• Sonuç bulunamadı

Rıfat Ilgaz'la

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rıfat Ilgaz'la"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

rr - S t S ^ j o

KONUŞMA

R ÎF A T İLGAZ’LA M. Ş. Onar an

Rifat İlgaz Yıldız Karayel adlı romanıyla 1982 Madaralı Roman Ödülü’nii kazandı. Bu ödülün ilke­ leri arasında gelişen dilimizi iyi kul­ lanmak da var. On yıldır oluşturdu­ ğu gelenekle yazınımızda yeri olan bu ödülü kazananlar hep dile özen gösteren yazıncılar olmuştur.

Rifat İlgaz yazınımızda daha çok gülmece yazarı olarak tanınır. Sanat Kurumu’nda 25 Nisan 1982 günü yapılan ödül töreninde Rifat İlgaz’ın ozanlık yönünü anlatmış­ tım. Emin Özdemir de romancılı­ ğını, gülmece yazarlığını ele almıştı. Yetmişini geçmiş bu çok yönlü ya­ zarı bir de kendi anlattıklarıyla ta­ nıyalım.

— Ödüllere katılmayan bir ya­

zıncısınız. Önce, neden ödüllerden u- zak kaldığınızı, ödüllerle ilgili görüş­ lerinizi öğrenebilir miyim ?

— Neden ödüllerden uzak kal­ dım? Anlatayım.

Önce şunu belirteyim, ben spor­ cuyum. Koştum, atladım, oynadım. Spora yatkın yeteneklerim vardı 'gençliğimde. “Muallim Mektebi”nin

altı voleybol oyuncusundan bi­

riydim. Takımdaydım demek isti­ yorum. Öğretmenliğimde Halk ev­ lerinin spor kollarmı çalıştırdım, “Gazi Terbiye Enstitüsü” ne gire­ ne değin. Akçakoca’da ilk okuldan

yetiştirdiğim takımla Ereğli mühen­ dislerini yenmemizin öyküsü söyle­ nir durur oralarda.

Bunların ne ilgisi mi var soru­ nuzla? Yani sporcuyum demek is­ tiyorum, yarışçı, yarışm acı... yen­ mek, geçmek kazanmak isteyen biri. Yaş ilerledikçe bu itiler, bu itişken- likler yok olur mu hepten? Yoksa yazınsal yetenekler, bedensel yete­ neklerle karşılaştırılıp bir sonuç çı­ karılamaz mı? Öyleyse neden yarış, yarışma deyimleri kullanılıyor? Se­ çici kurullar, seçici kurul başkan- ları, yarışma koşulları?.. Yoksa sporcu ruh, yani yeteneklerini ser­ gileme, üstün gelme, yenme, öne geçme dürtüsü yaşla sınırlı, sıradan bir alışkanlık mı?

Herhangi yetenekli bir kişi ya­ rışa girmiyorsa ya sporcu huyun­ dan, ya tükendiğine inandığından, ya da yarışmalara, yarışı düzenle­ yenlere güvenini yitirdiğindendir. Daha da kötüsü, koşul dışı görüle­ rek yarış dışı bırakıldığına inanmış­ tır.

Sözü kendime getireyim. Bir zamanlar şiir suçlusuydum. Yaren­

lik ve Sınıf adlı kitaplarım yeni çık­

mıştı. Bu sıralarda beni suçlayan siyasal organ bir şiir yarışması aç­ mıştı. Üçüncü kitabım olan Yaşa­

(2)

356/ RÎFAT İLGAZ’LA

rışmadan çok kısa bir süre sonra da yayımlanmıştı kitabım.

Bu yarışmaya girmedim. Neden girmediğimi söylemeye gerek var mı artık. Şu rastlantıya bakın ki ö- dül töreninde şiirlerim üzerine yap­ tığınız güzel konuşmada şiir kitap­ larımın adlarını sayarken dokuz ki­ tabımı sekize indirerek Yaşadıkça'- yı siz de atladınız. Oysa Yaşadıkça'- yı gerçekten ilk iki kitabımdan da çok severim. Kimbilir, onu hep u- nutulmalara itilecek öksüz evlat gör­ düğümden olacak. Baba sevecenliği! Bugüne dek tüm yarışmalarda, yarışı önceden yitirmiş yarışmacının çaresizliğini gördüm kendimde. Bu yalnız kendime güvenimi yitirmek anlamına mı gelir? Hakeme güven­ memek yanı da olamaz mı işin için­ de?

Derken tam yetmiş yaşını bi­ tirdiğim yıl kendimi May Seçici Ku­ rulunun içinde buldum! Seçici ku­ rulun son üyesiydim. Beni atayanla­ rın hiçbirini görmediğim gibi, seçil­ diğim o günlerde, elime verilen ya­ pıtları da okumak için zamanım sı­ nırlıydı. Oysa ben geceyi gündüze, gündüzü geceye katarak verilen ya­ pıtların tümünü okudum, notları­ mı aldım, değerlendirmemi yaptım. Öteki seçici kurul üyelerini ilk kez karar günü görebilmiştim. Kimse­ nin etkisi altında kalmamak için herkesten önce açıklamaya çalıştım oyumu. Bu tür yarışmalara güve­ nim olmadığını belirtmiştim. Kendi durumumda olan yarışmacıların di­ line düşmek istemiyordum. Kork­ tuğum başıma gelmedi. Değerlendir­

me benim verdiğim oy doğrultusun­ da sonuçlandı. Sanki bu, titizliği­ min ödüllendirilmesiymiş gibi, he­ men arkasından, Madaralı Seçici Kurulundan ödül aldmı. Bir ay ön­ ce sanatçı arkadaşları yarıştıran bir seçici kurul üyesiyken bir ay sonra yarışçı oluvermişim! Tüm bunları, aynı doğrultuda gelişen yetmiş yılı­

mın toplumsal yazgısı olarak yorum­ layıp da geçeyim mi?

Koşul dışı bırakılmalara, ha­ keme güvenimi yitirmelere, etkili çevrelere karşın sporcu ruhumda hiçbir “moral” düşüklüğü görme­ dim. Seyircime güvenerek kendi kendimle yarıştım gene d e ... Ya­ zın yaşamımda başarılı olabildimse bu, her şeyden önce, kendimi aşma, kendimi geçmenin, yani itişkenliği- min başarısıdır. On beş yaşımda eli­ me aldığım kalemi bu yaşımda da

elimden düşürmedim. (Kimbilir,

düşürdü diyeceklerinden korktuğum için makineyle bile yazmıyorum. En tertip ustası olduğum halde yazı­ larımı hep elle yazarım!)

— Sizi önce ozan olarak tanı­

yoruz. Şiiriniz 1940’lara dek kapalı, bezekli bir şiirdi. Sonra toplumcu bo­ yutlar kazandı. Yalınlaştı. Bu deği­ şim nasıl oldu?

Nasıl mı oldu? Kimi eleş­ tirmenlerin soğuk damgaları vardır. Kızgın damga da diyebiliriz. Öfke­ lerinden olacak, daha çok kıskanç­ lıklardan gelen... Bunu bir türlü açığa vuramazlar da suçu hep sa­

natçıya yıkmaya çalışırlar... Ör­

nek mi? 1968’de yazdığımı kimi ki­ tapçıların da bildiği Karartma Gece­

(3)

M. Ş. ONARAN / 357

leri adlı romanımı, 1974’lerde kendi

paramla basınca yılın ürünlerini de­ ğerlendiren bir eleştirmen “ 197H e­ rin hapishane modasına uyduğumu” açıklayıvermişti. Romandaki olay bile 1944’lerde başımdan geçen bir şiir kitabı serüveniydi.

Şiirimi nasıl değiştirdiğimi an­ latacaktım.

Her yazar, her ozan işe başlar­ ken kendine ustalar arar bulur, on­ ların sanatını örnek alarak ilk de­ neyimlerini ortaya koyar. Kimi çı­ raklar bilinçaltıyla yapar bu öykün- meyi. Bu bile zorunludur. Sayın e- leştirmenin buyurduğu gibi bu du­ rum bile modaya uyma değildir. Benim de ilk yıllarımda böyle bir dönem olmuştur. Sorunuzda belirt­ tiğiniz gibi kapalı, bezekli bir şiir üretip gidiyordum ilkin. Biraz da kendimi buluyordum bu tür üreti­ min içinde, gençliğin ilk sevgileri­ n i . .. İlk güzellik aramalar' doğa­ da, insanda. . . Bu çalışmalar ilk­ okul öğretmenliği dönemime rast­ la r ... Bildiklerimi yeterli görme­ nin kolaylığına kapılmanın ürünle­ riydi b u n lar...

Yeniden Ankara’da okuma o- lanağı, başkent havası, yeni kitap­ lar, yeni öğretmenler, yeni arkadaş­ la r ... İkinci Dünya Savaşı’na ha­ zırlanan tümenlerin ayak sesleri de gerilerden duyulacaktı çok geçme­ den.

Elimde bir yüksek okul diplo­ ması ve tüberküloz raporuyla karış­ mıştım 1940’larm bunalımlı havası­ na. Savaş böyu veremli bir Türkçe öğretmeniydim. Fazladan da fakül­

tede felsefe öğrencisi. “ ...T erazi bu kadar sıkleti çekmez”di kuşku­ suz. Ama ben direndim. Şiiri öfke­ mi çıkarmak için kullanınca, geriye geçim sıkıntısından başka bir zor­ luk kalmıyordu, katlanılması gere­ ken. Bu yıllarda bir oğlum oldu, daha sonraları da bir kızım.

Şiirlerimin konusunu bulmuş­ tum artık. “Kapalı, bezekli” şiir­ lerin bir anlamı kalmamıştı. Halkı­ mız ne çekerse açıktan açığa çeki­ yordu. En başta geçim derdi, üst baş sıkıntısı. . . Karnı birazcık do- yanlar özgürlük özlemleri de çeki­ yor, demokrasi düşleri görüyordu. Ozan olarak onların da yanında ol­ malıydım. Sanatoryum arkadaşla­ rımı, okuldaki çocuklarımı, öğret­ men dostlarımı da yalnız bırakma­ malıydım. Dergilerle yakın ilişkile­

rim başlayınca “Bizim Yokuş”a

ilk adımlarımı atmış, kendi kitap­ larımı kendim çıkarmanın yolunu bulmuştum. Bu çabalarım sonraları beni entertip ustalığına kadar gö­ türdü. Şiirle birlikte genel sanat an­ layışım da çevremle ilişkilerim ora­ nında gelişti. Şiire başladığım yıl­ larda öz sorunlarımdan söz ederken yaşım ilerledikçe “ben” in yanma bir de “sen” eklenmişti. Toplum koşulları bu yıllarda Arapçanm “sarf” ına uygun bir doğrultu gös­ teriyordu. 1940’lardan sonra tekil anlayışı çoğul anlayışına dönüşmüş­ tü. Tek, çift kalkmış, tam anlamıyla çoğul dönemi başlamıştı. Topluma bakınca ne kendimi, ne de eşimi gö­ rüyordum artık. Yığın vardı karşım­ da. “Biz” bu yığının içindeydik.

(4)

35 8 / RÎFAT İLGAZ’LA

hiçbir ayrıcalığımız yoktu. Dertle­ rimiz, sıkıntılarımız, gereksinmele­ rimiz, umutlarımız, isteklerimiz o denli birbirine benziyordu ki. .. Şiirim ister istemez yalınlaştı. Şaha­ nelik, tümüyle kalktı şiirlerimden, ilk şiirlerimde aruz ve hece ölçüle­ rini kullanmıştım. Biçim ve biçem aramalarımda bu yapay yöntemle­ re başvurma gereğini duymadım ar­ tık. Sonraları kimi genç arkadaşla­ rımın, yaşlan gereği, eskiyi iyi bil­ medikleri halde bu yolu tutmaları gerçektende garip gelmişti bana.

— Gülmece yazınının ustası o-

larak tanınmaktasınız. Budunla il­ gili izlenimlerinizi, anılarınızı öğre- nebilirmiyiz ?

— Söylediğiniz gibi gerçekten beni öyle tanıyorlarsa şaşmamız ge­ rek. Bu alanda büyük çabalara gi- rişmişliğim de yok. Altın palmiye­ lere, altın kirpilere, kertenkelelere de katılmadım hiç. Neden mi katıl­ madım? Biraz açıklamıştım neden­ lerini. Gerçekten gülmece yazarı o- larak tanınıyorsam okurlarım beni ödüllendirmiş demektir. İşte son ba­ sılan Nerde O Eski Usturalar, Rüş­

vetin Alamancası adlı yeni çıkan ki­

taplarım . . . Kitapçı ikinci basım­ larından söz ediyor daha şimdiden.

Bu konuda anılar mı?

Ozanlık yıllarımdan beni ya- krndan tanıyan bir arkadaşın Kara- köy’deki dükkanındaydım. Akhi- sarlı Hüseyin’in . . . Tam bu sırada ortaokul çağlarında bir öğrenci gir­ di içeri. Hüseyin tanıttı,

“Oğlum” dedi, “ortaokul son sınıfta!” “Bu amca da şair!” dedi dostum. Çocukta beklediği ilgiyi göremeyen babası:

“Öyle ufak tefek şair değil haaa!” diye dikkatini çekmek iste­ di. İlgilenmedi demesinler diye sor­ du oğlu:

“Adı ne, bu amcanın?” Adımı söyler söylemez çocuk gülmeye başlamasm mı ? Oysa baba­ sı bir saygı suskusu bekliyordu en azından.

“Bırak gülsün çocuk” dedim, “galiba sen hâlâ yarenlik'tesin! Oğ­ lun seni geçmiş de Ha Babam Sınıfı’ na kadar ilerlemiş.”

— Roman çalışmalarına ne za­

man başladınız?

— 1968’lerde birden giriştim romana. Birer ay arayla iki roman birden yazdım. Karartma Geceleri,

Karadenizin Kıyıcığında. .. Hemen

birini Cem’e verdim, öbürünü Gün’ e . . . Gün’ün sahibi o yıllarda öldü, roman Attila Tokatlı’ya geçti. Tam dizgiye vereceği günlerde asker oldu. Yanlış yargıya varıldığı için açık­ lamak gereğini duyuyorum. Ne de­ miş adamın biri, “Tanrım!” demiş, “beni dostlarımdan koru. Nasıl olsa düşmanlarımdan kendimi koruma­ sını bilirim ben.”

Bu dostların içinde iyi niyetli eleştirmenler bile var. . . Sağ olsun­ la r. . . Bir kez daha yineliyeyim, modaya uyarak 1974’lerde yazma­ dım Karartma Geceleri' ni.

— Romanlarınızın dilini oluştu­

rurken nasıl bir çalışma içindesiniz?

— Önce yazarın kendi dili, kendi sözlüğü, yazınsal sözlüğü ol­ malı . . . Hemen her yazınsal türün de ayrı bir sözlüğü, ayrı bir biçemi... Roman dilini sorduğunuza göre ya­ nıtımı daraltayım. Romanda geçen

(5)

M. Ş. ONARAN /3S9

her kişinin yetişip gelişmesi, dünya görüşü, insan anlayışı doğrultusun­ da bir anlatı biçimi geliştirilmeli. . . Öyle bir anlatı biçimi ki buna biçem de diyebiliriz, başka dile çevrilse bile özelliğinden, özgünlüğünden çok şey yitirm esin... Yaşar Kemal’in ro­ mandaki başarısı üzerinde durulu- yorsa bunun dil açısından bir ne­ deni olmalı. Öyle bir başarı ki ni­ teliği kendince bilinen bir ustalık... Ancak romanın bütünü bozulunca kendini ele veren bir ustalık bu. Ba­ şarılı olduğunu sezdiğimiz yerde kurallarını da yakalamış oluyoruz.

Orta Direk'te döngele çiçeğini anla­

tış romanın bütününü etkileyince, ne biçem kalıyor ortada, ne de dil ustalığı. . . Bizim başarılı yerli ro­ man örneklerimizde masalcı ve med­ dah, kahve konuşmacılığının büyük etkileri olduğunu söyleyebilirim.

Kahve öykücülerini hiç dinle­ diniz mi? Size bir örnek vereyim. Öykülerimden biri olduğu gibi bir kahve öykücüsünden derlenmiştir:

“Rayonun Ankarası” . . . Bütün

tümceler öykücünün. Yazar olarak bana düşen iş, yalnızca ayıklamak...

Birkaç tümce aktarayım:

“Bir sazım var abi. Karı, bebek gibi kollar sazımı; ha ben, ha sazım! Bir torba dikti sazıma, büzgülü, kır­ malı . . . Bir de carcur aldım, iki bu­ çuk kâğıdı bayıldım. Çocuk gibi giydirir, soyar, meraklı karı.”

Dolaşın kahveleri, öyle öykü­ cülere rastlayacaksınız k i!

Bu dediğim öykücülerde dil bambaşka bir anlama dönüşür, yep­ yeni bir sözlük olur çıkar. Hangi sözlükte var şu sözlerin karşılığı:

“Malın yarısını koyuyor kava­ noza. Yarım kilo da h araret... Baş­ lıyor pakete. On paket bi fişek, on fişek bi carcu r... Esneyene veriyor abi! Hem katkılı mal, hem gramı eksik. Paketini ikiden dayanıyor, elini öpene!”

Buna yalnızca argo deyip geçe­ bilir miyiz? Bir ‘kişi’nin, ya da, pro- totip’in anlatım dili bu! Ama diye­ ceksiniz ki çeviriye gelm ez... Gel­ mez doğal olarak. . . Kolej öğren­ cilerine Bizim Yokuş’ta çeviri piya­ sası nasıl kırdırılırsa, dışarda da benzerleri çıkar. Bizim Tophaneli Niyazi’nin dili de, nüfus kâtibi Ni­ yazi Bey’in diline dönüşüverir. Çe­ viride başarı kendi dilini, bir yazar kadar bilmekle başlar.

— Türk Dil Kurumu'nun çalış­

malarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Akademi kurulması konusundaki gö­ rüşleriniz ?

— Fransa’yı, Amerika’yı bil­ mem ama, Türkiye’de Türk dili için Türk Dil Kurumu’na büyük gerek­ sinme vardır. Türkiye diyoruz, Türk­ çe diyoruz. Bu sözcüklerin bile geç­ mişinde yalnızca yarım yüzyıl yatı­ yor. Akademiye gelince. Devletin parası çoksa Akademi de açsın. Üye olarak da elli yıldır gelişmekte olan Türkçesini seven, başarıyla kulla­ nan, kullandıranları getirsin! Diye­ lim ki bizi de unutmasın Devlet Baba. Osmanlıcayı ne zorluklarla öğrenmiş, eskiyi yaşından, yeniyi seçtiği meslekten ötürü bilmesi ge­ reken bir yazar o larak ... Böylece bizlerden yalnız tapu sicillerini oku­ tan mülk sahipleri değil, Türkçemi- zi gerçekten sevenler de yararlan­ mış olur.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sosyal bütünleşme (Social integration): Tüm bireylerin ırk, cinsi- yet, dil ve din farkı gözetilmeksizin haklarını ve sorumluluklarını toplu- mun diğer bireyleri ile

1983 yılında TDK yayınları arasında yer alan İstatistik Terimleri Sözlüğü’nde variance terimi, “değişke” olarak çevril- miş olsa da Türkçe istatistik

www.edebiyatogretmeni.org Türk Edebiyatı – Dil ve Anlatım Dersleri İçin Kaynak Site Sayfa 6. Bekir Sıtkı Erdoğan Bir Yağmur Başladı

European Communities (TARIC) Avrupa Toplulukları Entegre Gümrük Tarifesi reduction of customs duties gümrük vergilerinin indirilmesi relief from (free of) customs duties

Al.] - Doğu Akdeniz Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Nefıze Ezgi Altınışık \N.. A.] - Ostrava Üniversitesi ve Hacettepe

Günümüz katılım bankacılığı uygulamalarında ise müşterinin talimatı ve satın alma vaadi ile bir malın katılım bankası tarafından ilk satıcıdan genellikle

Bu sorunu ortadan kaldırmak amacıyla, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda, kalkınma ajanslarına bağlı olarak illerde kurulan

Kırklareli University, Faculty of Arts and Sciences, Department of Turkish Language and Literature, Kayalı Campus-Kırklareli/TURKEY e-mail: editor@rumelide.com.