlarından sonra hakikatin karşısında hayal tekrar yükselişe geçmiş, böylece eskisinden daha bilinçli bir hayalin ifadesi olan yazılar basında görülmeye başlamıştır. Yükselen yeni hayal “sembolizm” ile ifadesini bulmuştur. Sembolizme dair ilk dikkate değer yazıları Cenap Şahabettin kaleme almıştır. Cenap Şahabettin bu yazılarında Türk basınında romantizmi ötekileş-30 “Sembolizm 1, Medhal: Sükûn-ı Dimağî ve Sa’y-ı Ekall Kanunları”, Servet-i Fünun, nr. 405, 3

(20)

tiren realist anlayıştan farklı olarak gerçekten yeni bir edebiyat akımı olan sembolizmi anlamaya yönelik bir tutum sergilemiştir. Ayrıca dikkate alınabilecek sembolist isimleri zikretmenin yanı sıra, sembolist bir şiirin nasıl olması gerektiğinin de örnekleri üze-rinde durmuştur. Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Süleyman Nesip ve Ahmet Rasim edebiyatımızda gerçek bir sembolizmin olmadığı hususunda hemfikirdir. Bununla bir-likte Cenap Şahabetttin ve Ahmet Rasim Türk edebiyatında sembolist eserler ortaya konulması yönünde tekliflerde bulunurlarken, Hüseyin Cahit sembolizmi eleştiren ve natüralizmi önemseyen bir tutum sergilemiştir.

KAYNAKLAR

Ahmet Mithat Efendi, “Emile Zola’yı Tenkit”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5363-251, 12 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 1: Emile Zola’yı Niçin Okumuyorum”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5366-254, 15 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 2: Emile Zola’yı Kimler Beğene-bilirler?”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5370-258, 19 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 3- Mesalik-i Edebiye ve Emile Zola”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5375-263, 24 Temmuz 1896; Makale-i İntikadiye 4- Mukayese-i Mesalik”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5378-266, 27 Temmuz 1896; “Makale-i İntikadiye 5- “Lourdes”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5382-270 - 5385-273, 30 Temmuz-3 Ağustos 1896; “Makale-i İntikadiye 6- Lourdes’un İkinci Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5387-275, 5 Ağustos 1896; “Makale-i İntikadiye 6- Lourdes’un İkinci Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5388-276, 6 Ağustos 1896; “Makale-i İntikadiye, 7- Lourdes’un Üçüncü Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5385 (5394?)-283, 13 Ağustos 1896; “Makale-i İntikadiye, 8- Lourdes’un Dördüncü Günü”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 5395-293, 14 Ağustos 1896.

Ahmet Ö. Evin, Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi, Türkçesi: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2004.

Ahmet Rasim, “Muhakemat-ı Edebiye 1, Birkaç Söz: Charles Maurras’ya Göre Sembolizm, Gustave Cahun, Émile Verhaeren, George Rodenbach”, Malumat, nr. 119-122, 22, 29 Kâ-nunusani 1313 (3, 10 Şubat 1898); s. 1356-1357; 5, 12 Şubat 1313 (17, 24 Şubat 1898), s. 2-3, 19-20.

, Malumat, “Muhakemat-ı Edebiye, Birkaç Söz: Charles Maurras’ya Göre Sembolizm, Gustave Cahun, Émile Verhaeren, George Rodenbach”, nr. 121-122, 29 Kânunusani 1313 (10 Şubat 1898), 5, 12 Şubat 1313 (17, 24 Şubat 1898), s. 2-3, 19-20.

, “Leyâl-i Tetebbu”, Malumat, nr. 129, 2 Nisan 1898, s. 161-162.

Ali Kemal, Sorbonne Daru’l-fünûnunu’nda Edebiyat-ı Hakikiye Dersleri, Muhtar Halit Kitap-hanesi, İstanbul, 1330 (1912), 203 s.

Ali Muzaffer, “Faik Es’at Bey Biraderimize”, Hazine-i Fünun, nr. 9, 13 Haziran 1312 (25 Haziran 1896), s. 124.

Bahri Ulaş, Edebî Çığırlar, Ulaş Yay., Ankara, 1963, 68 s.

Cenap Şahabettin, “Tetebbuat-ı Edebiye 1, Esalib-i Ezmine”, Servet-i Fünun, C 12, nr. 291, 26 Eylül 1312 (8 Ekim 1896).

, “Musahabe-i Edebiyye: Fransız Edebiyat-ı Cedidesine Dairdir”, Servet-i Fünun, C 12, nr. 297, 299; 7, 21 Teşrinisani 1312 (19 Kasım-3 Aralık 1896), s. 162-164, 199-203. , “Sembolizm Nedir?”, Servet-i Fünun, nr. 341, 11 Eylül 1313 (23 Eylül 1897), s. 34-36.

(21)

, “Musahabe-i Edebiye: Fransız Şuarâ-yı Hâzırası”, Servet-i Fünun, nr. 360, 22 Kânunu-sani 1313 (3 Şubat 1898), s. 338-340.

Chadwick Charles, Symbolism, Methuen, London, 1978, 1982, 71 s. Erdoğan Alkan, Sembolizm (Simgecilik), Varlık Yay., İstanbul, 2006.

Fazıl Gökçek, Bir Tartışmanın Hikâyesi Dekadanlar, Dergâh Yay., İstanbul, 2007, 168 s. Halit Ziya, Hikâye, İstepan Matbaası, Kostantiniye, 1307.

Hüseyin Cahit, “Hikmet-i Bedayie Dair 6: On dokuzuncu Asrın Temayülat-ı Ruhiyesi Deka-dizm-Sembolizm”, Servet-i Fünun, nr. 377, 21 Mayıs 1314 (2 Haziran 1898), s. 194-198. , “Sembolizm 1, Medhal: Sükûn-ı Dimağî ve Sa’y-ı Ekall Kanunları”, Servet-i Fünun,

nr. 405, 3 Kânunuevvel 1314 (15 Aralık 1898), s. 230-233.

Malumat, “Muhakemat-ı Edebiye 1, Birkaç Söz: Charles Maurras’ya Göre Sembolizm, Gus-tave Cahun, Émile Verhaeren, George Rodenbach”, nr. 119-122, 22-29 Kânunusani 1313 (3, 10 Şubat 1898); s. 1356-1357; 5, 12 Şubat 1313 (17, 24 Şubat 1898), s. 2-3, 19-20. “İmzasız”, “İcmal-i Edebî”, Malumat, nr. 136, 28 Mayıs 1314 (9 Haziran 1898), s. 318-319. Mehmet Ziver, “Bizde Şuara”, Sa’y, nr. 13, 15 Nisan 1304 (27 Nisan 1888), s. 99-101. Nabizade Nazım, “Şairiyet”, Manzara, nr. 4, 8; 15 Nisan 1303 (27 Nisan 1887), 15 Haziran

1303 (27 Haziran 1887), s. 44-47, 88-91; “Mütalaa”, Manzara, nr. 9, 1 Temmuz 1303 / 13 Temmuz 1887, s. 100-102.

Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, “Sembolizm”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1967. Süleyman Nesip, “İki Söz Daha”, Servet-i Fünun, nr. 375, 30 Nisan 1314 (11 Mayıs 1898), s.

146-147.

(22)

Referanslar

Benzer Belgeler

Single dipole modelling of the right visual cortical activation at 100 ms (P100 m) after stimulus onset demonstrated a significantly shorter peak latency and a trend for

Bazı öğretim elemanları, öğrencilerinin yalnızca topluluk önünde çalarken değil, yanlarında tek bir kişi dahi olsa heyecanlandıklarını dile getirmişlerdir. Bu durumu

Three 24‐hour dietary recalls by telephone 

This study was undertaken to evaluate the antihypertensive effect of stevioside in different strains of hypertensive rats and to observe whether there is difference in blood

In the 4-month-old offspring, however, the Bcl-2 protein levels in the liver and cerebellum of both male and female pups were higher in the TCDD group as compared with the

In vitro study demonstrated that the anti-tumor effects of LOR in COLO 205 cells were mediated by causing G(2)/M phase cell growth cycle arrest and caspase 9-mediated

And according to there experiences of implementing the clinical pathway, they can (1.) reduce the admission charges, (2.) shorten the length of hospital stay, (3.) modify

dilimizdeki “müjde” kelimesinin tam karşılığıdır. Çoğulu da تﺎﻳﺮﺸﺑ gelir.. Bu kelime fiil olarak ailevi münasebet anlamında kullanılmıştır. 71 Allah,