r i
ÖLÜMÜNÜN 4. YILINDA
NECİP FAZIL’I ANLAMAK
N
ecip Fazıl, bütün dâhiler gibi, anla şılması ve anlatılması fevkalâde zor bir sanatkârdır. İnanılmaz zekâsı ve mu hayyilesi, fikrin öyle cangıllarla dolu böl gelerinde gezinir ki, yetişemezsiniz. Necip Fazıl gibiler hakkında yazılabilecek
her cilt, onları ancak bir taraflarıyla ya kalayabilir. Bütünüyle kavramak, ruh ve zekâ portrelerini bütün ayrıntılarıyla ver mek imkânsızdır.
Necip Fazıl, kalabalıkları oluşturan sı
radan insanlardan öylesine farklıydı, öy lesine fertti ki, sürekli kendisiyle didişti ği şahane yalnızlığında, rüzgârın önün de sürüklenen iradesiz ye tepkisiz kalaba lıkları hep cüce toplulukları gibi gördü. Kalabalıkların yitirdiği hayatiyetin tama mı onda toplanmıştı sanki, başka bir de yişle, kalabalıkların yitirilmiş şuuru gibi hissetti kendisini, onların yerine de isyan etti ve “ Durun kalabalıklar!’’ diye hay kırdı.
En yüksek perdeden konuşan ve bazen yoğunluktan çatlayacak raddelere gelen müthiş “ ben” i, önce durdurup sonra baş ka yöne sevketmek istediği kalabalıkları bile -onu sözcüleri gibi kabul ettikleri halde- zaman zaman rahatsız etmiş, fer diyetinin çeşitli tezahürleri “ çelişkili” gibi görülmüştür.
Gerçekte, aşırı tutarlılık sıradan aydı na has bir meziyettir. Necip Fazıl, hiçbir zaman bu anlamda tutarlı olmadı. Büyük zekâlar, ancak büyük fikir sistemleri ku rarak tutarlı olabilmişlerdir. Fakat bu tu tarlılıklar bile sistemin sınırları içinde ge- çerlidir. Dehâsı, Necip Fazıl’ı bir akıl ve mantık insanına doğru sivriltmediği için,
“fikri, kendi tahlilci yürüyüşüne” bırak
mamış, kısaca hiçbir zaman sistemci bir filozof olmaya heveslenmemiştir. Kendi sini, bütün varlığı kuşatan İlahî sistemin âciz bir sözcüsü gibi gören Necip Fazıl, fikri “ zaman ve mekân kayıtlarının üs
tüne doğru iten” bir şair olarak, hakika
ti farklı çehreleriyle terennüm etmeye ça lışmıştır.
Necip Fazıl’ı sınırlı küçüklükler değil,
sınırsız büyüklükler ilgilendiriyordu. Bu nun için bütün meselelerimize “mutlak
olan” ın adesesinden baktı. Beyni “ zonk zonk sızlayan” bir mistikti; varlığı par
çalayarak anlamaya çalışan bir filozof de ğil, yekpâre olarak kavramaya çalışan bir şairdi. Gözlerini bir imparatorluk coğraf yasında dünyaya açıp, şuuru aydınlığa ka vuştuğunda, kendisini eskisine göre çok küçük bir ülkenin vatandaşı olarak bu lan “ trajik” bir neslin beyni yaralı bir fer diydi. Bir dünyanın, bir yaşama biçimi nin, bir kültürün toptan inkâr edildiğini gördü, kökten ayrılışın ve gitgide küçü lüşün acılarını yaşadı. Aslına bakılırsa, bu büyük trajedinin farkına varabilen birkaç kişiden biriydi, belki de tekti. Necip Fa
zıl, bütün eserlerinde yitirilen bir büyük
lüğe mersiye söyler gibidir. İmparatorluk sınırları kadar geniş muhayyilesi vç me tafizik burkuntuları yaşadığı çerçeveye sığmadı, anlaşılamadı. Ona göre, üzeri mizden bir sam yeli estirilmişti ve bu yel bütün millî kabiliyetlerimizi kavurmuş, sonunda bizi zaman ve mekân dışına ite rek her şeyi bir çıkartma kâğıdı taklitçi liğine bırakmıştı.
Necip Fazıl’m müthiş “ ben” duygusu
nu körükleyen biraz da bütün cemiyeti is tila eden bu aşağılık taklitçilikti. Onun için hiçbir zaman riyâkârca bir mahviye tin, tevazuun arkasına gizlenmedi; bütün düşündüklerini hiç kimseden çekinmek sizin, dosdoğru ve en yüksek perdeden söyleme cesaretini gösterdi. Yine de o, başkalarına rağmen, başkaları için varol maya çalıştı. Fakat hiçbir zaman başka larının normlarına uymadı. Bu yüzden, hangi gruptan yüz çevirdiyse, asıl şahsi yetini yapan tarafları zaaf gibi görülmüş, hangi tarafa geçtiyse, zaafları bile mezi yet olarak kabul edilmiştir. Peşinden sü rüklediği kitleler, onu hep kendilerinden olduğu ölçüde kabul ettiler.
Şurası bir gerçektir ki, Necip Fazıl, tek başına bir nesildi. Sanat ve fikir dünya mız onsuz yoksuldur.
Rahmetle anıyoruz.
B.A.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi