/ ~
W
■ ^
+W *HT
¿ U g « m p m t m
' L > 5 m ) f b-** y «Pyv, /
jT ' t ~
& O g lb
Güzel san’atlar resim şubesi nin Ankarada açılan On üçüncü
Resim sergisi hakkında şu yazıyı yazabilmek için bu sergiye bir kaç kere gittim.
Bu keyfiyet, bu sergiden ve içindeki iki yüze yakın resimle bir kaç da heykelden salâhiyetle bahs etmek için elbette kâfi değildir. Fakat en küçük yaşından beri res mi sevmiş ve bir çok da müze gör müş bir adamın, ihtisaslarını söy lemeğe niçin hakkı olmasın? Şüp hesiz ki bir ressam böyle bir yazı yazmağa çok daha salâhiyetlidir. Fakat ressamlarımız, ortada payla- şılamayan menfaatler ve şanlar var mış gibi harp halinde saf saf olmuş edip ve muharrirlerimizden pek de farklı değiller. Bu cihetle, dilettan te sıfatını da kazanamıyacak bir adamın yazısı bile, hiç olmazsa
O Z ^ L
f\
\ R u
\ < 3 X
bitaraflığı hasebile emniyete daha müstahak olabilir. Bu küçük mu- kaddemeyi bitirdikten sonra res samlardan ve eserlerden bahse baş layalım ve kendi kendimize bir tas nif yapmamak ve mertebeler ver memek için, sergiye ait katalogda ki sırayı takip ederek yürüyelim.
Eski ve muhterem ressam Ge neral Halilin oğlu olan Âlide ba basının çok tesiri var. Fakat henüz ona yetişmiş değildir. Hatta belki de yetişemiyecek. (Beylerbeyi tepesin den) levhası bir yaz gününün deniz hasreti içinde hoş.
Ahmet Doğunun (Anadolu Hi sarında Köprülü* yalısı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. İçini gezmek bir türlü nasip olmayan bu yalının, de nizin üstüne açılan pencerelerinden birinin önünde, minderde uzanarak . bir yaz günü serin ^rüzgârlarla ür
permek arzusunu duyuyorum. Aynı ressamın (Çamlık) ı da güzel.
Bir kaçı büyük bir kaç levha ile sergiye iştirak eden Ayetullah Sümer’in cidden sevdiğim eseri, (Sonbahar) adlı küçücük bir freskitir. Versay sarayının bağçe'erinde, sa de mermerin ve san’atin bir zaferi şeklinde başlayan muazzam havu zun nihayetinde tabiatin tahakkü müne mağlup olduğu kısma ait bir manzarayı, renklerin büyük bir tasarrufu içinde ve adeta bir rü yada gibi gösteriyor.
Bedianm ( Fenerbahçe ) isimli tablosunda güzel kızıl renkler var.
Kendisinden geçenlerde de bah setmek imkânını bulduğum Bedri Rahmi’nin birbirinden tatlı ve nazlı renklerle dolu dört manzarası var. Şu kadar ki hepsi de biribirinin ay nı gibi. Bu kadar benzeyiş bir kusur
değilse bile bir tehlike değil mi? Bu dört resmin içinde sade biri, gayet le iri, acaip ve kızgın bir kedinin ortasından geçişi ile öbürlerine ben zemiyor.
Feyhaman’ın üç portresi içinde en kuvvetlisi General Halilin resmi dir. Fakat üstadı bugünkünden da ha genç gösteriyor. Her halde yeni bir resim değil.
General Halil, ressamlarımızın en emektar ve ihtiyarı. Hocam Şev ket bu sene hiç bir şey vermediği halde o altı resimle iştirak etmiş. Ankaraya, Boğaza, Köprüye ve Burgaz Adasına ait resimler. Hiç birinde üstadı yorulmuş ve zayıfla mış görmüyoruz.
Güzide Duran ’m (Topkapu sa rayından) tablosu iyi, fakat (nü) le- rinden biri en kuvvetli resmi. Sırtı beline kadar çıplak ve yüzü profil den, tabiatın kuvvetli ve güzelce yarattığı delikanlıyı ahmaklığının bütün sükûn ve huzuru içinde gös teriyor.
Halit Doral’ın (Yenikapı iskele si) ve Hayri Çizel’in (Göksu çeşme si) tablolarını zikredeceğim.
Hikmet Onat şüphesiz ki kı demli ressamlarımızın en kuvvetli ve iyilerinden biridir. Fakat Fener bahçe ile Kurbalıdereyi bize o ka dar çok, o kadar ısrarla, o kadar her adımından gösterdi ki İstanbul yazının ve denizinin hasretini çekti ğimiz zamanlarda ve yerlerde de
artık biraz bıkkınlık veriyor. Ba har sabahı) ve hele (Sonbahar) etüd- lerini akmak lâzım.
Artık İbrahim Çallı’ya geliyor ve bu sergiye ne büyük bir hızla atlayarak, kuvvetli ve gürbüz, cö mert ve sihirli geldiğini söylemeğe şitab ediyoruz. Her halde Rusya se yahati üstada büyük bir heyecan ve hız vermiş, son yıllar üzerine çö ken bir keseli gidererek eski ve genç Çallı’yı bütün sıcaklığı ve kudreti ile bize iade etmiş. Üç (Ada manza ra) smda ve (Modanın manzarası)nda deniz ve yeşiller hakikaten nefis ve bir kaç kadın portresi de aynı de recede kuvvetli ve güzeldir. Sekiz resmi var.
Melek Celâlin tombulluklarını serip üryan uykuya dalmış tazesi, Duranın alık delikanlısı için mü kemmel bir eş. Zenciyesini mor renkli atkısı hiç te açmamış.
Muhtar Aykının ( Elmalar ) mı ve Nazmi Kara Osman’ın (Çarşı içi) ni de zikredeceğim.
Turgut Tokat’ın (Rüyalı bir sa bah) mdaki dağ r «afif ve tatlı gösterilmiş. (Sabahleyin Sapanca)da öyle.
Nazmi Ziya’nm güzel bir kaç
peyizajı var. Fakat (Bahar şarkı sı) nı eski ve usta ressama yakış tıramadığımı itiraf edeceğim. Şarkı söyleyen çocukların ne garip ağız ları var ve bayan mürebbiyeleri
ortalarında ayakta mı, oturmuş mu, uçuyor mu veya uçacak mı, belli değil.
Sami’nin (Bursa)sı güzel, ilk ve son baharda gösterdiği bahçeler burjuva evlerinde bir yemek odasına zinet olmağa fazla elverişli.
Bursalı Şefiğin, babamın ve de demin doğdukları ve çocukluğumda güzel günler geçirdiğim Bursa için yaptığı resmini uzun uzun seyret tim. Fakat sarı renkli evli ve yollu resimde mi Bursa? Oraya ait bir akis ve bir hatıra bulamadım.
Vecihe Bereket oğlunun da bi ri natürmort olmak üzere sekiz lev hası var. (Liman) ı (Yeşil Bursa) yı ve ( Dere )yi bilhassa anmalıyım. Nazlı ve yumuşak renkleri seven ve tatlı ve klâsik resim isteyenler, V e cihe hayran olmağa mecburdurlar. Sabihanm bir çok poşadı ara sında, Romanın, hüznü ve çıplaklığı Chateaubriand a en İlâhî sahifeleri yazdıran sahrasını çıplak ve mah zun göstermek isteyen küçük resmi ile Boğaza ait olanını anayım, ve artık kataloğun ayırarak Ankara ressamları dedikleri kısma geçeyim. Fakat, böyle bir kısım, bir Ankara ve bir İstanbul mektebi var ve bir kısım ressamlar Ankaradan hiç ay rılmıyorlar gibi bir zan hasıl ede cek indî bir tasnif olduğunu ilâve ederek.
Celâlin eski hanları tasvir eden resimleri bir az Lotikârî zevklilerin
Malik Aksel (Çocuk), (Köylü ler) ve (Keçiler) adlı üç resim ver miş. Son ikide stepin boz renkle ri ve çocukta Murillo nun lâyemut küçüğünü hatıra getirmeğe vesile olan bir hüzün ve metrukiyet var.
Aynı zamanda heykeltraş olan ve çok’güzel bir erkek başı da teş hir eden Nusret Sumanm beş de resmi var. Biri sarı ve kırmızı renkli eski zaman kıyafeti giyinmiş bir kız portresi, biri demir yolunda işleyen ameleler ve üçü de Ankarada İlkbahar adını taşıyan peyizajlardır. Yenişehirden ön Cebeciye bakan bu peyizajlarda Ankara baharının kış tehditlerini yaz bunalışlarile ay nı zamanda hatırlatan bir yağmura hazırlanış, bir yağmuru savış, bir koyu yeşil ağaçların ve kırların rüz gâr altında ürpererek—fırhna bek leyişi ve’fırtınadan çıkışı var ki cid den kuvvetli.
Saip bir kaç portre veriyor, ikisi kibarlara ikisi de bir kaç kerre daha gösterdiği köylü kadınına ait. Tabiat resmi yapmak adeti değilken bir iki güzel manzara da vermiş.
Sami Karabatı’nın ( Ankarada gurup) u iyi.
Süruri Tayla’nın (Toroslara ait) ve türlü renk ve tafsilâta müstağrak büyük tablosunun eşlerini ise Bav- yeran kır lokantalarının duvarların da gördüğümü hatırlıyorum. Öteki tablosu daha iyi.
Ve kapının yanında, tam yere, ressam İzzet Ziyanın bir deniz tab losu, kataloğa ismi geçirilmeden konmuş. Sultan Mehmet Reşadm mabeyin kâtipliğini ederek bu devre ait bazı hatıralar da neşretmiş olan bu zat, bu son günlerde ölmüştü. Yere konmuş bu resimle hatırası taziz mi yoksa tezlilmi edilmek isten miş? Vakıa kendisi büyük bir res sam değildi ufak, hem de bir memur olarak öldü. Fakat bu serginin her resmi ve her ressamı ondan çok yüksek olmadığı gibi eğer hiç bir değeri yoksa resmini kapının ya nındaki yere indirüp göstermeğe de mecburiyet yoktu.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi