• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Dönemi Türk Romanında Kafkasyalı Köleler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tanzimat Dönemi Türk Romanında Kafkasyalı Köleler"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KAFKASYALI KÖLELER

Sabahattin Çağın

*

CAUCASIAN SLAVES IN TANZIMAT PERIOD TURKISH NOVEL

ÖZ: Tanzimat Edebiyatı romanı temaları bakımından edebiyatımıza birçok ye-nilik getirmiştir. Bunlardan en önemli iki tanesi kadın eğitimi ve esaret temaları-dır. Tanzimat romanında esaret temi daha çok kadınların çevresinde gelişmiştir. Osmanlı devletinde kölelik kurumu Batı’daki uygulamalardan farklı bir nitelik göstermektedir. Batı’da olduğu gibi kölelik ölünceye kadar değil, evleninceye kadar sürmekte, evlenen köle hürriyetine kavuşmaktadır. Dolayısıyla bu kölenin çocukları da hür olarak dünyaya gelmektedirler. Köleliğin Osmanlı devletindeki bu özelliğinden dolayı yazarlar bu meseleye farklı şekillerde yaklaşmışlardır. Kimileri köleliğe şiddetle karşı çıkarlarken, bazıları da köleliğin olumlu yönle-rini de öne çıkarmışlardır.

Anahtar Kelimeler: Tanzimat romanı, kadın eğitimi, esaret.

ABSTRACT: Tanzimat Literature novel brought novelty to our literature in terms of its themes. Woman education and slavery are the two most significant themes of them. The slavery theme in Tanzimat Literature generally takes place around women. The institution of slavery in Ottoman Empire differs by practices in West. Unlike West, slavery is up to marriage not to death. Hence, children of married slave are free-born. Authors considered the matter from different aspects due to this differential feature of slavery in Ottoman Empire. Some were strictly in opposition to slavery and some emphasized the positive sides of the slavery. Keywords: Tanzimat novel, woman education, slavery.

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 8, Ekim 2013, s. 117-124

(2)

...

Bilindiği gibi roman ve hikâye, Türk edebiyatına Tanzimat dönemiyle birlikte giren Batı edebiyatına özgü iki türdür. Her ne kadar, daha önceden Türk insanının bu ihtiyacını karşılayan halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri ve mesnevî gibi türler varsa da bunlar genellikle aynı temalar ve aynı şekiller etrafında gelişmeleri bakımından klişeleşmiş bir hâl almışlardı.

Diğer taraftan Lale Devri’nden itibaren askerî, mimarî ve eğitim alanında baş-layan yenileşme hareketleri 1859 yılından itibaren1 edebiyatta da kendini

göster-meye başlar ve ilk önce tercüme romanlar, ardından geçiş dönemine ait roman ve hikâyelerden sonra ilk roman, Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat (1872-1873) adıyla yayım-lanır. Bu döneme ait ilk roman ve hikâyeler –geleneksel anlatıların izlerini ve etkile-rini taşımakla beraber– edebiyata birçok yenilik getirmiştir. En önemlisi daha önce Türk şiirine giren yeni birtakım fikirler, roman ve hikâyelerde de kendini göstermeye başlamıştır. Bu konuları işleyen yazarlar, bir yandan gazeteci olmaları bir yandan da romantik edebiyata bağlı olmaları ve kendilerini toplumun rehberi olarak görmeleri nedeniyle toplumcu, yol gösterici bir tavır takınmışlardır. Tanzimat romancıları eser-lerini yeni ve çeşitli konular etrafında yazmışlardır: Görücü usulüyle evlenmenin yol açtığı facialar, kadınların ve kız çocuklarının eğitilmesi, yanlış batılılaşma (alafranga züppelik), köy hayatı, kölelik bunların en önemlileridir.

Yazımız, bu temalardan biri olan kölelik üzerine olacaktır. Bir Orta Çağ kurumu olan kölelik, özellikle savaşlar sonucu hem Batı’da hem de Doğu’da yaygın bir hal al-mıştır. İslâm dininin ortaya çıkmasıyla birlikte kölelik yasaklanmamış, buna karşılık Cahiliye döneminin ağır şartları hafifletilmiştir. Kölelere insan muamelesi yapılması hem Kur’an’da2 hem de hadislerde dile getirilmiştir. İslamî kurallar içinde kölelik 1 1859 yılında yazılan/yayımlanan üç eser, edebiyat tarihçilerinin bu tarihi Tanzimat edebiyatının

baş-langıcı olarak kabul etmelerine sebep olmuştur. Bunlar Şinasi’nin ilk tercüme şiir kitabı Tercüme-i

Manzume, Münif Paşa’nın Muhaverat-ı Hikemiye adlı Batılı feslefecilerden (Voltaire, Fenelon,

Fon-tenelle) tercüme ettiği on bir yazıdan meydana gelen tercümesi ve yine Şinasi’nin aynı tarihte ya-zıp bir yıl sonra çıkardığı Tercüman-ı Ahval’de tefrika ettikten sonra kitaplaştırdığı tiyatro eseri Şair

Evlenmesi’dir. Bazı araştırmacılar bu tarihi 1860 olarak kabul ederler.

2 “Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yoksullara, yakın

komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elinizin altında bulunanlara iyi davranın” (Nisa suresi, 36. ayet).

a “Allah kiminize, kiminizden daha fazla rızık verdi. Ama kendilerine fazla verilenler, rızıklarını

elleri-nin altındakilerle paylaşıp da onları bu hususta kendileriyle eşit hale getirmeye yanaşmıyorlar. Peki onlar Allah’ın nimetini inkâr etmiş olmuyorlar mı?” (Nahl suresi, 71. ayet).

a “İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyeleriniz arasından da elverişli olanları evlendirin. Yoksulluk

içinde iseler Allah lütfu ile onları ihtiyaçtan kurtarır. Allah’ın hazinesi geniştir, her şeyi bilmektedir. // Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah lütfundan ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetlerini korusunlar. Bedelini ödeyerek hür olmak isteyen köle ve cariyelerinizin –kendilerinde hayır görürseniz– teklif-lerini kabul edin. Allah’ın size verdiği malından da onlara verin. Namuslu yaşamak isterlerse, dünya

(3)

uygulaması, önce Selçuklularda, daha sonra da Osmanlılarda görülmüştür. Özellikle Osmanlı Devleti’nin sınırları genişledikçe kölelik kurumu da genişlemiş, hatta Or-han Bey’le birlikte cariyeler saraya da alınmaya başlanmış, Fatih Sultan Mehmet döneminde haremin kurulmasıyla cariyelik sarayın önemli kurumlarından biri haline gelmiş, nihayet Kanuni Sultan Süleyman döneminde ihtişamlı günlerine ulaşmıştır.3

Başlangıçta daha çok Anadolu beylerinin kızlarıyla ya da Bizans, Sırp, Bulgar pren-sesleriyle evlenen padişahlar, Fatih döneminden itibaren cariyelerle de evlenmeye başlamışlardır. XIX. yüzyılın sonlarında Abdülmecid’in fermanıyla kölelik ticareti yasaklanmıştır. Bu durum sonucunda Cidde ve Hicaz’da ayaklanmalar çıkmış, diğer taraftan da Kırım Savaşı esnasında Kafkasya halkları Osmanlılara yeterince yardım etmemişlerdir. Ancak bütün bu yasaklamalara rağmen kölelik kurumu Cumhuriyet’e kadar azalarak varlığını sürdürür. Osmanlı Devleti’nde cariyelerin kimisi genel hiz-metlerde istihdam edilmek için, kimileri de çok küçük yaşta satılmak veya hediye edilmek üzere satın alınırdı. Diğerleri ise odalıklardır ki, bunlar güzellikleriyle öne çıkarlardı... Buna karşılık birinci gruptakiler için böyle bir durum aranmazdı ve bun-lar genellikle Asya ve Kuzey Afrika kökenli zenci ve Arapbun-lardan seçilirdi. Odalıkbun-lar ise çoğunlukla Kafkas topluluklarına mensuptur. Efendilerinin odalıklar üzerinde tam bir hâkimiyeti vardır. Cariyeler satın alındıktan sonra eğitilirlerdi. Önce adları değiştirilir, Türkçe öğretilir, musiki eğitimi verilirdi. Onlara özel hocalar tutulduğu bile olurdu. Bu cariyeler azat edilerek başkalarıyla evlendirilebildiği gibi, efendinin odalığı da olabilirler. Efendiden çocuğu olan kadınlar satılamaz, efendinin ölümün-den sonra da azat olurdu.

İsmail Parlatır’ın tespitiyle Osmanlılar devrinde esir ticaretini besleyen dört ana bölge vardır: “Birincisi Kafkas bölgesidir ki Çerkes, Abaza, Gürcü köleler bu bölge-den geliyordu. Fatih döneminbölge-den sonra Arap ve Zenci köleleri toplama merkezleri, Afrika’da ‘Musavva’, Arabistan’da Cidde idi. Kuzey Afrika’da ise Libya, Tunus, Ce-zayir ve Senegal ayrı bir bölge olarak karşımıza çıkıyor. Yunanistan, Sırbistan, Bulga-ristan yanında daha kuzeyde Lehistan, MacaBulga-ristan, Ukrayna, Polonya ve Rusya Balkan bölgesini oluşturuyordu.”4 Bu sınıflandırmayı göz önünde bulundurduğumuzda

Tanzi-mat dönemi Türk romanında bunlardan Kafkasya bölgesi ağırlıklı bir şekilde öne çıkar. Önceleri sarayda yaygınlaşan kölelik kurumu daha sonraları zengin konakla-rında, hatta orta sınıf ailelerin evlerinde de görülmeye başlamıştır.5 Osmanlı

Devle-hayatının geçici menfaatini elde etmek için cariyelerinizi fuhuş yapmaya zorlamayın. Kim onları zor-larsa bilinsin ki Allah, onların zorlanmaları sebebiyle onları bağışlayıcıdır, esirgeyicidir” (Nur suresi, 32-33. ayetler). Prof. Dr. Hayreddin Karaman vd., Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, C. II, s. 64; C. III, s. 419; C. IV, s. 24.

3 Şemşirgil, Ahmet, “Padişah Hanımları”, Tarih ve Düşünce, nr. 8, Ağustos, 2001, s. 36-40. 4 Parlatır, İsmail, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, Ankara, 1992, s. 14.

5 Saraçgil, Ayşe, Bukalemun Erkek, İstanbul, 2005, s. 68-69; İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, 8.

(4)

ti’ndeki kölelik kurumu, Batı’dakinden farklı bir mahiyet taşır.6 Köleler Batı’da

oldu-ğu gibi ölünceye kadar köle olmak durumunda değildir. Dolayısıyla onların çocukları da Batı’da olduğu gibi köle olarak doğmazlar. Köleler belli bir yaşa gelince “çırak çıkarılırlar”. Köle sahipleri kendi kızları ya da oğulları gibi ihtiyaçlarını karşılayarak onları evlendirirler, bu aynı zamanda kölelerin azat edilmesi anlamına da gelir. Dola-yısıyla Tanpınar’ın da dediği gibi kölelik bazen onlar için “ikbal”dir:

“Kadın esirlere gelince, en iyi izdivacı çok defa onlar yaparlardı. Nitekim Abdülha-mid devrine kadar cariyelerinin güzelliği, okur yazarlığı ile meşhur olmuş konaklar vardı. Öyle ki son devirlerde tanınmış hanımefendilerin çoğu, Osmanlı ve Mısır sa-raylarıyla bu konaklardan gelirdi.”7

Tanzimat dönemi Türk yazarlarından Emin Nihat Bey, Ahmet Midhat Efendi, Na-mık Kemal, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nazım eserlerinde Kafkasya kökenli köle, cariye, odalık, halayık gibi roman kişilerine de yer vermişlerdir. Bunların içinde özellik-le Ahmet Midhat Efendi hem çok sayıda eser yazması hem de Osmanlı hayatını en iyi şekilde yansıtan bir yazar olması bakımından bu yazarların önünde gelir. Esaret teması-nı işleyen ilk eseri yazan Ahmet Midhat Efendi; Esaret (Fatin, Fıtnat), Dünyaya İkinci

Geliş (Nergis), Felatun Bey’le Rakım Efendi (Canan), Hasan Mellah (Esma), Firkat

(Feride, Hacı Han) eserlerinde bu kökenden kişilere yer verir. Bunların dışında Emin Nihat Bey’in Müsameretname’nin altıncı hikâyesi olan Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın

Sergüzeşti, Namık Kemal’in İntibah’ı, Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt’i ve

Nabiza-de Nazım’ın Zehra’sı bu kişilerin serüvenlerini içeren roman ve hikâyelerlerdir. Tanzimat döneminde sanatçıların kölelik temasını işleyen romanlar yazmaları-nın en önemli sebeplerinden biri, istibdat yönetimine karşı hürriyet fikrini öne çıkar-ma düşüncesidir. Bilindiği gibi Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan ve dalga dalga önce Avrupa’ya, oradan da Osmanlı Devleti’ne ulaşan hürriyet ve eşitlik gibi bazı fikirler devrin aydınlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Dönemin bu zihniyetini en iyi ortaya koyan eserlerden biri de Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” adlı şiiridir. Nitekim Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt’inde Dilber’in kendini Nil nehrinin sularına bıra-kıp ölümü seçmesiyle yazarın eserini “Acaba Nil’in bu müthiş, bu mühlik girdap ve

6 Nitekim Ahmet Midhat Efendi de bu karşılaştırmayı Ziklas ailesinin Canan’ı görünce yaşadıkları

şaş-kınlığa bakarak yapar: “Onlar esir denilen şey Amerika’da olduğu misüllü âdeta behaim gibi tavlaya bağlanır zannında bulunduklarından bu esirin nasıl bir esir olduğuna şaşmakta mazur idiler.” (Felatun

Beyle Rakım Efendi (Haz. Şerife Çağın), İstanbul: Özgür Yayınları, 2003, s. 149.)

7 Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, s. 292. Benzer tespitler A. Evin’de

de görülür: “Osmanlı’daki kölelik kurumu, genellikle toplum içinde yüksek mevkiye erişmeye bir araç sağlıyordu. Kadınların çözümü, genellikle evlilik yoluyla, onları çalıştıran ailelere girmekti. On doku-zuncu yüzyılın sonuna doğru bile, gerek Osmanlı ve Mısır şehzadelerinin gerekse yönetici elit kesime mensup insanların birçoğu kölelerle evliydi. (Evin, Ahmet, Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul, 2004, s. 61.)

(5)

seylabeleri bu zavallı Dilber’i nereye götürüyor? Hürriyetine.” cümleleriyle bitirmesi bu anlamda manidardır. Bir diğer sebep de bu temayı işleyen eserleri kaleme alan ya-zarların bir kısmının annelerinin Kafkasya kökenli cariyeler olmalarıdır. Samipaşaza-de Sezai, Ahmet Midhat Efendi ve Abdülhak Hamit (Tarhan)’ın8 anneleri eve cariye

olarak girmişler, daha sonra da evlerinin hanımı olmuşlardır. Bu durumun psikolojik olarak yazarları etkilemiş olabileceği de düşünülebilir.

Tanzimat döneminde esareti tema olarak işleyen eserlerin ilki Ahmet Midhat Efendi’nin Esaret (1870) adlı hikâyesi, sonuncusu ise Nabizade Nazım’ın Zehra (1896) adlı romanıdır.

Bu romanlardaki bazı köle ve cariyelerin maceraları Kafkasya’da (Faik Bey ile

Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti), bazıları gemide (Sergüzeşt) başlar. Bazılarının

macera-sı ise getirildikleri İstanbul’da…

Köleler büyük ölçüde esirciler tarafından çocukların kandırılarak kaçırılmasıyla elde edilir. Bunun yanında aileleri tarafından esircilere satılan çocuklar da vardır. Sözgelimi Ahmet Midhat Efendi’nin Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar adlı ese-rinde, Esma, bir bey kızıyken, babası tarafından bulunduğu çevreden uzaklaştırılmak maksadıyla esircilere satılır. Aynı durum Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın

Sergüzeş-ti’ndeki Beycuk (sonradan Faik adı verilecektir) için de geçerlidir. On iki yaşında

küçük bir çocuk olan Beycuk, bir esirci tarafından kaçırılır. Esirci yol boyunca ona eziyet ederken çocuk hep biraz sonra ağabeylerinin ve akrabalarının arkadan yetişip kendisini kurtaracaklarını düşünmektedir:9

“Zavallı Beycuk o halde veli ve hamîleri olan Şapsih kabilesi dilaverlerinden eniş-te ve büyük biraderlerinin muttasıf oldukları gayret ve şecaatı düşünür ve nazar-ı şefkat-eser-i tıfl-perverîlerindeki hal-i asayişini yad ve tahatturla mağrur olduğu be-salet ve sahabetleri kendisini daire-i hürriyetlerinde muhafaza edemediğini nazar-ı taaccüp ve teessürle görürdü.”

Bu şaşkınlık bir süre sonra umutsuzluğa dönüşür ve bir ara bu umutsuzluğunu esirciye de söyler. Esirci bir süre sonra ailesinin bu durumdan haberdar olduğunu, kendisi için onlara elli manat para verdiğini, kendisine yaptığı eziyetin bu parayı ver-mesinin acısından olduğunu söyler. Burada yazar-anlatıcı söz alır ve esircinin doğru söylemeyebileceğini, ama Çerkezlerin de böyle bir şey yapabileceğini göz ardı etme-mek gerektiğini söyler.10

8 Abdülhak Hamid, annesini anlattığı Validem adlı eserinde annesinin Kafkasya’dan köle olarak

getiri-lişine de yer verir.

9 Emin Nihat, “Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti”, Müsameretname (Haz. Sabahattin

Çağın-Fazıl Gökçek), İstanbul: Özgür Yayınları, 2003, s. 271.

10 Esir edinmenin üçüncü yolu -konumuzla ilgisi olmadığı için sadece zikretmekle yetineceğimiz-

(6)

bunlar-Esareti konu alan hikâye ve romanların büyük bir kısmı bir faciayla sona erer. Ahmet Midhat Efendi’nin Esaret, Firkat adlı uzun hikâyeleri ile Namık Kemal’in

İntibah’ı, Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt’i ve Nabizade Nazım’ın Zehra’sı

köle-ler açısından acı sonla biten eserköle-lerdir. Esaret’te Zeynel Bey tarafından köle olarak alınan Fıtnat ve Fatin arasında bir aşk doğar. Zeynel Bey, güzelliğinden ötürü Fıtnat’ı odalık olarak almak isterse de kız ona direnir. Daha sonra Zeynel Bey iki gencin birbirini sevdiğini anlar ve aradan çekilerek onları evlendirir. Ancak gerdek gecesi iki genç geldikleri yerleri, kabilelerini, ailelerini birbirlerine anlattıklarında kardeş olduklarını anlarlar ve intihar ederler. Firkat’te Guşacuk ve Hacıhan adlı iki cariye de muratlarına eremeden ölürler. İntibah’ta Dilaşub, sevdiği Ali Bey’in yerine ölme fedakârlığını gösterir. Zehra’daki Sırrıcemal ise terk edilmenin acısına dayanamaya-rak ölür. Son oladayanamaya-rak Sergüzeşt’te Dilber, dokuz yaşından on sekiz yaşına kadar geçen sürede hep eziyet görür ve artık gidecek bir yer bulamadığını düşündüğü Mısır’da intihar eder.

Buna karşılık mutlu sonla biten hikâye ve romanlar da vardır ki, bunların büyük bir çoğunluğu Ahmet Midhat Efendi’ye aittir: Felatun Bey’le Rakım Efendi, Ölüm

Allah’ın Emri, Dünyaya İkinci Geliş. Bunlara bir de Emin Nihat Bey’in Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’ni ilave edebiliriz. Bu eserlerde cariyeler roman içinde

bazı sıkıntılara ve eziyetlere maruz kalsalar da eserlerin sonunda muratlarına erer-ler. Felatun Bey’le Rakım Efendi’de eve köle olarak giren Canan, eserin sonunda evinin hanımı olur. Kurgu bakımından birbirine benzeyen Ölüm Allah’ın Emri ve

Dünyaya İkinci Geliş’in cariyeleri sevdikleri erkeklere kavuşurlar. Bu romanlarda,

cariyeler arasındaki çekişmeler ve bunların çevirdikleri entrikalar da dikkat çekicidir.

Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde de her iki sevgili çok eziyet görürler,

ama sonuçta yine odalıktan hanımlığa yükselmiş Pişasimaf’ın yardımıyla birbirlerine kavuşurlar.

Söz konusu romanlarda kölelerin akıbetleri ister faciayla bitsin, isterse mutlu sona ulaşsın, hemen hepsinde kölelerin konuşmalarından ve düşüncelerinden, yazar-ların, kölelik karşısında olumsuz fikirlere sahip olduklarını söyleyebiliriz. Sözgelimi

Esaret’te Zeynel Bey, kölelik kurumuna karşı bir kişidir. Ancak bir süre sonra

ken-dine bir odalık alır. “Hülasa işi odalığa döktük ve on beş-yirmi yaşından beri esaret denilen şu fiil-i feci ve kerihin aleyhinde bulunur iken ondan sonra buna kendimiz

dan biridir. Şehame’nin bunu yapmasının amacı Mısır valisi olmak isteyen Badia adına Mehmet Ali’nin konağına esir olarak girip casusluk yapmaktır. Ancak Mehmet Ali her şeyin farkındadır ve bu oyuna gelmez. Ahmet Midhat Efendi, muhtemelen bununla saraylarda kadınların çevirdiği entrikaları ortaya koymak ve dolaylı bir eleştiri geliştirmek istemiştir. Yine Ahmet Midhat Efendi’nin Hüseyin Fellah’ında yer alan Şahlevend de hürriyetinden vazgeçip köleliği tercih etmiştir. Şahlevend başlangıçta annesiyle konakta yaşamaktayken, sokağa düşüp insanlara el açmak zorunda kalır. Önce intihar etmeyi düşünür. Daha sonra bir esirciyle karşılaşırlar ve esirci ona hanım olmaya layık olduğunu, ancak bunun için önce cariye olmak gerektiğini belirtir ve nitekim sonraki olaylar esircinin öngördüğü şekilde gelişir.

(7)

razı olduk.” Ancak o, bu işi farklı bir nedene bağlı olarak yapar. Tanımadığı biriyle evlenmektense, bu yolla tanıyarak evlenmeyi yeğlemiştir. Bu durum, Zeynel Bey’in modern fikirlere sahip bir kişi olduğunu gösterir. Aynı durum Felatun Bey’le Rakım

Efendi’deki Rakım için de geçerlidir. O da köleliğe karşıdır, ama o da bir köle alır.

Söz konusu kahramanların, kölelik hakkındaki düşünceleri, aynı zamanda Ahmet Midhat’ın benimsediği düşüncelerdir. Felatun Bey’le Rakım Efendi’nin diğerlerin-den farklı bir yanı, Rakım’ın, Ziklas ailesine, Osmanlı’daki kölelik sistemini Batı’yla karşılaştırma yaparak anlatması ve bu işin Batı’ya göre Osmanlı’da daha insanî ol-duğunu iddia etmesidir. İddia karşısında Mister Ziklas dayanamayıp, “Lakin Rakım Efendi! Esareti bir vasf ediyorsunuz ki benim bile köle olarak satılmaya heves edece-ğim geliyor” diye şaka yollu cevap verir. Ahmet Midhat benzer bir karşılaştırmayı da

Müşahedat romanında Osmanlı Devleti’ndeki cariyelik ile Batı’daki besleme alma

kurumları arasında yapar:

“Frenk ukalası bizdeki esareti muaheze ederler ha! ‘Esaret’ kelimesindeki hüküm, bizim maişet-i İslamiyemiz âleminin neresinde görülmüştür? Hangi cariye esaretten dolayı duçar-ı sefalet olmuştur? İçlerinde kaç tanesi kocasız kalmaya mahkûmdur? Bilakis bizdeki cariyelerin ev bark, çoluk çocuk olmak yüzünden nail olageldikleri bahtiyarlık, Beyoğlu’nca değme nik-baht familya kızlarında bile görülemiyor. Hele cariye istihdamını, tervic-i esarettir diye reddederek, beslemeler istihdamını, muvafık-ı medeniyettir diye kabul eyleyen alafrangalık âleminin, besleme biçareleri meyanında kendisini o sefaletten kurtarabilip de ev bark sahibi olabilenleri güç ta-hattur edebilecek, parmakla sayılacak kadar nevadirdendir?”11

Osmanlı’daki esaret konusunda böyle düşünen Rakım, her şeye rağmen köle-liğe karşıdır. Sözgelimi, esirciye Canan’ın değeri hakkında söylediği şu sözler dik-kat çekicidir: “Bu kızın değeri var mı yok mu diye sormuyorum. Satılan şey bunun hürriyetidir. Hürriyetin cihanlara değeceğini teslim ederim.” Yine Hasan Mellah’ta esir satın alırken ağlayan Hasan Mellah’ı anlatan şu sözler, yazarın görüşlerini yansıtmaktadır:12

“O efendinin göğsü içinde bir yürek, kafası içinde bir beyin var ki, senin benim gibi bir ana babanın evladının, âdeta meta misüllü haraç mezat satılmasını bir türlü kabul ve hazmedemiyor. Cenab-ı Hak herkesi hürriyet-i şahsiyesine sahip olarak yaratmış olduğu halde bir insanın diğer bir insanı taht-ı temellüküne sokabilmesi salahiyetini, fezail-i insaniye ve medeniyeye külliyen mugayir görüyor.”

11 Ahmed Midhat Efendi, Müşahedat, (Haz. Fazıl Gökçek), İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013, s. 164. 12 Ahmet Midhat Efendi, Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar (Haz: Ali Şükrü Çoruk), Ankara: TDK

(8)

Bu tespitler gösteriyor ki, Ahmet Midhat ve Emin Nihat Osmanlı Devleti içinde uygulanan kölelik kurumunu olumlu ve olumsuz yönleriyle ortaya koyuyorlar, fa-kat aynı zamanda her ikisi de bu kuruma karşı bir tavır sergiliyorlar. Samipaşazade Sezai, kurumu tamamen kötü yönleriyle ortaya koyarak eleştirir. Namık Kemal ise, kurumun bazı olumlu yanlarının bulunduğunu kabul etse de, sonuçta kurum hakkında pek olumlu düşünmez. Görüldüğü gibi bu kuruma karşı olmak hepsinin ortak nokta-sıdır. Bu tavır, elbette dönemin Türk entelektüelinin de ortak düşüncesinin ürünüdür. Benimsenen düşüncenin, son tahlilde Osmanlı sınırları içinde kölelik kurumunun ya-saklanmasında önemli bir katkısının olduğu muhakkaktır.

KAYNAKLAR

Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey’le Rakım Efendi, (Haz. Şerife Çağın), İstanbul: Özgür Yayınları, 2003, s. 149.

, Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar (Haz. Ali Şükrü Çoruk), Ankara: TDK Yayınları, 2000.

, Müşahedat, (Haz. Fazıl Gökçek), İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013.

Emin Nihat, “Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti”, Müsameretname (Haz. Sabahattin Çağın-Fazıl Gökçek), İstanbul: Özgür Yayınları, 2003.

Evin, Ahmet, Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul, 2004.

Karaman, Prof. Dr. Hayreddin, vd. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkan-lığı Yayınları, C. II, s. 64; C. III, s. 419; C. IV, s. 24.

Ortaylı, İlber, Osmanlı Toplumunda Aile, 8. b., İstanbul, 2007, s. 108. Parlatır, İsmail, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, Ankara, 1992. Saraçgil, Ayşe, Bukalemun Erkek, İstanbul, 2005.

Şemşirgil, Ahmet, “Padişah Hanımları”, Tarih ve Düşünce, nr. 8, Ağustos, 2001. Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 4. b., İstanbul, 1976, s. 292.

Referanslar

Benzer Belgeler

sayısından sonra (15 Nisan 1861) ayrılmış, 1862’de kendi gazetesi olan Tasvir-i Efkâr’ı yayımlamaya başlamıştır. Ayrıca, Agâh Efendi’nin hırslı, sabırsız

Dolayısıyla yaklaşık 12 yıllık yakın bir zaman dilimi itibariyle günümüz animasyon sinemasıyla ilgili 15 Ersin Kozan, “Üç Boyutlu (3D) Dijital Animasyon Teknolojisinin

Bizim olgumuzda kistler bazı alanlarda küboidal epitel ile döşeli iken diğer bazı alanlarda döşeyici epitelin psödostratifiye silyalı epitel halinde olduğu saptandı,

Sokak çocukları/Sokakta yaşayan çocuklar Çeşitli nedenlerle yaşam standartlarının altında geçirdikleri çocukluk sürecinin ardından suça sürüklenme riski

İşitme cihazı almak için başvuran hastalardan yalnızca bir tanesinde iyi kulağın işitmesi normaldi ve total işitme kayıplı kulak için alternatif tedavileri öğrenmek

Ayşe Buğra ve Osman Savaşkan tarafından alan araştırmasına dayanarak or- taklaşa yazılan “Türkiye’de Yeni Kapitalizm (Siyaset, Din ve İş Dünyası)” adlı kitap,

Kitabın temel meselesi, genelde Türk toplumunun, özelde ise Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında iktisadi ola- rak “geri kalmasına” sebep olan zihniyetin ve bu zihniyete

Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal’in metinlerinde Osmanlı siyaset düşünürlerince “ideal düzen” olarak tanımlanan Kanuni ve Yavuz dönemlerine ait