K A R TPO STA LLA R IN D I U İLİ ...
ahm et
tan
Ondokuzuncu yüzyılın sonunda İstanbul'da bir bakkal. (Ahmet Tan'm koleksiyonundan)
BAKKAL
Milletimizin önde gelen vasıflarından birincisi devlet kurm ak” ise, İkincisi de
“bakkal dükkânı açmak"tır. Bir memur emeklisinin de, eline birkaç kuruş geçmiş işçinin de düşlerini, bir bakkal dükkânının kavanozlu, terazili tezgâhı süsler.
Cumhuriyet Türkiye’sinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de milletimiz özellikle bu ikinci vasfını sergilemek tutkusuna kapılmıştı. Bu
yüzden olacak padişahlar, öyle her önüne gelenin bakkal dükkânı açmasını yasaklamışlardı. Bundan da önemlisi bakkallık yapmayı yalnız ve yalnız Müslümanların tekeline vermişlerdi.
Gayri Müslim Osmanlı tebanın, ne kadar zengin olursa olsun bakkal dükkânı açmasına izin yoktu.
Bakkallık hakkının (ve zevkinin) yalnızca Müslümanlara tanınması uygulamasına “gedik nizamı” deniyordu. Bu nizam padişahların yayımladıkları çeşitli tahditnamelerle
yıllarca sürdü. AvrupalIlar bugünkü kadar değilse de memleketimizin bu eşitsiz ve antidemokratik haline çok üzülüyorlardı. Nihayet 1861 yılında onların etkisi ile (hicri 1278) “gedik nizamı” kaldırılarak yetmiş ikibuçuk milletin bakkallık yapmasına olanak hazırlandı.
Bu karan “liberal piyasa düzenine” ve 24 Ocaklara doğru atılan bir adım olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Ancak iter iki yıllarda görülen bazı tıkanıklıklar nedeni ile bu adımı “mehter adımı” olarak niteleyen tarihçiler de vardır. A m a bu olumsuz yaklaşımları değerlendirmelerimize esas almayacağız.
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’ya göre liberal düzenin kabulü ile bakkal dükkânı açma eylemine topluca girişen millet yine Türkler olmuştur. A ncak bu Türkler, (Tanrı kapılardan ırak etsin) Karaman’da yerleşik Ortodoks
Türklerdir. Muhammed Aleyhisselam’ın izinçlen sapan bu ırktaşlarımızın “evlerinde ve kendi aralarında dahi Tilrkçe konuştuğuna” işaret eden merhum Koçu’nun anlattıklarından Ortodoks ırktaşlarımızın da bizlerden hiç kalır yanı olmadığı anlaşılıyor.
“Bire alıp beşe satma, iyi malı kötüye katma, veya yüz dirhemde bile beş on dirhem eksik tartma” gibi özellikler ırktaşlarımıza da aynen vardı.
Ancak bunların “temiz”, “düzenli” ve “tatlı dilli” olmaları gibi bazı ufak farklılıkları vardır. Bu farklılıkları
nedeni ile Hıristiyan Türkler, Müslüman Türklere fa rk atmışlar, çok kısa bir sürede kolektif olarak köşeyi dönmüşlerdir.
“Normal” Türklere de “Karamanlı
Hıristiyan Türk Bakkal tipi” ile dalga geçmek veya ona mani düzmek düşmüştür. İşte birkaç örnek:
“Karaman’ın koyunu / Sonra çıkar oyunu / Bakkal Bodos çırağa / Aşılamış huyunu.
Çetelesi defteri / Olmasa var ezberi Uç satarsa beş yazar / Şeytan olmuş rehberi
Ya terazi ya kantar / Oğlan bir parmak atar / Kaşla göz arasında / On dirhem eksik tartar.
Müslüman Türk bakkalların çoğu, piyasaya “kâfir” Türk terin girmesi ile sermayeyi kediye yüklemişler,
ağızlarında bu tür "mani”lerle onların dükkânlarına alışverişe gitmişlerdir.
Bakkalların pisliği, karışıklığı mesleğin bir parçası olarak göriile gelmiştir. Berberler için, hamamcılar için sık sık bu konuda ihtarlar, nizamnameler yayımlandığı halde, bakkallara ilişen olmamıştır. Bakkalların bir tek özelliğine “kazıkçüığına” engel olunmaya çalışılmıştır. Örneğin, Dördüncü Suttan M ehm et’in 1680 yılında (hicri 1091) tarihli esnaf nizamnamesinde tek hedef “bakkal kazıklarının kazınmasıdır”:
— Bakkalın istimal eylediği kıyyeler
(dirhemler) aynı olacaktır,
— Teraziler boş iken kefeler müsavi
olacaktır,
— Müşterinin aldığı nesneyi noksan
tartan bakkalın hakkından gelinecektir.” Dördüncü M ehmet’in 305 yıl önceki nizamnamesinden bu yana bakkalların ne ölçüde “hakkından gelindi” bunu anlamak için belediyelerin en çok ceza yazdığı esnaf içinde bakkalların hâlâ ilk sıralarda oturduğuna bakmak yeterlidir sanırız. □
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi