• Sonuç bulunamadı

Başlık: AŞK' IN TERBİYEDE ROLÜYazar(lar):SUNAR, CavitCilt: 25 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000650 Yayın Tarihi: 1982 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: AŞK' IN TERBİYEDE ROLÜYazar(lar):SUNAR, CavitCilt: 25 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000650 Yayın Tarihi: 1982 PDF"

Copied!
34
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AŞK' IN TERBİYEQE

ROLÜ

Prof. Dr. Cavit SUNAR

'Terbiye; Her bir varlığı kendine has Kemaline ve C.maline erdiren Ilahi bir San'auır ki bu San'atm biricik Gs/adı da AŞK'tır. Cavit Sunar

Varlığın var olma sebebi aşktır; varlığın varlıktaki

gayesi de

aşk-tır. Hayat,

baştan başa aşktır, sevgidir, muhabbettir.

/

Tasavvun

görüşe göre yaratma,

bir meyl ve arzudan ileri gelir. Söz

r

konusu alem olduğu zaman, da buna, yönelme ve değişme; soz konusu

Tanrı olduğu zaman da buna irade denir ki bunun anlamı da özel bir

mak-sada meyl etmek ve arzu göstermektir.

Yaratma, bir meyl olduğuna

göre

o, ayni zamanda

da bir harekettir.

Hareket

ise, an.cak, ebedi

olan bir

sevgiden ileri gelir. Bu hareket, alemin, içinde hareketsiz

bulunduğu

yok-luktan

varlığa doğru hareketidir.

Bundan ötürü de emir, sükllndan

var-lığa harekettir,

denilir; zira, sükun, bir bakıma, hareketten

önce gelir. İş

böyle olunca, alemin varlığına sebep olan hareket bu sevgi ve muhabbet

han'ketidir.

Nitekim:

"Ben bilinmeyen

gizli bir hazıne

idim, bundan

ötürü

bilinmeğe

muhabbet

gösterdim

ve bundan

ötürü

de varlıkları

yarattım

1;"

Kudsi hadisi bu gerçeğe işaret etmektedir.

Şu halde bu

mu-habbet olmasaydı alem, kendi ayn'ında

meydana çıkmazdı.

Böyle

olun-ca da alemin yokluktan

varlığa doğru hareketi

Yaratıcı'daki

muhabbe-~in ona doğru hareketidir.

Çünkü, alem de b6ylece varlık yönünden

ken-di nefsini görmeği sever. Nasıl ki bunu, Yokluk'ta sabit iken de görmüştü.

Şu halde, alemin her veeh ile sabit bulunduğu

yokluk'tan

varlığa

hare-keti hem Hak yönünden

hem de kendi tarafından

gösterilen

bir sevgi

kımıldanışı

oldu. Çünkü, kemal, zatında sevilen bir vasıftır.

1 (Küntü kenzen ... ), yani Ben, Zat'ım bakımından gizli bir bazine idim, Halkı yaratıp

gizli iken açığa çıktım ve sıfaltm zat'ınıı gösterdi ve vüeud elbisesi o zat'a ziynet verdi ve lilem

aynası u 2at'ın Cemalinin tecelli yeri oldu.

Tann'mn gizli bir hazine oİma'l demek, O'nda kendinden başkasına asla zuhur yoktur lle

mektir. Sonra, Rahmanl Nefs ile ve alemler yoluyla lG.mil İnsan suretine büründü ve o

(2)

96

CAvİT

SUNAR

Şöyle de diyelim: alemin, bir bakıma, yokluktan

vücuda

hareketi,

alemi iyead eden Tek Vüeud'un

sevgiye ait hareketidir

ve alemi iyead

etmekle, dolayısiyle, Ulııhiyete ait bilginin husulüne yönelmiş olan İlahi

Sevgi hareketidir.

Bundan da maksat,

Hak'kın

bilinmesi ve kendi Zat'.

ım kendi Zat'ında

görmesi ve ayni zamanda

kendi Zat'ını,

başkasının

vücudu i'tibar

olunduğu takdir üzre, kendinden

başkasında,

yani, kendi

sıfatlannda

da görmesidir. Bunun içindi~ ki hareket,

ebediyyen

sevgiye

aittir.

Zira, gerçekte,

Hak aleminde

olduğu gibi O'nun

kendi

nefsini

vüeutça

görmesi de yine O'nun

sevgisine bağlıdır.

Bündan

ötürü

de

,alemin her vech ile sükıına ait yokluktan

vücuda hareketi2

hem TanTl

tarafından

hem de alem tarafından

sevgi hareketi olmuştur. Zira, kemal,

ister Hak'kın

zuhurunun

kemali sayılsın ve ister varlığın,

dolayısiyle,

varlığın

özü ve özeti olan insamn

kemalinin

husıılü sayilsın,

zati için

sevilen bir şeydir; ~e kemal, ancak, ayni vüeud ile zalıir olur. Sevgi ha.

reketinin

sebeb olduğu her şeyin yaratılışının

da: "Biz bir şeyin

olma.

sımm dilediğimiz zaman, ona, ~adece:

'DU'

deriz ve o da hemen

oluve.

rir"3mealindeki

ayet ile de kendiliğinden olduğuna işaret edilıniştir:

Varhk, önce, kendi güzelliği ile kendi öz aleminde idi ve kendinden

başka bir şey yok idi. Ne zaman ki Fark'a4

geldi, yani görünmek

istedi,

Ceberııt aleminde İlk Akıl'da kendini bildi ve her şeyin bir An olduğunu

ve o An'da da mevcut olduğunu,

zamanın hep o An olduğunu anladı ve

o An'ı bilmenin de aşk, sevgi oldubrunu kavradı. Dolayısiyle, aşk ta, sevgi

de Melekııt ve dqlayısiyle

Şuhud aleminde

çeşitli sfıretlerle

tecelli ve

zuhur etti.s Fakat,

bu gayrilik sııretlerinde

tatılan zevk ve zevki tatan

2 Hareket, gerçek anlamda, yine madde ile ve maddede söz konusudur. Hareket, teced-düttür, yenilenmedir, yenilemedir. Bu da maddenin şekil değiştirmesidir. Bu şekil değiştirme de

atoml"!1n değişmesi ile mümkündür. Her bir hareket, bütün varlığa şamildir.

3 Bk. Kur'an: 36/82.

4 (Fark)a gelmek, çeşitli varlıklar s\İretinde meydana Çıkıp yayılmak demektir. Zat'ıu

bilinmesi için, muhakkak, farka gelmesi, yani çeşitli varlıklar s\iretinde meydana çıkıp

görün-mesi lazımdır ve bu sebebten de fark alemi ~dlar alemidir. '

Fark, görünmeyen bir şeyin görünür olması demektir. Nitekim, kafamızda düşündüğümüz bir şeyi bizzat yapmak o düşüudüğümüz şeyin farka gelmesi demektir. Kafamızda bir şey düşün-mek ve karar verdüşün-mek te bir (Niyet) işidir ve bu da farka gelmenin ilk adımıdır. Mesela, namaz kılmadan önce namaz kılmağa niyet ederiz ki bu henüz ortada görünmeyen bir şeyi görünür yap-maıun, yani farka getirmenin ilk adımıdır ki bunu da namazın bilfiil kılınması peşler. Burada

misal olarak aldığımız Namaz da esasen, Tann'nın görünmezlikten görünüre çıkmasını, yani

Zat'ından farka gelmesini temsil eder.

İşte, düşünülüp karar verilen bir şeyi o~taya çıkarmaıun, farka getirmenin ilk adımı olması

anlanunda (Niyy~t), Müslümanlıkta her işin başıdır.

5 Zuhur'dan maksat sevmektir. Sevmek için de devran'a girip binbir .şekilden geçmek

zo-runludur.Şu halde, her zerrenin, kendi miihiyyeti bakunından da kendini sevmekiçin bütün

(3)

AŞK'IN

TERBİYEDE

ROLÜ

97

hep o varlıktır,

hep kendidir.

Ama cahillere her su.ret birer perde

birer

azaptır. Çünkü, perdeler maddedir, madde de o nurun karanlığıdır.

Ka.

ranlıktan

nura varmadıkça,

perdelerden

sıynlmak

ve zevk etmek

im •

. k£msızdır. Karanlıklardan,

perdelerden

sıynlmak

ta onlann

da

ayni'

nurdan

olduğunu,

ayni nur olduğunu

bilmek ve maddeyi de Sevgi'ye

vasıta

olarak

kullanmakla

mümkündür;

yoksa,

maddenin

kendisini

ortadan

kaldırmak

mümkün

değildir. Çünkü, madde, o nurun

karanlı.

ğıdır, gölgesidir; maddeyi ortadan

kaldırabilrnek

için nuru da ortaaan

kaldırmak

gerekir ki bu mümkün değildir. Şu halde, her şeyi maddesiyle

ma'nasıyla,

sureti ile ruhu ile birlikte sevmek

6

ve her su.retİıt ve ruhun .

ayni bir varlığın suretleri ve ruhu olduğunu bilmek ve bu suretle

zevk

etmek gerekir. Böyle yapmak ta ölümsüz bir hayata

ulaşmak

demektir.

\

Başka bir deyişle, İlahi Aşk bir nokta idi. O nokta uzadı hat oldu,

yani zaman ve mekan oldu, varlıklar oldu. Varlıklar ki şekillerdir ve şe.

killer ki birer harftır,

bu suretle de Kainat,

kocaman

bir Kitab oldu.

İşte, Kainat denen bu Kitab'ı yazan da okuyan da ayni ruhtur.

Kaİııat

denen biı koca Kitab'ı

yazan olması açısından o ruha

(Rıi.hmani Ruh)

ve bu yazılan Kİtab'l okuyan olması açısından da bu ayni ruha. (İnsani

Ruh) denmiştir ki bu iki ruh birbirinin

aynidir.

"Ben bir gizli hazine idim ... " kudsi hadisindeki

muhabbet te, bilgi

ile ilgilidir ve Hak'kın muhabbeti ve özlemi kamilolan

kul' da O'nun

ken-. dinin kemal mertebede görünmesine (Zuhur) ve göstermesine (İzhar)diiken-.

Çünkü, mükemmci bir bilgi, ancak, kul'un

mazhannda

mükemmel

bir

zuhur ile hasıl olabilir. İşte, bund,an ötürüdür

ki Hak, insanı kendi su.

reti üzre, yani Uluhiyete ait topluluk

ve birlik sureti

üzre yaratmıştır.

İnsan,

Hak'kın,

Uluhiyet

mertebesindeki

İlahi

Ruh'tan

ve Rahmani

\

zerrclerde ,eyr etmesi gerekir ki bu da ebedidir. Tecelliyat mesele.i' de bu zhuur meselesini ta-mamlar. Çünkü, Külli Kudret.in teeelliyah, her zerrede ve her mevzide başka başkadır. Madde. madde olması bakımından başka başka şekillere girmekte, tecelliyat da o maddenin mevziine ve şekline göre başka başka zuhur etmektedir.

Teeelliyat, zat bakımındandır, z~uru da sıfatlardır. Mertebcler, .ıfatlardır. Seyr de

sıfat-larda seyrdir, yani oıılan tanıyıp bih~kten ibarettir. Sıfatların başı da dört elemandır.

Tecelliyat, zahire vurdui\unda, in,an, kah silretlerle ve kah Hak'ka ait işleri göz önüne

ala-rak Rab'bına IIluhabbet eder. Fakat, tecelliyat batına vurduğunda masiva kalmaz ve gönül

doğrudan doğruya Zat ile meşı;ıll olur. Bu batın teeelliyata Ma'nevi Ser< de denir.

6 Biz eğer bir varlığın yalnız süretinde kalırsak, yoklukta kalnuş oluruz. A"l vüeud, meveud, silretin' ruhudur. Madem ki o silret, o nıbun suretidir şu halde 'bi~ her bir varlığı sUreti ve ruhu ile birlikte ,eVIDeliyiz ki gerçek sevgiyi tatalım.

,

(4)

'-98

CAVİT SUNAR

'.

Nefs-'ten o mertebenin-' topluluk

ve birlik hassası ilc iıefh edilmiş

olan

Külli Ruh'undandır7•

Daha

toplu

bir deyişle, "Tanrı'ron

zihi tecellisi sıfatları

tecellisi

ilc birleşip gördüğümüz varlıkları meydana getirdi ve varlıklar

meydana

gelmekle de Hak, bu varlıkların

İç (Batın)iS oldu. Şimdi, bu varlıklar

meydana

çıkmadan

önce Hak'kın

ıÇ

(Batın)8 idiler, fakat,

zuhur

edip

meydana

çıkınca da bu varlıklar

suretinde

zuhur edip meydana

çıkan

Hak olmuş oldu. Yani, zuhurdan

önce, sonradan

ZullUr edip meydana

çıkan varlıklar

Hak'kın

İç (Batın)i iken Hak ta, zuhurdan

sonra,

~ey-dana çıkan Im varlıkların

Dış (Zahir)ı oldu. Kısaca, önceden İç (Batın)

olan, meydana çıkıp görünmeğe nisbetle, Dış (zahir) oldu ve Dış (Zahir)

olan Hak'ka nisbetle İÇ (Batın) oldu. Ve bu İç' ten Dış' a zuhur ile

mey-dana çıkan varlıklara

da (MümkünlerAıemi)9

dendi.

.

Yukarıda

açıkladığımız

şekilde zuhur ilc meydana

çıkıp var olan

bütün

alemleI'in özü ve özeti de insan oldu. İnsan, bütün alemlerin

özü

ve özeti olunca Hak'kın

İç (Batın)i ile ~nsanın Dış (Zahir)ı ve Hak'kın

Dış (Zahir)ı ile İnsanın İç(Batın)i

birbirinin

ayni olmuş oldu.

Zaten,

7 Bk. Kur'an: 15/29; 32/9; 38 /7~; 95/4.

Tann insanı kendi ruhundan ve en güzel bir şekilde ve tena8üpte yarattı ve insana

sıra-siyle şunlan öğretti:

1- Birliğini tKıır'an: 1B/ll0) 10- Öe alıcı olduğunu (Kur'an: 5/95)

2- Varlığını (Kur'an: 7/54) ll- Lutfunu (Kur'an: 42/19)

3-- Miilleüııün O'nun olduğunu (Kur'au: 7/15B) 12- Muhabbetini (Kur'an: ;{/;{i)

4- Sıfatlanın (Kur'a: 2/13B) 13- Yardımını (Kur'an: 30/17)

5-: Hçybetini (Kur'an: 6/1B) 14- Kısmetini (Kur'an: 43

r.ı2)

6- Azametini (Kur'an: 2/255) 15- Hasbiyetini (Kur'an: 65/3)

7- İzzetini (Kur'an: 35/10) 16- Rıiıımetini (Kur'an: 33/43)

8- Ceıaıiııi (Kur'an: 55/78) 17- Kullanna Hikmet verdiğiui ve

9- Ni'metini (Kur'an: 22/78) hikmette çok hayır olduğunu (Kur'an: 2/269)

" 18- Kullanııa bilmediklerini öbrrettiğini (Kur'an: 2/239)

8 Ası olan batındır; zahirde görünenler, batının suretleridir. Bunun için zahirin ahiri yine

batındır ki buna (Ahiret) te derler.

Ası olanın babu olduğuna delil de bizzat insaudır. İnsan/la vücut, hisse bir vasıtadır.

Bütün duyu organlanmızdan gelen hi"leri duyan ruhumuzdur ki o da batındır.

Madde, nisbet açısından mevcuttur, ası1da ise £anidir. Fakat, rııh, ölümsüzdür ki evvel de ahir de odur. Yine bu sebebIedir ki suıetl"re (Dünya) ruha da (Ahirct) deudi:

Ratın da yedi mertebe üzerinedir. Alem de yedi mertche üzerinedir, insan da yedi mertche

üzerinedir. İnsanda deriden kalbe vanneayakadar tam yedi mertebe vardır ki esas olan

yediu-ci mertebedir, yani (Ka1lı)tii. Meni'nin ana rahminde ilk yaptlb'l da kalbtir; sonra birer birer bü-tün mertebeleri tamamlar ve yedinci mertebe olan deride karar kılar. İnsau vücudunun dışına

bakılırsa bütün organlann hep başka başka olduğu görülür ki heı"i bir asıldan çıkını~tır. Şu

halde iş, Asl'a varmaktır, Kii1'e v~rmaktır ve Külolmaktır.

(5)

AŞK'IN

TERBİYEDE

ROLÜ

99

alemlerin y~ratılışındaıı

maksat ta İnsan'ın meydana gelmesi idi ve

bun-dan ötürü de Hak, insanı, kendi sureti üzre en güzel şekilde yarattıı

o

ve onu kendisine

Halife!! yaptı.

i

İnsan görünür (Şuhud) alemle görünmez (Gayb) alem arasında

veya

Yer ile Gök arasında veyahut

ta Kaİnat ileTanrı

arasında

ya da Şuur

Altı ile Şuur arasında hem ayırım hem de kavşak noktasıdır

ve bundan

ötürü de Mutlak Vüeud'ıın

aynasıdır;

O'nu aks ettirmekte,

O'nu

gös-termektedir.

Ancak,

Mutlak

Vücud'un

bu aynada

bütün

haşmet

ve

azamati ilegöriinebilmesi

için bu aynayı gerçek bilgi ile cilalamak, yani

insanın Biricik ve Mutlak Vücud olduğunu yakinen bilmiş olmak şarttır.

İnsandan

başka bütün varlıklar,

maddi varlıkları bakımından

nok-san olduklarından,

tabiatiyle,

onları kaplamış olan ruh ta o varlıklarda

noksandır~ Ama insan maddi varlığı bakımından

her şeyi kendinde top-'

lamış ve kainatın bir özü ve özeti olmuş olduğundan insanı kaplamış olan

ruh ta mükemmel bir ruhtur ve dolayısiyle insan, yalııız madde

bakımın-dan değil, fakat, ma'na bakımınbakımın-dan

da, bilgi bakımından

da kamildir.

Şöyle de diyelim, kemal, zahire çıkmakıadır, yoksa, Adem'de, Yokluk'ta

kemalolmaz.

Kemal, sonradan

meydana çıkan ilim ile bütün ilim

mer-tebeleri tamamlandığında

kemalolmuş

olur ki bu da ancak insanda ta.

mamlanır

ve ancak böyle bir insan kamil İnsan olmuş olur. Kamil İnsan

da iki taraflı (Züleenaheyıı) dır, yani hem maddeyi hem de ma'nayı

ken-dinde toplamıştır.

Zaten her şey ve özellikle insan, hem İç'i hem Dış'ı

kendinde toplamıştır.

Ve zaten, Dış, İç'ten ve İç'te Dış'tan ayrı değildir

ve ilim mertebcsi de bu suretle tamamlanmış

olur. İnsanda bütün

mad-di varlık mündemiç

oh~akla bütün

maddi eüzlerin iddki

de insanda

mevcut demektir.

Şu halde insan, her şeyi bilicidir, alimlerin alimidirIZ:

10 Bk. Kur'an: 7/11; 40/64; 64/3.

Iladis: Tanrı imam kendi sureti üzre yarattı.

LI Bk. Kur'an: 2/30; 38/26.

12 Gaybi şöyle der:

Bu alem bir ağaçtır Meyva.ı olmuş Adem

Matll1b olan meyvadır San ma ki ağaç ola.

Evet, KainaUan matlub olan insandır. Çünkü, kainatın yaratılışından maksat insandır.

Ağaç, bir tohumdan meydana gelir ve en nihayet yine o tohuma inkilab eder. Ağaç gelip' geçi-cidir, ınaksat tohumdur. İşte kainat ta gelip gcçici bir ağaç gibidir ve m'uksud ise insandır. Vah.

det, tohumda, insandadır.

Kamil insan Hak'lun Zat'ına tam biraynadır. Hak, kendini kamil insanda "eyr

etmekdir. Bütün görünüşler, kül\i ve icmali tecellisi üzerine kamil insanda ziihirdir; kı.aca, Zat'ın te-cellisi kamil insandadır. Çünkü, bütün alemler onun viicududur. Dolayısiyle de bütün tecelıller

(6)

100

CAvİT

SUNAR

ve çünkü,. Sultanı Ruh'u haizdir; Kısaca, insan, maddl ma'nevi

bütün

varlığı ile kendisinde teeelli ~den Hak'tır;

dola~ısiyle insan, bütün

isirq-leri ve müsemmaları kendinde toplamıştır.

Böyle bir insan da artık bütün

makamlarda

ve mertebelerde13

istedibri gibi dolaşabiHr, onlarla zevk

ede-bilir. Makam ve mertebeleri

dolaşmaktan

anlaşılması gereken anlam da

Hiik'kın Zat'mn bir tek yüzü vardır ki o da kamil insan yüzüdür; (Her şey yok olucudUr,

ancak, Tannnın yüzü balddir) ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir. Kamil insan bütün varlık.

lann özü ve özeti olmakla da demek ki her şey yok olucu yalnız kiimil insan balddir. demektir. Çruıkü, Hak, bütün kemali ve cemali ile yalnız kamil insanda tecelli etmiştir. Fakat, bu da fark

iileminde bir an için bir bilişten ibarettir.

. Kamil insan demek, Hak'kın tam .zuhuru demektir ki

bt

da Ziiu bilgiden ibarettıir. Şu

halde, aslında kamil insan da Zat'ın bilinmesi için bir gilrünüşten ibarettir. Zira, tafsill ilim, kii.

mil insanda icmal edilip ilzetlenmiştir.,

! Kamil insanın ilmi, Hak'kın ilmine aynadır, yani kamil insanın kendi nefsini bilmesi Hak'.

kın bilinmesi demektir. Çünkü, kamil in~an ayni Hak'tır. Bu suretle de Hak, kendi ilmi ile de

kamil insana aynadır ve onda zabirdir. Kamil insan da Zat'ın bir arzusu dolayısiyle 'vardır,

meveuttur; gerçekte var olan ise o. her şeyden müstağni olan Zat'tır.

Bütün imanlar, alemin özeti olmalan ve maddelerinin ekmeliyyeti dolayısiyle madde bakı.

mından kamil insanlardır. Fakat, bu varlıklarrnın bilgisini elde etmedikleri sürece tam kemiil

sahibi olamazlar. Ke zaman ki kamilolduklarının bilgisine ulaşırlar işte aneak o zaman tam kıı,

mil olmuş olurlar. Kısaca, bilgi olmaksızın kemalden söz edilemez. Kemale ulaşabilmek te

bütüu-lüğü ilc kainatın ne olduğunu bilmekle mümkündür ve bütünlüğü ilc kiiinatı bilen de kendini

bilmiş olur. Bilgi nur olduğu gibi o bilgiye vasıta olan madde de yine ayni nurdur ve bilen de ayni

nurdur. Her şey sırf bir görünüşten ibarettir. Ası olan bütün bu ğörünüşleri gösteren Zat'tır ki

o da tam kemali ilc, ancak, insanda zabirdir.

Bütün varlık, insandan gelip geçer. Her şey, yedi kapıdan insana girer ';'e beş kapıdan da

insandan çıkar.

13 Her şey, makamlar ve mertebeler bakımından söz konusudur. Çünkü, bunlar olmasa

zuhur yoktur demektir. Makamlar ve ı:ıi.ertebelernen maksat ta Tanrı'ıun sıfatlan ve isimleridir ki O bunlarla zuhur eder ve bunlar O'nun zatının gölgeleridirler. İsimler ve sıfatlar olmasa zuhur olmaz, dolayısiyle zat da olmaz. Bundan ötürü ne kiiinat bir görünüşten, bir gölgeden ibarettir.

Zira, zuhuru hayaldır: Öyle ise alemde Zat'tan başka bir şey yoktur. Ası olan Zat' tır, bundan

ötürü de ebedidir, Mlddir.

Zat, isimleri ve sıfatlan vasıtasiyle birçok şekillerle kendini gösterir ki bu şekiller onun

birer yüzü olmuş olur; şekÜler olmasa yUzler de olmaz. Çünkü o zaman ortada yalnız bir rulı kal. mış olur ki bu mertebede meydana Çıkıp görünme söz konusu olamaz.

İnsan, ~Iutlak Varlıb"l,Tannyı bütün makamlan ve mertebeleri ile bilirse, ki bu bütün bir

bilgi demektir, Cemıet'e girmiş olur. Cennet, genemkle üçe ayrılır:

1- Cennet-i Muaceele: Yani, acele gelen Cennet ki bu, dünyada edinilen gerçek bilgiden

ibarettir, bilgi Cennetidir.

2- Cennet-i Aciie: Yani, sonradan gelecek olan Cennet ki bu da dünyadan sonra iihiretle

ki Cennettir. Bu Cennette bir şeklin yok olup diğer bir şekle değişmesi söz konusudur

ki Kıyamet, Haşr ve Neşr de bunur.

3- Ccn!\et-i Tam veya Devlet-i Bakiye: Bu Cennet te kulun Tannsına kavuşması,

dola-yısiyle, ebedi hayata ve ebedi zevke ermesi demektir.

Cennet, Tannııın Rahmet'inden; Cehennem de Gazab'ında yaratılmıştır.

(7)

AŞK

'IN

TERBİYEDE

ROLÜ

101

o makam ve mertebeleri ilmen dolaşmak demektir, yani onların neler

ol-duğunu bilmek demektir ki bunun sonu da zevktir. İlim' de İlmi Yakin,

Zevk'te ıse Hak'ka

ait Yakiııl4

söz konusudur.

İnsan da, yukarıda da

işa-ret ettiğimiz

gibi, ancak, ilmi ile insandır

ve ilmi derecesinde insandır.

Çünkü, ulviyyet, yücelik yalnız ve yalnız bilgidedir. İnsan. ancak, bilgisi

derecesinde yücedir. Bilgi elde edilebilecek vasıta da ancak, içinde

bulun-duğumuz bu dünyamızdaki

bu vücudumuzdan.ibarettir.

Bu

dünyamız-da bu vücudumuzla

elde edebileceğimiz bilgi de bu dünyamız

için olduğu

kadar ahiretirniz için de biricik bilgimiz olacaktır.

Çünkü,

ruhun

mad-deden başka bilgi vasıtası yoktur.

Bilgiden maksat ta sevmektir; bilmek

demek,' sevmek demektir.

Mutlak Vücud, Tanrı, Gökler'in

ve Yer'in nurudur;

Tanrı, Nur'dur.

Bütün alemler bu nurdan meydana gelmiştir ve yine bu nura geri

döne-eeklerdir. Alemleri ve insanı ile bütün bu varlık,

bu fark alemi de tek bir

hareket

eseridir ve bu hareket

te sevgi hareketidir.

Sevgi hareketi

de-mek, yukarıda

da dokunduğumuz

gibi, Zat'ın,

isimlerine ve sıfatlarına

bürünerek

görünüşü demektirlS

ki bütün

bu görünüşler

aslında yoktur

ve yok olucudur. Şu halde bu var oluş ve yok oluş, yine Zilt

16

'ından

Zat'-ınadır.

Bütün

bu göriinşlerden,

bu geliş gidişIerden

maksat

ta Zat'ın'

kendini bilmesi ve dolayısiyle de kendini sevmesidir.

Çeşitli suretler ve

varlıklar

da bu gayenin geçici vasıtalarıdır.

Varlıkların hepsi de Hak

ol-duğunda~

Hak kendini

sevmiş olmakla

cüzlerİn de, yani bütün

ciiz'i

varlıkların

da birbirlerini

sevrneleri zorunludur.

Çünkü, Hak, cüzlerin

14. İıme ait yakın, insamn, Hak'kın kendisinde olduğunu bil';"esidir. Hak'ka ait yakın de, imanın, Hak'kı kendisinde bulmasıdır. Bu da ilme ait yakinin tahakk,;k etmesidir ki, bu"frrtık, ilmin (istünde, sezgisel, vicdiinl bir zevk işidir ve bu da visaldir. F'akat. lıu visale ulaşmak için insarun nefsine arif olması şarttır. Bu nefse iirif olma işi de insan hayatmm en büyük imtihanıdır. Bn imıiham kazanıp gerçeği ı;erçek üzere bilenlere ve gerçek üzre savunanIara d•• (Ehl.i Cemal);

gerçeği bilmeyen veya bilipte aslından saptırarak çeşitli ve yanlış suretlerde savunanlara da

(Ehl.i Celal) derler ki bunlar da halk ile zahiri hocalardır.

i5 Bütün tabii haiıer ve olaylar, Tanrmın isimlerinin hiikmii altındadırl ••r ve o isimlerin

ma'nalarına gı;re zuhur ederler. İsimler, zatl i'tibarlardır; zat ise her şeyden nıünezzehtir. Za'

ten, tenzih, kendi ken4iliğinden hasıl olmak!adır. Çünkü, büttin varlık o olunca, omın her şeyden arınmış olması da yine onun' kendi varlığını kaplamış olması ilc olmuş olur. Zııt ve Tanrı keli. meleri de, sırf, gerçeği anlatabilmek içindir. Fark aleminde ise, Zat'ın isiıı,lerinden ve

sıfatların-dan başka bir şey yoktur.

16 Zat, Mntlak Varlığın Istiğnas, hali, Alıadiyyet hiHidir. Zatin birliği Alıadiyyettedir,

Alındiyyettir. O mertebede her .şey odur, başka yoktur.

IIer parça, her eüz, kendi mevziinde bir zat'tır. Fakat, parça zat'lar. Bütün Zat'ın, Kiilli

Zfıt'ın tahtında olan zaılardır. Bütün cüz', zat'lar, bütün dizleri kaplamış olan asıl Zat'a, KüIIi

(8)

102

CAvİT

SUNAR

toplamı

ile Hak'tır

17;

dolayısiyle

de her cüz Hak'tır

ve hcl' cüz Hak

olunca her cü",'ün hirbirini sevmesi de zorunlu olur.

Gerek insanın

vücud u içinde ve gerek insanın

vücudu

dışındaki

kainatta

türlü tccclliler, cilveler gösteren Tek bir Zat Tek bir Hakikat'.

tır; ondan başka yoktur.

BütüJ~ varlıklar

hir Tck Can ve bir Tck Ten'.

dir. Bu Tek olan Zat ve Hakikat

hiç hir suretle bölünüp

paralanmaz.

Dışta bütün görünenler onun yaradılmışı,ve

iiletidir. Bu tck varlık,

mey-dana çıkıp görünen her bir şeyde; o şeyler bütün

isimleri ve sıfatlariyle

bir zerre de olsalar, bütünlüğU ile görünür ve herkese inancına ve zannma

göre görünür; ve hcl' mertebe, hcl' mahal ve makarnda başka

başka birer

yüz gösterir. Dış .(Zahir)ta

olsun İç(Batm)te

olsun, hcl' bir şekil ve

su-rette tasvir ve tasavvur

edilmiş olan, hcl' akılda düşünülmüş

olan, her

gönülde aıılanı olan, her kulakta duyulan ve hcl' gözde görülen odur. Bu

Tck Zat ve Hakikat,

bir 'yüzde~ tecelli edip görünür,

bir yüzden de

ken-disini yinekendisi

görür. Dolayısiyle Seven ve Se\,ilen (Aşık ve Ma'şuk),

İsteyen ve İstenen (Talib ve Mutlub), İnanan

ve İnanılan

ve İnanış bir

Ye ayni şeydir. Şu h3lde arif olan kimse hiç bir özel inanca ve sevgiye

bağlanıp kalm~malıdır.

Bu noktada

yineönemle

işaret edelim ki bütün varlıklar,'

makam-lar ve mertebeler hep sevgi eseridir. Eğer, sevgi olmasa hiç bir şey vücud

hulmaz,

mevcud

olmaz.,

İster

nisbetler

içinde bulunalım

ister nisbetlerin

üstü'ne

çıkalım,

varlıkta

her şey hep sevmek içindir ve hay~t bir sevgiden

ibarettir

ve

çünkü, aslında da bir sevgi eseridir.

Şimdi, vücud, yani varlık, her şeyden önce, ,'arlığını

korumak

ve

sürdürmek

zoru~dadır.

Varlığın korunması

ve sürdürülmesi

de; ancak,

ı

7 Hak, zat'ııı farka p:elmesi, yani,göriinınezken (;,,~itıi varlıklar h"linde görünür olm' •••.

ııın adıdır. Bunu büyleee bilip kabul etmek te Hak'km ne olduğunu bilip kabul etmek demektir.

'İşte, (Hak kabul edenindir)sözünüıı gerçek aiılanu da hudur.

Varlıkta, her zerrenin, her çeşit varlığın kendi deveraıııııı yapabilmek için gerekli şeyleri

onlara vermek ve onlan daima aynı şekil ve süret üzr" ,eyr ettirmek te hak'lır ve Hak'kın işidir

ki bu da Hak'kın isimlerine ve s,fatlarına racidİr. Me,ela, bir buğday tohumundan yine bir buğday

çıkar, arpa çıkmaz: arpadan d:! yine arpa çıkar, buğday ,;ıkm"z. Bu, maddede bÖyle oldnğu gibi ma'na alemind" de böyledir, rulı aleminde de büyledir ve böyle olması bir adalet jşidir. Bu

yüz-den ruh ,.Ieminde, ma'nevi iilemde de c,:mal ve eelal birlikte gider: zira birlikte gitme,e

adalet-sizlik olur. Her şeyde eelal ve ceıııal'in birlikte gitmesine de (Adl-i Subhiıni) derler: çiinkü, Tanrı

adildir. '

Şuna da işaret edelim ki celal, kendi başına var olan bir şey değildir; o, eemalin gölgesidir,

p:e1ipgeçicidir. A,I olan, var olan" ancak, cemal'dir. Bundan ötürü de, yukanda da dediğimiz

/-libi, Iıer eclal gibi görünen şeyi, ınuhakkak, cemal peşler, İşte, (Tanndan ümit kesilmez) sözii.

(9)

AŞK'IN

TERBİYEDE

ROLÜ

103

(Sevişmek)

ile, yımi sevişme yolu il~ kendi yer~e

bir bemerini

bırak.

mak1a mümkündür.

Bu söylediğimiz,

Mutlak

Vii,cud'un canlı ve h~tta

cansız bütün

şekil ve suretlerinde

ve bütün

makam

ve mertbelerinde

geçerlidir; Mutlak Vücud'un

Mutlak Kanunu'dur:

Bu M4tlak Kanun'un

tatbiki

için de iliihı Varlık, kendi Mutlak Vücud'u

içine kendinden

bir

cevher gizlemiştir ki o da Ta~avunfi'

Dil

ile (Aşk Maddesil") dir; Felsefi

Dil

ilc (Hayat

Prensibi)dir;

Fü"yolojik Dil.ile

de (Nutfe)dir.

Bu cevher

Hayvanı

Ruh'u

meydana

getiren hayatı

ve hayviinı gereklilikleri

yaptığı

IIIÇeşitli varlıklann meydana gelişine, devrana, ni.betlere sebeb hep bu aşk maddesidir.

Nisbetler, şekillerden ötürü ve şekillerin birbirlerine olan zıtlıklanndan meydanaçıkmıştır;

zıt-lıklar olmasaydı nisbetler olmazdı. Ru nisbetler ve dolayısiyle şekillerin, çeşitliliği yüzünden de devran meydana gelmiştir, zaman meydana gelmiştir. Rizler cüz'iyyette seyr ettiğimiz için bize göre devran da, zaman da, taakub da vardır ve çiinkü bunlar mertebeler gereğidir. Ve bütün

bu söylediklerimizi toptan kendinde toplayan da (Fark)tır. Fark, yani meydana çıkıp görünme

işi-de iki yönliidiir. Runun bir yönii Bütiinlük, Küllilik aç"ından olan fark'tır ki buna (A'yan-ı

Sabite) diyoruz'ki ilmi sfıretlerdir, mahiyetlerdir. Fark'ın diğer yönü de (A'y,in-ı Sabite)nin

için-de cüzlük ile ve zıtlık ile olan {ark'tır ki işte yukanda açıkladığımız fark, bu ikinei tip farktır.

Bütün buuisbetlerin, devranın, {ark'ın varlığı da, toptan, Zat'ta mündemiçtir; bütiin bunlar

Zat'tan zuhur etmişlerdir ki bunların zuhurlanna sebeb te (Aşk Maddesi) dir ki aslı ilc ve aslında

yine o Za!'tır, yine o nurdur, yine o ruhtur. Her nereye baksak, 'her neyi görsek hep aşk

madde-sini görürüz. Çünkü,'0,her varlığı her şeyi, bütünlüğü ile maddeyikaplamıştır. ller madde ki

bizim vüeudumuzda dahildir, bizim vücudumuzdan başka bir şey değildir, şu halde, aşk madde.

sİnin bütünü de biziz, Oııun ablı da zat ta biziz.

Alemler, bütüulüğü ile Mutlak Vücut'tur, sırf Cemôldır; o, hep uurdur. Fakat bu, varlıkta

her bir meveut zerrevidir ve zerrevi olmasından ötürü de hepsinde aşk madde,iı;in tecelI1si ayn

ayndır ve hu zerreler. birbirlerine zıtlıklar gösterdiklerinden ütürü de ıztırah dedi~irniz; şer

dediğimiz, eelal dediğimiz şey meydana gelmiştir. Aslında şer, celal denilen 'şey me\"Cut değildir. ÇünkiL şer, yani eelaL cemal gibi hir varlık değildir. Celal,.ancak, bir çokluktur ve şekillerin

. . i

birbirlerine nisbetlerinden zulıur etmiştir ve bunun için de mevcut deliiloir.

Bütünlüliü ile alemler i'e, Yani Mutlak Vüc"d ise insandır. İ"san, dolayı.iyle de Mutlak Cemal'dır.

R" aşk maddesİ, b" her şeyin aslı da, bütünlüğü ile hizde meveut~ur. Vücudumuzdaki

hiitün zerrelerimizi idare eden. onlara hükm eden onun Sultan! Ruh'udur ki o da bizdedir.

Hay-vanları da lıayati sınırlar i,;inoe ve kendi maddelerine göre yine onun Hayvani R"h'u idare eder. Aşk maddesi dediğimiz bu Hayat Prensibi cansızlar alemiıide ise tamamiyle ba,it ye aşağı dere

eede hıılıııınr ki bn eansızlar aleminde, hayvanlarda göriilen içgüdü bile ı~e\"cut değildir.

Kısaca. hütiin '.'arlıklarnı yaratıhnasına seheb olan aşk'ın, ~cvg.ininçeşitli ~rkiııcrcbüriiııcn

teeellisi, aslında, tek bir teceIIidir. B" ,evginin birerter-ahürü olan her hir varlık ta ancak zıt-larla. meydana Çıkıp görünür. Çünkü, ,evişmek içiıı zıtlık lazımdır. }o'akat, gerçekte zıtlar yoktur:

zıtlar, tek hir hakikatın meydanıı çıkması ve bilinmesi i~indir.

Şehvet, sevi, muhahbet. aşk, vecd, ha)'ret dediğimiz şeyler de hep Aşk Maddesi'nin

merte-belerinden iharettir. Ru Illertebelerde ,eyr"etmek tc tamamiyle bilgi işidir. irfan işidir. Alim vc

A~if olmayanlar şehvet. denen hayvanlık mertebesinde ~aplanıp kalırlar. Fakat, Alim ve Arif.

olan insan, kendi zatınııı. varlık "C yokluk süretlcrindc yine kendini nasıl sevip zevk ettiğini ve

(10)

104

CAviT

SUNAR

gibi hayvani

ruhu kaplayan

ve Insani veya Sultfıni Ruh'umuzu19,

Şuu-rumuzu

meydana

getiren

de yine odur. Gerek insan

dışındaki

bütün

[llcmlerde ve gerek insanı~ hizzat kendinde

"iicut

örtüsü

ile örtülmüş

ve bu örtünün

gizliliklerinde

gizlenmiş olan bu cevherin

meydana

çık-masına

ve çıkarılmasına

sebep, yalnız

ve yalnız,

Aşk olduğu

gibi bu

cevherin İlfıhi mahiyyetini,

zatını, gerek eüzlüğii ve gerek küllüğü

üzrc

bize bildirecek olan anahtar

da yine Aşk'tır.

Kısaca, Tekolan

Ilfıhi

Var-lık Aşk ile kendi Zat'ından

kendi Fark'ına

gelmiştir, yani görünmezlikten

görünürlüğe

çıkmıştır.

"Tanrı

muhabbcttir"

sözünün

gerçek anlamı da

budur. Dolayısiyle,

Aşk, hem ma'nayı

hem maddeyi kendinde

toplamış

ve her ikisini de bütünlüğü

üzre kaplamıştır.

Bunlardan

biri olmaksızın

Aşk düşünülemez.

Ve zfıten, madde ve ma'na

ayni bir şeydir.

Bundan

ötürü de Hayat,

insanda ve diğer varlıklarda,

işte, hu sevgi hayatından

başka değildir.

yükselir. Ancak, hemen işaret edelim ki hayret makamı, ancak, cüzlük açısından ve ancak cüzler

için söz konusudur. Zira, Küllük, bükilnlük açısından, hayret dediğimiz şey söz konusu olamaz.

Bu hayret makanundan sonra da, artık tamamiyle ma'nevl bir sevgi başlar; çünkü, bundan

ötesi, artık, Hiçlik alemi'dir.

Aşk Maddesi'nde esas aşktır. Rablık, kulluk, çirkinlik, güzellik varlık, yokluk, huliisa

bütiln nisbetler hep mertebelerde j'tibiiri birer sözden ibiirettir. Bütün maksat, sevmek ve zevk etmektir ki bunun da gayesi visaldır. Aşk, veed mertebesidir, dolayısiyle toplam mertebesidir: bu mertebede bulunan da, yalmz, Hak'kı görür, Halk'ı görmez. Çünkü, toplam mertebe.i batm-dır, zahir değildir.

Muhabbetin daha şiddetlisine Aşk ve Aşk'ın daha hafifine de Muhabbet denir. Tanrı'nın

sıfatlannda tam ve mükemmel bir i'tidal bulunduğundan Tanrı'nın insanlara karşı Aşk'ı değil,

aneak, Mnhabbet'i nisbet olunmuştur.

İnsanların kafalarının malıBulii olan ilim ve fen yine insanların kafalarının terakkisi il"

düz orantılıdır. Halbuki insanda esas olan (Sevgi) hiç bir terakkiye bağlı değildir; onun yüksek varlığı daimidir ve aynidir. Yeter ki insanlar, onun miihiyetini ve kudr~tini bilip anlamllğa ve

her geçen an Ona bağlanmai!;a çalışsınlar. .

19 İnsa'mn bedeni Sultani Ruh denen bir ruha bir kab, bir iiiet olduğu gibi, ayni zamanda,

Hayvanı Ruh denen bir ruha da yataklık etmektedir. Bunun da hikmeti, Tanrı'nın Cemal ve

Cellil yiizlerinden olan kudretini miişahede etmektir. Görülüyor ki imanda Ceınal'in bulunduğu

ayni yerde Celal da bulunmakta ve hu iki zıd şey birbirinin sınırın' aşmamaktadırlar.

Ruh, aslında ne iyi ne de kötüdür. Çünkü, o, maddi bir şey değildir. Fakat, onun madde

içinde buhıııuşuna nishetle, onun, nisbette iyiliğini hildiren, Hayır; ve bisbette fenalığım bildi'

ren şey de Şer'dir.

Ruh, asınıda saf ve temizdir ve çünkü o, maddi bir şey değildir. Fakat, 0, maddeye bedene

büriuımüştür ve bundan ötürü de madJenin emrine girmiştir ve maddenin emrinde de birçok

maddi günahlar işlemesi zorunludur. Aneak, maddeye, bedene girip onun pislikleriyle pislenen

ruhun o maddeden o beden:!en sıyrılıp yine safiyyeti üz re sırf ruh kalması da devran gereğidir ve

zorunludur. İşte, insamn günahlarından ütürü Tanrı'sına (Tevbe) etmesi gerektiğinin ye bu

te\'-belerin Tanrı tarafından mutlaka kabul edileeeğinin ve çünkü, Tanrı'mn (Tevbeleri Kabul

(11)

. AŞK'IN

TERBIYEDE

ROLÜ

ıoS

Hayat,

tıpkı madde gihi, yok olmaz hir şeydir. Bundan öti~rü hu

dünyada her vakit belirli bir hayat vardır ve bu hayatın miktarı

azalıp

çoğalmaksı7.ın daima ayni nisbette

devam edecektir20•

Maddeyi

yarat-mak ve yok etmek

mümkün

olmadığı gibi hayatı

yaratmak

've yok

etmek te mümkün değildir. Bütünlüğü

ile Tabiat ölümsüzdür. İnsan da

kimyasal

ve fiziksel etkilerle birleşen bu hayat

ünitelerinin

bir araya

gelmeleriyle

yaşamaktadır.

Bu iinitelerin

durmaksızın

çalışmalari)' le

Hayat dediğimiz şey meyd~ma çıkmaktadır.

İnsanların

Melek'lerle dolu

olduğunu söyley~nler, Melek'lerin bu Hayat

Ünitelerinden

ibaret

oldu-ğunu

iyi

bilmelidider.

İnsan vücudunda

hasıl olan hayat, bir terkib hassası ve maddi

cüz-}erin, yani alınan çeşitli gıdaların yaptıkları

çalışma sonucudur:

konuş-mamız, gülmemiz ve daha bu gibi şeyler hep bu çalışmaların sonucudur.

İnsan .ile diğer hayvanlar

arasındaki

başkalık ta, ancak, terkibc ait pir

başkalıktan

ötürüdür,

hepsinin aslı ise birdir. Bu bir olan asıl, cevher,

her bir mertebede

o mertebeye

mahsus bir zuhur, bir meydana

çıkış

göstermiştir21•

Mesela, bu bir olan AsI'a hayvanlık

inertebesinde

(Hay-vani Ruh), insanlık mertebesinde de (İnsanı Ruh) adı verilmiştir. Yoksa,

hayvanı

ruh başka bir şey ve insani ruh ta başka bir şey değildir.

Hay-vanlık

mertebesinde

(Hayvan)

olan şey ne ise insanlık

mertebesinde

(İnsan) olan şey de odur; bu ikisi arasındaki

başkalık, ancak, isti'dat

ıı.

hasebiyledir.

Bir insanın iyi veya fena, güzel veya çirkin, zeki veya budala

olma-EI

da, her şeyden önce, bu hayat üniteleriyle

sıkı Elkıya bağlıdır. İnsanı

20 Bir şey i'tid,U hiiline geldikteıı sonra, artık, .olduğu gibi kalır; ne çoğalır ne de azalır.

Dünyanın olduğu gibi kalması i'tidiili sebebi -iledir.

Cemiil ile Celiil'in eşit gittiği zamana da (Zaman-ı İ'lidal) derler.

Tabiattaki i'tidaldır ki insanların da i'tidôlini sağlamış, dolayısiyle de Ruh'lar da mevcut

olmuştur. Eğer maddi'bir i'tidiil olmasaydı bir Ruh'tan bir İdrak'ten de söz edilemezdi. Nasıl

ki Aklunız ve ruhumuz, düşüncelerimiz ve hislerimiz maddi vücudumuzun ve özellikle

dimağı-nuzın i'tidôl ve 81ıenk derecesi ilc düz orantılıdır.

21 Lôhut, Cebernt, Mclekut vc Şuhud diye adlandırdığımız alemlerin z"hurunda zaman

dahilinde bir sıra, bir birbirini peşleme diye bir şey yoktur. Bütün bu alemler, birbirinin fiiil'i

olmııları açısından, hep birden znhur etmişlerdir . .Alemlerin hep birden zuhurn da İlahi bir Arzu,

İlahi bir Sevgi sonucudur.

Tekrar edelim ki Yaratılışta varlıkların birbirlerini sıra ilc peşlemeleri diye bir şey yoktur. Yaratılış, bir, (An)dır ve bu An, bir güz açıp kııpamadan da daha kısadır. Ard ardıı geliş, ancak, şekillerin birbirine nisbeti bakunından meydana gelmektedir. Yaratılış, Bütünlük, Küllük

bakı-mından (Zuhur)dur: şekillerin birbirine nisbeli bakımından da (Taakub)tur ve (Hulul)dur.

22 İsti'dad, adetten gelir ki bir şeyin birçok yüzlerle varlığını meydana (;ıkarıp

güstere-bilmesini deyimler. Ve yine bu anlam ile ilişkili olarak, isti'dôd, bir şeyin veya her şe)'in kendi

(12)

1(l(,

CAvIT

SUNAR

~'ı1cuda getiren hu hayat iinitelcri, çoğunlukla, ahnekli ve canlı olursa o

insan da güz,cl, iyi huylu ve'zeki olur ve aksi halde de çirkin, kötü huylu

ve hudala

olur. Çünkü, sinirlerin his ve hareketleri

de bu ah en ge

bağ-lıdır. Dolayısiyle, vücudumuzdaki

organlarıiııızın da hissi ve akli

hayatı-mız üzerinde hüyük

ve çeşitli etkileri 'vardır.

İnsanda her organ hissi ve akli hayat üzerinde başka başka

etkiler

yapar.

İnsandaki

Tenasül Organı'nın

insanın hissi ve akli hayatı

üze-rindeki etkisi ise pek büyüktür.

Bu sebeble insanın tenasül

organından

yoksuıı bırakılınası

insanlığa sığmayan bir harekettir;

hayata

karşı hir

suldmdır;

ahlaki bir faeiadır. Tarihte rastladığımız

bu çeşit olaylar pek

yüz kızartıeı bir eiihillik 'örneğidir. Zira, dediğimiz gibi, tenasül

organ-lanıllll zek ii üzerinde açık ve büyük bir etkisi vardır. Tenasül organları,

dimağda, şiddetli emeller, çeşitli fikirler .uyandırır. Bu organlhr, yüksek

derecedeki hissi olaylaı'ın da beşiğidir.

Maddi aşkın hedefi tamamiyle

cinsel münasebetlerdir.

Fakat,

biz

bunu bir hayv~.nlık örneği sayarak diyeceğiz ki ma'nevi aşk, varlıkların

hayat kaynağı; cinsd münasebetler

ise bu varlıkların mezarıdır,

ölümü-dür.

Ömründe

hir defaeık - olsun kalbinin

saf ve temiz

heyecanlarını

duymamış bir kimsede hissi kemaller ve ma'ncvi zevk aramak, hiç

kuş-kusuz, pek lJOştıır. Hissi kemallerden

ve ma'nevi zevkten yoksunluk ve

boşluk ise insanlığın (~bedibir mciası, ihmiile gelmez büyük bir

tehlike-sidir. Bununla

beraber,

bu' zevkin de başlangıeı ve esası maddedir

ve

maddedeki aşk cevherİnin23

meveudiyetid~r.

Her türlü ma'nevi sevgi ve

zevk mutlak surette maddeden başlar. Çünkü madde, her şey için ruhun

biricik

vası tasıdıı.

24•

23 Aşk Cevheri, yukanda da işaret ettiğimiz gibi, Fizyolojik Dild~ (Meni) dir ki bu da bü'

tün bir vüeudu nakl eden bir vas,tad,r. Ve yine Hayat Prensibi de dediğimiz bu aşk eevheri her

şeyde kendi mevcudiyetine göredir. Fakat, insan vİİCudu bütün iilemlcrin bir toplamı olduğun'

dan aşk cevheri de tamamlıhğını ve kemalini insanda hulmuştur.

24 Ma'ncv; sevgi de mutlak surette maddeden başlar. Çünkü, madde, zaten, ma'nı.dır;

ma'nanın yazısıdır; nıa'nanın vasıtasıdır. Vasıtasız asla ulaşmak ise mümkün değildir. O halde,

maddeyi sevmeyen ma'naya ulaşamaz.

Madde, ma'na diye; maddı' ve ma'nevı varlık diye ikili bir ~yınm yapmak ta doğnı

değildir. Zirıı, hakikattn varlık birdir, sevği deihirdir. Madde olmayınca ma'na 've ma'na

olmayınea madde olmayaeağı gibi sevgi olmayınca sevgisizlik ve sevgisizlik olmayınea da

sevgi bilinmez. Fakat, madem ki esas ma'nadır, madde oııuııgölp;esidir, şu halde varlık

sevgidir, sevgisizlik te Omm giilgesidi•..- Aneak, sevgi için maddeye ihtiyaç vardır. Madde

vüeudumuz" dalı il olııp hararet meydana getirir ki o hararet te aşkı meydana getirir,

muhabbeti meydana getirir. Eğer, madde olmasa, hararet meydana getirilemeyeeeğindeıı,

dolayısiyle, aşk ta mevcut olamaz; maddi aşk meveut olmayınea ma'nevı aşk ta hiç bir

(13)

AŞK'IN

fERBİYEOE

ROLÜ

ıOi

Özeııikle bltiğ hali, çocukların şehvet heyecanlarının

en yaksek

de-recede kaynaştığı

bir devirdir. İş, bu şehvet heyecanlarını,

yavaş

yavaş,

yüksek ma'nevi heyecanlara inkilab ettirebilmektir,'

Fakat"gerçek

şudur

ki: eğer insanlar

cinsel içgüdülerinden

yoksun

olsalardı

başta

Ahlak

Kitapları

olmak üzre Edebiyat

Kitaplarından

da Felôefe Kitaplarından

daSan'at

Kitaplarından

da ve hatta

ilim Kitaplarından

da insanlık

yoksun kalırdı. Ama, yukarıda

da dediğimiz gibi, iş, Im içgüdüyü yüksek

plfmda bir aklın ve yüksek ma'nev'i zevklerin ve IH'yecanların emrinde

kuııanabilmektir25•

Yoksa, cinsel içgüdü'ye esir olup kalmak, her şeyden

önce, viicudu yıpratır

ve en nihayet

hücrelerin

hayatlarına'

hizmet

et-meyen bir vücut

ta varlığını

sürdürernez,

yok olup gider. Öyle ise bu

bakımdan

da cinsel his ve heyevanlarımızı

yüksek ma'nevi his ve

heye-canlara

inkilab

ettirmek

zorıı~dayız.

'

Cinsel his ve heyecanlarımızı

yüksek

ma'nevı

his ve heyecanlara

inkilab ettirehilme

işi d,e, her şeyden önce, bir terbiye26

işidir ve terbiye

işi de pek büyük, pek kutsal, fakat, başarılması pek güç bir iştir', Çünkü,

insanlar, her şeyden önce, dış hayat1an bakımından

çevrclerinin,

ha-. y~t1~rı bakımından

da mi'delerinİn tabü esiridirler ve bu esirlik te onlara

cağı gibi maddcden geçmcyen dc ma'naya varamaz.IIararetin aşk üzerine olan büyük

etki.ini sıcak iklim ahalisi ilc soğuk iklim ahalisi arasında yapılacak bir mukayesc de bize açıkça

göstermeğe yeterlidir, tıkbahar ve Yaz aylarındaki sevişm~ ~ücü ve kalitesi ile Kış ve Sunba.

har aylarındaki sevişınc giicii ve kalitesi arasııııluki muazzam fark ta bize bu konuda yeterli

bir fikir verebilir. İlkbahar ve Yaz aylarında cinayetlerıu artması da bunun ayrı bir delilidir.

Bir cümle ilc: tnsamıı mizacının, faziletinin. ahlakmiıı, aşkınııı, daha, toplu .bir deyişle,

maddi ve ruhi hallerinin ilk malzemesi, an~ dayanağı Mutbağında Kaynayan Tencerededir.

25 tnsan, cinsel içgüdiisiinü, ,ciddi bir terbiye ilc yüksek ruhsal işlere yöneltebilir ve rul,sal gücünü ıırttırabilir. Bunun içindir ki hirçok akıllı kimseler cinsi ıııünasebetlere pek rağbet etıne.

yip daima perhiz üzre olurlar ve einsel kudretlerini ve aşklaannı san'atlarına veya ilimierine har.

cayıp ölmcz eserler verirler. Bazı Dinlerde ve Tarikatlarda görülen (Mücerretlik, Perhizkarlık)

müesseselerinin mevcudiyetinin ger~ek sebebi de menideki mad.d.igücü muhafaza yolu ile ruhun kudret ve kuvvetini arttırııııik, dolayısiyle, maddi aşkı (İlahi Aşk)a döndürmek vc bu ilahi aşk

derecelerinde gittikçe yükselerek ebed! visal içinde bulıınmaktır. Çünkü. (Hayvani Ruh), (tn.

sani Ruh)u da kaplamıştır ve on Lindayanlıb'"l(lır,Kitekiın. hadım edilen kimselerde hiç bir fikir

ve san'at eserine rastlanıuk miirııkün değildir.

Bununla beraber, yine .işaret edelim ki ebedi olO-n.ilahi olan zevkin başlangıcı vc cs ısı maddi zevktir, maddcdir. Çünkü, madde olmazsa ma'na da zuhur etmez; insani aşk olm,a>:sa

iliüıi aşka da vanlamaz. Ve en nihayet, güzelolmazsa aşk ta bilinmez ve yaşanmaz. Oyl" i,'e:

(Her !tüzel, Elesl Bezminin' balış ettiği Peymaneden başka dcğildir).

26 Terbiye. her şeyi yerli yerinde yapmak ve her şeyi isti'dat ve kabiliyetinin en üstün "e.

viyyesine ulaştırmak demektir. Canh. cansız hcr varhğı kendi kemaline ,'e cemaline kavuştı,r.

mak demektir.'

Terbiyede insana gelincc, herhangi bir insanın ahliıki. terbiye.i, asaleti hareketlerinde;

(14)

108

i

CAviT

SUNAR

yaradılışıarının,

sanki, f~bedı bii hediyyesidir.

Bundan

ötürü (Hürriyet,

Hür

İrade)

kavramı

da çok su götürür

bir kavramdır.

Gerçek

bcyle

olınıca, bu sefer, terbiye işihe, (Telkın)27 i de müdahele ettirmek

zoruıida-)'TL..

Telkin, insanın kendisini veya bir başkasını herhangi bir şeyin şöyle

veya böyle olduğuna

ve bunun gerekliliğine inandırmak

için ruha

yapı-lan bir tasarruftur.

Çocukları terbiyede

de, telkin, başta gelir ve. pek

bü-yük bir roloynar.

Çocuklara. evvela yemegı içmegı, oturup

kalkmağı,

söyleyip

dinle-meği ve bu gibi şeylere ait kurallar

öğretilmeli.

Daha sonra da onlara

cemiyyet

düzenine

ve kuralların"

ait bilgiler verilmeli.

Daha sonra da

ve yavaş

yavaş onlara iyi'nin

ve kötü'nün

ne olduğunu

belletmeli

ve

onları iyi şeyler yapmağa

yöneltmeli,

kötü şeyler yapmaktan

da

önle-meli; dolayısiyle de onlara içinde yaşayaeakları

cemiyyetin

ve hayatın

düzenini ve seyrini korumalarını

sağlatmalıdır.

Kısaca, onlara, her

şey-den önce, bir Fazilet ve Ahlak Terbiyesi28 vermeli ve bu terbiyeyi de

ço-27 Telkin edilmiş bir nıh, dolayısiyle, maddeyi de tasarnıfu alulıda bulundurabilir ve

maddeyi istediği gibi kullanabilir.

Telkin kelimesinin yanında bir de (Telakki) kelimesi vardır ki bunun da anlamı, insamn bizzat kendisinin herhangi bir. şeyi şöyle veya böyle olarak kabullenm~sidir.

TClakki, ihtiyarldir. telkin ise mutlak hôkimdir. Telkin de. başlıca ikiye ayrıhr:

l- Dışa ait telkin.

2- İçe ait telkin.

28 Ahlak, (Hulk)un çoğuludur. Hulk ta huy ve tahiat anlamıııadır. Fakat, huy kelimesi

ile ıısıl kast olunan şey insanın ruhsal hallerine ait bir sıfatUr.

Ahlak'ı üçe ayırabiliriz: Tabii Ahlak; İ'tiMri Ahlak; Ahlak.ı Hamide.

Tabii ahlak demek, tabii gidişin, devramn ahlakı demektir ki bu, her tikel varlığın kendi varlıı;" kendi düşünüşii ve bi1işi ve kendi gidişidir.

lnsan tabii ahlak kar~nlıklarından.kurtulup ;ükselirse o zaman da eüzler ve zıtlar

arasın-da bir ahengin kurulup yerleşmesiıiden iMret olan (l'tibarl Ahlak) a ulaşmış olur. Ancak,

insa-mn, kamil bir insan olabilmesi için bu i'tiMri ahlaktan da geçip yükselerek Bütünün, Küllün

ahlab ile ahlaklaıımak gerekir ki buna da Övülen Ahlak (Ahlak-ı Hamide) denir ve bu

merte-beye varan insan tam ve kamil bir insan sayılır.

Kamil insan da Tanrı'dan başka olan şeylerle iştigalden kurtulmuş, yani esrelden a'laya

geçip nur olmuş, yani vücudunu ashna iletmiş insandır. Böyle bir insan da, .art,ık, Tanrı'nın ah.

lakı ile ahli'ıkluıımış olur.

AWaklllığm birinci alameti Alçak gönüllülük (Tevazil)tür ki bu özellikle, ilim adamları için

söz konusudur. Alçak giinüllüliik, ilirnde (Temkin) üzre, ahlakta da (Tahkik) üzre olan kişilere

mahsus bir vasıfnr ve bu vasıf, Tasavvuf Dili ile, Nebi'ler vc Sıddik'ler vasfıdır.

Cahil halkta da Alçak gününülüğe benzer bir hal bulunursa da onlarınki Alçak gönüllülük değil, yaltaklanmadır.

Kendisinde, gerek maddi ve gerek ma'nevi alanda, özellikle Baş Olma sevdası bulunan

kimse Alçak günüllülükten tamanıiyI. uzaklaşmış, dolayısiyle, birlikte yaşadığı diğer insanlarca

kendi_inden nefrct edilen bir insandır. Çünkü, gerçek ibadet, gerçek kulluk, Tanrı'ya karşı

Mut-lak Alçak gönüllülükte bulunmak, O'na karşı Mutlak Boyun Eğmek'ten başka bir şey değildir.

(15)

AŞK'IN

TERBİYEDE

ROLÜ

109

cukların her şeyde ve her zaman (Doğru Olm~)larına ve yalruz

doğrul~-ğun (Mutluluk) sağlayabileceği görüşüne .dayandırmalıdır.

Eğer, ı:uhlarda

iyiliklere,

faziletIere

karşı bir

temaytil

uyandırabilir

ve kötülüklerin

d~ muhakkak

surette

cezasız bırakılmayacaklarına

ve hiç değilse can

sıkıntılarına

sebep olacağına

dair bir inanç hazırlayabilir

ve bu yolda

bir Vicdan da oluşturabilirsek

Terbiye işini esasından

ele almış

dolayı-siyle de İnsanlığın Mutluluğunu

~emellendirmiş oluruz. Hiç kuşku

yok-tur ki Ahiret Mutluluğu

da bundan

başka değildir.

İşte, bütün bunlar, her şeyden önce, bir Telkin işidir. Bu sebebten

ötürüdür

ki Kutsal

Kitapların,

özellikle,

terbiye

işinde

önemleri

pek

büyüktür.

Ve yine bundan

ötrtrüdür

ki İslam Dini'ne

göre Tanrı,

En

Büyük Terbiyeci'dir;

ve O, sadece insanların

değil, fakat, yarattığı

her

şeyin

Terbiyecisidir.

Bu

yüzden

O'ııun

Güzel

İsimler'inden

biri de

Terhiyeei

(Rab)dir29•

.

Şuna da önemle işaret edelim ki içimize ait olan

i

fazilet ve iyman

terbiyesini. gerektiği

şekilde sağlayabilmek

ve etkili kılabilmek

için de

daha önce dışımıza, yani zekamızı ve ruhumuzu

ihya eden beş duygu

organımıza

gereken

ierbiyeyi

vermek

zorunludur.

Bu da, dış alemle

ruhumuz

arasında

aracı olan bu duygu vasıtalarını

daha kudretli,

daha

verimli kılmak demektir.

Bunun için de gözlerimize daima iyiyi, güzeli

ve doğruyu

göstermeli;

kulaklarımıza

daima iyiyi, güzeli ve doğruyu

duyurmalıyız

ve bu suretle de her şeyden önce ve özellikle

igöz ve kulak

organlarımızı

terbiye

edip geliştirmeliyiz.

Çünkü, hayvanlar,

boğazdan;

fakat, insanlar, her şeyden önce, gözden ve kulaktan

gelişirler.

Bu noktada

Din Terbiyesi'ne

ve Dinlerdeki ana temellere de kısaca

dokunalım:

Bütün

Dinler, genellikle, iki temele dayanır:

1- Halık'a,

yani Yara,tan'a

saygı.

\

2-

Mahllik'a,

yani

Yaratılan'a

sevgi.

İşte, genellikle bütün

dinlerin dayandığı

bu iki temcl İnsamn

kötü-. lüklerden

kurtulmasını

ve mutluluğa

kavuşmasını

sağlar.

29 Tanrı (Bir)dir. Tanrı'nın bir olmasının gerektirdiği başlıca şey de, küçük, büyük, her

şeyi kendi varlığından meydana getirmesi ve meydana getirdiği şeyleri Terbiye Edici olmasıdır. Bundan ötürÜ de Dinimizde Tanrı'nın bir adı da (Rab), yani (Terbiye Edici)dir ve O, yukarıda

da dediğimiz gibi, meydana getirdiği bütün alemlerin Rab'bidir.

Tanrı'nın Rab'lığı, TerbiyeciIiği de meydana getirdiği varlıkları birbirine inkilab ettirip

geliştirmek suretiyledir ki bunu da. azdad ile yapmaktadır. Çünkü, her şey; ancak, zıtlarla

(16)

no

CAviT SUNAR

Bir Tanrı

varlığını

kabul

edip ona saygı göstermek,

dolayısiyle,

ona tam bir emniyyetle

güvenip dayanmak

insai:un vicdani ve ma'nevi

huzUra kavuşı:ıİasının ilk şa.ı1:ıdır. Vicdani ve ma'nevi

huzur

kaynağı

olan bu şart;ın gereği gibi yerine gelebilmesi için de kabUl edilip sayılan

Tanrının,

gerçekten, ne olduğunun

gereği gibi bilinmesi şarttır.

Gereği

gibi bilinecek bir Tanrının

da gereği gibi sevilmemesine de imkan

yok-, tur. Varlıkların yaratılışlarının

sebebi de sevgi ve muhabbet. olduğundan

ve Yaratan,

bütün yaratıklarınıbu

sevgiye ve muhabbete

mazhar

kıldı-ğından ötürü de bizim, bizi, ve bizdenbaşka

yaratıkları

sevmememize

de imkaD, yoktur.

Yaratan'ı

bilip saymak viedani ve ma'nevi

huzurun başı bulunmak

ve yaratılan

her şeyi de Yarata;n'dan

ötÜrü sevmek ve aeımak ta bütün

bir ahlaklılığın temeli olmakla bu iki ana .temelden yoksun bir Din

dü-şünmek imkansızdır. İşte, Tanrı bu bakımdan da en Büyük Terbiyeeidir.

Dinin bu iki temelinden

Yaratan'ı

bilme ve sayma temeline bizim

Şeriatımız dilinde (İhsan); yaratılanı

sevme ve acıma temeline de (Adı)

denir ki Müslümanlık ta bu (Adı ve İhsan) faziletlerine gereği gibi sahib

olmaktan

ibarettir

30•

İşte,

gerçekten

Din dediğimiz

şey de yukarıda

açıkladığımız iki asl'ın ortak bir verisinden yani, sevip saymaktan

başka

değildir.

Milletler arasında

Terbiyeye en çok önem veren de, hiç Kuşkusuz,

Türklerdir.Eski

Türkler, ruh ve bedeni asııda eşit tutmuşlar

ve bu

ruh-beden bütünü

ile bunun bilgisi ve terbiyesinin

deyimi olarak ta ba'zaıı

(ten, tan) ba'zan (den, dan) ha'zan da (tin) ve en nihayet

Oğuz dili ile

(Din) kelimesini kullanmışlar;

kısaca, Din'i bir insan terbiyesi ara.ıı

ola-rak kabullenmişlerdir.

Nitekim, hala, akıl ve edep kurallarına

uymayan

hareketlerde

ve davranışlarda

bulunan

çocuklara

(Densiz) deriz ki bu

kelime (Dinsiz) kelimesinin başkalaştırılmışıdır

ve (Densiz) kelimesi,

do-layısiyle,

(Terbiyesiz)

anlanpnadır.

Din, birdir. Fakat, dinin bir dış, bir de iç yüzü vardır ki bu dış yüze

(Şeriat) ve iç yüze de (Tasavvuf)

diyoruz~ Dinin bu iki' yüzü birbirinden

hiç bir zaman ayrılmayan

ve hirbirini

tamamlayan

yüzlerdir.

Bununla

beraber

Şe:ı:iat, dışa yönelme,

özden ayrılmadır.

0, bildirilerinin

aslı

30 Bu hususun Peygambere gelen Lık Valıy ile de pek 8ıkı bir ilişki8i vardır. Nitekim, Tanrı, Peygamb~re: "lkr~' = Oku!" 'diye emir vermiş, Peygamber de bu emri, hayati olayları

incelemek ve o olaylann zorunlu kıldığı s08yal kanunları gerektiği zamanda gerektiği şekilde

vaz' etmek ve onları insanlara gerektiği gibi bildirmek sUretiyle mensftlı oiduğu cemiyyete (Adl ü İhsan)a dayalı bolluk ve refah, rahat ve huzur içinde mutlu bir hayat yaşatma olarak tel8.kki etmiş ve ölünceye kadar, yalnız ve yalnız bu emri ve böy!eee yerine getirmeğe çalışmıştır.

(17)

i

AŞK'IN TERBİYEDE

ROLÜ

III

Tanrıya aşk ve muhabbet

olduğu halde aşk ve muhabbetten

yüz

çevi-rerek sadece bir takım kuru inançlar ve duyular dünyasına ait bir takım

emir ve yasaklarla bunların sözden ibaret doktrinleri ve yalnız gösterişe

ait teşkilatlan

olma yolunu tu~ar ve bu yüzden Tasavvuf'tan,

dolayı-siyle, Tasavvufile

ortak olduğu kendi esasından da aynlır: Buna karşilik

Tasavvuf ise içe ait özde, asılda, redde, tek bir kelime ile aşk ve

muhab-bette yerleşir ve bu aşk ve muhabbet hallerini ve bu hallerin sezgiye

'da-, ynan verilerini ma'nalandırmak

ve kıypıetlendirmek

için bu verileri

zo-runlu olarak bir takım sembollerle deyimlemeğe çalışır.

Bu noktada

Tasavvuf'ta

seıııbollerin rolüne ve önemine de kısaca

dokunalım:

Tasavvufi şuur veya yaşantı hali dışa ait olmayıp içe ait, yani

var-lığın iç yüzüne, ma'na alemine, mutlak vücudun sırnna ait olduğu için

entellektüel

şuurla kıyaslanamaz

ve entellektüel

şuura ait terimlerle

de

deyimlenemez. Tasavvufi şuur veya yaşantı hali, bize doğrudan

doğru.

ya bir şey anlatmaz; o, ancak, ima eder. Bu çeşit şuurun kendine has

de-yim araçlan

da zorunlu' olarak bir takım semboller, bir takım

artıstik

tasvirler ve bir takım teşbihlerdir. Bu sembollerde, tasvirlerde,

teşbihler-de ıma ediş ne teşbihler-derece fazla olursa teşbihler-deyimleyecekleri

gerçek te o derece

fazlaolur.

Dolayısiyle Tasavvufta kullanılan semboller, sadece, bir

şema-dan, .diyagramşema-dan,

yani hendesı bir şekilden veya remz ve kinayeden

ibaret deği(, onlardan çok daha üstündürler.

Semboller ve artistik tasvirler ve teşbihler pek çok ise de Tasavvufta

gaye gerçek varlığın, mutlak varlığın sırrına ulaşma ve onunla buluşup

kavuşma ve kaynaşma olduğundan bu sembollerin ve artistik tasvirlerin,

teşbihlerin en önemlileri Aşk ve Güzellik sı<mbolleridir. Çünkü, Tann'yı

bilmek ve ona kavuşmak,

Tanrının da emr ettiği gibi, ancak, iyilik,

gü-zellik ve sevgi yollanndan

gitmekle mümkündür.

Ve çünkü, Tannnın

ahlakı ile ahlaklanmak3!

için yol yalnız budur. Bundan ötürü de bu

sem-31 Ahlak, hılkattandır, mükevvenattandır. Allah'm ahlakı ile ahlaklanmak demek

hılka-tıınıza avdet edip asli safiyetinıiz üzre saf ve tenıiz kalmak, yani T;'nn1aşmak demektir. Çünkü,

insan, imkan wemine geldiği için esfele düşmüştür, Tannnın ahilıkı ile ahlaklanabilmek için de

bu esfeIden a'ıaya çıkması, yani tekrar geldiği yere yükselip geri dönmesi gerekir. İnsan, gcldiği yere gcri dönünce de o zaman Tanrı gibi her şeye Merhamet Edici ve her şeyi Sevici olur.

Ye yine, Ahlak, Aşk Maddesi'nde dahildir. Ahlak sahibi 'olmak demek, (Sevmek) ve (İyi Muamele Etmek) demektir. Sevgi de herkcse ve her şcyc karşı olmalıdır. Zira, varlıkta, a'ıa ol.

sun, esfel olsun, her şcy Mutlak Vücuttandır, Mutlak Vücud'tur, Mutlak Mevcuttur. İşte, insan,

hiç bir ayının yapmadan her şcyi ve bütün mertebeleri ve zıtları ile birlikte severse ve bütün

bunlan insanda bilip ve bulup sevcrse, ancak, o zaman gerçek llşık olmuş olur. Çünkü, böyle bir

(18)

112

CAvİT

SUNAR

bolik ve artistik

ta8~vvuf

dili, hiçkuşkusuz,

akıldan32

ziyade

hisse,

kalbc hitab eder. Çünkü, Tanrıya en yakın yol (Kalb)tir,

(Gönül)"

dür;

Tannya,

ancak, orada kavuşulur.

GönlÜ'e, kalb'e ve kalbe ait sezgiye ve heyecanlara

hitab

eden Aşk

ve Güzellik'in

dildeki hitab şekli de, yİne kalbe olan ilgisind.en ötürü,

. (Nesir)den

ziyade (Nazım), yani düz yazıdan

ziyade şiirdir.

Bundan

ötürüdür

ki Tasavvuf

Edebiyatının

büyük bir bölümünü

Şiirler teşkil

etmektedir

ve özellikle Bektaşi Nefes'leri bunların en gü~el örnekleridir.

Şöyle de diyelim:

Tasavvuf1

düşünce veya yaşantı

hallerini

de-yimleyebilmek için bir takım semboller kullanmak zorunludur.

Tasavvu-fi

sembollerİn en önemli rolleri de gerçeği bir taraftan

açıklamakta

diğer

taraftan

da gizlemekte olmasındadır.

Çünkü, gerçek, zaten açıkça

an-latılır bir şey değildir. Ve çünkü, ma'nanın -nümunesi, örneği, misli

yok-tur; onu, ancak, madde ile misal ile anlatabilirizt.

\

Gerçekten,

madderniz,

ma'namızı

açıklayabilmekten

acizdir.

Ma'.

nayı, ancak, ma'na anlatabilir

ki bu Ja, ancak, yüksek bir ruha sahib

ol-ma işidir. "Kalbten

kalbe yol vardır" sözünün gerçek anlamı da

budur.

ve 01l1ann o asıldan başka bir şeyolmadıklarını gerçekten ve gerçek üzre bilip kavramıştır.

İş-te; (Varlıkta her şey Allah'a sadıktır)' sözünün gerçek aulaını da budur. Yalnız ve yalnız böyle . bir sevgi üzerine dayanıın Bektaşiliğin bu yoldaki şu kıt'ası da ne kadar güzel ve ne kadar yerin'

dedir:

Birbirini sevmeyenin Kendi özün bilmeyenin

Adem'e baş eğmeyenin . İsmini Şeytan okuruz.

Aşık bir insandan hiç bir zerre'ye zerre kadar kötülük 'gelmez.

32 Akıl, mevcuttan zuhur etmiştir. Bundan ötürü de akhn Zat'ı bilip kavramasına imkan

yoktur. Bu sebeble de, (Tann'nın zatı hakkında boş yere düşünüp dunİıayınız, çünkü, O'nun

zatını kavramamza imkan yoktur) buyurulmuştur. Tann'nın külli aklı her şeyi bilici ve ezeli .

ve ebed, ise de insanın cüz', aklı her şeyi bilici olamaz ve ezeli ve cbed, olamaz. İnsan aklı yok olueudur. Hatta, dalıa insan vücudunda iken bile yok olueudur. Delilik, buna bir mİsaldir.

33 Kalb'ten, gönül'den murad ruhtur. Dolayısiyle bizden Tann'ya en yakın yol bizim

ruhumuzdur. Çünkü, hiz~ ruhumuz da külli ruhtandır, Tann ruhundandır.

Şöyle diyelim: ben, meydana Çıkıp görünmekle ben oldum ve kül'ün cüz'ü olmam bakı.

;nından ben benim. Ben, dediğim zaman da ben, ancak meydana çıkıp görünen organlanını

gösterebilirim, fakat, bu görünen organlanının kendisine bağlı bulunan ruhumu gösteremem ki o ruhıım, bana, maddi organlanından daha yakındır. Bu yüzden de ruh, maddeden iki mertebe,

veya ikibin yıl önce yaratılınıştır denmiştir.

Kısaca benim ruhum da Tann ruhundandır, Tann ruhudur; bundan ötiirü de Tann bize

Şalı damanmızdan dalıa' yakındır, yani bize bizden dalıa yakındır.

34 Hakikatı, aslı, dil ve kalem ile ve bütünlüğü ile ta'rif mümkün değildir. Çünkü" onu ta'rif edecek olan insan bir bütün değildir, bir parçadır ve bütünd~ dahildir. Bir parçanın bütünü ifa~e edebilmesi için o parçanın bütün olması gerekir ki o takdirde de ne söylerneğe ne de

yaz-mağa luznm kalır; çünkü 'her şey kendisi olmuştur. .

İnsanı hakikata, bütüne vakıf kılabilmek için, insanın bir parça olması hasebiyle, o haki-katın, o hakikatı içeren ma'nanın algılanması yolunda ona ancak kendi nisbetinde 'görüp .bildiği

şeyleri ınisal göstermek suretiyle yardımcı olabiliriz; fakat; aulattı~mız şeyin mislini

Referanslar

Benzer Belgeler

fına gerçek bir riayet göstermiştir. Tervici gayri kabil görünen, ta­ nımanın mütekabiliyet şartına bağlı tutulması da hukukumuzun yabancısı olduğu bir

Mutlak haklar en geniş salâhiyetleri bahşeden haklar oldukla­ rından kanunun çizdiği hudutlar dahilinde sahibi olan şahıslar bun­ ları vasıtasız surette kullanabilirler ve

Burada bahis konusu olan probleme konu olan olay şudur: Bir işyerindeki sendikalardan birisi işyeri esası üzerinden bir toplu iş sözleşmesi akdettikten sonra en ziyade

Keza «komünist cemiyette de bir istihsal münasebeti olacağın­ dan, bu münasebete uygun bir hukuk nizamı da olacak demektir.» Zira, istihsal vasıtalarını, cemiyet adına

Bugün doktrinde umumî kanaat olarak egemenlik, daha doğru­ su devletin egemen olması, devlet kudretinin devletler hukuku ta­ rafından yaratılan vecibelerle kısıtlanmış,

Bu sebeple, fiducia'ya dayanan pactum'u ihlâl e- der mahiyette olsalar dahi, güvenilen şahsın şey üzerindeki bütün tasarrufları, malikin tasarrufları olarak muteberdi

Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin federal kanuna aykırı olduğu sebebile eya­ let anayasa hükümlerini batıl ilân yetkisi olduğundan ve bu eya­ let

müesseseler, teçhizatları için (intibak edememiş çocuklar için) Sıhhat Nezaretinden de kredi almaktadırlar. Birbirini takiben müesseseleri ve sonra da personeli görelim :