Böyleee yıllar geçtikçe aktarlığı öğrendi. Dükkânda ustası yerine müşte rilere o hizmet etmi- ye başladı. Hattâ tertibettiği macun lar dolayısiyle ol dukça bahşiş de top ladı. Bir müddet 'onra ise çıraklıktan kurtulup kalfalığa peştemal kuşandı.
Artık yüz kuruş aylığa nail olmuş tu. Bu sırada onda okuyup yazma öğ renmek merakı u- yandı. Dükkân kom şusu Hacı İbrahim Efendi, dükkânını silip süpürmek şar- liyle ona akşamları ders vermeyi kabul etti. Küçük Ahmet, altı ay içinde hem
okumayı, hem de yazmayı öğrendi ve bu işe karşı doğuştan mevcut kabiliyeti saye sinde kısa zamanda çarşının en okur ya zar adamı oldu. Öyle ki, bir zaman sonra
ö t e k i n e berikine nektup yazarak pa ra kazanmıya bile başladı.
Onun, kendisin - den büyük bir er kek kardeşi daha vardı. Adı Hâfız İb rahim Efendi idi. Bu zat gençliğinden beri, kardeşinin tam tersine olarak gayet uslu ve mazbuttu. Bu yüzden okuyup yazmış, devlet me muriyetine de inti- sabetmişti. Niş va lisi bulunan Mithat «aşanın maiyetinde idi. Kardeşinin oku yup yazma hususun da gösterdiği kabili yeti haber alınca he men yanına getirtti ve Mithat Paşaya takdim etti. Paşa da
'.ekâsını takdir ede rek Niş Rüydiyesine kaydettirdi. Küçük Ahmet, beş yıllık rüştiyeyi iki yılda, hem de birincilikle bitirdi. Bunun üze rine Mithat Paşa bir iltifat olarak ona kendi adını da ver di. İşte, istikbalin büyük m uharriri, bundan sonra Ah met Mithat diye a- nılmıştır.
Mektep sona erin ce bu sefer fransız- caya merak sardı rıp ders almıya baş ladı. Bu sırada Niş, Vidin ve Silistire eyaletleri birleştiri lerek Tuna Valiliği teşkil ve Mithat Pa şa bu valiliğe tâyin olunmuştu. Hemen Ahmet Mithat Efendiyi yeni vilâyetin mer kezi olan Rusçuk’a çağırıp memuriyete al dı. O da üstelik Rusçuk’taki Hacı Salih Efendi medresesine yazılarak devama baş
ladı.
Bundan maada, va liliğin politika mü dürlüğünde kâtip lik ediyor, vilâyetin resmî gazetesi «Tu na» ya da makaleler ve diğer çeşitli yazı lar yazıyordu. Bir taraftan fransızcası- nı ilerletmiye, diğer taraftan da büyük mikyasta okumıya devam ediyordu. O, bütün bu meşgale leri arasında hovar dalığın her çeşidine bir hayli vakit bula biliyordu.
Lâkin bu yorucu hayat, sıhhatini boz duğundan hava teb dili için Ziştva’ya gönderildiyse de, ay nı hayata devam et mesi yüzünden
bun-A h m e t M ith at Efen dinin orta ya şlılığı
dan fayda göremedi. Bunun üzerine Sof ya’da bulunan ağabeyisinin yanına gitti. Burada nihayet ailesinin ısrarı üzerine ve biraz uslanması için evlendirildi. Lâkin henüz onbeş güniük evli iken hükümet ta
rafından Rusçuk’a çağırıldı. Burada eski serseri hayatına başladığı için ağabeyisi ile araları açıldığından evi terketti. On pa rasız kalınca intihara karar verdi, fakat bunu sezen arkadaşları mâni olarak tapu dairesinde bir kâtiplik buldular. Bu sıra da, sonradan Anadolu müfettişi olan meş hur Şakir Paşa, ona rastladı. O zaman he nüz Muhacirin Komisyonu reisi Şakir Bey di. Ahmet Mithat Efendiyi son derece tak dir ederek yanına aldı. Evinde yiyip içme sini, istediği gibi gezip toz
masını, lâkin akşamları telif ve tercüme ile meşgul olma sını tembih etti. Ahmet Mithat Efendi onu dinledi. Karısını da yanına getirtti. Şakir bey. Tuna Nehri İdaresi Reisliğine tâyin edilince onu sandık emi ni yaptı. Lâkin bir müddet sonra tahsil ettiği parada, nok sanlık değil, fazlalık zuhur et tiği için istifa ederek Tuna ga zetesi başmuharrirliğini de
ruhte etti.
Burada çıkan makaleleri, İs tanbul’da bile dikkati çekiyor, ve bunlar tarafından iktibas ediliyorlardı. Hattâ İstanbul’ dan kendisine pek müsait tek liflerde bulunuldu ise de, bu sırada Mithat Paşanın Bağdat valiliğine tâyini ve Şakir Beyi de merkez mutasarrıflığına al
dırtması üzerine onda da bir seyahat heve si uyandı. Mithat Paşaya başvurdu. Paşa onu İstanbul’a çağırtıp Bağdat’ da mükem- mel bir matbaa kurmıya memur etti. O da, bütün levazımı temin ederek paşa ile ve paşanın yüzü geçen maiyetiyle birlikte 1869 yılı mart ayının yirmi birinde İstan bul’dan hareket etti. Bağdad’ a varınca he men matbaayı kurarak Zevra gazetesini çıkarmıya başladı.
Bir buçuk sene böyleee geçti. Bu sırada bir İranlıdan Kuran tefsiri okuduğu gibi, Mithat Paşanın maiyetinde olarak Bağ- dad’da bulunan ve sonra müze müdürlüğü ile meşhur olan ressam Hamdi Beyden de hayli istifade etti. Onun teşvikiyle garp kültürünü ilerletti ve pek çok fransızca
eser okudu. Onun okuyacağı şeyleri Hamdi Bey titizce seçmekteydi.
Bu esnada Basra mutasarrıfı bulunan ağabeyisi vefat ettiğinden onbeş kişilik bir aile yükü sırtına bindi. Aile halkını İstan bul’a göndererek kendisi Bağdad’da kaldı. Bir müddet sonra da Maarif Nezaretinin ilkokullar için açtığı kitap müsabakasına, evvelce Bağdad Sanat Okulu için yazmış olduğu kitapla girerek kazandı ve Nâzır Saffet Paşanın takdirine mazhar oldu. Bu hal kendisine cesaret verdiğinden ve artık kalemi ile geçinebileceğini aklı kestiğin den hemen Bağdad’dan hareketle 1871 yılı ilkbaharında İstanbul’a geldi ve Tahtakale’. deki evini bir matbaa haline koyarak Lâ- taif-i Rivayât serisini basmıya başladı. Bu suretle Suizan, Esaret, Gençlik ve Teehhül, Felsefe-i Zenan, Gönül, Mih- netkeşan, Firkat adlı kitapla rı peşpeşe basıldı. Bunları ucuza mal etmek için kâğıdını sırtında taşır, kendisi dizer, basılmasına bütün ev halkı yardım eder, satılmak üzere de tütüncü dükkânlarına ken di eliyle dağıtırdı.
Buna rağmen, Türkiye’de o zamanlar kitap satışının umu mî düşüklüğü yüzünden, Ah met Mithat Efendi, ailesinin ekmek parasını bile çıkara mazdı. Bunun üzerine, zamanı nın meşhur gazetesi «Basiret» e intisabetti. Ayda on altın alacaktı ki, bu o zaman için büyük bir para idi. Aynı za manda, Bağdad’daki arkadaşla rından Feyzi Paşanın delâletiyle resmî «Ceride-i Askeriye» muharrirliğini de üze rine aldı. Bundan maada, diğer gazetelere de yazıyor ve bütün bu gayreti sonunda kendi neşriyatının zararlarını telâfiye ça lışıyor, lâkin neşriyattan vazgeçmeyi aklı na bile getirmiyordu. Nihayet matbaası ge nişleyip evine sığmaz olduğundan onu ev velâ Asmalımescit’teki bir hana ve beş altı ay sonra Bâbıâli caddesinde tuttuğu büyü cek bir daireye taşıdı ve bu suretle Bâbı- âli semtindeki gazetecilik ve matbaacılığı nın temelini atmış oldu. Matbaasına fran-
sızca harfler de alarak işi büyüttü. Bir taraftan «Basiret» e yazmıya devam ediyor ve okuyup yazma merakiyle birlik te umumî ve millî kültürün halk arasında
A hm et M ithat Efendinin Bağdad'da iken (ekilm iş
b ir resmi
yayılması için dilimizin Arap ve Fars gra mer kaidelerinden kurtarılarak süratle sadeleştirilmesi fikrini müdafaa ediyor ve kendisi de bu şekilde yazdığından halk tarafından gittikçe tutuluyor ve seviliyor du. O, halk arasından yetişme olduğun dan geniş kitlenin temayül ve ihtiyaçlarını gayet iyi seziyor ve onlara hitabetmesi- ni biliyordu.
Müdafaa ettiği ana fikir şu idi: Pek az kimsenin anladığı bu çetrefil osmanlıcayı terk ile, halkın konuştuğu dili milletin dili haline getirmek..
Bugün için gayet tabii görünen bu me sele, o zamanlar için büyük bir cüret sa yıldı; meselâ onun: «Devletimizin hime-matı mahsusa-i terakkiperveranesi» yerine, «daima ilerlemiye çalışan devletimizin himmet ve gayreti» denmesi icabettiği ve birinciyi Babıali kalemlerine en az sekiz yıl devam etmiş bir efendinin anlıyabile- ceğine bedel, İkinciyi herkesin anlıyacağı hakkmdaki bir iddiası, devrinde istihzalar la karşılanmış ve pek kaba (!) türkçe bu lunmuştu. Lâkin o, yılmadan mücadelesine devam etti ve devrinin en güzel ve sade yazı nümunelerini verdi. Bu yüzden halk onu anladı, sevdi ve okudu.
1872 yılında Ahmet Mithat Efendi «Ba siret» gazetesini bırakarak kendisi «De vir» adlı müstakil bir gazete neşrine baş ladı. Lâkin daha ilk nüshasındaki «Meslek ve Vazife» adlı yazısı şiddetli bulunduğun dan .gazete hükümet tarafından kapatıldı. Bunun üzerine pek sevdiği ve kardeşim diye hitabettiği üvey hemşire zadesi Mehmet Cevdet adına «Bedir» gazetesinin imtiyazını aldı. Fakat siyasi fikirlerini pek şiddetli bir lisanla ifade ettiğinden 26 ey lül 1872 tarihinde ilk nüshası intişar eden bu gazete 13 ekim 1872 tarihinde kapatıl dı. Gene yılmıyarak 1872 yılı kasım ayında «Dağarcık» adlı bir dergi çıkarmıya başla dı. Lâkin artık siyasetten vazgeçmiş görü nüyor, daha ziyade halkın alâkasını çeke cek, kitleyi hem eğlendirecek ve hem de istifadesini temin edecek yazılar yazıyor du. Bir taraftan da hâlâ dilin sadeleştiril mesi propagandasını yapmakta idi.
Bu arada bir yazısında meşhur Darven nazariyesine temas ettiğinden Hoca İshak Efendinin pek ağır lisanla yazılmış ve kü fürlerle dolu hücumlarına maruz kaldı.
Bunlar, bir müddet evvel kendisinin de mensup bulunduğu «Basiret» gazetesinde intişar etmekte idi. Bunun üzerine Ahmet Mithat Efendi kısmen «Dağarcık» da ve kısmen de başmuharrirliğini Namık Ke mal’in yaptığı «İbret» gazetesinde hoca efendiye icabeden cevapları verdi. Gerek bu yazıların şiddeti ve gerekse Namık Ke mal’in, intişar edecek kitaplarda Maarif Nezaretince tetkiki kararı aleyhine yazdığı makaleler yüzünden hükümet «İbret» ga zetesini de kapattı. Lâkin gazete bir ay sonra tekrar çıkmıya başlayıp bu nevi ten- kid edici yazıları neşre devam etti. O sıra da Gedikpaşa tiyatrosunda Namık Kemal’ in «Vatan Yahut Silistre» eserinin temsili dolayısiyle halkın yaptığı büyük tezahürat sarayı telâşa düşürmüş ve gerek kendisi, gerekse dost ve yakınları sürgüne gönde rilmişlerdi.
Bu arada sürgün yeri olarak Namık Ke mal’e Magosa seçilmiş, Ahmet Mithat ve Ebüzziya Tevfik Beye Rodos, Nuri ve Hak kı Beylere Akkâ seçilmişti. Ahmet Mithat Efendi, uzun müddettir siyasetle uğraşma dığı halde bu muameleye maruz kalınca çok müteessir olmuştu. Lâkin, zindan ha yatı onun için hakikaten pek verimli oldu. Bir taraftan İstanbul’da Mehmet Cevdet bey adına «Kırkanbar» mecmuasını neşret tirip buna yazı yetiştiriyor, diğer taraftan «Kâinat» adlı bir umumî tarih yazıyor ve Letaif-i Rivayet serisine de devam ediyor du. Bundan maada hapishanede bir mek tep açarak yeni bir alfabe metodiyle pek çetin olan Arap harflerini çocuklara öğ- retmiye başladı. Ayrıca onlara tarihten, coğrafyadan, hesaptan vesair mevzulardan umumî kültürlerini arttıracak dersler ve riyordu. Bu işde o kadar muvaffak oldu ki, Rodos mutasarrıflığında bulunan Dilâver Paşa Ahmet Mithat Efendi için yüz elli ta lebe alacak bir okul inşa ettirdi. Bu okula, adanın fatihi Kanuni Sultan Süleyman'ın adına izafetle «Medrese-i Süleymaniye» adı verildi. Bu mektep kıymetli pek çok talebe yetiştirmiştir.
Abdülâziz’in 20 mayıs 1876 yılında hal’i üzerine Ahmet Mithat Efendi otuz sekiz aylık sürgünden sonra İstanbul’a döndü ve Tevfik İlhami Beyin çıkardığı «İttihad» gazetesinde Türkiye’nin geçirmekte olduğu siyasi buhranı halkın kavrıyabileceği bir dille anlatan makaleler neşretmiye ve ay rıca yabancı basında aleyhimize intişar
eden yazılara şiddetli cevaplar vern iye başladı. Bir taraftan da mer’iyyete giren Kanuni Esasinin ne olduğunu halka izah eden seri makaleler yazmaktaydı.
Abdülhamit istibdadı başlar başlamaz, ilk olarak Kanuni Esasinin hazırlanmasın da büyük gayretleri görülen Süleyman Pa şa, Ziya Paşa, Namık Kemal sürgüne gön derildiler. Mithat Paşa ise hudut harici edildi.
Lâkin Ahmet Mithat efendi devletin res mî gazetesi olan «Takvim-i Vekayi» in mu harrirliği gibi mühim bir vazifeye tâyin olundu. Aynı zamanda «Tercüman-ı Haki kat» gazetesini neşre başladı. Kendisi, Ab- dülhamid’in bütün saltanatı müddetince tamamen pasif kalmış ve siyasetle hiç uğ raşmamış, ancak «Üssi İnkılâp» adlı bir eserle Abdülhamid’i medih ve müdafaa et miştir. Buna sebep belki de ilk tattığı sür gün acısıdır. Bununla beraber kenidisi ak tif politikadan esasen pek hoşlanmıyan ya radılışta idi. Abdülhamit devrinde siyaset ten uzak durmak sayesinde kalemini dai ma rahatça kullanabilmiş ve bütün istib dat devrinde halka hizmette devam etmiş tir.
Bu sırada eski ve yeni edebiyat taraftar ları arasında şiddetli ve hararetli münaka şalar cereyan ediyordu. Ahmet Mithat Efendi daima yeniye taraftardı. Onun için yeninin müdafileri onun gazetesinde ken dilerine geniş savunma imkânları bulduk ları gibi, bizzat kendisi de gür ve kuvvetli sesini onları müdafaa için yükseltiyordu. Hattâ, damadı olduğu halde, eskiye taraf tar olan Muallim Naci’yi gazetesinden uzaklaştırmakta tereddüdetmedi.
Ahmet Mithat Efendi bu sırada yeni bir mücadeleye girişerek Avrupa’ da rönesansı yaratan sebeplerin başlıcası olan klâsikle ri türkçeye çevirip Türk milletine tanıt mak derdine düştüyse de, muasır kalem sahiplerinin kültür seviyesinin düşüklüğü yüzünden muvaffak olamadı. Hattâ, pek çok istihza ve tezyiflere maruz kaldı.
İşte o böylece durmadan yazdı; halk kültürüne, arasından yetiştiği bu sınıfın fikren yükselmesine bütün ömrünü vak fetti. Yazmış olduğu miktar, akılları dur
duracak derecededir. Eserlerinde her şey den; tarihten, coğrafyadan, astronomiden, hayvanattan, nebatattan, fizik ve kimya dan, ziraatten, sanayiden, ticaretten, hu kuktan, iktisattan, felsefeden, hattâ mü zikten ve her türlü fen ve sanattan bahse der, en çetin bahisleri halkın kolaylıkla anlıyabileceği bir hale getirir, tatlı tatlı okuturdu. Sonsuz bir muhayyilesi, emsalisz bir hâfızası, âteşin ve parlak bir zekâsı ve her noktada aynı şekilde derin olma makla beraber, pek geniş ve mütenevvi bir bilgi hâzinesi, çok da velût bir kalemi vardı. Tam mânasiyle halk çocuğu ve halk için ideal bir muharrirdi. Üstelik bitmez ve tükenmez, örnek dev misâli bir enerji kaynağı idi.
Mufassal Osmanlı Tarihi, Kâinat, Hocel Evvel, Zübdet-ül Hakayik, Tarih-i Edebiyat gibi tarihî eserleriyle Haşan Mellâh, Hü seyin Fellâh, Pariste Bir Türk, Yeryüzünde Bir Melek, Dürdane Hanım, Demir Bey, Esrarı Cinayet, Gürcü Kızı, Gönüllü Jön Türk adlı romanları pek meşhurlarından dır.
Böylece yıpratıcı bir mesai hayatından sonra 28 aralık 1912 tarihinde 68 yaşında bulunduğu halde bir anjin krizi sonunda hayata gözlerini yumdu.
Uzun boylu, iri kemikli, esmer, makine ile kesilmiş saçlı, geniş alınlı, uzun ve ka rışık sakal ve bıyıklı, gayet sevimli bir zattı. Kıyafeti ekseriya perişanca ve bina sızdı. Son derece ciddî ve şaka götürmez, özü sözü doğru, sağlam karakterli, biraz inatçı ve çok sebatkârdı. Merhamet ve cö mertliği dillere destan olup son zamanla rında oturduğu Beykoz semtinin bütün fukarası hesapsız iyilik ve yardımlarını görmüşlerdi.
Türk halkında okuma zevki ve itiyadını o yarattığı için bugün kalemi ile hayatmı kazananların ilki değil fakat, piri sayılma sı icabeden Ahmet Mithat Efendi, muhak kak ki Türk irfan ve matbuat hayatının asla unutulmayacak olan en büyük, tam mânasiyle ve her cihetle hakikatan en bü yük simasıdır.
Allah rahmet eylesin ve nur içinde yat sın.
★ ★ ★
50
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi