Kavuklu Hamdi Efendi
esprilerde kahkaha saçardı
H e r k ıs s a s ı a ş a ğ ı y u k a r ı b îr r ü y a y a d a y a n ırd ı. F a k a t " R ü y a ,,
k e lim e s in i s ö y le y in c iy e k a d a r bü tü n s e y ir c ile r i v e a r k a d a ş
la rı o n u d ik k a t le d in le r le r , s o n u n d a a ld a n ış la rın a g ü le rle rd i
Orta oyununun gözbebeği (.Kavuklu Hamdi; idi- En şöh retli zamanlarında elli yaş larında vardı- Eyiipte doğ muştu- Sacları, bıyıkları ağar mış- sevimli yüzlü, babacan halli bir adamdı- Sanata nasıl girdiğini merhum Ahmet Ra- sim bey şu satırlarla hulâsa etmektedir:
«Daha tüysüz, mahallede akranlâriyle bir araya gelir ler, kimi kadı ninesinin ferace sini gizlice alır, kimi kasaba yalvarıp yırtık, pırtık bir peş- temal ister, kimi Eyüp oyun caklarından bir havan kopa rır. bu da dedesinden kalma kavuğu ayırırmış- Eksikleri düzer düzmez, haydi meydan oyununa! Konu komşular da seyirlerine
koşarlarmış»-«Günün birinde kaba ruhlu bir arkadaşının aklına esmiş:
— Gelin, şu tahta perdeli arsada oynayalım; ben kapı da durur, şundan bundan on para, yirmi para tonlarım- Pay ederiz, demiş- Tahta per deden içeri girmişler; giriş o giriş-»
Oyunda kjlığı hep aynı idi- Başında beyaz tülbent sarılı, dilim, dilim kavuk, sırtında kırmızı cübbe, altında şalvar, peşinde kambur Mikâil. kam bur Sadi, cüce Vasilâki ile or taya gelirdi- Pişekârla karşı laştı mı, âdeta tabiî bir ür keklik vücudünü sarar; onu süzer- Pişekâr tanış çıkmaz dı- Kandilli temennalarla yak laşırken Hamdi; desturlarla kaçar, nihayet
tanışırlardı-Hamdi:
— Başıma gelenlerden ha berin yok mu
cancağızım?-Diye söze başlar; makine süratiyle meşhur kıssaların dan birini anlatmağa koyu lurdu- Hepsi birbirine benze mekteydi- Meselâ: Beykoz dalyanında gözcülük ederken denize düşmüş, köpek balığı tarafından yutulmuş; kurtu luncaya kadar başına haller gelmiş, yahut Yakacıkta bir ata binmiş, at ürkmüş, gemi
_/ j£ a
azıya almış iıazreti dört nalla Izmite kadar götürmüş- Y a hut da davetli olduğu bir kına gecesinde düğün evi ansızın çökmüş; bütün ahali yere
göçmüş-Pişekâr aval, aval dinlerken sözünü şöyle bitirirdi:
— Yatakta gözümü açtım, rüya değil mi imiş
birader!-Bu, pişekârın büsbütün a- fallamasını mucip olduğu gi bi, canü gönülden dinlemekte bulunan seyircleri de kahka halara garkederdi- Bugün için çok basit görünen şu sözler, o günün zevki için en büyük
espirilerdi-Orta oyunu oynanırken rast gele konuşulup veriştirile- mezdi- Bir takım kayitlere bağlı bulunmak şarttı- Hamdi Efendi bilhassa buna dikkat ederdi- Çünkü seyirciler ara sında hatırı sayılır büyükler bulunur, söylenenlerden, rol lerden alınabilirlerdi- O vakit efendinin hali yamandı- Bu nun için seyirciler gizlice yok îanır, oyun ve oyuncular ona göre
çıkarılırdı-Eğer davetliler veya seyir ciler arasında Suriyeli. Iraklı varsa- baklavacı Arap. Arna vut bulunuyorsa bozacı, da mat. paşa zade filân varsa Rezzakı zade Tarçın, Kayseri li, Rumeli muhaciri varsa pastırmacı, arabacı rollerini üstün körü geçerlerdi- ’
Bir gün yine böyle yapıl mak, seyirciler içinde bulu nan Mekâtibi Askeriye Nazırı Kayserili Rıza Paşayı darılt mamak için pastırmacıyı at lamak istemişlerdi- Fakat işin farkına varan Paşa, «sırayı bozmasın!» haberini gönderip kendinin yapılan taklidine katılarak gülmüştü- Etraftan işitilip gelenlere bakılırsa, çok da bahşiş vermiş-
Bizce orta oyununun hakikî bânisi Kavuklu Abdi Efendi idi- Çünkü bu oyun ancak o- nun elinde canlanmış; geliş miş. bir Türk sanatı halini al mıştı- Ramazan dolayısiyle kendisini anmakla ruhunu şâdettiğimizi zannediyorum-
S- VURAL
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi