• Sonuç bulunamadı

Dünü ve bugünüyle Tarlabaşı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dünü ve bugünüyle Tarlabaşı"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T T ' t t o o $ 3

D Ü N Ü

Y E

B U G Ü N Ü Y L E

T A R L AB AŞI

T

arlabaşı, Beyoğlu’nun dükkânlannı, eğlence yerlerini, çok çeşitli kurum- lannı dolduran, çalıştıran, işleten insan- lann yaşadıkları alandı. Cadde-i Kebir ya da Grand Rue de Pera ile aynı mimarî üsluptaydı; ama onun kadar görkemli değildi.

Bütün Beyoğlu gibi Tarlabaşı’ndan da bugüne kalan dokunun büyük kısmı 19. yüzyılın ürünü, ağırlıkla da 1871’in bü­ yük yangınından sonra kurulan bir şe­ hir parçasıdır. Beyoğlu’nda genel olarak olduğu gibi burada da insanlar binaları­ na özenmişlerdir. Bildiğimiz o

Art-

nouveau

süslemeler, oymalar ve kabart­ malar, aslan başlan, güzel parmaklıklar v.b. hâlâ görülebiliyor.

19. yüzyılın şehircilik alanındaki üret­ kenliği Haliç’in kuzey yakasında yoğun­ laşmıştır. Burada neredeyse yeni bir şe­ hir kurulur ve bu yeni yerleşim birçok bakımdan eski şehre de egemen olur. Be­ lirleyici ekonomik ilişkiler buradadır. Günlük hayan belirlemeye başlayan ku­ rumlar ya da pratikler de buradadır. Os- manlı toplumu epey bir süredir Batılılaş­ maktadır ve Baü’nın Osmanlı toplumun- da somut olarak ayağını bastığı alan da Beyoğlu’dur. Onun için Beyoğlu ve bu arada Tarlabaşı büyük ölçüde gayn müs- limdir. Osmanlı devletinin geleneksel büyük azmlıklan Tarlabaşı’nda yaşar, yalnız Yahudilerin bu taraflara pek faz­ la rağbet etmedikleri anlaşılıyor. Onlar eski Galata kısmında kalmış olmalılar bu tarihlerde. Camondo’lar gibi çok zengin olanlan da Cadde-i Kebir üstünde veya yakınlanndaydılar. Ama Rumlar, Gregor- yen veya Katolik Ermeniler Tarlabaşı’nda kalabalıktı - yakın zamanlara kadar. Ta­ biî Levantenler de öyle.

Tarihin belirli dönemlerinde, Doğu Avrupa ülkelerinde çeşitli siyasi çalkan­ tılar olmuş, çatışmalarda genellikle kay­ beden muhalifler başka ülkelere dağıl­ mış, bu arada birçoklan da Osmanlı top­ raklarına sığınmışlardı. Örneğin Taksim yakınlarından Dolapdere’ye inen uzun caddelerden Turan Caddesi’nin eski adı Macar Caddesi’ydi. Bu cadde üstünde bir de Küçük Macar Aralığı, asıl caddenin adı değiştikten sonra da kalmıştı. “Ma­ car” adı, 1848 ihtilâlinden sonra buraya geldiğini bildiğimiz epey sayıda Macar’­ ın buraya yerleşmesi gibi bir olguya da­ yanıyor olamaz mı? Bu bana bir hayli

ak-44

MURAT BELGE la yakın geliyor.

Macar Caddesi’nin bugün Turan Cad­ desi olması da, kimbilir, yerinde bir de­ ğişimdir belki. Çünkü Turancılığın oluş­ masında Macarlann az buz katkısı olma­ dı.

Gene aynı ihtilâller döneminde ama­ cına ulaşamayan ve Türkiye’ye yerleşen bir başka Doğu Avrupalı devrimci de Po­ lonya’nın çok sevilen şairi Adam Mic- kiewicz. Onunla birlikte birçok Polon­ yalI devrimci Osmanlı topraklanna gel­ miş, bunlardan bazılan Müslüman ola­ rak Osmanlı ordusunda görev almışlar­ dı: General Bern, Kont Czaykowski, Constantin Borzecki (Mustafa Celaled- din Paşa) gibi. Mickievvicz’in Tarlabaşı’- nda yaşadığı ve 1855’te koleradan öldü­ ğü evi biliyoruz. Burası şimdi bir müze. Tarlabaşı’nda çok fazla sayıda ya da mimarisiyle v.b. ünlü sayılabilecek iba­ dethaneler yok. Rum Onodokslann Kal­ yoncu Kulluk Caddesi üstündeki

Ayios

Konstantin Kilisesi

büyükçe kiliselerden biri. Bu, benim bildiğim, İstanbul’un fet­ hinden sonra kubbeli olarak yapılmış ilk Rum kilisesidir (çünkü gayn müslim dinî yapılarda kubbe yasaklanmıştı). 1850-60 arasından kalan bir yapıdır.

Fakat Tarlabaşı, İstanbul’da az bilinen küçük cemaatlerin ibadethanelerinin bu­ lunduğu bir semt. Örneğin, Tarlabaşı ile Tepebaşı’nın kavuştuğu ve İstiklal Cad- desi’ne iyice yaklaştığı bir noktada, İn­ giliz Konsolosluğunun karşısında ve Ha­ malbaşı Sokağı üstünde, demir kapılann- da kabartma haçlar bulunan, üç dört kat­ lı, geniş cepheli bir bina vardır. Bu bina bir Rum okulu olarak yapılmıştır ve için­ de de küçük bir kilisesi vardır:

Aya Tri­

oda

(yani, Hıristiyanlığın “Kutsal Üçlü”- sü adına). Bunlann hepsi normal de, il­ ginç olan, okulun ve kilisenin Rum Ka­ tolik cemaauna ait olması. Osmanlı Dev- leti’nin de ayn bir cemaat (millet) ola­ rak varlığını kabul ettiği Katolik Rumla­ rın, siyasi olaylarla da belirlenen karma­ şık denebilecek bir tarihi var. Doğu Av­ rupa’nın bazı ülkelerinde bu cemaatın üyeleri yaşıyor. Katoliklikleri, bazı ince teolojik ayrıntılarda ve Papa’yı kabul et­ melerinde. Bazı başka mezheplerle bir­ likte Rum Katolikler de kilisede doğu ayininin kurallarına uyuyor ve ayini Rumca yürütüyorlar.

(2)

Belki daha da az bilinen bir başka Hı­ ristiyan mezhebin, Melkitlerin de İstan­ bul’daki tek kiliseleri Tarlabaşı’nda, Sa­ kızağacı Sokağı’nda. Hodigitria okulunun alt katındaki Rum Katolik Kilisesi gibi bu da bir büyük apartmanın giriş katında. Kapıdaki haçtan başka burada bir kilise bulunduğunu gösteren bir şey yok.

İstanbul’da hiç Melkit kalmamış. Bu mezhebin de tarihi son derece kannaşık. Kökeni Ariks tartışmalanna uzanıyor. Rum-Arap kanşımı bir Doğu mezhebi, ama görece yakın bir zamanda (18. yüz­ yıl) içlerinden bazılan Katolikliği kabul etmişler. Onlar da Doğu ayin usulüne bağlı bir Katolik kilise. Şehirde Melkit ce­ maati kalmayınca, yetkililer, kiliseyi bir başka doğulu Katolik mezhep olan Kel- danilere vermiş. Onlann da sayılan çok az ve imkânlan kıt. Ayinlerini St. An- toine’da yapıyorlar. Onun için bu küçük kilise kullanılmıyor ve ciddi onanma ih­ tiyacı var.

İstanbul’un dinler ve mezhepler mo- zayiği inanılmaz bir zenginlik gösterir. Bugün dünyanın bütün metropolleşmiş büyük şehirlerinde benzer bir durum gö­ rebilirsiniz. Aradaki fark, bu insanlann oralara sonradan gitmiş olmalarıdır (metropol konumlanndan ötürü); İstan­ bul’da ise bütün bu cemaatler buranın yerli insanlanndan oluşuyor.

46

Doğunun en eski Hıristiyan mezhep­ lerinden biri Süryanilerdir. Bu ad, “Asu- rî”den gelir. Süryaniler -ve Keldaniler- İsa’nın da sağlığında konuştuğu dil olan Aramice konuşurlar. Dil ve alfabesi Sa­ mi kökenlidir.

Süryaniler Güneydoğu Anadolu’da, ön­ celikle Mardin çevresinde yerleşmişler­ dir. İstanbul’a gelişleri görece yakın za­ mandadır. İstanbul’da şimdi bazı kilise­ leri kullanabiliyorlar, ama kendilerine ait olan tek kilise gene Tarlabaşı’nda, Kara- kurum Sokağı’nda. Burada daha önce ah­ şap bir kiliseleri varmış, geçen yüzyılda yanmış, onanlmış v.b. Şimdiki

M eryem a-

na Kilisesi

oldukça yeni, 1963’ten. Ancak, geniş idari kısınılan v.b. olan binayı ken­ di klasik üsluplarına göre inşa etmişler, taşlannı ve ustalarını da Mardin’den ge­ tirmişler.

Tarlabaşı’nın dar sokaklarında iki de Protestan kilisesi var. Protestan dünya­ nın bizden öncelikle coğrafi uzaklığı (sonra da belki kültürel uzaklığı) nede­ niyle Türkiye’de Protestanlığın kollan- na bağlananlar daha sonra onaya çıkmış­ tır ve sayıları da azdır. Aynalı Çeşme’­ den Kasımpaşa’ya doğru inerken Emin Camii Sokağı’na -sağda- saptığınızda, ile­ ride köşede birbirine bitişik iki kilise gö­ rürsünüz. Bunlardan ilki

A lm an Evange-

lik Kilisesi,

İkincisi de

E m e n i Protestan

K ilisesidir.

İstanbul’da benim bildiğim bir de Kumkapı’da Ermeni Protestan Kilisesi var. Geniş bir cemaat değil bu ve çok za­ man Ermeni olmayan Türkiyeli Protes- tanlarla birlikte ayin yapılıyor. Tarla- başı’ndaki orta boylu Protestan Kilisesi özenle yapılmış, içi oldukça sade ve san­ ki bütün mezhep aynlığma rağmen -gene sade olan- Gregoryen kiliseleriyle bir or­ taklık taşıyor.

Ermeni Katoliklerin Tarlabaşı’nda ki­ liseleri olmamakla birlikte, Eski Çeşme Sokağı’ndaki (buranın eski adı da Çöp­ lük Çeşme imiş) büyük ve gösterişli okul binasının (tepesindeki haç uzaktan gö­ rünür) onlara ait bir rahibe olduğunu sa­ nıyorum.

Tarlabaşı’nın, yazının başında değin­ diğim eski nüfusu hemen hemen hiç kal­ madı. Dolapdere’den, Kasımpaşa’dan başlayan çeşitli küçük imalat kollan Türkiye’yi terkeden azınlıklann bıraktı­ ğı binalara yerleşti. Bu bölgede, Cadde-i Kebir eksenindekileri aratmayacak gü­ zellikte pek çok bina şimdi harap du­ rumda - ne olacaklannı da bilmiyoruz. Asıl yeni cadde açıldıktan sonra Bele- diye’nin bu çevre için vereceği kararlar, Tarlabaşı’nın kaderini belirleyecektir. Umanz bu kararlar Tarlabaşı’nı yok ede­ cek nitelikte olmaz.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

1989’da ilk kişisel sergisini İstanbul Galeri BM’de açan sanatçı, aynı yıl Lefkoşe Fluxus Galeri’de ikinci ve 1991’de İstanbul Galeri Nev’de üçüncü

Dinozorların soylarının günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce tükendiği düşü- nülürse, kalıntılardan dinozor DNA’sı elde etme hayali suya düşmüş

Maksiller sinüslerde ve ön ethmoid hücre- lerde sinüzitin daha fazla görüldüğü; anatomik varyasyonlar içinde ise en sık septum deviasyonunun, ikinci sıklıkla büllöz

Buna göre Cu(II) nin adsorpsiyon kinetik mekanizması, en çok Ho ve McKay modeli olarak bilinen Yalancı İkinci Dereceden kinetik uymakla beraber, Elovich kinetik

The yield stress significantly decrease after 3 months immersion indicating the degradation rate of composite was faster than polylactic acid (P).. The ion concentration of

The collected data by telephone asking included: patient basic information, age, sex, parent family, the age diagnosed as diabetes, current diabetic.. control method, smoking

Bir yandan doğal yapıyı korumaya çalışırken öte yandan yöre halkını da anlamaya çalıştığınız için bu doğa koruma projesi hem çevre hem de toplum açı- sından

1977, s.. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Postmodern kavramı, toplumsal bir olgu olan Post-Modernizm kavramına göre daha tanımlanabilir, açık ve belirgin bir