• Sonuç bulunamadı

Soğuk savaş sonrası dönemde Güney Kafkasya'da küresel rekabet

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Soğuk savaş sonrası dönemde Güney Kafkasya'da küresel rekabet"

Copied!
122
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE GÜNEY

KAFKASYA’DA KÜRESEL REKABET

Yüksek Lisans Tezi

Meryem ŞAHBAZ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Demet Şefika MANGIR

(2)
(3)
(4)

I İÇİNDEKİLER KISALTMALAR………III ÖZET………IV SUMMARY……….V GİRİŞ……….1 Tezin Konusu………....4

Tezin Amacı ve Önemi……….5

Tezin Metodolojisi………6

I. BÖLÜM SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE ULUSLARARSI SİSTEMDEKİ DEĞİŞİMLER 1.1. İki Kutuplu Dünya Sisteminin Sona Ermesi……….…………7

1.2. Küresel ve Bölgesel Güçlerin Güvenlik Algılarındaki Değişimler……….10

1.3. Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi ve Uluslararası Örgütler………..16

II. BÖLÜM KAFKASYA 2.1. KAFKASYA BÖLGESİ……….………22

2.2. KAFKASYA’NIN STRATEJİK KONUMU VE JEOPOLİTİK ÖNEMİ…………..24

2.3. GÜNEY KAFKASYA ÜLKELERİ……….………..32

2.3.1. Azerbaycan……….………....32

2.3.2. Ermenistan………...38

2.3.3. Gürcistan………....…41

III. BÖLÜM SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL VE BÖLGESEL GÜÇLERİN GÜNEY KAFKASYA POLİTİKALARI 3.1. KÜRESEL GÜÇLERİN GÜNEY KAFKASYA POLİTİKALARI VE YENİ BÜYÜK OYUN……….50

3.1.1. ABD’nin Güney Kafkasya Politikası……….……51

3.1.2. Rusya’nın Güney Kafkasya Politikası……….……..57

(5)

II

3.2. BÖLGESEL GÜÇLERİN GÜNEY KAFKASYA POLİTİKALARI…………..….67 3.2.1. Türkiye’nin Güney Kafkasya Politikası………..….67 3.2.2. İran’ın Güney Kafkasya Politikası………..72 3.3. ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN GÜNEY KAFKASYA POLİTİKASI………...76 SONUÇ………..84 HARİTALAR………..……..88 KAYNAKÇA………...……102

(6)

III

KISALTMALAR

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AGİK: Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı AGİT: Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı BM: Birleşmiş Milletler

BDT: Bağımsız Devletler Topluluğu BP: British Petrol

BTC: Bakü-Tiflis-Ceyhan BTC: Bakü-Tiflis-Erzurum

COMECON: Council for Mutual Economic Aid (Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi) DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü

IMF: International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu) INOGATE: Interstate Oil and Gas Transport to Europe KAİK: Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi

KEİÖ: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü MC: Milletler Cemiyeti

NATO: North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Anlaşması) RF: Rusya Federasyonu

SOCAR: State Oil Company of Azerbaijan Republic (Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi)

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

TANAP: Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi TİKA: Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı

TP: Türkiye Petrolleri

TRACECA: Transport Corridor Europe Caucasus and Asia (Avrupa Kafkasya Asya Ulaştırma Koridoru)

(7)

IV ÖZET

Güney Kafkasya bölgesi jeopolitik ve stratejik özellikleriyle dünya politikasında son derece önemli bir yere sahiptir. Tarih boyunca çeşitli otoritelerin egemenliği altına giren Güney Kafkasya bölgesi, 18. y.y.’da Rus hakimiyeti altına girmiştir. Sovyet çekilmesinin ardından ise, Güney Kafkasya’da güç ve etki boşluğunu kimin dolduracağı sorunu ortaya çıkmıştır. Gerek sahip olduğu enerji kaynakları ve gerekse jeopolitik konumu nedeniyle küresel ve bölgesel güçlerin ilgi odağı olan Güney Kafkasya’daki güç mücadelesi bölgenin istikrarsızlaşmasına katkı sağlamaktadır. Çatışan güvenlik çıkarları ve kurulan ittifaklar bölgede kutuplaşmaya sebep olmaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak ise Güney Kafkasya’daki çatışma alanı küresel bir boyut kazanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Güney Kafkasya, Soğuk Savaş Sonrası Dönem, Enerji Kaynakları, Jeopolitik, , Güvenlik, Güç Mücadelesi, Çatışma.

(8)

V ABSTRACT

The South Caucasus region has an extremely important place in world politics with its geopolitical and strategic characteristics. The South Caucasus region, which has been dominated by various authorities throughout history, has been under Russian dominance in the 18th century. After the Soviet withdrawal, the question of who would fill the gap of power and influence in the South Caucasus emerged. The power struggle in the South Caucasus, which is the focus of global and regional powers due to its own energy resources and geopolitical position, contributes to the destabilization of the region. Conflicting security interests and established alliances are causing polarization in the region. As a natural consequence of this, the conflict area in the South Caucasus is gaining a global dimension.

Keywords: South Caucasus, Post-Cold War Era, Energy Resources, Geopolitics, Security, Power Struggle, Conflict.

(9)

1 GİRİŞ

Soğuk Savaş’ın sona erip Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından dünya sistemi de köklü bir değişime uğramıştır. Çift kutuplu yapısını geride bırakan uluslararası sistem tek kutuplu haliyle bir “Yeni Dünya Düzeni”ne işaret eder olmuştur. Nasıl ki Soğuk Savaş’ın başlaması uluslararası ilişkilere yeni bir boyut kazandırdıysa, bitişi de temelden bir değişime sebep olmuştur. Bu sürecin sona ermesi ve yeni devlet yapılanmalarının ortaya çıkması ile dünyanın jeopolitik görünümü radikal bir şekilde değişmiştir. Soğuk Savaşın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması sonrasında yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelerden en çok etkilenen bölgelerden biri hiç kuşkusuz Kafkasya’dır. Doğu Bloğu ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ nin dağılmasından sonra ulusların birbirlerine yaklaşımları büyük ölçüde değişmiş, askeri ilişkiler yerini kültürel, siyasal ve ekonomik ilişkilere bırakmıştır. Oluşan yeni konjonktürde Kafkasya; jeostratejik konumu ve enerji potansiyeli açısından büyük öneme sahiptir.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte Kafkasya’da üç ülke bağımsızlığını kazanmıştır. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın bağımsız devletler olarak uluslararası sisteme katılmaları gerek bu ülkelerle bölgesel güçler arasındaki ilişkiler ve gerekse bölgedeki enerji kaynakları için rekabet bakımından yeni parametreler ortaya çıkarmıştır.1 Sovyetler Birliği’nden bağımsızlıklarını kazanan bölge ülkeleri bir dizi sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Öncelikle bu ülkelerin istikrarlı bir demokratik ve ekonomik yapıya sahip olmalarının zaman alacağı anlaşılmaktadır.2 Bu zaman diliminde uluslararası politikanın güç mücadelesine ve çıkar çatışmasına maruz kalan ülkeler, devletleşme süreçlerinde bir takım

1 Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2011, s. 1.

(10)

2

sorunlar yaşamaktadırlar. Bölge, gerek stratejik yapısı ve gerekse jeopolitik önemi nedeniyle bölgesel ve küresel güçlerin dış politikalarının vazgeçilmez parametresi olmuştur.

Sovyet çekilmesinin ardından, Orta Asya ve Orta Doğu’ya yakınlığıyla ve Karadeniz ile Hazar Havzası arasındaki konumuyla stratejik/ekonomik açıdan çekici olan Güney Kafkasya’da güç ve etki boşluğunu kimin dolduracağı sorunu ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede; bölgede 19. yüzyılda İngiliz ve Rus İmparatorluklarının Kafkasya ve Orta Asya’nın kontrolü için mücadelelerine benzer bir mücadeleden, başka bir deyişle ikinci bir “Büyük Oyun”dan bahsedilmeye başlandı. İkinci Büyük Oyun’ da, ilkinden farklı olarak, Avrupa Birliği (AB) gibi, ekonomik anlamda, ulus üstü oluşumların, NATO gibi uluslararası örgütlerin, Lukoil gibi ulusal, British Petrol (BP) gibi çokuluslu şirketlerin Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya Federasyonu (RF), Türkiye, İran, Çin, İsrail, Hindistan gibi devletlerin katılımıyla çok sayıda ve çeşitte oyuncu yer almıştır.

Kafkasya’nın coğrafi konumu etnolojik oluşumlarda, tarihin akışında çok etkili olmuştur. Tarih boyunca önemini her daim canlı tutan Kafkasya’nın jeostratejik önemi günümüzde de devam etmektedir. Kafkasya halklarının sosyo-kültürel yapıları Kafkasya’yı tarih boyunca dışarıdan etkileyen çeşitli kavim ve medeniyetlerle yakından ilişkilidir. Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar Kafkasya’daki farklı ırklar ve etnik gruplar birbirleriyle kaynaşırken, ortak hayat felsefesi, benzer adet ve gelenekler, ortak tarihten oluşan Kafkas kültürü etrafında birleşmişlerdir. 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla sona eren Soğuk Savaş’ın ardından yeniden yapılanma sürecine giren uluslararası sistemde, yeni bağımsız devletlerin katılımıyla Güney Kafkasya gibi bölgesel alt sistemler ortaya çıkmıştır. Nitekim SSCB’nin dağılmasıyla Kafkasya devletler arasındaki sınırlarla Kuzey ve Güney olarak iki bölgeye ayrılmıştır. Kuzey Kafkasya, Rusya’nın parçası iken, Güney Kafkasya’daki, üç bağımsız devlet ise Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan’dır. Güney Kafkasya’ya Moskova’dan bakıldığında, Kafkas dağlarının ardında kaldığı için Kafkas-ötesi anlamına gelen Transkafkasya da denir. Daha realist bir bakışla konuya yaklaşacak olursak gerçekte bilimsel açıdan tek bir Kafkasya vardır. Masa başında uydurulmuş olan Kuzey Kafkasya-Güney Kafkasya isimleri o bölgenin tarihi, etnik, sosyolojik ve kültürel gerçeklerine uymamaktadır.

ABD gibi bir süper gücün, hem Orta Doğu petrolleri hem de Hazar Havzası petrolleri üzerinde hâkim konuma gelmesinin petrole bağımlı büyük devletleri ne gibi bir sıkıntıya

(11)

3

düşüreceği gayet açıktır. Bu nedenle ABD Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Güney Kafkasya ile yakından ilgilenir olmuştur. Kafkasya’nın ABD için bir diğer önemi ise; Kafkasya’nın Orta Asya’ya açılan bir kapı olarak görülmesinden ileri gelmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse; Kafkasya ABD açısından Orta Asya’ya ulaşımı sağlayan bir ana yol niteliğindedir. Bu ana yoldaki en büyük ve en önemli durak ise; Azerbaycan’dır. Zira Azerbaycan tamamen Moskova’nın hâkimiyeti altına girerse Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı anlamsız hale gelecektir. Dolayısıyla; ABD, İran ve Rusya’nın bölgede etkin duruma gelmesini önlemeye, enerji kaynakları üzerinde etkinlik kurmaya çalışırken bölge devletlerinin toprak bütünlüğünü korumak için elinden geleni yapmaktadır.

Rusya’nın, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan üç Kafkasya cumhuriyetine yönelik politikası, genel dış politikasındaki tartışmalar ve stratejik beklentileri çerçevesinde şekillenmiştir. Rusya Yakın Çevre politikasını uygulamaya başlamasıyla birlikte Kafkasya’da istemediği yönetimleri devirmeye ve bölgede askeri kuvvet bulundurmaya yönelmiştir.3 Kafkasya Rusya için Avrupa ile Orta Asya arasında bir geçiş köprüsü olmasının yanısıra, Karadeniz ve Hazar Denizi’ne kıyısı olması sebebiyle Rusya’nın Karadeniz-Boğazlar-Akdeniz yolu ile Süveyş Kanalı’na inebilmesine imkân sağlaması yönünden de, Rusya’nın stratejik menfaatleri açısından son derece önemli jeopolitik bir bölgedir. Ayrıca Kafkaslar Rusya’nın Akdeniz, Afrika ve Orta Doğu yolu üzerindeki tek geçit yeri olması hasebiyle de önemlidir.4

Kafkasya’da belirgin bir şekilde iki kutuplu yapı oluşmuş durumdadır. Bir kutupta Ermenistan, Rusya ve İran yer alırken, diğer kutupta, Gürcistan, Azerbaycan, Batı Avrupa, ABD ve Türkiye yer almaktadır. Kafkasya’yı Avrupa’ya açılan bir kapı olarak gören ve artan nüfusuna enerji kaynağı tesis etmeye çalışan Çin ise; daha çok Orta Asyaya yakınlığıyla bilinirken Kafkasya üzerinde de, Batı’nın bu bögede etkili olmasının önüne geçmeyi amaçlayan bir takım politikalar geliştirmektedir.

Kafkasya’ya biraz daha yakından bakılacak olursa; dünyanın çatısı olarak adlandırılan bu bölgeye hâkim olan gücün dünya politikasına yön vermek için en büyük kozlardan birini elde etmiş olacağı ortadadır. Bir kolu Avrupa’da ve bir kolu da Asya’da yer alan Türkiye’yi de Kafkasya’dan ayrı ele almak mümkün olmayacaktır. Ayrıca Kafkas’lar,

3 Kasım, a.g.e., s. 125.

4 Okan Mert, Gürcistan'ın Kafkaslarda Jeopolitik Önemi ve Türkiye'nin Kafkasya Politikasında Gürcistan, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli: Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, 2004, s. 8.

(12)

4

Türkiye açısından, hem Türk Cumhuriyetleri ile bir köprü görevi, hem de Rusya ile Türkiye arasında bir tampon görevi görmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin Kafkaslarda en güvendiği ülke kuşkusuz Azerbaycan’dır. Bu nedenle Türkiye Azerbaycan’a kol kanat germek ve bu ülkeyle ortak işbirliğini geliştirmek zorundadır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Kafkasya’da yeni bağımsız ülkelerin ortaya çıkması bölgesel güç konumundaki İran’ın dış politikası açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. Öncelikle; Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasında çoğunluğu Müslüman nüfusa sahip olan ülkelerin ortaya çıkması İran’ın dış politikası açısından yeni bir ilgi alanı olmuştur.5 İran’ın stratejik düşüncesinde Kafkasya daima güvenlik algısı ile özdeşleşmiştir. Bunun nedeni Rusya’nın varlığı ve Kafkasya’nın devrimci fikirlerin giriş koridoru olarak görülmesidir. İran, bölgedeki enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara aktarılmasında kendisini alternatif bir güzergâh olarak değerlendirmektedir. Fakat özellikle ABD böyle bir projenin gerçekleştirilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır. Batı nezdinde radikal İslam’ın temsilcisi olarak görülen İran’ın bölgede söz sahibi olması endişe verici olarak nitelendirilmektedir. İran’ın bölgeyle ilgili politikasının temelini ise; Ermenistan ile bağların güçlendirilmesine ve Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan’ın sindirilmesine yönelik politikalar oluşturmaktadır. İran Rusya’nın Kafkasya meselelerinde aktif rol üstlenmesini istememekle beraber çıkarları gereği Moskova ile çatışmaktan kaçınmakta ve bölgede Türkiye’ye olan güvensizliği kullanmaktadır.

Tezin Konusu

Soğuk Savaş sonrası Güney Kafkasya’da Küresel Rekabet adlı çalışma, kapsamı ve

konunun ele alınış biçimi itibariyle geniş bir perspektife sahiptir. ABD’den Rusya’ya, AB’den Çin’e, Türkiye’den İran’a ve daha birçok dünya ülkesine kadar geniş tutulabilecek bir konudur. Bu kadar çok aktörü ilgilendirmesinin sebebi ise; şüphesiz ki, geçmişten günümüze hep diri kalan, jeopolitik ve jeostratejik öneminden kaynaklanmaktadır. Ancak bu çalışma kapsamında söz konusu genişlik belirli sınırlamalarla daraltılarak konu; üç büyük güç olan ABD, Rusya ve Çin, bölgesel güç olan Türkiye ve İran ile uluslararası örgütler üzerinden analiz edilecektir. Takdir edilir ki, Kafkasya gibi şahsına münhasır bir bölge ancak daha uzun ve kapsamlı bir çalışma ekseninde tüm dünya çapında ele alınarak çalışılabilirdi.

5 Kasım, a.g.e., s. 142-43.

(13)

5

Soğuk Savaş sonrası Güney Kafkasya’daki küresel rekabeti anlamak adına çalışmanın ilk bölümünde; Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası ilişkilerde yaşanan değişimler irdelenecektir. Söz konusu analiz; sistemin yapısı, güvenlik algısı, uluslararası örgütlerin değişim ve dönüşümü üzerinden yapılarak yeni dünyadaki küresel rekabete ayna tutulmaya çalışılacaktır.

Çalışmanın ikinci bölümünde; genel olarak Kafkasya bölgesinden bahsedilecek olup, bölgenin stratejik konumu ve jeopolitik önemi üzerinde durulacaktır. Kafkasya’nın jeopolitik önemine değinilirken ise; jeopolitik teoriler ele alınarak, devletin dış politikası ve jeopolitiği arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışılacaktır. Devamında; Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın devletleşme süreçleri, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik yapıları ele alınacak ve güvenlik alanında da bazı tespitler yapılacaktır. Yer altı kaynakları bakımında zengin olan Azerbaycan’ı, coğrafi konumu itibariyle bir transit ülke olmanın avantajını ve dezavantajını yaşayan Gürcistan’ı, dış ilişkiler bağlamında politikalarını tarihi iddialara ve lobilere dayandırarak çıkarını maksimize eden, Rusya’ya ve Batı’ya yakınlığıyla bilinen Ermenistan’ı ele alırken analizler dış politika bileşenlerini ihmal etmeden yapılacaktır.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise; asıl konu olan Soğuk Savaş sonrası dönemde küresel ve bölgesel güçlerin Kafkasya politikaları, söz konusu Kafkasya devletleri ekseninde anlatılacaktır. Bu doğrultuda küresel güçler kısmında; ABD ile başlatılan çalışma, Rusya ve Çin ile devam edecek, bölgesel güçlerde ise; Türkiye ve İran ele alınacaktır. Ardından; Soğuk Savaş sonrası Güney Kafkasya’da yaşanan küresel rekabette uluslararası örgütler de ihmal edilmeyerek bölgesel ve küresel örgütlerin Güney Kafkasya politikaları üzerinde durulacaktır.

Tezin Amacı ve Önemi

20. y.y.’ın başlarında uluslararası sistemin en belirgin özelliği uluslararası ilişkilerin devletler düzeyinde cereyan etmesi ve bu ilişkilerde güç politikasının etkinliğini sürdürmesiydi. Günümüz uluslararası ilişkilerinde çeşitlenen aktör sayısı ve değişen güç unsuru ikili ve çoklu ilişkilerin mahiyetini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu eksenden bakıldığında, Kafkasya’daki tarihi mücadele aynıymış gibi gözükse de gerek aktör sayısının nicelik ve nitelik yönünden farklılığı ve gerekse güç unsurunun içeriğindeki değişimler, içinde bulunulan rekabetin temelini oluşturmaktadır. Bu gelişmeler ışığında; çalışmanın

(14)

6

temel gayesi, Soğuk Savaş’ın ardından bağımsızlığını kazanan Güney Kafkasya bölgesinde mevcut olan istikrarsızlığın temel nedenlerini ortaya koymaktır. Bu doğrultuda bölgede; siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri alanda verilen mücadelenin tarafları incelenerek, giderek daha fazla çatışma alanına dönüşen Güney Kafkasya’daki huzursuzluğun kaynağı tespit edilmeye çalışılacaktır.

Tezin Metodolojisi

Süreç takibi yöntemiyle vaka analizi yapılacak olan bu çalışmada birinci ve ikinci düzey kaynaklardan yararlanılarak; Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi, Uluslararası Hukuk ve Ekonomi’ye dair literatür taraması gerçekleştirilmiştir. Bunların dışında herhangi bir uygulamalı çalışma yapılmamıştır.

(15)

7

BİRİNCİ BÖLÜM

SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE ULUSLARARASI SİSTEMDEKİ DEĞİŞİMLER

Bilindiği üzere; başta I. ve II. Dünya Savaşları olmak üzere, 20. yüzyıl, uluslararası dengelerin hızla değiştiği bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç boyunca dünya siyasetindeki güç ve çıkar mücadeleleri uluslararası sistemin yapısını temelden etkilemiştir. 20. yüzyılın birinci yarısının sonuna doğru başlayan ve Sovyetlerin çöküşüyle son bulan Soğuk Savaş dönemi de söz konusu güç mücadelelerinden birisine tanık olmuştur. Miladı Sovyetler Birliği’nin dağılmasına dayanan Soğuk Savaş’ın sona erme durumu dünya siyasetine yeni bir boyut kazandırmıştır.6 Yeni oluşan konjonktürde uluslararası sistemin yapısına dair tartışmalar ilk sırayı almıştır. Ardından, gerek Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve gerekse küreselleşme sürecinden kaynaklanan bir takım nedenlerle uluslararası aktörlerin güvenlik algılarında bir takım değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. Son olarak ise; NATO ve BM gibi uluslararası örgütlerin yeni oluşan uluslararası sistemdeki yerlerinin ne olacağı meselesi de 1990’larla tartışılmaya başlanmıştır.

1.1. İki Kutuplu Dünya Sisteminin Sona Ermesi

Sovyetlerin dağılması, bir yandan iki kutuplu dünya sisteminin sonunu getirirken, diğer yandan ABD’nin güç mücadelesinin galibi olduğunu göstermiştir.7 Bunun doğal bir sonucu olarak ise; bazı düşünürler askeri, ekonomik ve siyasi anlamda ABD’nin tek süper güç olduğunu ve bu gücün kudretine erişebilecek başka bir aktörün bulunmadığını iddia

6

Seval Gökbaş, “Çok Kutuplu Yeni Dünya Düzeninde ‘Güvenlik’ Algısı”, http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/1113/cok_kutuplu_yeni_dunya_duzeninde_%E2%80%98guvenlik_algisi (21.12.2016) 7 Bilgehan Emeklier, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi”,

http://www.bilgesam.org/incele/1901/-soguk-savas-sonrasi-uluslararasi-sistemin-analizi/#.WO6GVWmLTIU

(16)

8

etmeye başlamışlardır.8 S. Huntington, F. Fkuyama, Z. Brzezinski gibi isimlerin ortaya koyduğu çalışmalarda net bir şekilde görüldüğü üzere, yeni kurulan dünya düzeninde, ABD hegemon güç ve onun bayraktarlığını yapmış olduğu liberal ekonomi, demokrasi, kapitalizm gibi unsurlar ise, modern devlet çizgisinin olmazsa olmazları olarak tüm dünyaya duyrulmuştur. Bu doğrultuda, gerek Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsız birer devlet olarak dünya siyasetinde yerini alan Orta Asya ve Kafkasya devletleri ve gerekse Doğu Bloğu içerisinde bulunan ve komünizm ideolojisiyle yoğrulan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri liberal ekonomi ve demokrasi ışığı altında biçimlendirilecekler listesinde ilk sıraları almışlardır.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber, uluslararası sistemin yapısı köklü bir biçimde değişime uğramıştır. “Yeni Dünya Düzeni”9 söylemlerinin sıkça yer aldığı bu dönemde, dünyayı nelerin beklediğine dair farklı görüşler bulunmaktaydı. Bazıları, kaos ortamının giderek arttığına vurgu yaparken, diğerleri süper gücün egemenliğinde barış ve istikrar ortamından bahsetmekteydi. Ancak, kalıcı barış ortamına dair umut dolu bakış açıları Balkanlar, Orta Doğu ve Afrika, Orta Asya ve Kafkasya gibi pek çok bölgede meydana gelen huzursuzluklarla beraber anlamını yitirmeye başlamıştır.10

Dünya siyasetinde meydana gelen çatışmalarda uluslararası aktörlerin sergilemiş olduğu davranışlar, oluşan yeni uluslararası sistemin yapısını az çok belli eder olmuştur. 1990’larla beraber ABD’nin dünya siyasetindeki hareket alanının artmasıyla beraber, kendisinin tek süper güç olduğu yönündeki iddialar da yayılmaya başlamıştır. Gerçekten de bu dönemde ABD’ye rakip olacak veya tehdit teşkil edecek bir aktör ortaya çıkmamıştır.

Sovyetler Birliği Gorbaçov dönemiyle beraber liberal ve demokratik bir siyasi yapıya geçme çalışmalarına başlamış, serbest piyasa ekonomisine uyum sağlamak açısından önemli adımlar atmıştır.11 Bu sürecin sonunda dağılma dönemine giren ve toprak kayıpları yaşayan Sovyetler Birliği’nin ardından kurulan Rusya Federasyonu, 1991-2000 yılları arasında, dağılmanın vermiş olduğu bir düzensizlik neticesinde iç politikaya odaklanmış ve

8 Şenol Kantarcı, “Soguk Savas Sonrası Uluslararası Sistem: Yeni Sürecin Adı Koalisyonlar Dönemi mi?”,

Güvenlik Stratejileri Dergisi, Cilt: 8, No: 16, 2013, s. 60.

9https://www.youtube.com/watch?v=UEoNCdT2UIo (15.12.2016) 10

Ramazan Gözen, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası İlişkiler: Küreselleşme Perspektifi”,

http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/07/08-ramazan-gozen-soguk-savas-sonrasi-donemde-uluslararasi-iliskiler-.pdf (15.12.2016)

11Ayben Çevik, Tek Kutupluluktan Çok Kutupluluğa Doğru Yeni Dünya, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Başkent Üniversitesi, 2015, s. 100.

(17)

9

uluslararası siyaseti takip etmekten, güç ilişkilerine adapte olmaktan uzak kalmıştır. Tam da bu zaman diliminde yaşanan Körfez Savaşı, Bosna-Hersek ve Kosova krizleri ABD’nin manevra kabiliyetini arttırmış ve yeni dünya düzeninin ilk parametrelerini belirlemiştir.

Ağustos 1990’da Kuveyt’i aniden işgal eden Irak, dünya petrol üretiminin %7’den fazlasına sahip olarak, ABD başta olmak üzere Batı dünyasının bölgedeki enerji çıkarlarını tehdit eder hale gelmiştir.12 Irak’a karşı ilk etapta askeri bir müdahaleden kaçınan ABD, Birleşmiş Milletler (BM) ekseninde kararlar çıkmasına ön ayak olarak, hem uluslararası alanda meşruiyet elde etmeyi hem de bir çöl harekâtı için zaman kazanmayı hedeflemiştir.13 Yeterli uluslararası desteği ve meşruiyeti sağlayan ABD, Irak müdahalesini çok da geciktirmeden uluslararası tehdidin ortadan kaldırılmasında baş aktör görevini üstlenmiştir. Eski düşmanı Rusya’dan da gerekli desteği gören Amerika, tek kutuplu sistemde yegâne hegemon güç olduğunu ilan etmek istercesine, Irak’a gereken dersi vermiş ve enerji güvenliğini sağlamıştır.

Körfez Savaşı’nın akabinde gerçekleşen Bosna-Hersek sorunu da ABD’nin hegemon gücünü gösteren bir diğer gelişmedir. ABD, Bosna krizinin Avrupa’nın iç meselesi olduğunu düşünerek, sorunlara hemen müdahale etmekten kaçınmış ve sorunun çözümünü Avrupa ülkelerine bırakmıştır. Fakat ilerleyen zamanlarda Avrupa devletlerinin bu konudaki yetersizliği gün yüzüne çıkınca Washington’un bölgedeki etkinliği artmaya başlamıştır.14 Sonuçta, Bosna-Hersek krizi ABD’nin öncülüğünde Dayton Antlaşması ile düzenlenmiş ve ABD’nin kendi bölgesinden oldukça uzaklıktaki topraklarda bile otorite sahibi olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemde, ABD’nin etkin güç olduğunu gösteren bir diğer olay da Kosova krizidir. Yugoslavya’nın dağılmasıyla beraber ortaya çıkan istikrarsızlık Bosna -Hersek sorunu ile sınırlı kalmamış, Dayton Antlaşması’ndan kısa bir süre sonra benzer sorunlar Kosova’da Sırp iktidar ve Arnavut muhalefet arasında yaşanmaya başlanmıştır.15 ABD, Bosna krizindeki ağırdan alma durumunun vermiş olduğu olumsuz sonuçları göz önünde bulundurarak, sorunlar tüm Avrupa’yı sarmadan olaya müdahale etmiş, bir Temas

12 Hasan Yılmaz, “Irak’ta Muhalefet ve ABD’nin Irak Politikası”, Avrasya Dosyası, Cilt: 6, Sayı: 3, 2003, s. 68-69.

13 Çevik, a.g.e., s. 108.

14 Tayyar Arı, Ferhat Pirinçci, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt: 3, Sayı: 1, 2011, s. 4.

(18)

10

Grubu bünyesinde yapılan barış planlarına ön ayak olmuş ve NATO’yu da harekete

geçirerek sorunun çözümünde merkezi bir rol üstlenmiştir.16

Gerek I. Körfez Savaşı, gerekse Bosna-Hersek ve Kosova krizleri çerçevesinde ABD’nin izlemiş olduğu politikalar ve aldığı sonuçlar, Soğuk Savaş sonrası dönemin tek kutupluluğa doğru evrildiği konusunda şüphe bırakmayacak gelişmelerdir. Fakat ABD’nin tek kutuplu uluslararası sistemin yegâne süper gücü olduğu konusundaki iddialar, 11 Eylül saldırısı ile sorgulanacak bir hal almış ve uluslararası sistemin yapısı hakkındaki tartışmalar yeniden gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

11 Eylül olayının ardından uluslararası terörizm kavramı sık sık kullanılmış, hatta Soğuk Savaş döneminin en azılı düşmanları olan Rusya ve Amerika bu konuda görüş birliği sağlayarak, küresel terörizmle mücadelesde aynı safta yer almışlardır. Fakat söz konusu durumun dünya ülkelerinin geneli için geçerli olduğunu söylemek doğru bir ifade olmayacaktır. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan ve Irak’a yapmış olduğu müdahalenin şekli ve mahiyeti pek çok ulus devleti rahatsız eder olmuştur.

Soğuk Savaş sonrası dönemde bahsedilmesi gereken bir diğer husus da, insan

haklarıdır. Söz konusu kavramının genişlediğinden ve giderek sosyo-ekonomik bir durumu

işaret ettiğinden bahsetmek mümkündür.17 Bilindiği üzere; Soğuk Savaş sonrası dönemde, özellikle ABD’nin Kosova müdahalesiyle birlikte, uluslararası ilişkilerde insan hakları kavramı daha çok değer kazanmaya başlamıştır. Ancak, ABD’nin 11 Eylül olayının ardından, Irak ve Afganistan’a yapmış olduğu askeri müdahalelerde insan haklarını müdahale nedenlerinden biri olarak göstermesi, söz konusu kavramın dış politika aracı olarak kullanılmasının önünü açtığı ileri sürülmektedir.18 Bu durum da Westphalia’dan bu yana uluslararası sistemin kurucu ilkelerinden olan iç işlerine karışmama (non-intervention) ilkesinin esnemesine sebebiyet vermektedir.

1.2. Küresel ve Bölgesel Güçlerin Güvenlik Algılarındaki Değişimler

Soğuk Savaş süreci boyunca askeri olarak değerlendirilen güvenlik kavramı, 1990’lardan günümüze kadar gelinen süreçte içerik zenginleşmesine uğramıştır. Bu bağlamda; siyasi, sosyal, ekonomik, çevresel hususlar da güvenlik konuları içerisine dâhil

16 Çevik, a.g.e., s. 116-117.

17http://www.akademikbakis.org/eskisite/17/2yenidunya.pdf (27.12.2016)

18 Kerem Batır, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Amerikan Müdahaleciliği ve Uluslararası Hukuk”, Yönetim

(19)

11

edilmiştir.19 Bu durumun temel sebebinin küreselleşme süreci olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki; devletin güvenliğine yönelik var olan tehditlerin genişlemesi ve çeşitlenmesi güvenlik algısında derin dönüşümler yaşatmıştır. Elbette bu durum, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkan bir olgu değildir. Devletlerin güvenlik konusundaki algı değişimleri 1960’larda küreselleşmenin ivme kazanmasıyla ortaya çıkmış ve 1990’ların ardından daha da derinleşmeye başlamıştır.20 Küreselleşmenin getirmiş olduğu gelişmelerle beraber geleneksel tehdit anlayışı tarihe karışmış ve bu anlayış yerini yeni tehdit algılarına bırakmıştır. Buna ek olarak, hâlihazırda var olan fakat güvenlik tehdidi kapsamında yer almayan bazı unsurlar da tehdit algısı içerisine dâhil olmuştur.21

Bilindiği üzere; Westphalia ile ulus-devlet uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. O tarihten beri de, “Devlete tehdit oluşturabilecek aktör

yine bir devlettir” düşüncesinden hareket edilmiştir. Dolayısıyla, tüm güvenlik algıları ve

ulusal güvenlik mahiyetinde alınan tedbirler bu ölçüde anlam ifade eder olmuştur. Fakat 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye karşı gerçekleştirilen saldırı, bahsi geçen güvenlik algısını dönüşüme uğratmıştır. Bu tarihte, ABD’nin tüm dünyayı şaşkına çeviren bir terörist saldırıya maruz kalmasıyla, uluslararası ilişkilerde asimetrik tehdit kavramı tartışılır olmuş ve yeni mücadele asimetrik savaş adını almıştır.22

11 Eylül saldırısı uluslararası ilişkilerin temel aktörü olan devletlere büyük bir ders niteliği teşkil etmiştir. Öyle ki; bir devlet için, güvenliğin her şeyin önünde olduğunu göstererek, askeri yatırımların gerekliliğini bir kere daha gözler önüne sermiştir. Diğer yandan, devletin tehdit algılamasını değiştirerek, uluslararası ilişkilerde saldırı potansiyeline sahip tek aktörün devlet olmadığını tüm dünyaya göstermiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde devletlerin güvenlik politikalarına konu olan bir diğer husus da, çevredir. Çevresel güvenlik esas olarak 1970’lerde konuşulmaya başlasa da, bu kavramın literatüre girmesi 1990’lar ile mümkün olmuştur.23 Çevresel problemlerin insan

19 Arda Özkan, “Güvenlik Paradigmasında Sınır Aşan Bir Çevre Sorunsalı: “Nükleer Zarar””, Alternatif

Politika, Cilt: 8, Sayı: 1, 2016, s. 133.

20 Bilal Karabulut, Küreselleşme Sürecinde Güvenliği Yeniden Düşünmek, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, 2009, s. 120-121.

21

A.g.e., s.c201.

22 Barış Gürsoy, Soğuk Savaş Sonrasında Çok Yönlü Tehdit Algılamaları: Asimetrik Tehdit, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi, 2004, s.120.

23 Tarık Ak, “Çevre ve Güvenlik İlişkisi Bağlamında Çevresel Güvenlik Kavramı”, Atılım Sosyal Bilimler

(20)

12

güvenliğine tehdit oluşturması çevre ve güvenlik arasındaki ilişkinin derinleşmesine sebep olmuştur. Hava, su ve toprak kirliliği sonucunda bozulan ekolojik dengenin devletlerin siyasi istikrarsızlığına yol açacak boyutlara ulaşmasıyla çevre sorunları uluslararası boyut kazanmıştır.24 Devletin mahiyeti içerisinde değerlendirilen çevresel güvenlik politikaları, bu özelliği açısından geleneksel güvenlik anlayışının değiştiğini gösterir niteliktedir.25

Çevre sorunlarının güvenlik açısından bu denli önemli olmasının temel nedeni, başta insan olmak üzere pek çok canlının hayatını tehdit ediyor olmasıdır. Ulus devletin, en temel görevi olan; ‘vatandaşının güvenliğinin sağlama’ konusunda yetersiz kalması, çevre alanında ortaya çıkan sınır aşan sorunların uluslararası platformda çözüme kavuşturulması gerekliliğini doğurmuştur. Bu çerçevede, 1970’li yıllarda kaynak sorunu ön plana çıkmış, 1973 petrol krizleri de söz konusu kaynak kıtlığının ne denli önemli olduğunu ispatlamıştır. 1990’lı yıllarla beraber küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliği tartışılır hale gelmiştir.26 Diğer yandan, özellikle Soğuk Savaş dönemiyle başlamak üzere, devletlerin giderek daha fazla askeri güvenliğe önem vermelerinin doğal bir sonucu olarak, nükleer silahlanma girişimleri sonucunda ortaya çıkan kitle imha silahları üretiminin yaygınlaşması, çevre güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir. Öyle ki; 1986 yılında yaşanan Çernobil faciası ve 2011’de gerçekleşen Fukişima kazası nükleer çalışmalar sürerken, risk ihtimalinin hala yüksek oranda var olduğunu kanıtlar niteliktedir.27 Gerçekleşen kazalar sonucu yaşanan felaketlere rağmen devletlerin hala nükleer silahlanmaya eğilim göstermesi, çevre sorunlarını çözmedeki istekliliğin inandırıcılığını da zedeler hale getirmiştir.

Çevre kirliliği, küresel ısınma ve iklim değişikliği, ozon tabakasının incelme sorunu, giderek daha fazla yayılan sera gazlarının olumsuz etkileri, kıt kaynakların bilinçsiz kullanımı gibi pek çok çevresel sorun devletleri uluslararası işbirliğine mecbur bırakmıştır.28 Bu çerçevede; özellikle BM bünyesinde bir takım uluslararası faaliyetler başlatılmıştır. 1972’de Stockholm’de toplanan BM İnsani Çevre Konferansı, 1982’de imzalanan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, 1988’de gerçekleştirilen Uluslararası İklim Değişikliği Paneli, 1992’de

24 Özkan, a.g.m., s. 135. 25 Ak, a.g.m., s. 109.

26 Andrew Heywood, Küresel Siyaset, Çev. Nasuh Uslu, Haluk Özdemir, Ankara: Adres Yayınları, 2014, s. 456-458.

27 Özkan, a.g.e., s. 143-145.

28 John Vogler, “Küreselleşmenin Çevresel Boyutları ve Güvenlik Stratejilerine Etkileri”, Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik, SAREM Birinci Uluslararası Sempozyum Bildirileri, İstanbul, 29-30 Mayıs 2003, s. 46-54.

(21)

13

toplanan BM Çevre ve Kalkınma Konferansı, 2009’da gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi bu alanda gerçekleştirilen ulusararası işbirliğine verilebilecek önemli örneklerdir.29

Nükleer silahlanma döneminde ulus devlete yönelik askeri tehditler açık ve anlaşılabilirken, çevresel değişikliklerin vermiş olduğu tehditler kısa vadede anlaşılması güç ve dağınık niteliktedir.30 Bu nedenle devletlerin, çevreyi hala birincil güvenlik meseleleri içerisine dâhil etmediklerini söylemek mümkündür. Üstelik çevre güvenliği konusundaki tartışmalar, Kuzey-Güney arasındaki gerilimi de arttırmıştır. Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ve/veya gelişmekte olan ülkeleri bilinçsiz kaynak kullanımı konusunda eleştirirken, az gelişmiş Güney ülkeleri de gelişmiş ülkelerin yaptığı nükleer çalışmalar neticesinde ekosisteme zarar verildiğini ve bunun faturasının da kendilerine kesildiğini iddia etmektedirler. Sonuç olarak; devletlerin ortak çıkarları ile bireysel çıkarlarının çatışması, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki tartışmalar, ekonomik ve ideolojik bir takım engellerden dolayı, çoğu çevre sorununa çözüm üretilememektedir.31 Buradan da anlaşılacağı üzere, ulus devletin silahlanma yarışı bitmedikçe ve az gelişmiş ülkelerin kalkınma sorunu çözülmedikçe, çevre konusundaki sorunlar çözüleceğe benzememektedir.

Devletlerin güvenliğini tehdit eden bir diğer husus da bilgiyi kontrol edememektir. Özellikle askeri alandaki bilgiler, ulusal güvenliğe halel gelmemesi açısından, devletler tarafından gizli tutulmaya çalışılmaktadır. Fakat 20. yüzyılın sonlarına doğru ivme kazanan küreselleşmenin teknolojik boyutunda meydana gelen ilerlemelerle beraber, söz konusu bilgilerin gizli tutulmasında çeşitli zorluklar yaşanmaktadır.32 Bu zorlukların Soğuk Savaş döneminde görülmediğini iddia etmek yanlış olacaktır. Lakin tam da Soğuk Savaş’ın bitiş dönemine denk gelen bir süreçte bilgi, işlem, iletişim vb. alanlarda üçüncü küreselleşme dalgasının gerçekleştiği düşünülürse, bu zaman diliminden sonra bilgi akışını kontrol etmekteki güçlüklerin giderek artmasını anlamak kolaylaşacaktır.33

Başarısız devletler (failed states) de, güvenlik tehdidi sayılan bir başka unsurdur. Bu

konuda pek çok tanım olmakla beraber, konuya dair yapılan açıklamalarda saptanan bazı ortak yönler düşünüldüğünde makul bir tanım ortaya çıkmaktadır; gerek ekonomik ve gerek 29 Heywood, a.g.e., s. 459. 30 Vogler, a.g.e., s. 54. 31 Heywood, a.g.e., s. 476. 32 Karabulut, a.g.e., s. 122.

33 İsmail Turan Şahin, Küresel Ekonomi ve Küresel Terör İlişkisi Amerika Birleşik Devletleri, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, 2006, s. 6-7.

(22)

14

idari açıdan, içinde bulunulan modern çağın şartlarını gerçekleştiremeyen, kamu düzeni ve güvenliği açısından üzerine düşen temel görevleri yerine getiremeyen devletler başarısız olarak nitelendirilmektedir.34 Bu tür devletlerin, kendi toprakları içerisinde asayişi sağlayamaması bölgesel ve küresel anlamda bir takım tehditlerin önünü açmaktadır. Öyle ki; bu topraklarda terör örgütlerinin hareket serbestliğine sahip olması, uyuşturucu ve silah kaçakçılığının kontrol altına alınamaması en büyük küresel güvenlik tehditlerini oluşturmaktadır.35

Yeni güvenlik anlayışının bir diğer parametresi de etnik ve/veya dini çatışmalardır. Benjamin Miller’a göre, en büyük güvenlik tehdidi; etnik, dini ve cinsel temelde insan hakları ihlallerinde bulunan ve etnik temizliğe girişen devletlerdir.36 Söz konusu çatışmalar, 19. yüzyıl ile başlayan milliyetçilik hareketleriyle başlamış olmasına rağmen, asıl hızlanma dönemi II. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanmıştır.37 Bu çatışmaların, kısa sürede çözülmediği takdirde, bölgesel ve küresel krizlere yol açabilecek potansiyele sahip olmaları, önemli bir güvenlik tehdidi olarak nitelendirilmelerine sebep olmaktadır. Bu sorunların, özellikle etnik çatışmalar göz önüne alındığında, ulusal ve uluslararası güvenliğe en çok tehlike oluşturabilecek yanı ‘örnek teşkil etme’ hususundadır. Aralarında bir fiziksel yakınlık veya temas olmasa bile, bir bölgedeki etnik çatışmalar, dünyanın başka bir bölgesinde yaşayan ve kendisini benzer durumda gören etnik guruplara örnek olabilmektedir.38 Bölgesel anlamdaki bir güvenlik tehdidinden bahsetmek gerekirse, çatışmanın mekânsal bir yayılma potansiyelinin vermiş olduğu tehlikeden bahsetmek mümkündür. Bu durumda ise; durumdan ilk etkilenecek ülkeler, çatışmanın yaşandığı devlet ile sınır komşusu olanlar ve kendisiyle aynı bölgesel birlikteliği paylaşan diğer devletlerdir.

Etnik ve/veya dini çatışmaların bu denli önemli bir güvenlik tehdidi olmasının en temel sebebi, devletlerin söz konusu iç çatışmaları dış politika aracı ve/veya rakibin elini

34 Umut Güner, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Değişen Güvenlik Algılamaları ve Bir Güvenlik Sorunu Olarak

Başarısız Devletler, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi, 2008, s. 29.

35 Necmettin Çelik, Kırılgan-Başarısız Devlet Olgusu ve Terörizm Açmazı, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi, 2014, s. 17.

36

Benjamin Miller, “The Concept of Security: Should it be Redefined?”, The Journal of Strategic Studies, Cilt: 24, Sayı: 2, 2001, s. 15-17.

37http://www.akademikbakis.org/eskisite/17/2yenidunya.pdf (02.01.2017)

38 B. Sarper Ağır, “Güvenlik Kavramını Yeniden Düşünmek: Küreselleşme, Kimlik ve Değişen Güvenlik Anlayışı”, Güvenlik Stratejileri, Cilt: 11, Sayı: 22, 2015, s. 4.

(23)

15

zayıflatacak bir koz olarak kullanmak istemeleridir.39 Diğer yandan, özellikle büyük güçler, başta ABD olmak üzere, bu iç çatışmalar dallanıp budaklanmadıkça ve kriz üst seviyeye ulaşmadıkça müdahale etmek istememektedirler. Bu politikanın altında yatan temel neden ise, müdahaleyi zaruri görmedikçe askeri ve ekonomik zayiattan kaçınmaya çalışmalarıdır.

Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından, yeniden tanımlanan güvenlik kavramının içerisinde en çok konuşulan konulardan bir diğeri de göç olgusudur. 1990’lara değin, daha çok insani müdahale açısından değerlendirilen göç, bu tarihten sonra askeri, ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel açıdan güvenlik kavramı eksininde tartışılır olmuştur.40 Göç olgusu, bu tarihten sonra, Balkanlar, Orta Doğu ve Afrika’da yaşanan etnik ve dini çatışmaların insani krizlere sebebiyet vermesiyle beraber, özellikle politik yönden tartışılmış ve devletler tarafından ‘ulusal güvenlik’ perspektifiyle ele alınmıştır.41 11 Eylül olayı ve ardından; 11 Mart 2004 Madrid’de, 7 Temmuz 2005 Londra’da ve 21 Mart 2012 Toulouseusu’da gerçekleştirilen terör saldırıları göçün devletler tarafından güvenlikleştirilmesini hızlandırmıştır.42

Göç unsurunun giderek daha fazla güvenlik tehdidi olarak algılanması, insani boyutunun geri planda bırakılmasına sebebiyet vermiştir. Öyle ki; devletler göçmenlerin, özellikle de zorunlu göçe maruz kalan insanların, güvenliğini görmezden gelmektedirler. Bu durum da devletler nezdinde, insan güvenliği ile vatandaş güvenliği arasındaki farkı işaret etmektedir.43 Bunun bir sonucu olarak da, göç olgusunun kolektif olarak düzene sokulması imkânsız gibi görünmekte ve her devlet kendi sınırlarını göçten korumanın yollarını aramakta, bu durum ise, özellikle Avrupa ülkelerinde ırkçı söylemleri çoğaltmaktadır. İktisat teorisine göre, ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik düzeylerindeki eşitsizlik arttıkça, göç olayları da artmaya devam edecektir.44 Küreselleşmenin vermiş olduğu olumsuz bir etkiyle;

39http://www.akademikbakis.org/eskisite/17/2yenidunya.pdf (02.01.2017)

40 Nazif Mandacı, Gökay Özerim, “Uluslararası Göçlerin Bir Güvenlik Konusuna Dönüşümü: Avrupa’da Radikal Sağ Partiler ve Göçün Güvenlikleştirilmesi”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 10, Sayı: 39, (Güz) 2013, s. 109.

41 G. Oğuz Gök, “Kimin Güvenliği? Uluslararası Göç-Güvenlik İlişkisi ve Uluslararası Örgütlerin Rolü”,

KOSBED, Cilt: 15, Sayı: 31, 2016, s. 67.

42

Şebnem Köşer Akçapar , “Uluslararası Göç Alanında Güvenlik Algılamaları ve Göçün İnsani Boyutu”, S.Gülfer Ihlamur Öner-N. Aslı Şirin Öner (ed.), Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012, s. 566-567.

43 Akçapar , a.g.e., s. 570. 44 Gök, a.g.m., s. 66.

(24)

16

fakirin daha fakir, zengininse daha zengin olduğu düşünülürse, göç durumunun sonlanacağını umut etmek hayalden öteye gidemeyecektir.

Ulus kimliği ekseninde, toprak ve egemenlik arasında oluşturulan bağ ulus devlete sahibi olduğu topraklar üzerinde meydana gelebilecek tehditlere karşı vatandaşlarını koruma görevi yüklemiştir.45 Fakat zamanla, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde ve küreselleşme sürecinde, güvenlik anlayışının değişim ve dönüşüme uğraması ulus devlete yeni sorumluluklar yüklemiştir. Artık güvenlik kavramı sadece askeri anlamda düşünülmemekte, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve coğrafi pek çok unsurla beraber değerlendirilmektedir.46 Teknolojik alanda gerçekleşen ilerlemelerle birlikte, bilişim suçlarının ortaya çıkması, organize suç örgütlerinin de teknolojik gelişmelerden faydalanması, kitle imha silahları başta olmak üzere, silah çeşitlerinin gelişmesi ve yayılması küreselleşmenin getirmiş olduğu olumsuzluklardan olup, devlet güvenliğini tehdit eden sorunların başında yer almaktadır.

Soğuk savaş sonrası dönemde değişen güvenlik algılarına, gelişen ve çeşitlenen güvenlik tehditlerine bakıldığında bazı ortak noktalar saptamak mümkündür. Her şeyden önce; görülmektedir ki, ulus devletin ve bireyin güvenliği söz konusu olduğunda, bahsi geçen tehditler ülke sınırı tanımamaktadır. Bir ülke için söz konusu olan tehdit, çok çabuk yayılabilmekte ve önce bölgesel ardından da küresel güvenlik krizlerine neden olabilmektedir. Bu gelişmenin doğal bir sonucu olarak, tehditlerin çözümü de uluslararası bir mahiyet kazanmaktadır. Çünkü kapsamı bu kadar geniş olan güvenlik tehditlerinin çözümünde, ulus devletin potansiyeli kendi başına yeterli olamamaktadır. Bu da, devletleri bölgesel ve küresel işbirliğine teşvik etmektedir. Sonuç olarak, ortaya kolektif güvenlik olgusu çıkmaktadır.

1.3. Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi ve Uluslararası Örgütler

Soğuk Savaş sonrası dönemde, çeşitli mahiyetteki pek çok örgüt ya yeniden tanımlanmak ya da tasfiye edilmek zorunda kalmıştır. Gerek üye sayıları ve gerekse etkili oldukları coğrafya açısından en önemli iki örgüt olan NATO ve BM de bahsi geçen örgütler içerisindedir. Bunlardan, önce NATO, ardından da BM’nin Soğuk Savaş sonrası durumlarına genel bir bakış atmak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere, günümüz dünya siyasetinin “en

45

Muhammet Salih Elmas, Güvenlik Paradigmasının Değişimi: Küresel Risk Toplumu, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis Akademisi, 2010, s. 19.

46 Özge Maraba Ütenler, Küreselleşen Dünyada Değişen güvenlik Algısı: Çevre Güvenliği Örneği, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi, 2016, s. 19.

(25)

17

etken ve en uzun ömürlü güvenlik örgütü”47 NATO’dur. II. Dünya Savaşı’nın sebep olduğu yıkımın ardından yeniden ayaklanmaya çalışan Avrupa’da anti-demokratik rejimlerin yükselmeye başlamasıyla güvenlik tehditleri gün yüzüne çıkmıştır. Bunun bir sonucu olarak da, Batı Avrupa ülkeleri ile Amerika ve Kanada arasında, savunma amacını temel alan NATO kurulmuştur.48

Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloğu’ndan gelecek tehditleri bertaraf etme amacıyla hareket eden örgüt, Sovyetlerin dağılmasıyla beraber bir kimlik krizi yaşamıştır. Nitekim Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından, NATO’nun en önemli kuruluş amacı da ortadan kalkmıştır.49 Bu noktada, örgüt için tayin edilecek yol ile ilgili iki alternatif seçenek üzerinde durulmuştur. Bunlardan ilki, lağvedilmek, ikincisi ise; misyon değişikliğine gitmektir. Sonuç olarak; örgütün amaçlarının ve sınırlarının genişletilmesine karar verilmiştir. Bu değişimin ilk somut belgesi ise; yeni “Stratejik Konsept” olmuştur. 1991 yılında açıklanan bu konsept, NATO’nun gizli olmayan ilk konsepti olmakla beraber, çatışma öngörmemesi ve bir zamanlar düşman olan eski Doğu Bloğu ülkeleriyle ortaklık ve işbirliği yapılmasını dile getirmesi açısından dikkat çekmektedir.50 Dolayısıyla, eskiden kolektif savunma örgütü olan NATO, artık kolektif güvenlik görevini de üstlenmiş bulunmaktadır.51

Genişleme kararına uygun olarak, 1999 yılında Soğuk Savaş dönemi düşmanlarından olan Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan örgüte dâhil edilmiştir.52 Ardından, 2004 yılında yedi Orta Avrupa ve Baltık ülkesi ve 2009 yılında da Hırvatistan ve Arnavutluk’un katılımıyla örgütün sayısı 28’e ulaşmıştır.53 Sahip olduğu coğrafya ve misyon açısından genişleyen yeni NATO, Bosna ve Kosova müdahaleleriyle daha fazla tartışılmaya başlanmıştır.54 Özellikle 24 Mart 1999 yılında başlatılan Müttefik Güç Harekâtı (Operation Allied Force), yeni dünya düzenine ve yeni NATO’ya dair ipuçları içermekteydi.55 Bosna Hersek müdahalesinin aksine Kosova olayında, NATO’nun BM Güvenlik Konseyi’nden

47 Davut Ateş, Uluslararası Örgütler, Bursa: Dora yayıncılık, 2016, s. 358. 48http://www.mfa.gov.tr/nato-tarihce.tr.mfa (17.01.2017)

49 Tarık Oğuzlu, “NATO’nun Dönüşümü ve Geleceği”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 4, Sayı: 40, Nisan 212, s. 9. 50

http://www.bilgesam.org/incele/1221/-baslangicindan-bugune-nato-stratejik-konsepti%E2%80%99nin-gecirdigi-evreler/#.WJDr5VWLTIU (19.01.2017)

51 Musa Ceylan, “Soğuk Savaş’ın Sonu, Yeni NATO ve Türkiye”, Musa Ceylan (ed.), Yeni NATO Soğuk

Savaş’tan Sıcak Savaş, Ankara: A Ajans Tesisleri, 1999, s. 10.

52

Oğuzlu, a.g.m., s. 10.

53 Sait Yılmaz, “NATO’nun Dönüşümü”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 64, Mayıs 2009, s. 1. 54 Ali L. Karaosmanoğlu, “NATO’nun Dönüşümü”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 10, Sayı: 40, 2014, s. 21. 55 M. Murat Taşar, A. Altay Ünaltay, “Kosovakopnya NATO Müdahalesi ve Yeni Uluslararası Sistem”, Musa Ceylan (ed.), Yeni NATO Soğuk Savaş’tan Sıcak Savaş, Ankara: A Ajans Tesisleri, 1999, s. 28.

(26)

18

müdahaleye dair bir karar çıkmadan harekete geçmesi, “alan dışı”lığın yanında hukuk dışına da çıkıldığına dair tartışmalara sebebiyet vermiştir.56

NATO’nun barış ve güvenliği sağlayarak istikrar oluşturma hususunda üstlendiği rol haricinde, serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi gibi Batı değerleri üzerinden meşruiyet sağlama amacı güttüğü bilinmektedir.57 Bu yönüyle BM’nin askeri kanadı olarak nitelendirilen NATO’nun Libya müdahalesinde, Orta Doğu’yu demokratik ve özgür bir bölgeye çevirmek ve gerek bölgesel gerekse de küresel bir istikrar ortamı yaratma amacına hizmet ettiği kabul edilmektedir.

1999 yılında açıklanan Yeni Stratejik Konsept’in 24. maddesi olan “İttifakın güvenlik

çıkarları küresel bağlamda ele alınacaktır” ifadesinin ilk somut örneği olan Afganistan

müdahalesi, dönüşen NATO’yu anlamak açısından önem arz etmektedir.58 ABD’nin Afganistan’a müdahalede NATO’nun desteğini alması onun, siyasi ve askeri açıdan üstün güç olduğunun ve gerekli gördüğü bölgelerde varlığını siyaseten sürdürebileceğinin en bariz örneği olmuştur.59

Eski hasım Rusya’nın NATO’ya dâhil edilmemesi ve dünyanın büyüyen ekonomisi Çin ile NATO arasında bir ortaklık sürecinin olmaması, örgütün AB üyesi ülkelerin ve ABD’nin güç kullanma aracı olduğu yönündeki iddialara sebebiyet vermektedir. Bu gelişmeler ışığında; ABD ve AB ülkeleri tarafından yönetilen bir kolektif güvenlik ve savunma örgütü olan NATO’nun, Avrupa Atlantik bölgesindeki güvenlik ve düzeni sağlamaya öncelik veren, küreselleşmenin ve Batı medeniyetinin askeri kolu olan bir örgüt olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.60

Soğuk Savaş sonrası dönemde incelenmesi gereken bir diğer önemli örgüt de BM’dir. İki savaş arası dönemde var olan ve uluslararası barışı korumakta yetersiz kaldığı konusunda eleştirilere maruz kalan Milletler Cemiyeti (MC)’nin başarısızlığı üzerine kurulan BM yarım yüzyıldan fazla bir geçmişe sahiptir. MC gibi, büyük bir dünya savaşının akabinde kurulan BM II. Dünya Savaşı’nın galibi olan ülkelerin ve mihver devletlerine savaş açan ülkelerin bir

56 Ceylan, a.g.e., s. 17-18.

57 Erdem Özlük, Duygu Özlük, “NATO’yu Anlamak: Dönüşümü, Yeni Kimlikleri ve Uyum Süreçleri”, Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 31, 2014, s. 211.

58 Özlük, a.g.m., s. 215. 59 Karaosmanoğlu, a.g.m., s. 16. 60 Özlük, a.g.m., s. 218.

(27)

19

araya gelmesiyle oluşturulmuştur. Örgütün en önemli karar organı olan Güvenlik Konseyi, karar alma sürecini devre dışı bırakan ve uluslararası sorunların çözümünü güçleştiren veto düzenlemesi hususunda eleştirilerin odağı olmaktadır.

BM, bloklar arası iletişimin düşük olmasından dolayı Soğuk Savaş döneminde pek işlevsel olamamıştır. Genel olarak bakıldığında Soğuk Savaş dönemindeki anlaşmazlıkların daha bölgesel olduğunu ve iki kutup arası dengenin hassas olması sebebiyle krizlerin çok yüksek noktalara tırmanmadığını söylemek mümkündür. Hal böyle olunca, BM’nin işlevselliği bu süreçte pek tartışılmamıştır. Fakat 1990’lara gelindiğinde Sovyetlerin dağılmasıyla beraber sona eren Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu yapısı yerini, nispeten tek kutuplu yeni dünya düzenine bırakmıştır.

Gerek Sovyetlerin ve gerekse Yugoslavya’nın dağılmasıyla değişen coğrafi sınırlar iç çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Bunlara ek olarak, güvenlik tehditlerinin çeşitlenmesi de BM’nin omzundaki yükü ağırlaştırmıştır. Soğuk Savaş döneminde önem kazanan blok içi güvenlik, bu dönemin sonuna gelindiğinde, yerini ortak güvenlik anlayışına bırakmıştır. Küreselleşen dünyada ortaya çıkan yeni güvenlik tehditleriyle devletlerin tek başlarına mücadele edememeleri neticesinde kolektif güvenliğin garantörlüğü görevi BM’ye verilmiştir. Fakat içinde bulunduğumuz zaman diliminde, BM’nin bu görevini yerine getirip getiremediği tartışılmaktadır. Tartışmaların odak noktasını ise; BM Güvenlik Konseyi’nin karar alma yapısı oluşturmaktadır. Örgüt, kuruluşundan bu yana üye sayısını neredeyse dörde katlamasına rağmen, Güvenlik Konseyindeki veto yetkisine sahip ülkelerin değişmemesi dikkat çekmektedir.61 Dünyanın BM Güvenlik Konsey’inde veto yetkisine sahip beş devletten ibaret olmadığı yadsınamaz bir gerçektir. BM’nin bu adaletsiz karar alma yapısı, örgütün anlaşma metninin ikinci maddesinde düzenlenen “Örgüt, tüm üyelerinin

egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur”62 ibaresi ile çelişir durumdadır.

BM Güvenlik Konseyi’ndeki adaletsiz veto yetkisi, örgütün uluslararası barışı ve huzuru tehdit eden çatışmalarda etkili rol oynamasının da önüne geçmektedir. Bunun en iyi örneğini halen daha çözüme kavuşturulamamış Suriye krizi oluşturmaktadır. 2011’den bu yana Suriye’de var olan ve bölgede potansiyel tehdit olarak görülen iç savaşın BM Güvenlik Konseyindeki beş ülkenin veto haklarından dolayı çözüme kavuşturulamadığı bir gerçektir.

61 Özlem Al, Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Güvenlik Sorunlarının Çözümünde Birleşmiş Milletler’in Rolü, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Beykent Üniversitesi, 2014, s. 59.

(28)

20

Hal böyle olunca, BM’nin bölgede çözüm üretmekten uzak olan ve “ölü sayıcılığı”63 yapmaktan öteye gidemeyen bir örgüt olarak nitelendirilmesini garip karşılamamak gerekmektedir. 2008’de Rusya ve Gürcistan arasında yaşanan savaşta da benzer bir olay söz konusudur. Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliğinden dolayı, Gürcistan’a müdahale edilememesi, bölgede Batı değerlerinin taşıyıcılığı konusunda hevesli olan bir ülkenin Rusya ile yalnız bırakılmasına sebebiyet vererek, BM’nin vazgeçilmez önceliği olan, uluslararası barışı tehdit eden bir sorunun daha çözüm yolunu tıkamıştır.

Örgütün Güvenlik Konseyi’nden çıkan kararlar doğrultusunda müdahalede bulunduğu çatışmalar da yok değildir. Örneğin; I. Körfez Krizi sürerken BM olaya müdahale ederek Kuveyt Savaşı’nda etkin rol oynamıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle beraber harekete geçen BM işgal boyunca, şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir azim ve kararlılıkla, 11 karar almıştır.64 BM kararları doğrultusunda NATO’nun da müdahalesiyle çözülen Kuveyt Krizi halen daha tartışma konusu olmaktadır. BM’nin çatışmada bu kadar etkin rol oynayışı ABD tarafından yönlendirilmiş olmasına bağlanmış ve örgütün uluslararası barışa hizmet etmek yerine ABD çıkarı doğrultusunda hareket ettiğine dair eleştiriler ortaya çıkmıştır. İsrail-Filistin arasındaki çatışmada da benzer bir sorun yaşanmaktadır. Nitekim İsrail’in göz göre göre Washington Antlaşması’nı ihlal etmesi neticesinde BM’nin etkisiz kalması, örgütün barış ortamı sağlaması yönündeki beklentiler hususunda hayal kırıklığı yaşatmaktadır.65

BM söz konusu olduğunda incelenmesi gereken bir diğer husus ise insani müdahaledir. Barışı tehdit eden unsurlar arasında insan hakları ihlallerinin de bulunması, BM insani müdahale faaliyetlerine zemin hazırlamaktadır.66 Bu bağlamda BM; Somali, Ruanda, Bosna Hersek ve Körfez krizlerinde insan haklarını gerekçe göstererek insani müdahalede bulunmuştur. Fakat söz konusu müdahalelerin ne kadar insani müdahale amacıyla yapıldığı konusunda uluslararası kamuoyunda bazı soru işaretleri mevcuttur. Örneğin; Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle beraber Batı dünyasının bölgedeki enerji çıkarlarının tehlikeye girdiği düşünüldüğünde, BM müdahalesinin objektifliğinden de şüphe edilmektedir. Buna paralel olarak, BM Antlaşmasının 39. maddesinde bahsi geçen barışı tehdit eden hususların geniş

63

http://www.trthaber.com/haber/turkiye/bm-suriyede-sadece-olu-sayiciligi-yapiyor-288399.html (12.03.2017) 64Anılcan Küçük, “I. Körfez Savaşı (1991)”, http://www.tuicakademi.org/ikorfez-savasi1991/ (15.03.2017) 65 Al, a.g.e., s. 64.

66 Nazlı Müdüroğlu, Birleşmiş Milletler ve İnsani Müdahale, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi, 2007, s. 8.

(29)

21

yorumlanması ve insan hakları ihlallerinin de bu kapsama dâhil edilmesi neticesinde insan hakları müdahalesinin, gerçekten insani gerekçelerle mi, yoksa siyasi bir takım çıkarlar doğrultusunda mı gerçekleştiği ayrı bir tartışma konusudur.67

Kısaca özetlemek gerekirse; Soğuk Savaşın sona erip Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından dünya sistemi de köklü bir değişime uğramıştır. Çift kutuplu yapısını geride bırakan uluslararası sistem tek kutuplu haliyle bir “Yeni Dünya Düzeni”ne işaret eder olmuştur. Körfez Savaşı başta olmak üzere, Bosna-Hersek ve Kosova krizlerinde ABD’nin izlemiş olduğu politikalar, tek kutuplu sisteme bir geçişin yaşandığını işaret eder olsa da, 11 Eylül Saldırısı’yla beraber bu algıda bir gerileme görülmüştür. Bunun yanı sıra, Sovyetlerin yıkılmasının ardından bir toparlanma sürecine giren Rusya, kısa sürede bölgesel ve küresel mahiyette politikalar üretmeye başlamıştır. Ayrıca, dünyanın yükselen ekonomisi Çin’in, bölgesel bir birliğin en başarılı örneği sayılan AB’nin, liberal ekonominin öne çıkan unsurları olan çok uluslu şirketlerin, Uzakdoğu’nun iddialı ülkesi Japonya’nın da uluslararası politikada kendini gösteren birer aktör olmaları çok kutuplu bir dünya sisteminin işaretleridir.

Soğuk Savaş’ın ardından 1990’larda ivme kazanan küreselleşme sürecinin de etkisiyle, güvenlik unsuru sadece askeri mahiyette algılanmanın ötesine geçmiştir. 11 Eylül ile beraber asimetrik tehdit kavramının ortaya çıkması, beraberinde kollektif güvenlik anlayışını getirmiştir. Soğuk Savaş döneminde pasif kalan BM, bu yeni güvenlik algısını himayesine alarak bir çeşit vizyon-misyon değişikliği yaşamıştır. Benzer şekilde NATO’un da revize edilerek uluslararası toplumun askeri güvencesi haline getirildiği görülmektedir.

67 A.g.e., s. 5.

(30)

22

İKİNCİ BÖLÜM KAFKASYA

2.1. Kafkasya Bölgesi

Kafkas ya da Kafkasya kavramlarının geçmişi en az bölge tarihi kadar eskidir. Terimlerin ilk kullanımı milattan öncesine kadar dayanır. “Kafkas” ve “Kafkasya” adı ilk defa eski Yunan düşünürlerinden Aiskhylos’un M.Ö. 490’da yazdığı, “Zincire Vurulmuş

Zevk ve Eğlence” isimli eserinde anılan “Kavkavos Dağı” deyiminde görülmüştür.68

Kafkasya sözcüğü ilk kullanıldığı tarihten günümüze kadar “Caucasus”, “Caucasia”,

“Caucasie” gibi değişikliklere uğrayarak gelmiştir. Kafkasya bölgesi, farklı toplumlar

tarafından, farklı şekillerde adlandırılmıştır. Araplar Kafkasya’yı; al-Kabk, Türkler; Kafkasya, Farslar ise; Kafkah diye isimlendirmiştir. Bölgeye, Kafkasya isminin Dağıstan yerlileri tarafından M.S. 479’dan itibaren verildiği de bilinmektedir.69

Kuzey sınırında “Kuban” ve “Kuma” nehirleri, güneyinde ise Türkiye ve İran bulunan Kafkasya bölgesinin doğusunda Hazar Denizi, batısında Azak Denizi ve Karadeniz bulunmaktadır.70 Arap gezginlerin “Diller Dağı” olarak nitelendirdikleri Kafkasya, Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılır. Kuzey bölgesi yüksek dağlarla çevriliyken, Güney Kafkasya genel olarak ovalardan meydana gelmektedir. Kafkasardı, Transkafkasya, Mavera-yı Kafkas, Kafkas Ötesi isimleriyle de anılan Güney Kafkasya, küçük Kafkas dağlarıyla çevrili olan, tarıma elverişli ovaların bulunduğu bir coğrafyadır (Bkz. Harita 1).71

68 Kemal Baycan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD ve Rusya Federasyonu'nun Güney Kafkasya Politikası

ve Gürcistan Krizi, Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi, 2009, s. 4.

69A.g.e. s.4.

70 __, Kafkasya ve Azerbaycan’ın Dünü-Bugünü-Yarını, İstanbul: Harp Akademileri Basım Evi, 1995, s. 1. 71Alaeddin Yalçınkaya, Kafkasya’da Siyasi Gelişmeler: Etnik Düğümden Küresel Kördüğüme, Ankara: Lalezar Kitabevi, 2006, s. 9.

(31)

23

Kafkasya’nın tarihi sayfaları karıştırıldığında bölgenin pek çok otoritenin egemenliği altında bulunmuş olduğu görülmektedir. Bizans’tan Emevilere, Selçuklulardan Akkoyunlu ve Karakoyunlulara kadar çeşitli devletlerin hâkimiyetine giren Kafkasya 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı ve İran arasında bir rekabet alanı olmuştur.72 Osmanlı’nın Kafkaslarda söz sahibi olmasıyla 12. yüzyıldan beri bölgede var olan Ceneviz ve Venediklerin ticari faaliyetleri bitmeye başlamıştır. İstanbul’un fethiyle beraber Kafkasya ile Batı dünyası arasındaki iletişim sekteye uğramıştır. Osmanlının Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirme arzusu Yavuz Sultan Selim döneminde Tiflis’in ele geçirilmesinin en büyük sebebi olmuştur. Fakat Osmanlının giderek zayıflamasının doğal bir sonucu olarak 18. yüzyılla beraber Kafkasya’daki üstünlük Rusların eline geçmeye başlamıştır.73

Hindistan’a giden yolları ele geçirerek, hammadde ihtiyacını karşılamak ve koloni kurmak gibi amaçları olan Rusya, Kafkasya’nın stratejik konumundan faydalanmak amacıyla, Osmanlı ve İran’ın çıkar çatışmasına tutuştuğu 18. yüzyılda bölgeyi istila etmeye başlamıştır.74 18. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar Güney Kafkasya’da Rus hâkimiyetinin devam ettiği görülmektedir. Bolşevik Devrimi’nin ardından Güney Kafkasya ülkeleri bağımsızlıklarını ilan etmiş olsalar da, bu durum geçicilik arz etmiş ve 1920’de Sovyet ordularının Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’a girmesiyle Güney Kafkasya ülkelerinin bağımsızlığı sona ermiştir. Sovyetlerin yıkılmasının ardından tekrar bağımsızlıklarını ilan eden Güney Kafkasya ülkeleri, halen daha uluslararası ilişkilerin bağımsız birer aktörü olarak varlıklarını sürdürmektedirler.

Kafkasya’nın etnik mozağiyi dünyada eşine az rastlanacak şekilde renklidir. Bölgede yaklaşık elli kadar etnik grup vardır. Step Kafkasya’sının kuzeyinde Don ile Volga arasında Nogaylar, Kalmuklar ve Kumuklar yaşamaktadır. Hazar Denizi’nin kıyısında Dağıstan yer alır. Bu bölgeyi de halklara göre kısaca üçe ayırabiliriz. Kuzeyde Avarlar, ortada Laklar ve Güneyde Lezgiler bulunur. Transkafkasya ve küçük Kafkasya’ya gelince Gürcüleri,

72Atilla Sandıklı, “Kafkas Jeopolitiği ve Türkiye'nin Kafkasya Politikası”, Uluslararası Kafkasya Kongresi

26-27 Nisan, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Yayınları, 2012, s. 253.

73Taşkın Deniz, Siyasi Coğrafya Penceresinden Güney Kafkasya’nın Zorunlu Dönüşümü, Ankara: Pegem Akademi, 2014, s. 17-18.

74 Abdullah Saydam, “Rusya’nın Kafkasya’yı İşgali”,

Referanslar

Benzer Belgeler

developing insight and engagement, HR analytics will maybe add incredible benefit to HR decision-making for workers and organizations. We concentrate on five inclusive issues in

Zamanla meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak yeni SARS CoV-2 tiplerinin ortaya çıkması ve dünya genelinde hangi ti- pin daha fazla sirküle olduğu, GISAID uzmanları tarafından

Bu durumda da Bulgar toplumu içerisinde çok yakın bir birlik olma duygusunun olmadığı, hanenin çevreden daha önemli olduğu; Türk toplumun ise çevresine hane

İl merkezindeki Musevi vatandaşların Kore şehitlerimizin ruhlarına ithaf edilmek üzere Edirne ve İstanbul’dan getirecekleri hocalar sinagogda okutulmuş Mevlüdün

Bireyin iş rolü sorumlulukları aile rolünü gerçekleştirmesini engellediği zaman iş/aile çatışması örneğin, uzun çalışma saatlerinin eve daha az zaman kalmasına ve

Tablo 2’de, Türkiye Yerel Yönetimleri İçerisinde Büyükşehir Belediyelerinin, fonksiyon bazında görevlerine bakıldığında; kamu hizmetleri alanında kendi alt

Özdemir Asaf’ın şiir ve nesirlerindeki kelime grupları ana başlıklar halinde sınıflandırılmıştır: isim tamlamaları, sıfat tamlamaları, isim-fiil grupları,

Yiğit Okur’u kutlamak üzere telefon edip duy­ gularımı dile getirdiğimde, bana okuldaşı oldu­ ğu Haldun Taner’in kendisini nasıl dönemin dev­ leriyle