“ Dilin
t i
Yaprakları
Sözcüklerdir,,
OKTAY AKBAL
U
nutup gidiyoruz. Güldeste yapraklarında kalıyorlar. Bir, üç, beş, hadi hadi on şiirleriyle. Bunlar yazınımızın ünlü ozanları, diyoruz. Gençlere, hatta zaman zaman kendimize. Gündelik yaşamın koşmacası içinde dünün, hem de yakın günlerin şiirlerine, ozanlarıno dönüp bak maya vakit yok. En ünlüleri, en büyüklerini bile okul ki taplarında yarım yamalak öğrenip bir daha yüzüne bakmı yoruz, bir kitabını bile alıp kitaplığımıza koymuyoruz. Köy sek da açıp okumuyoruz...Bu pazar günü Ahmet Haşim’le ilgili kitapları okudum ben. Nereden çıktı Haşim, demeyin. Ozanlar oldukları yerde dururlar hep. Elimizle dokunacağımız bir yakınlıkta. Işıkları durmaksızın bizlere uzanan birer yıldız gibidirler. Kimi zaman solgun, kimi zaman parlak. Bizim ilgimiz, ba kışımız, sesimiz canlılık verir onlara. Aradım kitaplığımı, Ahmet Haşim'in bir tek yapıtını bulamadım. Oysa Haşim’in İki kitabı, 1930’larda basılmış «Frankfurt Seyahatnamesi» İle «Göl Saatieri» vardı. Nice zamandır aramamışım, on lar da küsmüş, yitip gitmişler ortadan. Nerde kaldı, hangi eski odada, hangi eski dolapta, hangi tanışın elinde?...
Asım Bezirci'nin «Ahmet Haşimsi İle, Memet Fuat'ın yeni çıkan «Ahmet Kaşim, yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıt ları» adlı iki kitap var. Memet Fuat yeni bir diziye başladı. «Pir Sultansın, «Şinasi»nin «Karacaoğlansın yaşamları, sa natçı kişilikleri ve yapıtlarından örnekleri küçük kitaplarda sunuyor okurlara. Daha çok gençler için yardımcı kitaplar bunlar. Ama edebiyatseverlerin de yararlanacakları el ki tapları, Bir büyük ozanın tüm yapıtlarını saklamak çağımı zın koşullarında olası değildir. Güldesteler, seçmeler, bu işi görüyor. Hele konuyu bilen, anlatmasını, okutmasını ba şaran yazarların öncülüğüyle, bir ozanın, bir yazarın sanat dünyasına, kişisel evrenine girmek çok daha güzel ve et kili oluyor...
Ahmet Haşim’I bugün çeviri yoluyla anlıyabiliyoruz ne var kil... Sanki bir yabancı ulusun ozanı! Okuyalım b ir
kaç dizesini, o ünlü «O Belde: «Onların ruhu şam-ı m uğ
berden — Mütekâsif menekşelerdir ki — M ütemâdi sü kûn u samtı arar — Şu’le-i bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer — M ülteci sanki sâde ellerine». Memet Fuat bu dizeleri bu
günkü türkçeye şöyle çevirmiş: «Onların ruhu gücenik akşamdan — yoğunlaşmış menekşelerdir ki — durmadan durgunluk ve susmayı arar, — ayın hüznünün ışıksız alevi — sığınmış sanki yalnız ellerine».
Açık bir gerçek, Haşim bundan sonra ancak çevirile riyle okunacak, sevilecek. Yabancı bir ozan glbil Nasıl Eluard'ı, Aragon'u, Neruda’yı, Puşkin'I çeviri yoluyla ta nıyorsak, Haşim'i de, bize o kadar yakın bir yılların ozanı olan Haşim’i bile, bir çeviricinin dilinden okuyabileceğiz! Bu acı bir gerçektir, ama başka bir gerçeği de vurgula maktadır. O da OsmanlI ile Türkiye toplumlarının, daha doğrusu Atatürk Cumhuriyeti ile OsmanlI İmparatorluğunun apayrı birer devlet, apayrı bir toplum olduğudur. Kırk beş yıl önce yazan bir ozanın dili ile bugünkü bir ozanın dili arasında en küçük bir yakınlık biie kalmamışsa bu Ata türk'ün devrimlerinin bizi yepyeni bir toplum, yepyeni bir ülke yapmak yolundaki atılımının sonucudur. İyi bir şey bu. Haşim’in çağının gerisinde kaldığını gösteren bir ger çek aynı zamanda da... Ömer Seyfettin bugün yaşıyorsa, okunuyorsa Türkçe yazdığı İçin, Haşim ancak çeviri yo luyla okunacaksa OsmanlIca denen o karmakarışık dili kullandığı için...
Oysa bugünkü diile yazılmış şiirleri de yok değil, işte «Orman»: «Su değil mevsimin havası akan — Duyduğun yaprağın dalın sesidir, — Suda yıldızların parıltısıdır — Bu karanlıkta ba’zı ba'zı cakan»... Ayrıca düz yazılarında da, -halk anlasın diye-, Osmonlıca kullanm am ış «Bize Göre», «Frankfurt S eya ha tn am e sini ufak tefek Türkçeleştirm eler le bugün de okumak olasıdır. Benim şaştığım, Haşim gibi güçlü bir sanatçının dildeki büyük değişmeyi görememesi, kendini buna uyduramaması. Oysa, «Kelimelerin Hayatı» adlı bir yazısında bakın ne diyor: «Hiç bir şey d il kadar bir ağaca benzer değildir. Diller -tıpkı ağaçlar gibi- mev sim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Dilin yaprakları kelim elerdir. B ir ede
biyat yazısını okuyorken, daha dün o kadar caniı bir a n lamı olan «melek» kelim esinin, bugün bütünüyle canlılı ğını tükenmiş, renksiz ve biçim siz bir ses haline geldiğini hissettim, Bu kelime şim di Türkcede soğuk bir ölüden başka b ir şey değildir.»
Böyle yazmış, oma dizelerini de Osmonlıca ile kur maktan vazgeçememiş. Bugün şiirlerini çeviriyoruz. Sanat çılar geleceği görür, görebilmelidir, diyoruz, ama kendi iç evrenine kapanan kimi ozanlar, yazarlar onbeş-yirml yıl sonrasını, dilin sanatın doğal akışının hızını bilemiyor, anlayamıyorlar. Dün de böyle, bugün de... Divan ozanları nı, Fikret'leri, Cenap’lorı, Haşim’leri çeviricilere bırakmak zorunda kalıyorsak, işte bundan!.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi