• Sonuç bulunamadı

Ahmet Mithat Efendi'de Türkçülük ve Türkçecilik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Mithat Efendi'de Türkçülük ve Türkçecilik"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cemiyet ve ilim hâdiseleri

'' "v ■ J >l ! n n n - > ı - m r ı ı —i ı r j ı - ı. »- « r ’ T

,

v

u

-

* n

*¿6

A

'

Ahmed Mithat Efendide

Türkçülük ve Türkçecilik

Geçenki makale - mizde zamanımızın türkçülük ve türk- çecilik cereyanla - rile alâkasınm dere- araştırdığı

-Yazan: Prof.

cesını

mız Ahmed Mithatın oldukça geniş bir Türklük fikrinden hareket eylediğini göstermiştik. O, bir taraftan «Osmanlı­ lık» ın muhafazası için endişeli görün­ mektedir: Osmanlılık kadrosunu yalnız Türkler vücude getirmiyor. Hakikatte «Osmanlılık, denen şey siyasî bir teşek­ küldür. Bu teşekkül içine gayritürk, gayrimüslim bir çok unsurlar da dahil­ dir. Böyle olmasaydı «Yeniçeri askeri teşkil olunarak mileli mağlûbeden olan­ ların da eline silâh vermeğe milleti hâ­ kime olan Osmanlılar emniyet edebilir miydi?» Fakat diğer taraftan fırsat bul­ dukça Osmanlılık çerçevesi içindeki «milleti hâkime» nin millî hususiyetini belirtmeği de ihmal eylememektedir.

Ahmed Mithatın Türklük ve türkçü­ lük endişesine, doğrudan doğruya ken­ disi tarafından yazılmış eser ve risale­ lerde raslıyamıyoruz. Niçin? Bunu, bel­ ki saltanat müessesesinin idamesi kaygı­ sına bağlamak mümkündür (1). Bereket versin ki bir başkasının eserine yazdığı mukaddeme, muharririn bu meseleye aid bütün düşündüklerini açık bir şekil­ de ortaya koymağa vesile teşkil etmiştir. Eğer böyle bir esere zikrettiğimiz mu­ kaddeme yazılmamış bulunsaydı Ahmed Mithatın Türklük ve türkçülük telâkkisi biraz karanlık kalacaktı.

Muharririmizin tarihî görüşünü ay - dmlatmağa vesile teşkil eden bu eser, orta Asyada yapılmış bir seyahatin hikâ­ yesidir. Ahmed Mithat, çok sevdiği sey­ yah Mehmed Eminin «Seyahatname» sİ dolayısile küçük hacimde yirmi dijrt sa- lıifelik bir mukaddeme yazıyor ve iki j nokta üzerinde düşündüklerini anlatı- I yor: Seyahatin faydası ve orta Asyanın I Osmanlılık için taşıdığı ehemmiyet. Bi­

rinci nokta, Ahmed Mithatı bilenlere aşina olmalıdır. «Çok gezen mi bilir, yok sa çok yaşıyan mı? sualine çok gezen cevabının itası dahi seyahatin alelâde yaşamaktan bile daha mühim olduğunu gösterir.» Fakat seyahatin faydalarını anlatan muharririn heyecanım bir kat daha artıran amil, «Seyahatname» sini takdim eylediği seyyahın gezdiği ve an­ lattığı yerlerin hususiyetidir. Bu yerler, rasgele yerler değildir, insanlar doğduk­ ları yerleri hasretle görmek isterler, görünce sevinirler, o yere dair bir şey işitince ferahlanırlar. İşte Ahmed Mit­ hat Efendinin 1878 te duyduğu heyecan bu nevidendir. Muharriri dinliydim:

Seyyah Mehmed Emin Efendinin ibti- j yar eylediği şu Orta Asya scyahaüniıı

i bizJer, yani Osmanlılar için sair

seyahat-muhafaza etmişler­ dir. Zira bir millet ya mileli saire hükmü altına girüp veyahud kendisi mileli saireyi hükmü altına alup

Z iya ed d in Fahri Fm dtîm ğlu

Iere bir büyük ciheti rüçhanı vardır ki gösterebilir... bu dahi şudur: Cihan bilir ki Osmanlıla

rın aslı Asyayi vüstadır. Ancak Osman­ lIlar henüz Asyayi vüstayı bilmezler Fransızların Mere patrie, yani Valide vatan dedikleri vatanı aslî, bizim için Asyayi vüsta olduğu halde şimdi elimiz­ de bulunan memaliki Osmaniye, ne yu ma Asyayi vüslanın müsta’mirat ve müs- (cmlikâtı maneviyesinden addolunmak dahi bayağı lâzımgclür. Çi faide ki As­ yayi vüstanın terakkiyatı medeniyesi bu taraflarla olan rabıtasını muhafazaya gayrikâfi bir halde kalmış ve OsmanlI­ ların meşagili sairesi dahi Vatani aslî ile olan taallûk ve münasebetlerini muhafa­ zaya ehemmiyet yerdirmemiştir. Efrad için bile sılai rahim vaeibattan olduğu halde bu lüzumu koca bir millet için in­ kâra kimin lisanı muktedir olabilir? (2)»

Seyahatname, Tüıkistanın bir çok Türk camialarını telkinkâr bir üslûbia tasvir ediyor. Bu tasvirler karşısında her Osmanlı, kendisinin mutlaka «Osmanlı» olmadan evvel Türk olduğunu hissede­ cek ve bundan ötürü iftihar duyacaktır Bu aıada Ahmed Mithat Efendiyi derin bir tahassüs içinde bıraktığım kuvvetle talimin etüğimız iki tabloya işaret etmek lâzımdır. Bu tablolardan biri Teke Türk­ lerini gösteriyor: «Teke Türkmenleri, benim Osmanlı olduğumu haber alınca fevkalhâd ikram... eylediler. Zekâyı be­ şerin derecei kemali bunlarda görülür... Asyada ve belki bütün dünyada hürri­ yete en ziyade ragıb ahali bunlardır.. Selçuklarm aslı işbu Teke Türkmenleri olup asıl fer’i ile ve fer’ dahi aslı ile iftihar etse şayandır. Ezminei kadimede dahi pek çok hükümdarlar bunlar üze­ rine hücum eyledilerse de cümlesi mağ- lûb oldular. Tekalilerden Mahdum Kuli namında bir de meşhur şair türeyüp Teke eâzımı meyanına ismini ilâve ey­ lemiş ve gayet güzel eş'arile kendi ka­ bilesinin fezailini ortaya koymuştur (3).» ikinci tablo, ayni camianın kadınları­ nı tasvir ediyor: «Türkmen kadınlarının hüsnü cemalini tarife hacet var mıdır? Bunları Moğol ve Tatar cinsile kıyas et­ memelidir. Türk cinsi, Kafkas cinsinin daha mükemmelidir. Adana ve Haleb ta raflarına gitfıılş olanlar OsmanlIların as la bozulmamış olan ilk halleri üzerine baki bir takım Türkler görürler ki her bir ferdi ayrı ayrı birer insan güzelidir, işte bu hüsnü cemal Asya Türkleri için hemen umumidir. Kadınlar ise bizim bu­ ralarda olduğu gibi miskin, mestur ve vahşi olmayup gayet serbest bir halde­ dirler. Hele şecaat ve bahadırlıklarına ve vücudlerinde olan kuvvete hiç diye­ cek yoktur. Erkeklerle beraber bulunur­ lar. Bazı letaife kadar müsaadeleri var­ dır.... (4)» Nihayet şu neviden satırlar, kendisinin «Türk» olduğunu hisseden her «Osmanlı» ya keskin bir nasyonalizm aşısı yapabilir:

«Ruslar Hiveye ve Mervlye doğru emel edindikleri tariki askeriyi küşad ederler ve bizim aramıza dahi nifak bırakarak hasılı bize daha sühuletle muvaffak olur­ lar. Ah Müslümanların ittifakına asıl îsfanbulda bulunan karındaşlarımız gay­ ret etmelidirler. Siz İstanbula avdet

ey-2 —

lediğiniz zaman bu halleri orada bulunan karındaşlarımıza arz ve tefhim edi­ niz! (5).»

Mukaddemeden anlıyoruz kİ Ahmed Mithat, bu aşının tesiri altında bulun­ maktadır. Mehmed Eminin Seyahatna­ mesi nev’inden eserlerin taşıdığı «ehem­ miyet» i izah işini «ilerû» daki «âsan sa­ ire» sine ta’lik ey Uy en muharrir, bu ihtiyatlı hareketine rağmen bize hayli faydalı ipuçları veriyor. Türkistan gibi yerleri «vatanı aslî» olarak düşünen her Türkün duyacağı «şeref» duygusunu, 1875 sıralarındaki Osmanlı edibi şu su­ retle izah ediyor: «Asyayi vüstanın bizim için Vatanı aslî olması gayrimüııkir bu­ lunduğu misiliû böyle bir vatan; asliye malik olmak bize bir de şeref verir. Babalarımız, kardeşlerimiz olan Türk- menlerin tarihi atikı envai fezail ve ke- ınalâtı insaniye ve şeref ve şan ve me­ ziyeti askeriye ile menılû olduğu gibi bugünkü hali dahi hem kendileri, hem dc kendilerine mensub olan milletler için medarı iftihardır (6).»

Son zamanlarda içümaî müesseseler! tetkik eden bir kısım içtimaiyatçılar, herhangi bir cemiyet müessesesinin ilk ve en iptidaî halile en mütekâmil safha­ sının ayni kavmî zümrede görmek im­ kânının ancak Türkler için varid ola­ bileceğini düşünmüşlerdir. Meselâ Fran­ sız sosyologu G. Richard bunlardandır. Ona göre bilfarz aile müessesesinin ilk şekline Türk - Yakutlarda, muahhar şekline Türk - OsmanlIlarda Taslanabi­ lir (7). Sosyolojik müşahedeler için bu­ lunmaz bir fırsat , olan bu imkânı, G. Richard ve emsalinden çok evvel, Ah­ med Mithatın düşündüğünü görüyoruz. Metodoloji tarifli için parmak basılmağa değen bu meseleyi Türk mütefekkiri, bakınız, ne güzel anlatıyor: «Asyayi vüstadan çıktığı zamandanberi altı asır zarfında anasıl Türkmen olan bir kavmin muahharen Osmanlılaşmak suretile ne kadar tehavvül etmiş olmasını görmek- ür. Bizim bugünkü halimizle Türkme- nistanın bugünkü hali arasındaki fark sahihan şayanı ehemmiyettir. Ancak bu ehemmiyetin en büyük kısmı gene Tür- kistana aiddir. Zira biz eski halimizi ne kadar tahvil eylemişsek Türkmenler da­ hi eski hallerini şimdiye değin o kadar muntazam olarak muhafaza etmiş bu­ lunduklarından iki halin arasında ara­ nılan fark pek parlak suretle kendisini Türkmenleı eski hallerini tamamile

da imtizaç eyler v e . daima ilk hududu dahilinde mahsur ve müstakil kalur ise ilk halini dahi hissolunabilecek surette tahvil etmiyerek- hemen tamamile mu­ hafaza eyler. Türkmenlerin bu surette muhafaza eyledikleri hali evvel İle bi­ zim tahavvül eylediğimiz hali ahirin yekdiğerinden -farkı ise o kadar azimdir ki adeta bir Osmanlı Türkmenistana gidecek veya bir Türkmen İstanbula ge­ lecek olsa âdetçe, ahlâkça, lisanca, ma­ işetçe birbirinin aslı ve fer’i olduklarını anlamıyacak kadar yekdiğerinin acemisi kalırlar. Yalnız şu farkı görmek dahi erbabı İndinde öyle kıymettar garaibden addolunabilir ki bu uğurda Asyaya ka­ dar bir seyahat etmeği dahi göze aldırsa çok görülmez (8).

Rusyanın Türkistanı miistemlekelileş- tirdiği ve Rus - Türk münasebetlerinin Türkiye aleyhine neticelenen bir çok siyasî buhranlar geçirdiği pek nazik bir sırada yazılmış ve her bakımdan manalı olan bu satırların sahibi, ne derece si­ yasî Türkçülük güttü? Bu sorguyu daha ziyade «Ne derece güdebilirdi?» şekline sokarak şimdilik bırakacağız ve müellifin «Türkçülük» ünden «Türkçecilik» ine geçeceğiz.

(1) Maamafih böyle bir hükmün sağ­ lamlığı için müellifin bütün eserlerinin esaslı bir tetkik kalburundan geçirilmesi gerektir. Meselâ «Ahmed Metîn ve Şîr- zad» romanındaki şahsiyetlerden birine «Selçukî» ismini veren bir muharririn edebî sezgisine, millî bir şuur aşılama­ mış olması imkânsızdır.

(2) Bk. Ahmed Mithat: Mukaddeme, İstanbuldan Asyayi vüstaya seyahat’de, 1295-1878, Sf. 21.

(3) Bk. Mehmed Emin: İstanbuldan Asyayi vüstaya seyahat, 1295, Sf. 190. Bu Türkmen şairinin şiirleri, vaktile Hüse­ yin Kâzım Bey tarafından İstanbulda neşredilmişti.

(4) Bk. Kz. Sf. 101 (5) Bk. Kz. Sf. 195

(6) Bk. Ahmed Mithat: Mukaddeme, Sf. 22

(7) Bk. G. Richard: La femme dans l’histoire, Paris, 1909, Sf. 50, Ziya Gök- alp 1910-1917 sıralarında kadın ve aile meselelerinden bahsederken bu Fransız içtimaiyatçısından mülhem olarak kadın lehine yeni bir hukuk politikasının reh­ berliğini yapmış, fakat sonradan Meh­ med İzzetin tenkidine uğramıştır: Bk, İş Mecmuası, sayı 23.

(.S) Bk. Ahmed Mithat: Mukaddeme, Sf 23

(2)

Cemiyet ve iiûm

V o

i

Ahm ed Mithat Efendide

Türkçüîük ve Türkçecilik

i

Geçenlerde türk- çülük telâkkisini an­ lattığımız Ahmed Mithatın, şimdi izah edeceğimiz türkçeci lik endişesi, aradan

geçen üç çeyrek asır boyunca yavaş ya­ vaş gerçekleşmiş bir dava halindedir. Ahmed Mithatın tartı manasile «kırk ambar, teşkil eden yazı faaliyetini, baş­ tanbaşa bir türkçecilik hareketi gibi gözönüne almak çok doğrudur. Kalemi­ nin her kımıldanışını «halka doğru!» pa- rolasile kullanan muharririn, kütleye o - kuma aşkını telkin etmek yolunda bazan siyasî sahada seciyeli hareket eylemeği bile feda ettiği ileri sürülüyor. Oğlu Dr. Kâmilin haftalık bir mecmuada geçen­ lerde neşreylediği bir makaleden öğren­ diğimize göre kendisine «Mithat» adını takan Mithat Paşanın «her pahaya gaze­ tecilik yapmak» tavsiyesine bütün haya- tınca sadık kaldı (1)* Bu sadakatin, Ak™ med Mithatı lekelediği, meselâ «Üssü Inkılâb» da Namık Kemale müteveccih ithamların bulunduğu da iddia edilmemiş değildir (2). Bü gibi meseleleri Ahmed Mithatın meslek ve siyasî ahlâkı hakkın­ da kıymet hükmü vbrecek olanlara bı­ rakıp mevzuumuza dönelim. Bütün ya­ zıları, işlenmiş ve halka doğru yönelmiş bir tüı-kçe uğrunda savaş temsil eden Ahmed Mithat, yalnız muharrir

Yazan: Prof.

Zi^aeddin Fahri Fsndukoğiu

— 3

cağına da kanidir. Onun istediği şey yabancı kelimelerin kuvvetli bir «temsil» ameliyesine tâbi tu­ tulmasıdır. Ona göre

ve romancı olarak türkçecilik yapmakla salmamış, bir mütefekkir ye lisaniyat â- iimi sıfatile bu hususta bazı düşünceler ileri sürmüştür. Biz burada yalnız bu düşünceleri belirtmeğe çalışacağız t3) •

Gerçekten 1942 Türkiyesini meşgul

2den güzel ve sade tiirkçe politikası,

L871 Türkiyesini de düşündürtüyor- Ah­ med Mithat Efendi, kendisinden evvelki sadeleştirme an’ anesini salâhiyet ve mu­ vaffakiyetle ele alrak şöyle düşünmekte­ dir: «Edibler beyninde aralık aralık Os­ manlI kitabetinden bahsolunup da her­ halde sadeliği külfete tercih eden zevat­ tan birisi: «— Canım! Yazılar bu kadar muğlâk yazılacağına biraz açık yazılsa da her okuyan anlıyabilse, yani yazılan şeylere o kadar arabî ve farisî lügatler katılmasa da herkesin anlıyabileceği gibi şöyle kabaca bir osmanlıca yazılsa!» de­ diği zaman bu zata edilen mukabele: «__ Kabaca yazılmak nasıl mümkün o -lur? Arabî ve farisî nasıl terkedilir? Os- manlı lisanmdan arabî ile farisiyi çıka­ rırsak lisanı tamamile terketmiş oluruz.» sözlerinden ibaret olduğu görülmekte­ dir.

Meseleyi bu suretle vazeden muharrir şimdi davanın lehüıde ye aleyhimdeki delilleri birer birer ele alacaktır. Ya­ bancı unsurlardan kurtulmuş bir tüık- çenin «kaba» olacağı tarzındaki düşünce «İlk nazarda yolunda gibi görülür. Çün­ kü biz Türkisfandan getirmiş olduğumuz asıl ana lisanımızı kaybetmiş bulundu­

ğumuzdan şimdiki halde lisanımızdan a- rabî ve farisî lügatlerini çıkarmış olur isek Osmanlı kamusunun bütün bütün boşalacağı derkârdır. Ancak lisanımızın ıslahına mâni olan şey yalnız bu ise an­ dan bu kadar meyus olmak icab etmez. Acaba dünyada bir lisan var mıdır ki ınahlût tılmayup da sırf kendi malı olan elfazı kullansın?»

Böylece saf bir lisan bulunmıyacağı fikrinden hareket edildikten sonra lisan tarihinden misal getiriliyor ve şu iki lisan üzerinde duruluyor: Arabca, sans- kı-itçe. Evvelkisi fesahatile, safiyetile meşhurdur. Fakat acele etmiyelim. Çün­ kü «bir çok arabca kelimeler arabî ile iberî beyninde müşterek olduğu gibi yu- nancadan bir çok lügatler dahi ta’rib e- dilmiştir.» lisanların anası demek olan, fakat ölü olduğu için «şimdi ulema tara­ fından ihyasına çalışılan» sanskritçe için de böyle bir safiyet iddia edilemez: «Eğer tarih-., andan ilerusunu keşf için dahi bazı seııedat ve delâil göstermiş ol­ sa Sanskrit lisanının da mehazlarını bu­ labileceğimiz derkârdır.»

Türkçülük fikrine nekadar yakından aşina olduğu görülen Ahmed Mithat, şüphesiz ayni aşinalığı türkçecilikte de gösterecektir. Gerçi bütün lisanlar mah- lûttur, fakat 1871 de yazılan ve hatta

konuşulan tüıkçenin lüzumundan fazla mahlût olduğu da inkâr edilemez. Üni­ versitede bir zamanlar umumî tarih, din­ ler tarihi profesörlüklerinde bulunmuş olan mütefekkirimiz, bu aşırı derecede mahlût oluşu, tarihî bir görüş içinde aydınlatıyor ve şöyle diyor:

«Vakıa Osmanlılar Asyayi vustadaıı geldikleri zaman beraber getirmiş ol­ dukları lisanı muhafaza etmiş olsaydılar da badehu terakkiyatı medeniye nisbe- tince lisanın dahi terakkiyatnıı gene türkçe dairesinde aramış olaydılar şimdi kendilerine pek büyük teşekkürler eder idik. Ne faide ki o zamanlar İran ve A - rabistaııdan celbine mecbur olduğumuz fuzelâ ve üdebâ Arab ve Acem lisanın­ dan ahzine lüzum gördükleri şeyleri türkleştiı-mek şöyle dursun, belki türkçemizi dahi elimizden alarak arabi- leştirmişler ve yahud farisileştirmişlerdir ki «İşin gelişatı», «Günbegün» vesair bü kabil tabiı-atm zamanımızda dahi istimal edilmesi gibi bir büyük fesadm tohumu­ nu daha o zaman ekmişlerdir.»

Bu tarihî hâdise neticesinde vücude gelen kitabet lisanının alın yazısı çok garibdir: «Ne Arab ve ne Acemin, ne de Türkün anlamadığı bu lisan, yalnız bir kaç zat arasmda tedavül eder bir lisanı hususî halini giymiş, azlığın çokluğa tâbi olması darbımesel hükmünden iken bu azlık çokluğu kendisine tâbi etmek da­ vasına düşerek nihayet milleti adeta li­ sansız bırakmıştır.» İçtimaî ve siyasî ta­ rihimizin seyri, bir gün bu «lisan» a, İtalyan ve Yunan, Fransız lisanlarından da yabancı unsurlarm katılmasını icab ettirdi. Bunlardan İtalyan ve Yunan te­ sirleri «OsmanlIların gemicilikte ve san­ atta» ki terakkisi, Fransız tesiri ise «te- rakkyatı ahiremizin gösterdiği lüzum» dolayısile vaki oldu. Ahmed Mithat, İçti­ maî vakıalara aid olan bu fikirlerde me­ seleyi teşrih etmiş oluyor. Şimdi ıslah ve tedavi sırası gelecektir.

Bir lisanı teşkil eden kelime unsurla­ rının safiyeti hakkında müellifin ne dü­ şündüğünü yukarıda göstermiştik. Böyle bir düşüncenin, ıslah meselesinde her­ hangi bir radikalizme mâni olacağı aşi­ kârdır. Esasen gerçekten san’atkâr olan Ahmed Mithat, böyle bir radikalizmin li­ san müessesesi karşısında manasız

ola-millî kütübhanemiz için tercüme ettiği bir çok eserlerin membaı olan fransızca bu hususta bir nümune addedilebilir:

«Fransız lisanının bizim türkçeden şimdi elimizde bulunan kadar dahi zen­ gin olmadığı ve bütün bütün Yunan ve Lâtin ve Cermen lügatlerinden ibaret iken biiislah yalnız Fransız milletine de­ ğil, elyevm umum dünyaya lisanı umu­ mî olduğu halde bizim Osmanlı lisanı yine Osmanlı milleti için lisanı umumî halini kesbedememek sureti mümkün de­ ğil teslim olunamaz.»

Fransızcanm yapısından gelme ilk te­ sirlere vasıta olan Şinasi, türkçeye «sı­ fır» ı sokarak «kelâmları parçalamış..., bu suretle lisanımızı bayağı umumileş­ tirmiş» tir. Onun «bu himmeti sayesinde elyevm erbabı şebabınızdan bir çokları­ nın eli kalem tutabilmeğe başlamış» bu­ lunuyor. Fakat iş bu kadarla kalamaz. Ahmed Mithat, Şinasinin izinde devam edilmesini, hatta daha ileri gidilmesini istiyor. Ancak bu suretledir ki mevcud türkçe fransızca gibi bir «lisanı umumî» halini alacak, ve «bayağı umumileşecek» lir. Görülüyor ki muharririmiz türkçenin serpilmesi meselesini, sırf lisan bakmam­ dan değil, daha ziyade harsı inkişaf ba­ kımından gözönünde tutmaktadır: Muh­ telif kaynaklardan gelme unsurları kay­ naştırıp bunlardan yalnız Fransa için de­ ğil, «umum dünya» İçin bir «lisanı umu­ mî» vücude getiren kudretin bir başka nev’i, neden türkçe meselesinde kendini göstermesin?

Şinasinin bıraktığı yerden hareket et­ mek suretile «Osmnlıcanm ıslahı» hak­ kında bazı teknik fikirlere sahib olan Ahmed Mithat Efendinin bu fikirlerini ayrıca ele alacağız.

(1) Bk. Yeni Adam Mecmuası, 1942, sayı 392. ,

(2) Bk. Süleyman Nazif: İki dost, 1925, Sf. 51 ve İş Mecmuası, sayı 25, Sf. 70.

(3) Bk. Ahmed Mithat: Osmanlıcanm ıslahı, Dağarcık, Cüz: 1, Sf. 30.

(3)

CUMHURİYET

« a » ,

— — — — - ■ w » 1 mm « . w » — n — . . u m ■ « ! » » ■

Cemiyet ve ilim

h â d is e le r i

\

Ahmed Mithat Efendide

T * *

1

•• 1 *• 1

H T * *

1

• ! • !

i urkçuiuk ve 1 urkçecılık

Sade türkçe hare­ ketinin son bir asır­ lık tarihçesinde dai­ ma beliren sağ ve sol telâkkiler, Alı - med Mithat

Efen-r

Yazan: Prof.

i

Ziyaeddin Fahri Ftndtkoğiu

dinin bu meseleyi ele aldığı, zamanda ch ortaya çıkmış bulunmaktadır (1). Bir kısım edibler «san’atlı söz söylemek» ve ■bu tarzdaki kitabeti muhafaza etmek is­ tiyorlar. Aksi takdirde sadelikle «yazılan yazı göze batacak, söylenilen söz kulağı tırmalıyacak kadaı» sakil olur.» Fakat müellifimizin de mensub olduğu sol eer reyaıı, her pahaya lisanı «sadeleştirmek ve umumileştirmek» taraftarıdır. Şimdi bu hareketin gerçekleşme tarzını bize izah edecektir.

Şinasi, «kelâmı parçalama» ve «cüm­ leleri bend, bend ayırma» suretile lisanı sadeleştirdi- Bu sadeleştirme ihtiyacı, bu­ gün daha çok artmıştır, bu yüzden baş­ ka yollardan yürümek ve sadeleştirmeğe devam etmek lâzımdır. Fakat * nasıl? 1900 sıralarında Taşkışlada mahpus bu­ lunan Ziya Gökalp, nöbetçi askerlerin söz arasında «Tr'ablusgarb» yerine «Garb Trabulusu» dediklerini nakleder­ ken bunun kendisi için lisan sahasında bir aksiyon membaı olduğunu hikâye eder (2). Ondan yirmi beş, otuz yıl önce Ahmed Mithat, fikirlerini «Dağarcık’ inin bir .köşesine yerleştirirken, aynen şöyle düşünmekteydi:

«Biz diyoruz ki arabî sarf ve nahvin­ den izafetlerle sıfatlar ve nıüzekkerler ve müeıınesler ve nıüfredlçr ve cemiler Osmanlı sarf ve nahvine sokulmasa, ha- niya demek istiyoruz ki Osmanlı Usanın­ ca bunlara ihtiyaç gösterilmese lisanımız Şiuasinin sadeleştiıe sadeleştiıe vardırmış olduğu derecenin daha yukarısına mut­ laka varır. Bir kelimenin türkçesi ve fa­ kat maruf olan türkçesi varsa anm ye­ line arabca ve farsça bir söz kuHanılmasa Usanımızın sadeliği bir kat daha artar- Sözümüzü daha açıkça süyUyelhn. İşa­ retler edatımızı... (a’ıuali hayriye) diye­ ceğimize (hayırlı a’mal) desek, sıfat ile mevsuf beyninde on yerde mutabakat a- ramağa hiç mecbur olmaz idik. (HayirU a’mal) diyeceğimize (hayiıU ameller) desek ve diğer cemilerde dahi hep bu sureti iltizam etsek-., cemi yapmanın aı-abcadaki usulleri için hiç zihin yorma­ ğa mecbur olmaz idik. (Zümrei üdebâ) yazacağınıza (edibler zümresi) desek ve her izafette bu sureti kabul etsek-., bir takım muğlâk kaideleri de bilmek lâzım gelmez idi. Hele türkçe güvercin ve üıümcek gibi lügatler dururken kebuter ve ankebut gibi arabca, farsça lügatler koyarak halkı Ferb :r.K ve Kamus da baş patlatmağa mecbur etmez idik.» '

Ahmed Mithat, «düşünce» ile «iş» ara­ sında sık. ve samimî bir bağlılık tesis et­ mek bahtiyarlığına sahibdir. Bilhassa halk için yazdığı eserlerde bu «terkibleri bozma» esasım yakından takıb öt m iş tin. Eserlerinin kronolojik bir tahlile tâbi tu­ tulması, bu hususta çok alâka verici ne­ ticeler verebilir. Fakat bu hal acaba sağ cereyan mensublarımn iddia ettiği gibi «kulağı tırmalıyacak» ve maksadı anlat- mıyacak cümlelere meydan vermez mi? Müellifimiz, fazla uzağa gitmeden, lisan meselesi için yandığı yazıyı muhtemel münekkid'lerin gözü önüne koymaktan çekinmiyor: <■

«Hayır! Biz iddia ederiz ki olmaz. İşte şu sekiz bendde kullandığımız lisan tarif etmek istediğimiz Osmanlı lisanı olup bu lisanla yetmiş satır kadar yazı yazdığımız halde ne bir sıfat, mevsuf, ne bir muzaf ve muzafüıüleyh ve hatta ne faıisî ve arabî bir cemi dahi getirmeyiip doğruca yazıverdik. Hatta arabî ve farisî lügat­ leri bile az kullandık. Bu yelmiş satırı şu suretle yazdığımız gibi yedi yüz ve iste- ıülürse yedi bin ve yetmiş yedi bin satır bile yazabiliriz. Muıad, meram anlatmak ise bu suretle daha kolay anlatılabileceği dahi derkârdır.»

Bugünkü kültür Türkiyesinin düşün­ düğü gramer meselesi, 1871 Türkiyesinde de hem de «nice senelerdenberi» mev- cuddur. Fakat neden bir neticeye varıla-mıyor? Müellife göre bu müşkülü yen-mek için harekat noktasını değiştiryen-mek gerektir. Şöyle ki türkçe. için gramer düşünenler, türkçenin istiklâlini kavra­ mamışlardır: «Bir gramer yapılması ar­ zu ediliyor. Fakat bir türlü yapılamıyor. Çünkü yalnız arabcanm sarf ve nahvi üzerine kitabhaneler dolusu kitab yazıl­ mış. Lisan şimdiki halinde kalacak olur­ sa, bunlar nekadar ayıklanacak ve ne kadar kısaltılacak olsa Farisî ve Türk kaideleri dahi zammolunduğu halde

bi-4 — sigalan bize kâfidir.

2 — Mu’tal kelimeleri «asılları ne imiş deyû araştırmak» lüzumsuzdur. Bunları «Fransızların gayrikıyasî fulleri gibi hali üzere kabul etmek lâzımdır.»

3 — Sıfat ve mevsuf, muzaf ve mu- zafünileyh gibi halleri öğrenmeğe ve öğretmeğe lüzıim yoktur. Çünkü meselâ «a’mali hayriye» nin «hayırlı ameller» e kalbedilişi, bu halleri artık Türkler için kıymetten düşürmektedir.

4 Hele «Ilâl kaideleri» nin bize hiç« tarihî ve sosyolojik usulün kullanılması, lüzumu yoktur. Zaten Türke lâzım ol-

mıyan bu kaidelerin Arablara elzem ol­ duğunu da zannetmemelidir: «Bu kadar eski Arab şairleririin şiirlerini görüyo­ ruz. Hangi (kale) ııin aslı olarak (ka- vele) denüş. Hayır! Yalandır, biz iddia ederiz ki yalandır!..»

Bu esaslardan hareket edince «iki bin beş yüz sahifelik gramer», yani «ne A - rabm, Acemin, ne de Türkün anlama­ dığı bir lisan» ın grameri, yalnız Türk- lerin işine yarar. Yüz sahifelik bir gra­ mer haline gelebilir ve gelmelidir de- Ahmed Mithat, bu lüzumu sırf bir gra­ merci sıfatile ileri sürmediği, her pahaya halkı okumağa teşvik için savaşan idea­ list olduğu için çok hararetlidir. Türk gramerinin bu hale getirilmesini kat’î bir «mecburiyet» sayıyor:

«Lisanımızı ıslah etmeğe ziyadesile mecburuz. Biz şimdiye kadar meramını -velevki aıılaşılamıyacak bir suretle o l­ sun- kağıd üzerine koyabilecek zatlara «Filân adam kâtibdir» diye adeta mün­ tehi nazaıile bakardık. Fakat şimdi gö­ rüyoruz ki okuyup yazmak denilen şey adeta dinleyüp söylemekten ibaret kalı­ yor. «Ben yazar, okurum» diyen adam­ lara «Pekâlâ, onu anladık, fakat bildiği­ niz şey nedir, hangi fenne hususiyetiniz vardır» diye soruyorlar. Biz yirmi beş, otuz yaşma kadar zamanımızı hâlâ lisan tahsili yolunda sarfedersek otuz beş ya­ şma girsek bile gene mekteb çocuğu ha­ linde kalacağız. Eğer lisana ehemmiyet vermeyüp de yalnız fenne hasrı himmet edecek olur isek pek çoklarım görmekte olduğumuz veçhile- o zaman dahi iki satır yazı yazııp meramımızı ifadeye muktedir olamayız.»

Türkçe uğrunda ya­ pılan savaşların hiç biri, bu kadar vazıh ve ilmi bir lisanla i- fade edilmemiştir. Okuyup yazmanın vasıtalık yaptığı «bildiğiniz şey ne?» sua­ line, Ahmed Mithatın bütün hayatını dolduran faaliyeti cevab veriyor. Son on beş senenin «öz türkçe» çileri arasında gerek düşünce ve ilmi telâkki itibarile, gerek «Milletimizin terakkisini istersek her ferdinin bülbül gibi şakıması için kendilerine kolaylık göstermeliyiz.» tar­ zındaki aksiyon umdesi bakmamdan

«Dağarcık» sahibine yaklaşanların veya uzaklaşanlarm bulunup bulunmadığını düşünmek, bitaraf bir şuur kontrolü yapmak çok hayırlı olacaktır. Bu arada ayni zamanda ahlâkî .bir iş de görebilir. Bir çok içtimai meseleler gibi lisan me­ selesinin de geçmişini yoklamak ve geç­ mişteki büyük, hasbi mücadelecileri gör­ mek suretile türkçe uğrundaki mücadele şekillerinin, kıymet hükümlerinin biçil- ıııesi mümkün olur.

Bu vesile île düşünceleri dün öldüğü kadar bugün de ve hatta fazlasile değeri­ ni muhafaza eden, Ondokuzuncu asır boyunca türkçe uğrunda savaşın halikî kahramanlığını yapan ve bugünkü tür'k- çemizi kendilerine borçlu olduğunSuz Şinasi’leri, Namık Kemal’leri, Ziya Paşa­ ları ve Ahmed Mithat’ları hürmetle yâ- dedelim.

zim için iki bin beş yüz sahifelik bir gramer yapılmak lâzım gelecek»

tir-Ayni müşkül, mantık; bedi’, beyan ve meânî için de vardır. Üstelik bir de bunları «arabî olarak okuyoruz.» Ahmed Mithat, bu gibi bilgileri «diğer bir lisan- [

dan tahsil etmek» işini «garabet» diye va- I sıflandırmakta, «Bu suretle uğraşır gi­ dersek Hak imdad eyliye!» demektedir O halde ne yapmalı? Müellif, herşeydeıı evvel türkçe gramerleri dolduran arabca gramer ve sentaks kaidelerinin şu suretle ■

basitleştirilmesi lüzumundan bahsediyor: 1 — Muhtelif arabca «bab» ların yal­ nız masdarlarile ismi fail ve ismi mef’ul (1) Bk. Ahmed Mithat: Dağarcık, C. 1, Sf. 32.

(2) Bk. Z. Gökalp: Türkçülüğün esas­ ları, 1923, Sf. 12. Ahmed Mithatın «Da­ ğarcık» i karıştırılınca gerek Z. Gökalpın

«Iisanî tüıkçülük» prensipleri, gerek «gene kalemler» in yeni lisan politikası bütün orijinalitesini kaybeder görünü­ yor. Çünkü Ahmed Mithat, bu prensiple­ ri daha 1871 de gayet vazıh olarak ifajle etmiş bulunmaktadır. Ancak araya giren «Edebiyatı Cedide» hareketi bu prensip­ lerin gerçekleşmesine engel olmuştu- Se- lânikteki yeni lisancılar, işte bu engele karşı bir reaksiyon yapmışlar, Ahmed Mithatın 1871 deki lisan davasına yeni bh’ luz vermişlerdir.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

In this study, we explored the changes of serum BDNF levels in alcoholic patients at baseline and after one-week alcohol withdrawal. Methods: Twenty-five alcoholic patients

Single dipole modelling of the right visual cortical activation at 100 ms (P100 m) after stimulus onset demonstrated a significantly shorter peak latency and a trend for

Bazı öğretim elemanları, öğrencilerinin yalnızca topluluk önünde çalarken değil, yanlarında tek bir kişi dahi olsa heyecanlandıklarını dile getirmişlerdir. Bu durumu

Three 24‐hour dietary recalls by telephone 

This study was undertaken to evaluate the antihypertensive effect of stevioside in different strains of hypertensive rats and to observe whether there is difference in blood

In the 4-month-old offspring, however, the Bcl-2 protein levels in the liver and cerebellum of both male and female pups were higher in the TCDD group as compared with the

In vitro study demonstrated that the anti-tumor effects of LOR in COLO 205 cells were mediated by causing G(2)/M phase cell growth cycle arrest and caspase 9-mediated

Modernleşme sürecinde elde edilen modernlik durumlarında kadınların çalışma hayatına girişlerindeki artış, eğitim alanında, okullarda, üniversitelerde öğrenci