• Sonuç bulunamadı

Orhan Pamuk, yapısalcılık ve Ecinniler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Orhan Pamuk, yapısalcılık ve Ecinniler"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

'£'7'£>.£.<2/ M u

"K a r" ile yine eieşti

Orhan

Pamuk

Hemen her yeni kitabında olduğu gibi

Orhan Pamuk’un “K ar” romanı da

değişik tartışmalara neden oldu.

Kimilerine göre Orhan Pamuk

romanlarının önüne çıkmış, çok

medyatik olmuş, romanı arkada kalmıştı;

kimilerine göre romanlarını alanlar

aslında okumuyorlardı. Ama Orhan

Pamuk’un dünya çapında bir yazar

olduğu konusunda büyük çoğunluk

hemfikirdi. Zaten yurtdışına gidenler de

kitapçı vitrinlerinde onun yapıtları ile

yüzyüze geliyorlardı. Biz bu söyleşimizde

Orhan Pamuk’la romanm edebi yanı ve

kendisine yönetilen eleştirileri ön plana

çıkarmaya özen gösterdik. Pamuk’la

söyleşiyi yaptığımızda romanın satışı 80

bine ulaşmıştı. Bu bir rekordu. Zor

okunduğu söylenen bir yazarın bir

ülkede bir ay dolmadan 90 bin satışa

ulaşması da önemli bir başarıydı.

R

om anında insan ların tip le rin i net b ir şekilde çizm iyorsun. K ahram anların fiz ik i görünüşünü tam anlam ıyla öğrenem iyoruz.

- Ben rom anlarım da kahram anlarım ın fiziki ta rifle­ rini yapmam. Bu da belki benim verebileceğim b ir ro ­ mancılık sırrı. Çünkü herkesin kahram anın ruhsal özel­ liklerine bakıp ona fiziki özellikler yakıştırdığını hisse­ derim. K endim de öyle oku ru m rom anları. O k u l b konuda çok fazla m üdahale etmem. Ben rom anlarda okuduğum fiziki özellikleri iki ya da üç özellikten faz­ lasını gözümün önüne getirip birleştirem em . Birisine uzun boylu dersiniz, arkasından sarı saçlı h afif çene k e­ m ikleri yüksek. D ört tane daha özellik koyunca kafam ­ da adamı gözümün önüne getiremem. Bir ya da iki özel­ lik veriyorum . Bu da benim seçimim. M esela uzun b o y­ lu yeter; gözlüklü yeter; ya da berikinin şişman olması yeter. G erisini o ku r farkında olm adan kafasm dan ta­ mamlar. Bana kakrsa, ilk tanıştığındaki b ir özellik 1 5 0 sayfa sonra gerekli b ir özellikse, okurun aklında kakr.

- Neden kahram anı A lm an ya’dan seçtin?

- K ahram anım T ürk iye’ye dışardan gelmeliydi, iy i­ ce âşık olabilm esi, kendisini T ürkiye’ye bağlayabilm e­ si ve T ürkiye’den geriye b ir şey götürebilm esi için, bir Alm anya hayatı olması lazım dı. O hayatı anlattım. A l­ m anya’ya gidip g elm elerim d en ;1980-90 arasm da çeşit­ li nedenlerle orada kalan, sıkılan, dönm ek isteyen, b ir

türlü karar verem eyen, çocukları Alm anlaşırken ken­ disi geri dönm ek isteyen bütün o kuşakları birazcık b il­ diğimi sanıyordum . O nların yaşadığı hayatın dokusu­ nu da anlatmak istedim.

- K ars ve O rhan Pam uk ilişk isin i bu rom andan son­ ra n asıl tanım layab ilirsin ?

- Bu kitapta İstanbul’da yetişmiş, İstanbullu, b atı­ lılaşmış, laik, m odern kültürden yetişmiş biri K a rs’a, T ü rk iye’nin de belki en geri dem eyelim , ama etnik sorunlarla işsizlikle boğuşan, yoksul, en yoksul kısm ı­ na gidiyor ve oradaki insanları anlamaya çabşıyor. B u­ nu anlamaya çakştığı için de üç yıl sonra tıpkı benim gibi, elinde b ir K ars rom anıyla geri dönüyor. Böyle b ir anda orayı, onları temsil ediyor, oluyor. Bu da bence ro ­ manm ve edebiyatın temel sorusunu gündem e getiri­ yor. Bizim durum um uzda olm ayanlar hakkında söz al­ maya ne kadar hakkımız var? Benim, İstanbullu O r­ han'ın, Kars hakkında konuşm aya ne kadar hakkım

var? Ben gerçeği dile getiriyorum dem iyorum . K en d i­ min kaygan ve kırılgan olduğum u da hatırlatıyorum .

- K om andaki tip le ri yaratırk en n asıl b ir duyguyla ha­ reket ettin ?

- K itap, hepsi b irb irin e etki eden b ir çarklar, zin­ cirler dizgesi; b ir sistem. B irbirini tamam layan kişiler var. Diyelim ki; b ir siyasal İslamcı kakbı, ama onu can- b kılm ak istedim. Diyelim ki, taviz verm ez A tatürkçü kalıbı, ama onu yaşayan b ir şey kılm ak istedim ve ük başlangıçta kahram anlarım a yaldaşımım buydu. Ya da alalım ele, A vru p a’ya gitmiş, kafası karışmış solcu ve fi­ kirlerini kaybetm iş aydını... Bu da b ir kabp. O nu temel kahram anım yaptım. O kahram anlar, toplum daki ge­ nel tutum ları, o düşünceleri en soyut halleriyle canlan­ dırırken içlerinde tam tersi endişeleri, k u şk u lan ya da o yüksek düşünceleri son derece bayağılaştıran çelişki­ leri yaşıyorlar.

Temel olarak, askeri darbeye dayanan A tatü rkçü

1 4 M A R T 2 0 0 2

□ K. Özsezgin,Baltrusaitis’in “Düşse!

Ortaçağ”ını değerlendirdi...3. sayfada

□ Ahmet Günbaş, Doğan Aksan’ın

“Anadilimizin Söz Denizinde” adlı ki­

tabını değenlendirdi...8. sayfada

□ VecihiTimuroğlu. Ceyhun

AtufKan-su’yu anımsatıyor bizlere...

ı o . sayfada

□ Ertekin Akpınar, “Bruno’nun Soru­

su” üzerine yazdı...

ı ı . sayfada

Cumhuriyet

Ş )

4

4

___ ______

K İT A P

ORAL ÇALIŞLAR 4 -C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 0 Devam ı 4. sayfada.

(2)

Kapak konusunun devamı...

“K ar” ile yine eleştirilerin odağında

davranış tarzının en inandırıcı, en

makul ifade yollarını da göstermek is­ tedim. Siyasal İslamcıların ya da türbanlı kızların en insani, en haklı olduğu ifadele­ rini de kullanmak istedim. Ne yazık ki; bu­ nu yapmca size hemen siyasal İslamcı ya da darbeci, demokrasi düşmanı diyorlar. Hal­ buki kitabınım asıl anlatmak istediği T ür­ kiye’de bütün bu seslerin var olduğu ve onların birbirlerini anlaması gerektiği.

Kitapta bu tür durumları anlatmak için yapılmış tipler var, ama belki siyasal roman yazmanın en önemli sorunu bu. Siz, en saf, en ideal haliyle bir Atatürkçü ya da bir si­ yasal İslamcı yaratmaya kalkarsanız bu hiç inandırıcı olmaz. Onu, siyasi durumların temsilcisi bir roman kahramanı yapmak şe­ matik olur. Bu romanınım tek yanı politik olması değildir, ama bu, en zor yanıdır. Çünkü filanca kahraman şu fikri temsil edi­ yor mu, doğru temsil mi, haksızlık var mı, diye bakılır. Halbuki onların insan olması gerekir. Kitabımın aşk hikâyesi olmasını belki de bundan istedim. En siyasal insan için bile, gene de daha ötede bir boyut ol­ mak. Biraz abartarak söylüyorum; ben, Sü­ leyman Demirel’i roman kahramanı olarak anlatamam. Çünkü onun diğer hayatını bil­ miyorum.O bana göre, sabahtan akşama kadar tören yapıp, konuşma yapan bir adam. Onun, roman kahramanı olarak hiç bilmediğimiz başka özelliklerini anlatır­ sam; aşkını, cinsellik yanım, günlük hayat­ taki dertlerini, ne bileyim, burnunu karış­ tırmasını, küçük öfkelerini, küçüklüğün­ de gördüğü bir filmi, ancak o zaman onu insan yaparım. Bu yanlan ise onun siyasal, ideal, çadamamış, hiçbir zedelenmesi ol­ mayan siyasal imgesini zedeler.

- Peki burada şöyle bir şey söyleyebilir mi­ yiz? Siyasi romanlarda genellikle idealist tipler vardır, onların karşısında ise b ir hain, kötü tip. Sen bu tür ideal ve kötü tipleri da­ ha insani, daha zaaflarıyla ve yetenekleriy­ le m i vermeye çalıştın ?

- Tabii benim romanım bir siyasal ro ­ mansa; öyle bir yan var... Bu kahramanla­ rı, fikirlerini, kendime en yalan bulduğum

Orhan Pamuk

kahramanların fikirlerinin bile tamamen olumlu olmadığı ya da fikirlerimin tam tersi şeyler yap­ tığı ya da aslında fikirlerini savu­ nurken, fikirlerinin en zayıf, en kırılgan yanlarım, zayıf kamım ortaya çıkaran kahramanlar ola­ rak ele alınm. Kahramanlarımın özelliği; bir yandan fikirlerini kalben, samimiyede; okurun ve benim de saygı duyacağım bir şekilde savunurlarken, kimi za­ man fikirlerinin ne kadar yanlış, ne kadar tehlikeli, ne kadar çelişkili oldu-

u gösterebilmeleridir. Onun için Kar ramanlann siyasederinin hiçbirine inanmayan birinin yazdığı siyasal romandır. Kahramanım da benim gibi bu siyasederin hiçbirine inanmaz, aşka inanır. Onun için bu romanda, temel kahramanın bulabile­ ceği tek mutluluk siyaset dışı bir şeydir.

- Romanda m illiyetçilik eleştiriliyor. - Türk milliyetçiliğinde de siyasal İslam­ cılıkta da bunların hepsinin arkasmda ezik­ lik, dışlanmışlık ve kültürel talepleri anla­ mamak yatıyor. Bunların haklılığı, haksız­ lığı üzerinde durmuyorum. Biz ve ötekiler anlayışı... Bu ötekiler Batıklar da olabilir İs­ tanbullular da. Başkalarının kendisi hak­ kında ne dediği endişesi gerçek sorunların önüne geçiyor. Sorunları çözmek yerine, o sorunların, etraftaki kötü bazı yabancılar tarafından yaratıldığını düşünüp, onlarla savaşmaya girişmek öne çıkarılıyor. Genel bir eziklik ve buna koşut bir milliyetçilik ki­ tapta anlattığım taşra şehrinde de var. Bu­ na Kars demeye belki de dilim varmıyor; taşra şehrinin befirgin özelliği. Sorunum

u; herkesin milkyetçi öfkeye ve ezildiğe 'ildiği bir ülkede “Arkadaşlar milliyet- ir öfkeye ve ezildiğe kapıkyoruz”

den-"Pek az kişi romancı olduğumu biliyor, bilenler Kars'ta geçen bir roman yazdığımdan habersiz. Gazeteciyim deyince hemen soruyorlar. Hangi gazeteden? Ben seni bir kere televizyonda gör­ düm! Yaz gazeteci, yaz!.. •

diği zaman j sunuz. Kitac

diğim şeyleri, insanları rencide etmeden anlatmak istiyorum. Bu bakımdan da bu kitaptaki tutu­ mum tuhaf. Ben bağırarak konu­ şan insanlar arasmda, fısıldaya­ rak “Hey! Sizi kırmak istemem ama hepiniz, yankş yapıyorsu­ nuz” diyorum.

Birileri de çıkabilir; “Sen kim oluyorsun da, herkese fısıldaya­ rak da olsa bir şey söylemek isti­ yorsun ” diyebikr. Böyle bir hava çıkmasın­ dan da korkuyorum. Bir başka şey; Türki­ ye’de yaptığım siyasi eleştirilerden dolayı, öfkeli bir milliyetçilikle; zaman zaman üs­ tüme, hiç de doğru olmayan “vatan haini” damgası da yapıştınlabiliyor. Bu kitap bit­ tiğinde şöyle hissettim; bu kitabın verdiği mesaj, politik mesaj, varsa eğer bu şu: “Dü­ şüncelerinizi fazla ciddiye almayın. İster askeri darbeci olun, ister siyasal İslamcı, ister Türk milliyetçisi; takıntılarınızı fazla ciddiye almayın. Bu ülke düşüncelerinize, inançlarınıza, ideolojilerinize fazlasıyla bağlı olmanızdan dolayı acı çekiyor.”

Ilımlı bir adam

Bu yüzden de cesarede, bir insanın aşk­ la muüu olma çabasını hoşgörüyle, şefkat­ le, sempatiyle anlatıyorum. Bunu yozluk olarak, “Bak hiçbir inanç kalmamış,yalnız­ ca aşk ve seks istiyorlar” diye değerlendir­ miyorum. Ama bu tutumum beni, Türki­ ye’de birbirleriyle çatışan bütün görüşler arasmda ılımlı, ortada bir adam yapıyor. Ama bu tuhaf geliyor bana: Ilımlı, ortada bir adam, bu ülkede vatan haini diye eleş- tirilebiliyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yazarlar, genellikle kahraman ve cesurdur. Ben onlardan olduğumu iddia etmiyorum. Aşın, radikal bir görüşü elde bayrak teslim eden, amigolar var bu ülkede. Bense hiç­ bir görüşün amigosu değilim, ılımlı bir gö­ rüşü söylüyorum ve buna rağmen vatan ha­ ini ilan edilecek bir konuma getiriliyorum. Bunun da benim kadar, birazcık da Türki­ ye’nin bir tuhaflığı olduğunu düşünüyo­ rum.

- Laiklik konusunda ne düşünüyorsun? - Laiklik çok kuvvetle inandığım bir de­ ğer. Ama bu değerin düşünce ve inanç öz­ gürlüğüyle birlikte değerlendirilmesi gere­ kir. Hele benim gibi; babaannesinden çağ­ daş edebiyatın şiirlerini dinlemiş, babasın­ dan modem Batı yazarlarım, Batı kültürü almış biri için laiklik, kendimi özgür hisse­ deceğim, kendimi güvende hissedeceğim bir ortam. Benim eleştirel olduğum bir şey varsa laikliğin yanında, eleştirel düşünce­ nin öne çıkarılmaması. Laiklik herkesin eleştirel olması için özgür bir ortam yara­ tır. Laiklik var ama devleti,dini, şunu, b u ­ nu eleştirmek yasak... Bu olmaz... Yarım bir laiklik olur. Bizde ne yazık ki aydınlanma­ nın Batılılaşma yanı öne çıkarılıyor. Düşün özgürlüğü, cemaatten kopma, kendi ken­ dine karar verme -ki bunların hepsi insan aklının, eleştirel düşüncenin insanm tek başma sahip olduğu aklın öne çıkarılması­ dır- yani, laiklikle özgür düşünce, yan ya­ na konmuyor. Bu balamdan Türkiye’deki laikliğin uygulanmasına da eleştirilerim var. Bütün toplum laik olmalı, devlet laik olup, toplumu laikleştirmemek. Laiklik, laik ol­ mayan vatandaşların devletten beklediği bir hizmet, zorla topluma dayatılan bir şey olmamak. Bence bu, Türkiye’deki laikli­ ğin başarısızlıklarından biridir. Dinin bir alt kültür, modernleşme engeli olarak gö­ rülmesi; hem siyasal İslamcılar hem de -ki­ mi zaman- devlet tarafından böyle göste­ rilmesin dendir.

Bence, Türkiye’nin Batılılaşmış modem­ leri kendi geleneklerini, dinlerini, laiklik­ lerinden hiç ödünç vermeden daha iyi ta- nısalardı Türkiye, laikliği korumak için devlet müdahalesine sık sık ihtiyaç duyu­

lan, bir ülke olmuyor. Şimdi laiklik yalnız­ ca askeri darbeler sırasmda hatırlanan bir ilke. Laiklik, hepimizin kendi haklarımızı hem birbirimize, hem de devlete karşı k o ­ rumak için kullandığımız bir şey olmalı.

-

Lacivert, romanda çok çelişmeler içinde

bir insan olarak çıkıyor ortaya, bir yandan

kıyıcı, bir yandan âşıkları olan yakışıklı bir

adam. Neden?

- O nlar çelişme değil. Belki şu çelişme olabilir: Lacivert, şehir şehir gezen, hak­ kında siyasi cinayetler düzenlediği, K ürt milliyetçileriyle teröre başvuran siyasal İs­ lamcılar arasmda devlete karşı bir uzlaşma önerisi aradığı söylenen, hatta peygambe­ ri küçük düşürücü bir söz söylediği için bir spikeri öldürdüğü söylenen birisi. Yani, bi- r tetik çekmekten çekinmeyen, ama öldür­ mekten kaçınmayan yanı var. Onu roman­ da gerektiği gibi sevimli, inandırıcı kılmak, kadınların âşık olduğu biri gibi yapmak; işte kitabımın iddialarından biri de, du zor olan şey. Lacivert gibi birini ya da Sunay Zaim gibi her ne pahasına olursa olsun as­ keri darbe yapabilecek birini, yani okura tamamen zıt görüşte olanları; okura yadırt- gamadan kabul ettirebilmek. Bunlar ro­ mancı hüneri. Bence romancılık; bize ay­ kırı gelen düşünceleri taşıyan insanları ka­ bul edilebilir ya da gerçekçi kılmaktır.

-

Necip’le, Fazıl?

- Necip’le Fazıl. Okurun sevgisini kaza­ nırken bir vandan da en tehlikeli, en abuk sabuk, en kabul edilmez düşünceleri söy­ lüyorlar. “M erak etmeyin, ateist olduğu­ nuz için sizi öldürmeyiz” diyorlar. Bilmem anlatabildim mi? Bence bu kitapta en ka­ bul edilmez durumdaki insanlara, her tü r­ lü düşünceyi taşıyan, her türlü tuhaflığı söy­ leyen insanlara gösterdiğim şefkat, anlayış, o düşüncelere gösterdiğim hoşgörü olarak değil, o düşüncelerin taşıyıcılarına, insan­ lara gösterdiğim anlayış olarak değerlendi­ rilmeli. Benim bu kitapta anlatmak istedi­ ğim şey sloganlar, siyasi düşünceler değil; insanlara bu uzlaşmaz sloganları, siyasi dü­ şünceleri söyleten ortam. Kitabın asıl kah­ ramanı K a’nm istediği aşk ya da birisine sarılarak bir odaya çekilme arzusunu arka plana iten o doku, acımasız olmamıza yol açan yoksulluk, eziklik, çaresizlik gibi şey­ ler...

Romancının yapması gereken şey

-

Romanda hep okuyucunun beklemedi­

ği şeyler oluyor?

- Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum. Romancılığımın sırrı budur. Her şey, oku­ rumun istemediği şekilde gider.

-

Neden?

- Çünkü bence romancılığın en büyük yanı, sürpriz yapabilme yeteneğidir. Eğer okur aşağı yukarı hangi kahramanın, ne ya­ pabileceğini, hangi tabancanın nerede pat­ layacağım tahmin edebiliyorsa bence o ro ­ man, en sonunda okura yağ çeken roman­ dır. Ama özellikle bir aşk romanım; en ol­ madık ilişkinin kurulabileceğini, inandırı­ cı bir şekilde sürebileceğini ya da tam mut­ lu olması beklenen kahramanın, daha ön­ ceden görüp dikkat etmediğimiz başka bir aşk ayrılığı yüzünden birinden uzaklaşabi­ leceğim göstermek, bunu gösterdikten son­ ra da inandırıcı olmak... Bence roman cinin yapması gereken şey budur.

-

Genellikle romanda kahraman ya baş­

ta ölür ya sonda. Senin kahramanın roma­

nın ortasında öldü...

- Bu tabii ki Conrad’dan (Joseph) öğren­ diğim bir şey. Conrad, politik romanm da en büyük babalarından biridir. Bir kitapta dramatik etkiyi arttırmak için zamanda sıç­ ramalar yapılabileceğini dünyaya o öğret­ miştir. Kahramanın başma daha sonra ge­ lebilecek trajik bir olayın ipuçlarını roma­ nın ortasında bir yerde söyler. Bizdeki me­ rak daha da artar ve sonraki olayları sonu­ ca göre, daha başka türlü okuruz. Bunu ro ­ mana Conrad getirdi, ben de ondan öğ­ rendiğimi kendime göre kullandım. Yani evlenecekler mi, ölecekler mi gibi basit so­ rulanın cevabmı kendime güvenle kitabın ortasında söyledim. Ama bu sefer, bu so­ nuca nasıl ulaşabileceği merak edildi ve o sonucun da kitabın tam ortasında drama­ tik bir gücü oldu. Kitabı başka türlü, sonu­ cu bilerek okuduk. Bunlar, zamanla kullan­ mayı öğrendiğim romancı teknikleri,

(3)

*■ lıkları ve büyük bir çoğunu da ben keşfet­ medim, okuya okuva öğrendim.

- Peki, rom ancılık Türkiye’de böyle he­ men yazılan ve daha çok doğaçlama yapılan bir sanat mı?

- Bu şairliktir, romancılık değil. Roman­ cılığın çok önemli bir zanaat yanı, teknik­ lere hâkim olma yanı vardır. Bütün bunla­ rı yaptıktan sonra Conrad ne yapmış, zama­ nı nasıl kullanmış, Tolstoy nasu ayrıntılara dikkat etmiş?.. Ya da Nabokov... Ben on­ dan da, olmadık yerde başka bir ayrıntıya dikkat çekerek, dünyanın bizim hikâyemi­ ze hiç de uymadığını göstermeyi öğrenmi- şimdir... Bunun gibi bin türlü şeyi ben oku­ ya okuya öğrendim. Romancı olabilmek için; bütün bu bilgileri kafana depolayacak, sonra romanı yazarken kafandan çıkarabi­ leceksin. Bir orkestra şefi gibi de duruma hâkim olabileceksin. Bunlar bence zanaat. Bunlara hâkim olduktan sonra, iş sanat ol­ maya başlıyor.

- Diyorsun şiir kafadan, doğaçlama yazılır. - Şiir de öyle değildir aslında, ama öyle zannederiz... Yani şöyle roman olmaz; ro ­ man sanatını bilmiyorsun, ama çok ilginç şeyler yaşadın, daktiloya bir kâğıt takıp... Hayır, o olmaz, belki bir tane, o da otobi­ yografik roman olabilir. Ama romancdık bütün bu mekanizmaları tanımakla, bütün bu mekanizmaları bilmekle ilgili bir şey.

Bir müzik gibi

- Tütün rom anlarına hep kendi hayatın­ dan da ufak tefek şeyler sokuyorsun, bunu niye yapıyorsun ?

- Romanlarımda benden izler olsun isti­ yorum kitaplarımda. Bir sürü küçük mesaj, ayrıntı, imge; okura şöyle diyorum: “Ben, size şunu anlatmak için şurada hikâyeyi kes­ tim ve şu ayrıntıyı verdim, bunu şimdi söy­ lüyorum, 50 sayfa sonra tekrar geleceğim. Bunun yarısının hesabını verebilirim, bir diğer yansının ise -kabaca söylüyorum- ne­ denini bilmiyorum. Kendiliğinden koyuyo­ rum ve bilmek de istemiyorum. O kendili­ ğinden, müziğin kurallarını bilmeden, ken­ di kendime notalara basarak çaldığım bir müzik gibi. Bir örnek vereyim; Haşan Oz- toprak söyledi, bundan önceki kitapları­ mın hepsinde bir Haşan varmış ve bu Ha­ şan kötüymüş. Bu kitapta Haşan kullana­ madım. Ben bunu bilmeseydim, eminim bu kitapta da kötücül bir kahramana, Haşan derdim. Bence romancıların böyle farkına varmadan yaptıkları küçük simetriler, hatır­ lamalar var. Bilmemeleri gereken içsel tu­ tarlılıklar var. Bir, sonuna kadar niçin yap­ tığını bilmen gereken bir yapı, kurgu, kah­ raman, fikir olmalı, bir de, hayata geçirmen ereken, bilmemen gereken ama içsel tutar- lığı olan rastlantısallıklar olmalıdır.

- Kars senin için ne anlam ifade ediyor? - Bu konuda çok kırılganım. Kitabı ya­ zarken Kars benim için, çok özel ilişkim olan bir yerdi. Henüz orayı doğru ya da yanlış temsil ettiğim önemli değildi. Ben Kars kadar, Kars’ı sevmemi de seviyordum. Çünkü bir şeyi keşfetmiştim, bana çok gü­ zel geliyordu, orayı özlüyordum. Oranm üzelliğini yazmaktan, o şehirle yapayalnız almaktan memnundum. Kitabın bitmesi­ ne doğru olabilecek şeyleri öngörmeye baş­ ladım. Kendini Kars’ın sahibi gibi görenle­ rin ya da Kars’ta yaşayanların kimi itirazla­ rı olabilirdi. Şehirle olan özel ilişkim; kitap­ ları 100 bin - 1 5 0 bin satan bir yazar

oldu-Î

;um için özelliğini kaybedecek ve eleştiri- er alabilecektim. Bunun için de biraz pe­

şinen üzülmeye başladım. Ve şimdi, kitap çıktıktan sonra “Kars şöyle miydi, böyle miydi” tartışmaları az da olsa, hafif hafif başlayınca Kars’la olan ilişkim saflığım kay­ betti.

Kimse Kars'ın güzelliğinin farkında de­ ğilken ya da farkında olanlar da sesini çı­ karamazken ben o özel ilişkimi kurdum, şimdi bu ilişkinin eleştirilmesi beni öikelen- diriyor, kızıyorum. Şimdi bu öfkeli anda­ yım. Ama Kars’la ilişkim de sürekli değişi­ yor. İlk gittiklerimde, dönerken üzülür­ düm. Son zamanlarda şehrin her şeyini gör­ müş, romanımda yazmış ve sıkılmaya baş­ lamıştım. Onu da dürüstçe söylemek la­ zım; şehirle ilişkim bir roman yazmış olma­ ya dönüktü. Şehri, romanda nasıl güzel du­ racağını düşünüp seviyordum, ben Kars'ı Kars olduğu için sevmiyordum.

- Son soru; ölüm oruçlarında çok çaba sar- fettin, ama hâlâ sürüyor.

- Bir başarısızlık, bir suçluluk duygusu... Başarısız olup suçluluk duymaktan kork­ makla, bir şey yapamamanın ezikliği arasın­ da gidip geliyorum. Arabuluculuk yapma­ ya çakşırken, bence devletten çok medya hoşgörüsüz davrandı. Bence, medya biraz­ cık hoşgörülü olsaydı, biraz daha az ami­ goluk yapsaydı, devlet bir çözüm bulmak­ tan yanaydı. Şimdi devlet de dahil hiç kim­ senin, dünyaya sunduğumuz imgeden hoş­ nut olmadığını zannediyorum: Kendi ha­ pishanelerine helikopterlerle alev bomba­ lan atması, kendi vatandaşlarını ve hapis­ hanelerdeki insanların kendi kendilerini yakması...Vaktinde kamuoyu ve medya amigoluk yapmayıp, hoşgörülü davranma­ yı bilseydi bana kahrsa devlet bir çözüm bulacaktı, benim hissettiğim buydu.

- Komanın karşılanm ası nasıl sence? - Romanın bitmesiyle basılıp yayımlan­ ması arasmda bir aylık tatilim vardır. O ta­ til bitti. Şimdi, kitap hakkında onu savun­ madan, şiirselliğini, içindeki aşk hikâyesi­ ni, oradaki insani durumları öne çıkarma­ ya çalışarak konuşuyorum. Kitabımdaki aşk kısmını öne çıkarmam isterim yani.

- O zaman, birazcık Ka ile İpek arasında­ k i aşktan bahsedelim.

Ka'nın temel sorunu

- Kitabın bana en yakın kahramanı Ka’nın kadın okuyucuları tarafından seril - memesi biraz kalbimi kırdı. Ka’nm sevil­ mesini isterdim. Çok anlaşılması, ama çok fazla sevilmemesi sanki benim reddedil­ mem gibi bir yanılsama duygusu yarattı. K a’nın kimi dertlerini kendimde görüyo­ rum, ama bazılarım abarttım. K a’nm temel sorununun, biz Türk erkeklerinin kadınla­ ra karşı bir sorunu olduğunu düşünüyo­ rum. Ka 4 0 yaşlarmda, orta yaşlarda bir Türk erkeği. Kadınlar ve aşkla ilişkisi, ha­ yatındaki başarı ve başarısızlıkla yoğun bir şekilde ilişkili. Aşkı, birisini sevmeyi; başa­ rdı olmakla, bir şey yapmakla, başkalarının kendisi hakkındaki imgesiyle, kimliğiyle yoğun bir şekilde ilişldlendiriyor. Aşk, kim­ liğinin, hayatta yaptığı şeylerin smandığı bir smav belki. Bu yüzden karşısındaki ka­ dını, onun elmayı nasd ısırdığına, televiz­ yonda neye güldüğüne, babasına niye kız­ dığına ya da bir sandviçi nasd yediğine dik­ kat etmek ve bunun zevklerini çıkarmak için değd, kendisini kurtarmak için seviyor. Kadını seviyor, ama kendine göre... O yüz­ den de, zaman zaman kadının güvensizlik anlarını ya da kadının içindeki yaraları göremiyor. ■

NİÇİN C U M HURİYET?

- K ars’ın kahram anı Ka, A lm an ya’dayken neden C um huriyet’e m ektuplar yazı­ y o r?

- 19 8 0 askeri darbesinden sonra pek çok siyasal sürgün C um huriyet’e yurtdı- şından m ektuplar yazdı. Bunlar pazar günleri gazetede yayım lanırdı ve ben de çok severdim . Bu yazarlar belirli b ir ün edinir, Türkiye de ilişkilerini de k o p ar­ mamış olurlardı. K a ’nm da avm şeyi yapmasını istedim.

- K a K ars’a neden C um huriyet m uhabiri olarak gid iyor?

- Bövle durum larda olduğu gibi, K a ’da uzun süren sürgün yıllarından sonra İs­ tanbul’a dönünce C um huriyet’e b ir uğruyor. Birikmiş parasını almak, insanları görm ek için. K a rs’ta ilginç b ir şeyler olduğunu burada öğrenip, oraya gidip bir röportaj yapmayı k abul ediyor.

- A m a C um huriyet k im liğ i K ars’ta ona zorluk çıkarıyor.

- Ç ünkü siyasal İslamcı diyebdeceğim kahram anlar bu kim likten hoşlanm ıyor­ la r ve başkaları gibi, onu yanlış anlıyorlar. ■

Orhan Pamuk'un not defterinden

25 Şubat Pazar

B

ir de başka bir şey var; belki de bütün sorun onurda ilgili: Hayatın ve insanla­ rın çok daha alçakgönüllü olması... Sokak­ larda yürürken, kaldırımlarda gördüğüm, kahvelerde konuştuğum insanların roman­ larda anlattıklarımdan çok daha basit ve ya­ lın olduklarını görüyorum. Belki de günde­ lik hayat, o her anın kendi sıradanlığı veri­ yor bana bu duyguyu. Belki o an birisi in­ tihar etse, pinekleyerek oturduğum kahve­ de biri bir diğerini öldürse gene her şeyin sıradan olduğunu, böyle bir sahneyi roman koymakla abartmış olacağımı düşünece­ ğim.,.. Yetmişli yılların ikinci yarısında Kars’ta yoğun bir şiddet yaşanmış... Şehrin tarihinde MİT ve devlet baskısının çok bü­ yük bir yeri var... 9 0 ’lı yılların ortalarında PKK, şehre dağlardan sızma çabasına gir­ miş... Bütün bunlara rağmen (belki de bü­ tün bunlar yüzünden) sanki siyasal şiddet­ ten ve siyasal felakederden söz etmek ayıp­ mış gibi geliyor bana... Belli belirsiz bende bir utanç duygusu uyandıran bir abartma duygusu... Yalan söylediğim hissi: Evet, ge­ rekli bir yalan...

Bütün hayatı boyunca kendini bir ağacı çizmeye veren ressam, en sonunda o ağacı ilginç ve büyük bir şekilde resmedebildiğin - de, o ağacı kendi resim diliyle canlandıra- bildiğinde, resmin mutluluğunu içinde his­ settiğinde dönüp son bir kere daha ağaca bakarsa içinde bir eziklik, bir ihanet duy­ gusu hissedecektir... Böyle hissettim işte bu­ gün Kars sokaklarında yürürken... Daha da yürüyeceğim... Şehrin sokaklarının hâlâ ba­ na verdiği yalnızlık, derinlik, uzaklarda ol­ ma duygularını içimde hissederek...

26 Şubat Pazartesi

G

ene geldim sabah erkenden, Birlik Kı- raathanesi’nde oturuyorum. İhtiyar bir adam sokuluyor bana; ihtiyar diyorum ya, belki de benden çok fazla değildir ya­ şı. İri gövdeli, kasketli, gri ceketli, kıvırcık saçlı, sağlıklı ve ağzında sigara.

“Sen gene mi geldin?” diyor bana. Ayağa kalkıp elini sıkıyorum! “Evet, ge­ ne geldim” diyorum gülümseyerek.

Duvardaki askıya asılı paltosunu alıyor. Ben de bu yazıya dönüyorum. O elinde altosu, Birlik Kıraathanesi’nden çıkar- en benim duyacağım bir şekilde konuşu­ yor: “Yaz, memura ne kadar verildiğini yaz! Yaz, kömür fiyatlarının Kars’ta ne ka­ dar olduğunu yaz!”

Bir yandan da çayhanenin çırağı, soba­ nın ağzını açmış, maşayla içeriye kömür tıkıştırıyor. Kömür fiyatları Kars’ta çayha­ nelerde oturup, ses kayıt aracını açıp, et­ rafım insanlarla dolup, şikâyetler başlayın­ ca sürekli söz konusu olan demirbaş ko­ nulardan... Çayhanelerde elimde defterim,

ses kayıt aracım gezinirken herkesin beni nasıl gördüğünü de gösteriyordu bu. Pek az kişi romancı olduğumu biliyor, bilenler Kars’ta geçen bir roman yazdığımdan ha­ bersiz. Gazeteciyim deyince hemen soru­ yorlar. Hangi gazeteden? Ben seni b ir ke­ re televizyonda gördüm! Yaz gazeteci, yaz!..

Şimdi de aralarında konuştuklarını işiti­ yorum; benim buradan duyup duymadığı­ ma aldırmadan: “Yazıyor işte, gazetecidir! ” “Ne yazıyor?” diye yeniden soruyor öteki­ si. Sabah Birlik Kıraathanesi tenha... Saba­ hın saat sekizinde kâğıt oynanmaya başla- namış bir masa var ileride... Orada kırkına varmamış bir adam tek başına fal açıyor. Masanın iki ucuna oturmuş emeklilik yaşın­ da iki kişi de hem onu seyrediyor hem de sohbet ediyorlar. Fal açan, bir ara başını kâğıtlardan kaldırıyor ve Başbakan Ecevit için ağıza alınmayacak laflar ediyor. Bir haf­ ta önceki cumhurbaşkanı - başbakan krizi­ nin saçmalığı, Ecevit’in televizyonlara çı­ kıp ağlayarak cumhurbaşkanım suçlaması ve bu yüzden borsanın düşmesi ve Türk parasının değer kaybetmesiyle ilgili bu söz... Derken ilerideki bir başka masadan laf atıyolar. Kıraathanedeki on iki erkek (şimdi göz ucuyla saydım) hep birlikte be­ nim üç adım ötemde sobanın çevresinde toplanıyorlar. Yarı bezgin, heyecansız şa­ kalar, iğnelemeler. İkide bir “sabah sabah” ifadesinin kullanıldığını işitiyorum: “Sabah sabah şöyle yapma, böyle deme!” Soba ısı­ nıyor ve yüzüme tath bir sıcaklık vuruyor... Şimdi Birlik Kıraathanesinde bir sessizlik var. Kapı açılıyor, bir kişi, derken bir baş­ kası daha geliyor: “Günaydın arkadaşlar.” “Günaydın arkadaşlar, kolay gelsin.” Bir başka masada oyun başlamış çünkü. Saat sekiz buçuk. Daha önümüzde doldurula­ cak bomboş bir kış günü var. Börekçi giri­ yor içeri. “Börek, börek, b örek!”

Niye bu kadar çok seriyorum Kars çay­ hanelerinde, en çok da Birlik Kıraathane­ sinde oturmayı?.. (Börekçi, bir başkası ba­ şında taşıdığı geniş tepsisiyle yeniden gel­ di.) Belki de sabahlan burada çok kolay ya­ zabildiğim için. Sabahlan Kars’ın geniş, so­ ğuk, rüzgârlı ve tenha sokaklarda yürürken her şeyi yazabileceğimi, hiç durmadan ya­ zabileceğimi, gördüğüm her şeyden heye- canlanabileceğimi, heyecanlandığım her şe­ yi kalemimin ucuna getirebileceğimi, kale­ mimin ucuna gelen her şeyi yazabileceğimi hissediyorum. Duvardaki bir takvim. Ata­ türk resmi. Az önce sesi kesilmiş açık tele­ vizyon (yanda kalmış Milli Güvenlik Kon­ seyi toplantısında başbakan ile cumhurbaş­ kanı inşallah banşacaklar), inanılmayacak kadar yıpranmış sandalyeler, sobanın boru­ su, oyun kâğıtlan, kirli duvarlar, kirden kapkara döşemeler... ■

(4)

M. MUKADDER YAKUPOGLU

O

rhan Pamuk, Ahmet Altan’la bir­likte ülkemizdeki roman okuyucu­ larının hemen hemen tamamına hitap eden romanlar yazıyorlar. Başka hiç­ bir yazarımızın kitabı kısa bir süre içinde 150.000 satmamıştır. Okuyucu sayısı olarak bu rakamı rahatlıkla 300.000’e çıkarabili­ riz. Buna karşılık 2 001 yılının kaşım ayan­ da piyasaya çıkan "Varoluş, A hlak ve Ölüm” adlı kitabım üç ay içinde ancak 25 adet sa- tabilmiştir. Bir tarafta 150.000 diğer taraf­ ta 25 adet satış. Her yazar eserinin okun­ masını, değerlendirilmesini ve eleştirilme­ sini ister. Bu isteğin benim açımdan gerçek­ leşmesi çok zor görünüyor. Hatta böyle bir isteğimin olması bile gülünç karşılanabilir.

Buna karşılık dünyaca tanınan ve No- bel’e en yakın Türk yazan olan Orhan Pa­ muk arzuladığından çok daha fazlasını bul­ maktadır. Yazdığı kitapların çok satmasıy­ la birlikte zafer sarhoşu olan Pamuk ken­ dine duyduğu aşın güven sonucu hiç de adına uygun olmayacak düzeyde kitaplar yazıyor olabilir. Belki de tanınmamış biri­ nin eserlerini yaratırken gösterdiği özeni ve sabn göstermiyordun Ya da kötü kitaplar yazarak okuyuculannı aldatıyor ve onların bu kötü kitaplan okumak için gösterdiği çabalarla içten içe dalga geçiyordun

Orhan Pamuk’un son romanı “K a r”ı okurken ve notlar alırken içinde bulundu­ ğum psikolojik durum aşağı yukan böyley- di. Buna göre b ir eleştiri yazılırken yazara karşı duyulan ve entelektüel ve edebi açı­ dan hiçbir değeri olmayan duygulardan arınmak gerekmektedir. Çünkü söz konu­ su olan eserdir ve ancak yazarın kendisin­ den kurtulabilirsek iyi bir eleştiri yapabili­ riz. Ama çok satan ve tanman yazarlar için böyle saf bir eleştiri yapmak çok zordur. Onlar kendilerini o kadar ortaya koymak­ tadırlar ki eser yazarın gölgesinde kalmak­ tadır.

“K a r” başından kendini ele veren bir ro ­ man. Bana hemen 19 6 0 ’lı yıllarda özellikle Fransa’da insan bilimlerinde ve felsefede ortaya çıkan bir akımı anımsattı: Bu dü­ şünce akımı yapısalcılıktı. Bu akım özet ola­ rak insan bilincini merkeze koyan tüm dü­ şünce biçimlerini reddediyor ve tüm insan­ ların bilincine yön veren yapılardan söz edi­ yordu. Bunun en önemli temsilcileri etno­ lojide C. Lévy-Strauss, psikanalizde Jacqu­ es Lacan, Marksizmde Louis Althusser ve felsefede özellikle “Kelimeler ve Şeyler”de- ki Michel Foucalt’ydu. “K ar”da tıpkı yapı­ salcılıkta olduğu gibi düşünce yapıları in­ san bilincine hâkim oluyor ve onların tüm davranışlarını önceden belirlenmiş kalıpla­ ra sokuyordu. Ka solcu, ateist, laik. Siyasal İslamayla konuşmaları bu kavramların be­ lirlediği çerçeveler içinde geçiyor. Kişilerin hayat sürecindeki değişimleri de bu kalıp­ ları izliyor. Muhtar solcu, devrimci, ateist­ ken, daha sonra siyasal İslam a ve türban- cı oluyor. Herkesin yeri tamamen Türki­ ye’y e bakim olan düşünce akımlarına göre belirleniyor ve romanın kahramanlan be­ lirli düşünce akımlarının temsilcileri ol­ maktan öte bir işlevleri olmuyor. Siyasal fa­ natik bir İslamcı laik, devletçi bir enstitü müdürünü öldürürken aralarında geçen uzun soluklu diyaloglar da hep bu düşün­ ce yapılarına uygun olarak geçiyor ve insa­ nı böyle sınır bir durumda bu kadar kalıp­ lara uygun konuşmaların nasıl yapıldığı ko­ nusunda kuşkuya sokuyor. Ben buyum, ben şuyum gibi tamamen donuk kişilikler varoluş birimlerinin üzerine bir etiket gibi yapıştırılıyor. Ka her yerde herkesin karşı­ sına önceden donuklaştırılmış bir kalıpla çıkıyor.

Söylemlerin varlıkların üzerinde kesin bir üstünlüğü var, Pamuk’ta. Bu üstünlük o kadar mutlak ki bir kişinin diğer bir kişi­ yi öldürmesi bile bir söylemin diğer bir söy­ lemi öldürmesi şeklinde ortaya çıkıyor. La­ ik söylemle Islami söylem savaşıyor. Bu sa­ vaşta kişiler sadece piyonlar ama bunun hiç farkında değiller. Laik devletin polisi İs­ lamcıya işkence eder. Bunun nedeni söy­ lemlerin uyumsuzluğudur. Aslında Ka ile polisler arasmda hiç uyum olmamasına rağ­ men söylem uyumu K a’yı işkence görmek­ ten kurtarır. Buna karşm Muhtar ile

polis-Orhan Pamuk,

Yapısalcılık ve

Ecinniler

ler arasmda uyum olmasına rağmen (ikisi de inançlı Müslümanlardır) devletin söyle­ miyle Islami söylemin karşıtlığı nedeniyle M uhtar işkence görür. Görüldüğü üzere romanda çıldırtıcı bir ortam vardır. Artık varoluş yoktur ve siyasi düşünceler bütün alanı kaplamışlardır, işte bu yapısalcıların sözünü ettiği insanın ölümüdıir. Romanda bireysel varoluşun söylemine rasdamıyo- ruz. işte bu olgu bu romanın kahramanı­ nın adını aldığı Kafka’nm “Dava” adlı ro­ manıyla olan temel çelişkisini ortaya çıkar­ maktadır. “Dava”da siyasal söylemle birey­ sel varoluş söylemi karşı karşıya gelir ve ara­ larında ölümcül bir savaş başlar. Bu savaş bireysel varoluşun yaşamı reddederek ken­ di sonsuzluğuna geri dönmesiyle sonuçla­ nır. Pamuk’un K a’sı ise bütün söylemlerle savaşma yerine uzlaşma yöntemini arayarak söylemsizleşir ve böylece varoluşunu kay­ beder. Ka siyasal söylemini yitirmesine kar­ şm kar sayesinde metafiziksel bir söyleme kavuşur. Romanın 2 13 . sayfasında bir an­ siklopediden alman bir bölümde kar şu şe­ kilde tanımlanmıştır: “G enellikle altıgen hir hiçim i olan güzel kristal yıldızcıklar halin­ dedir. H er kristal tanesinin kendine özgü al­ tıgen yapısı vardır... ilk olarak İsveç’in Upp­ sala kentinde 15 5 5 yılında papaz O laus Mag­ nus her kar tanesinin kendine özgü altıgen b ir yapısı olduğu...”

Ka kann bu altıgen biçimini metafiziği­ ni belirleyen bir şema olarak almış ve ken­ disine vahiy olarak gelen şiirleri bu altıgen yapıya yerleştirmiştir. K a’nın arkadaşı ro­ mancı Orhan bu şemayı K a’nm bir defte­ rini kanştınrken bulur. Romanın 2 61. say­ fasında yer alan bu şemaya baktığımızda K a’nın psişik yapışırım üç ana ekseni oldu­ ğunu görüyoruz: Hafıza, Mantık ve Hayal. Bu şema Lacan’ın yapısalcı şemalarım anımsatmaktadır. Aradaki fark Pamuk’un şemasının psikolojik ve Lacan’m şemasının bilinçaltının dilsel yapışım ortaya koyan psi- kanalitik bir şema olmasıdır. Burada da Pa­ muk’un metafiziğinin de geometrik ve ya­ pısal özellikler taşıdığım görüyoruz. Böyle­ ce her kar tanesi K a’nm Allah inancını art­ tırmakta, çünkü kar yağışının her şiddeden- mesinde K a’ya şiir biçiminde yeni bir vahiy gelmektedir: “K ar tanelerinin ansiklopedi­ den okuduğu çocuksu altıgen yapısını ken­ disine kâr taneleri gibi teker teker gelen şi­ irlerin ahengine benzetti. Şiirlerin hepsinin daha derindeki bir anlama işaret etmesi ge­ rektiğini o an düşünmüştü.” (s. 263)

Ne yazık ki yazar şair olmadığı için(!) bu şiirlerden hiçbirini yazmadığı veya yazama­ dığından okuyucu bu şiirlerin gerçekten al­ tıgen bir yapıyı oluşturup oluşturamadığı- m ve de aralarında derin bir ahengin ve

or-tak bir anlamın olup olmadığım görme fır­ satına kavuşamıyor. Bence yazarın en bü­ yük hatası şiirlerin çok önemi olduğu bir romanı şiirsiz bırakmasıdır. Bu belki de bü­ yük bir işi kısa sürede yapmaya çalışmasın­ dan kaynaklanmaktadır. Orhan Pamuk gerçekten ilginç bir roman konusu ve olay örgüsü yakalamış olmasına karşm meşhur olmanın etkisiyle bir an önce ortaya çıkmak istemiştir. Canetti veya Musiki kendine ö r­ nek alarak bu roman üzerinde çok daha ge­ niş bir zaman dilimini kullanarak çalışsay­ dı belki de ülkemizde ilk defa entelektüel açıdan doyurucu olan bir romanla karşıla­ şacaktık.

Ama medyanın ve yayın dünyasının aç­ gözlülüğüne yenilen Pamuk bu işi aceleye getiriyor ve romanın her tarafına gerekli, gereksiz bir sürü diyalog serpiştiriyor. Ro­ man boyunca insanın sabrım taşıran kalıp­ laşmış tartışmalar sanki hiç bitmeyecek gi­ bidir. Bu diyalogların kupkuru, şematik ve edebi değerden tamamen yoksun olduğu­ nu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna örnek ola­ rak romanın “Arabulucu” başlıklı 34. bö­ lümünü gösterebiliriz. Ka ile Kafiye ara­ sındaki başım açma ve Türk erkeği zihni­ yeti konusundaki diyaloglar; bunu büyük romancımızın yazmış olmasını yalnızca ül­ kemizdeki eleştiri eksikliğine, güçlü olanı beğenme şeklindeki feodal anlayışına gü­ venilmesi olarak değerlendiriyorum. Pa­ muk, öyle bir gücüm var ki ben her şeyi edebiyat, roman diye yuttururum bu oyun­ culara demiştir. Görüşlerimi kanıtlamak için sizi sıkacağını, bezdireceğini bildiğim şu diyaloglara yer vermek istiyorum.

“Hayır. Lacivert ölümden kurtulm ak için senin başını açıyormuş gibi yapmanı kabul edecek kadar akıllı, m antıklı biridir, bunu sen de biliyorsun. K abul edemeyeceği şey, önce kendisine değil, sana sorulmasıdır.”

“Am a bu yalnızca siyasal bir konu değil, aynı zamanda benimle ilg ili kişisel bir ko­ nu. Lacivert bunu anlar.”

“Anlasa da ilk kendisinin söz sahibi ol­ mak isteyeceğini sen de biliyorsun Kadife. O b ir Türk erkeği. Üstelik de siyasal İslam­ cı. Ona gidip sen serbest k al diye Kadife ba­ şını açmaya karar verdi, diyemem. K aran kendisinin verdiğini düşünmeli. Senin pe­ ruk takacağın takiyyeli, televizyon montaj- lı o ara çözümü de ona açacağım. Senin onu­ runu kurtaracağına, bunun b ir çözüm oldu­ ğuna hemen kendini inandıracaktır. Senin numara kabul etmez onur anlayışınla onun pratik onur anlayışının uyuşmadığı o karan­ lık bölgeleri gözünün önünde canlandırmak bile istemeyecektir. Başını açarsan, dürüst­ çe, numarasız açacağını da işitm ek istemez hiç.”

“Lacivert’i kıskanıyorsun, ondan nefret ediyorsun” dedi Kadife. “Onu bir insan ola­ rak görmek istemiyorsun. Batılılaşmamışla- n ilkel, ahlaksız, aşağı b ir sın ıf olarak görüp dayakla adam etmeyi kuran laikler gibisin. Benim Lacivert’i kurtarm ak için askeri gü­ ce boyun eğmem mutlu etti seni. Bu ahlak­ sız mutluluğunu gizleyemiyorsun bile. ” Bir nefret belirdi gözlerinde “Madem bu konu­ da önce Lacivert karar vermeliymiş, bir baş­ ka Türk erkeği olan sen, Sunay’dan sonra ni­ ye doğrudan Lacivert’e gitmedin de önce ba­ na geldin, söyleyeyim m i? Çünkü benim kendi rızam la boyun eğdiğimi görmek isti­ yordun önce. Bu aa korktuğun Lacivert kar­ şısında sana b ir üstünlük verecekti.”

“Lacivert’ten korktuğum doğru. Am a di­ ğer dediklerin haksız Kadife. Önce Laci­ verde gidip onun başını açman gerektiği yo­ lundaki kararını sana b ir em ir gibi getirsey- dim sen bu karara uymazdın.”

Anlatım bozukluklarıyla dopdolu olan bu diyaloglar insanı sıkıyor, boğuyor, bez­ diriyor. Ne kadar zorlama olduğu ve ruh­ suzca ve silontıyla yazıldığı belli olan bu sa­ tırlar herhalde dünya çapındaki yazarımız için hiç de hoş değil.

Temel tartışma ateist laikle siyasal İslam­ cı arasındadır. Romanın kahramanı ateist solcu Ka kar yağışına baktığı her defa A l­ lah’a inanma eğilimi içine girer:

“K ar bana A llah ’ı hatırlatıyor” (s. 86) “K ar bana A llah ’ı hatırlatm ıştı” dedi Ka. “Bu âlem in ne kadar esrarengiz ve güzel ol­ duğunu, yaşamanın aslında bir m utluluk ol­ duğunu hatırlatm ıştı kar.” (s. 99)

Karın bu mucizeyi nasıl sağladığını hiç öğrenemediğimiz ve bu mucizenin nasıl gerçekleştiğini dile getiren “K a r” adlı şiiri romanın hiçbir yerinde göremediğimiz gi­ bi Ka’nm kendisine vahiy olarak gelen di­ ğer şiirleri de okuyamıyoruz. Pamuk hiç şi­ ir yazamadığım zımnen kabul etmiş olma­ sına rağmen bir şairi anlatma ve sayılan on- dokuza varan şiir adlarım verme inadından vazgeçmiyor.

Pamuk romanım bitirdiğinde belki de aksayan yönlerim görmüştü ama yayınevi, medya ve toplum önceden hayran olmaya rogramlanmış bir halde bu büyük eseri ekliyordu. Ünü yenilenecek ve üstelik yüklüce bir para kazanacaktı. Pamuk’un zaaflan onun sanatsal ve entelektüel yanı­ na üstün gelmiş ve Pamuk başansızlığa mahkûm olan (bu koşullarda başanlı ol­ ması mümkün değildi) bir romanla kendi­ ni teşhir etmiştir. Belki herkes bana güle­ cektir ama Pamuk bu durumundan acı çek­ mektedir ve bundan eminim.

Roman tuhaflıklar ve tekrarlarla o kadar boğulmuş ki Pamuk’un inşam çileden çıka­ racak bu kadar sayfayı hangi ruh haliyle ya­ zabildiğim merak etmekten kendini alamı­ yorum. Şimdi biraz bu sayfaların içinde ge­ zelim:

“Dindarlar, sağalar, bu ülkenin M üslü­ man m uhafazakârları.. ” dedi M uhtar aceley­ le yanlış b ir umuda kapılarak, “ateist solcu­ luk yıllarım dan sonra bana çok iy i geldiler. O nları bulursun. Sana da çok iy i gelecekler­ dir.” (s. 63)

“Bu sözündeki ima yalnız devletin laik va­ lisine değil, bana da yönelik. Üstelik bana “laik vali de, siyasal İslam a da kızların in ti­ har ettiğinin yazalmasını istem iyor” diye la f dokunduruyorsun.” (s. 78)

(5)

“Renim türbana kızlarla mücadeleme de böyle yapıyor artık babam, intikam ını o kız­ lardan b iri bazen eve gelirse ona hınzırca ateistlik ederek alıyor, ama işler sonunda o kızlarla b ir çeşit devlet karşıtı cilveleşme­ ye dönüşüyor.” (s. 116)

“Bu dinimizin tartışılacak b ir yeri yoktur anlamına gelmez elbette. Am a ben dinim i değil b ir ateistle, b ir laikle bile tartışm ak is­ temem, lütfen kusuruma bakm ayın.” (s. 114)

“Laiklere Islâm’ın laik b ir din olduğunu anlatmaya çalışan yalaka Islam alardan da değilim” diye ekledi Kadife, (s. 114)

“K a başörtüsü takan b ir kadına cinsel çe­ kim duyam ayacağını çok iyi biliyordu, (s. 115 )

"ikinci tabloda çarşaflı kadın biraydınlan-ma ve özgürlük hamlesiyle kara örtüsünü aç­ maya başlayınca ilk anda herkes korktu bun­ dan! Bunu batılılaşmacı laiklerin bile ken­ di fik irlerin in sonuçlarından korkm alarıyla açıklayabiliriz.” (s. 148)

Yukarıda verdiğim örneklerdeki anlatım bozukluklarının ötesinde dikkati çeken en önemli olgu kişilerin siyasal bir fikir halin­ de dondurulmuş olmasıdır: Ateist, laik, türbancı, Batılılaşmacı, İslamcı, solcu ate­ ist, vs. Pamuk’un tüm kahramanlan aynı si­ yasal ve metafizik düşünceyi sürekli tekrar eden papağanlar olmaktan öteye geçeme­ mektedir. Yazar insanların ruh dünyalan- nın içine giremediğinden bu dünyanın dış kapısının üstünde yazan tabelayla yetin­ mektedir. Bu kapılarda İslamcı, Batılılaş­ macı, Liberal, Ateist, Türbancı, İntihara adlan geçmektedir ve yazar bu dıştaki ad­ lar arasmda diyaloglar üretmekte ve bu kı­ sır diyaloglar sonunda okuyucuyu carım­ dan bezdirmektedir. En yaygın edebiyat türü olan romanın bu kadar keyfi bir şekil­ de kullanılması beni çileden çıkarmaktadır. Sanki bütün okuyucular söz birliği etmiş­ çesine “K ar”ı okuyacaklar ve dana önce­ den programlandığı gibi Pamuk’a bir kez daha hayran olacaklar ve daha sonraki ro ­ manının çıkacağı 2 004 yılını heyecanla bekleyeceklerdir. Bu durum Pamuk yaz­ maktan bıkıncaya kadar sürecektir. Yoksa okuyucu her zaman programlanmış olarak çıkacak her Orhan Pamuk okuyacak roma­ nım ve mudaka hayran olacaktır.

"K a r" ve "Ecinniler"

“K ar” ile Dostoyevski’nin “Ecinniler”i arasmda hem roman tekniği ve hem de olay örgüsü açısından şaşırtıcı benzerlikler bu­ lunmaktadır. İki roman da Tanrısız bir ev­ rende yollarını şaşıran insanları ve buna

:çe

rede ve birkaç gün içinde olup bitmekte­ dir. Olağandışı b ir ilişkiler yumağı ve bir­ kaç güne sığması man'tıkdışı olan olay çok­ luğu her iki romanda da dikkati çekmek­ tedir. Orhan Pamuk’un bu romanda Dos­ toyevski’nin “Ecinniler”ini örnek aldığını söylemek mümkündür. Pamuk kahrama­ nı için Ka adını kullanarak biraz okumuş

tur.

Dostoyevski “Ecinniler”de ateist sosya­ lizmin yükselişe geçtiği bir dönemi anlat­ makta ve bu siyasal ve metafiziksel sistemin insanları nasıl bir boşluğun, kaosun ve şid­ detin içine yuvarladığını anlatmaktadır. “K ar”da ise ateist sosyalizm büyük bir ye­ nilgiye uğradıktan sonra siyasal ortamda meydana gelen boşlukta iki tarafa ayrılan eski sosyalistleri ve bunların içine düştük­ leri kaosu anlatmaktadır. Bir (asım sosya­ listler (Muhtar ve Lacivert örneğinde oldu­ ğu gibi) siyasal İslam’da iyilik ve adalet is­ temlerini bulmaya çalışırken diğer bir kı­ sım sosyalistler (Ka örneğinde olduğu gi­ bi) ateist, laik, Batıcı, liberal karışımı bir fi­ kir senteziyle aydınlığa kavuşacak bir Tür­ kiye hayalili gerçekleştirmeye çalışmışlar­ dır. “K a ” siyasal kaos içinde edilgen bir ro ­ le, arabuluculuğa soyunmuş, bu rol içinde bütün siyasal düşünceleri yok olmuş ve iç­ güdülerini tatmin yoluyla metafizik bir sen­ tez arayışına girmiştir. İpek’in güzelliğinin yarattığı içgüdüsel kökenli iyimserlikle ve tek taraflı bir koşullanmayla yarattığı aşk

ni de bu aşka bulayarak bu kaosu kendine vahiy olarak indiğini hissettiği şiirlerle

aş-. taşı-

kah-hikâyesiyle içine düştüğü top’

yasal kaosu aşmaya çalışmış ve kar imgesi

r anda yıkılmıştır. Pamuk burada içgü­ dülerle yaratılan sahte dünyaların en küçük bir olumsuzlukla yıkıldığını ustaca dile ge­ tirmiştir.

“K ar”dan sonra “Ecinniler”i bir kez da­ ha okuyorum. Bir anda Pamuk’un roman boyunca hissedilen yazma sıkıntısının ne­ denini fark ediyorum. Pamuk roman kah­ ramanlarını yaşarken rastladığı, tanıdığı te­ levizyonda gördüğü insanlardan yola çıka­ rak yaratmamış ve onun yerine okuduğu romanlardaki kahramanlan romanına ta: mış. “K a r”da kesinlikle “Ecinniler”in ramanlan boy gösteriyor. Hele Sunay Za- im tiplemesi tamamen Stavrogin. Turgut Bey Stepan Verkovenski. Bence Pamuk bunun farkında bile değil. Çünkü Pamuk televizyon ve gazete söyleşilerinde belirtti­ ği gibi dört duvar arasmda her gün üç say­ fa yazmak zorunda olan bir yazar. Hiçbir şeyden esinlenemiyor, kimseyle yoğun bir iletişimi yok. Tek besin kaynağı kitaplar. Bu hitapların içinde onu en çok etkileyen roman, önsözünde “dünya edebiyatının en büyük siyasal romanı” olarak taçlandırdı­ ğı “Ecinniler”dir. “K a r” bir siyasal roman olarak “Ecinniler”in etkisinde yazılıyor. Bunu Pamuk’un inkâr etmeyeceğine emi­ nim.

Bu etkinin yoğunluğu çok fazladır ve ro­ manın bütün akıcılığını kaybetmesine ne­ den oluyor. Çünkü XIX. yüzyılın Rus top- lumunun siyasi ve kültürel ortamının orta­ ya çıkardığı karakterleri olduğu gibi 1990 yıllarının Türk toplumuna taşıyan ve onla­ rı yapay halleriyle konuşturmaya çalışan Pamuk kuru bir şematizmin içine düşmek­ ten kurtulamıyor.

Dostoyevski romanlarının gücü diyalog­ larına dayanmaktadır. Belki de edebiyatın en güçlü diyalogları Dostoyevski tarafın­ dan yazılmıştır. “K a r” romanı da diyalog­ lara dayanmaktadır ve dayanak çürüktür Roman satır satır dökülmekte ve olay ö r­ güsünün sağlandığı ve betimlemelerin şür- selliğiyle bir ara hasta yatağından kalkmak­ tadır ama ayakta yürümek için kullandığı metafiziksel söylemin dayanağı olan şiirle­ rin yokluğu nedeniyle tekrar düşmekte ve bir daha ayağa kalkamamaktadır. Şiirleri bulamıyoruz ve diyalogların yapaylığı ve kuruluğuyla bunalıyoruz ama Pamuk ede­ biyatımıza yenilikler katma konusunda ba­ yağı başarılı. Kötü bir roman çünkü P a­ muk çok büyük çapta bir roman yazmaya kalkışmış ve hatta Dostoyevski yle boy ö l­ çüşme cesaretini göstermiştir. Ama Pamuk medyanın, reklamın, hızm, kolay şöhretin baskın olduğu bir dünyada yaşamaktadır. Böyle bir ortam da yüksek nitelikli roman­ lar yazmaya uygun değildir. Bugün kim Dostoyevski çapında roman yazabilmek- tedir? Kim o kadar acıyı, o kadar çılgınlığı aşama cesaretini gösterebilir? Çağımızda erkes kolay ve konforlu yaşam peşindedir.

E

Pamuk da böyle bir yaşam sürmekte ve toplumun sorunlu kesimleri hakkında te­ levizyondan veya gazeteden bilgi edinmek­ tedir. “K ar” romanının geçtiği Kars’ta yal­ nızca birkaç gün kalmış ve Kars sokakları­ nı ünlü bir romancı olarak gezmiştir. Bu da romanın hayatın içinde değil de bir tiyatro sahnesinde geçmesini açıklamaktadır. Böy­ le bir yapaylığa belli bir ölçüde Dostoyevs- ki’de de rastlanır. “Ecinniler” sanki bir ti­ yatro oyunu gibidir ve bu uzun romanın çok büyük bir bölümü diyaloglarla dolu­ dur. Roman kahramanlan durmadan konu­ şurlar ve bu konuşmalar sanki tek bir ama­ cı vardır: İnsan türü hastadır ve kurtuluş­ tan umudu kesmiştir. Dostoyevski insan tü­ rünün içinde bulunduğu bu durumu bir kı­ yamet gibi tasvir etmiştir. “K ar” için de bir kıyamet ortamından söz edebilir miyiz? Bence Pamuk Kars’ta üç gün süren bir kı­ yameti tasvir etmiştir.

Bu kıyamet tıpkı “Ecinniler”de olduğu gibi basit kaprisler nedeniyle kopmuştur. Bir tiyatro kumpanyası sahibi olan Sunay Zaim emekli bir subayla anlaşıp Kars’ta sahnelenen tiyatro oyununda sahici mermi­ leri kullandırarak seyircilerin üzerine ateş ettirmiştir. Bu harekede birlikte Kars yöne­ timine el konulmuştur. Bu hareket siyasi amaçlar için değil de toplumun bazı fertle­ rinde biriken şiddetin anlamsızca dışavu­ rumundan kaynaklanmıştır. Ülkemizde tıpkı XIX. yüzyıl Rusya’sında olduğu gibi kıyametsel bir ortam vardır ve bu nedenle hiçbir anlama gelmeyen davranışlar tüm topluma egemen olmuştur. Zaten Pa­ m uk’un romanda ortaya koyduğu siyasi fi­ kirlere bilimsel bir değer vermek de müm­ kün değildir. Tıpkı “Ecinnileri’de olduğu gibi fikirler olgunlaşmamıştır ve kişiler bu fikirlere keyfi olarak yapışmışlardır. Bu ne­ denle diyaloglar gülünçtür ve sıradandır. Okuyucu bu siyasal romanda hiçbir şekil­ de tutarlı bir siyasal fikir edinememekte ve sadece ülkemize egemen olan siyasal ve fi­ kirsel kaos ortamım bir kez daha hisset­ mektedir.

“Ecinniler” ve “K ar” arasındaki benzer­ likler siyasal fikirlerle metafizik fikirlerin birbirlerinden kopamayacaklan düşünce­ sinde doruk noktasına ulaşmaktadır. “K ar”da ateist sosyalizmin yerine ateist la ­ iklik düşüncesi geçmiştir. Ateizmi terk eden sosyalistler ise siyasal İslamcı olmuş­ lardır. Pamuk tıpkı Dostoyevski gibi meta­ fizikle ilgilenmiştir. Önemli olanm siyasa­

ldaki ı

ı siya lın altındaki metafizik özü bulmak olduğu nu düşünmüştür. Tüm insanlar eninde so­ nunda yaşamlarının anlamlı olmasına çalış­ maktadır. Romanm baş kahramanlan olan Ka, Muhtar, Lacivert, İpek, Kadife bir mut­ luluk projesini gerçekleştirme çabasında­ dırlar. Bunun tek istisnası Sunay Zaim’dir. Atatürkçü, laik düşüncesinin temeline inil­ diğinde onun katıksız bir nihilistolduğu an­ laşılmaktadır. Ve bu nihilist karakter Kars’ta meydana gelen olayları tek başına ateşleyebilmişim (Eylemi birlikte düzenle­ diği emekli subay karakteri romanda çok

silik kalmıştır) “Ecinniler”de de olaylar Pi- yotr Stepanoviç’in diğer nihilistleri oyuna getirmesi sonucu meydana gelmiştir, iki ro­ manda da bir tek kişinin kıyametsel orta­ mı kendi keyfine göre yönlendirmesinin şaşırtıcıhğı vardır.

iki roman arasındaki benzerliklerden en dikkati çekeni “Ecinniler”in ikinci kitap yedinci bölümle (Bizimkilerin toplantısı) “K a r”ın otuzbirinci bölümü (Asya Ote- li’ndeki toplantı) arasındaki ve “Ecinni- le r”in üçüncü kitap birinci bölüm (Şenlik) ile “Kari’ın onsekizinci bölümü (Sahnede­ ki ihtilal) arasındaki şaşırtıcı ve şaşırtıcı ol­ duğu kadar ilgi çekici olan benzerliktir. Her iki romanda da bu bölümlerde birbir­ lerini anlamayan kuşaklar, düzensiz ve ki­ şisel egzantrik fikirlerin kaotik bir ortam­ da yokolup gitmesinin ardından geriye ka­ lan ve kişisel kaprislerle yaratılan kıyamet - sel b ir şiddet ortamı betimlenmektedir.

Sonuç

Yukarıda elde ettiğimiz verilerin ışığın­ da Orhan Pamuk’un bu son romanının en­ telektüel, kültürel, sosyolojik ve felsefî açı­ dan yerinin ne olduğunu araştırmak istiyo­ rum. Böyle bir işe kalkışırken bence en gü­ zel soru “Bu n edir?” sorusudur. Evet “K a r” romanı nedir?

Bence bu romanın konu seçimi ve olay örgüsü tam da ülkemizin siyasi, ekonomik, toplumsal ve en önemlisi metafizik çıkma­ zını edebi olarak ortaya koyması açısından başarılıdır. Romanın Dostoyevski’nin “Ecinniler”inin etkisi altında yazılması ro ­ mana belirli bir canlılık kazandırmıştır. Pa­ muk böylece bu büyük eserin dünya ede­ biyatına kazandırdığı yöntemleri ustaca kullanma olanağına kavuşmuştur. Ama ro­ man kahramanları da Dostoyevski’den alındığı için romana yapay ve şematik bir yapıtım sıkıcılığı da egemen olmuştur.

“K a r” romanı nedir? “K a r” sıradan bir roman değil ama büyük bir edebi eserde bulunması ğereken edebi nitelik, entelek­ tüel derinlik eksik. Pamuk büyük bir eser olabilecek unsurları eline geçirmiş ama elindekileri acemice harcamıştır. Büyük bir işe girişmiş ama bunun büyüklüğünün b i­ lincine varamamış. Belki de ülkemizin şu

elinden kaçırmış. Ülkemizde en büyük si­ yasal ve metafizik romanı yazmış olma onu­ runu da böylece elinden kaçırmış oluyor.

O rhan Pamuk ve bütün edebiyatımız için üzülüyorum. Neden para ve ün bu ka­ dar etkin oluyor? Neden büyük bir eser yazma tutkusu bu sıradan olgulara üstün gelemiyor?

Köşe yazarlarımızın “K a r” için kaleme aldıkları sıradan övgü yazılarını okuyorum. Orhan Pamuk’a yaptıkları kötülüğün hiç­ bir şekilde bilincinde değiller. Övgülerle yaratılan bu sahte dünyadan nefret ediyo­ rum. Romanlarıyla edebiyatımıza entelek­ tüel bir boyut kazandıran Orhan Pamuk’a bu eleştirimle yararh olduğumu düşünü­ yorum. ■

“Bütün hayatı boyunca

kendini bir ağacı çizme­

ye veren ressam, en so­

nunda o ağacı ilginç ve

büyük bir şekilde resme-

debildiğinde, o ağacı

kendi resim diliyle can-

landırabildiğinde, res­

min mutluluğunu içinde

hissettiğinde dönüp son

bir kere daha ağaca ba­

karsa içinde b ir eziklik,

bir ihanet duygusu hisse­

decektir. .. Böyle hisset­

tim işte bugün K ars so­

kaklarında yürürken...

Daha da yürüyeceğim...

Şehrin sokaklarının hâlâ

bana verdiği yalnızlık,

derinlik, uzaklarda olma

duygularını içimde his­

sederek...”

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 0

S A Y F A 7

Referanslar

Benzer Belgeler

För borste och BAL (bronkoalveolärt lavage), som är de bästa proverna för att diagnosticera nedre luftvägsinfektion, kvarstår givetvis kvantifiering med CFU/L.. Det är viktigt

Vi har en längre tid analyserat prover som legat runt gränsvärdet för positivt resultat i transglutaminas antikroppar även för endomysium antikroppar för ökad spec- ficitet.

Snabb PCR för influensa utförs på prov från akutmottagningar och akutmärkta prov på sjukhusen i Kiruna och Piteå den tid labora- torierna är bemannade. Som föregående

Analys kan inte utföras på prover med för liten eller för stor prov- volym, eftersom rörens insida är coatade med antigen och det blir fel koncentration om det är felaktig

För bra preanalytisk kvalitet är det vik- tigt att provet centrifugeras så snart som möjligt för att separera serum respektive plasma från blodcellerna.. För ytterligare

From 17/12 kommer Kliniskt kemiska laboratoriet vid Sunderby sjukhus att gå över med thyreoideahormonerna, S-TSH, S- FT3 och S-FT4 till våra nya instrument med metoder från

Kommer patienten till hälsocentralen med ett remissunderlag görs beställningen på våra remisser och kommer de med en färdig remiss skrivs den om till vår remiss och

Kortare hållbarhet än tidigare: Prover som inte kommer hinna fram till Klinisk kemi, Sunderbyn inom 20 timmar efter prov- tagning måste hällas av och skickas frysta!.