• Sonuç bulunamadı

Einstein denklemlerinin karekök ve küpkök şeklinde değişen basınç ve yoğunluk için çözümü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Einstein denklemlerinin karekök ve küpkök şeklinde değişen basınç ve yoğunluk için çözümü"

Copied!
59
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1. GİRİŞ

Bu yüzyılın başlarında kuramsal fizikte altın çağ başladığı zaman, adı henüz bilim dünyasında duyulmamış bir fizikçi vardı. Bu, Annalen der Physık’in 1905 tarihli sayısında fotoelektrik olayı, Brown hareketi ve özel görelilikle ilgili ünlü üç çalışmasını birden yayınlayarak üne kavuşan Albert Einstein’dır. Onun fizikteki hayat boyu çalışmaları bilimin felsefesi ve yöntemleri üzerinde büyük etki yaptı.

20. yy’ın ilk çeyreğinde Fizik alanında iki büyük devrim yaşanmıştır: Bunlardan biri Einstein’ın görelilik kuramları, diğeri de kuantum kuramıdır. Bunlar bilimde gerçek devrimlerdir; çünkü doğaya yeni bir gözle bakmayı sağlayarak yeni kavramlar, yeni ilkeler getirdiler. Fen bilimlerinden felsefeye, sosyal bilimlere kadar tüm bilimler bunların etkisinde kaldı.

Bundan yüz yıl önce ortaya çıkan özel rölativite kuramından bu yana geçen sürede bilimsel sonuçları ile, fizikçilerin yanı sıra matematikçilerin, kimyacıların ve mühendislerin de yoğun ilgisini çekmiştir.

Einstein’a göre ışığın boşluktaki hızının sabit olması gerçeği, Newton mekaniğindeki mutlak zaman kavramının sonu demekti ve Galilei görelilik ilkesinden özel rölativite ilkesine geçişi gerektiriyordu. Bu çelişkinin çözümü,

Newton mekaniğinin ve göreliliğinin, Einstein’ın özel rölativite mekaniği ve

göreliliğiyle düzeltilmesi sonucu, 1905’te gerçekleştirildi. Böylece klasik fizik,

Newton artı Maxwell yasaları yerine Einstein artı Maxwell yasalarından oluştu. Maxwell denklemlerince sağlanan özel görelilik ilkesi, kavranması oldukça

zor bir ilke olup, ilk bakışta içinde yaşadığımız dünyanın gerçek nitelikleri olarak kabullenilmesi güç, önseziden uzak pek çok nitelik taşımaktadır. Bu kuram tamamıyla Einstein’ın olağanüstü hayal gücünün ve yaratıcı zekasının bir ürünüdür.

Aslında özel göreliliğe, Rus asıllı Alman geometrici Herman Minkowski‘nin (1864-1909), 1908’de bulduğu ek bir öğe olmaksızın tam bir anlam verilemez.

(2)

Minskowski’nin temel nitelikteki yeni görüşü, uzay ve zamanı birbirinden ayrılmaz

bir bütün olarak alması ve dört boyutlu bir uzay-zaman olarak nitelemesiydi.

Özel rölativite teorisinde birbirine göre serbest hareket eden gözlemcilerin uzay-zaman koordinatları arasında matematiksel bağıntılar vardır. Hollandalı fizikçi

Lorentz’in kendi adıyla anılan ve Lorentz dönüşümleri denilen bu bağıntıların

fiziksel anlamı, olayların serbest hareket eden gözlemciler tarafından nasıl algılandığını göstermekten ibarettir. Örneğin, hareket halinde olan gözlemcinin saati, durgun olan gözlemciye göre geri kalıyor ve bu olay, gözlemcinin hızı ışık hızına yaklaştıkça daha çok fark ediliyor. Aynı zamanda, Lorentz dönüşümlerinden, uzunlukların da farklı serbest gözlemciler için farklı olduğu ortaya çıkıyor.

Özetle, birbirine göre serbest hareket eden iki gözlemci hiçbir zaman ölçtükleri zaman veya uzay aralıklarının değeri konusunda anlaşamazlar. Bu anlaşmazlık ancak onların dört boyutlu uzay-zamana geçmeleriyle sona erecektir; çünkü onların her ikisine göre de aynı olan tek nitelik, dört boyutlu uzay-zamanda vardır. Bu nitelik, iki olay arasındaki dört boyutlu uzay-zaman aralığıdır. Yalnız bu aralık mutlak anlam taşıyor ve Lorentz dönüşümleri altında değişmez, yani herkes için aynı kalıyor. Bunun altında yatan gerçek ise ışığın boşluktaki hızının mutlak sabit olmasıdır.

Einstein’ın özel görelik kuramı, ışık hızına yakın hızlarda hareket eden

parçacıkların davranışını başarıyla öngörmesi, kütlenin yoğunlaşmış bir enerji olduğunu ve hızla birlikte değiştiğini göstermesi gibi başarılarına rağmen, evrendeki en etkin kuvveti-gravitasyonu (evrensel kütle çekim kuvveti) açıklamakta yetersiz kalıyordu. Hatta özel rölativite, mevcut olan Newton’un gravitasyon teorisiyle de çelişki içindeydi; çünkü Newton’a göre bir cismin diğerine göre gravitasyonel etkisi ani olarak, yani sonsuz hızla gerçekleşiyordu. (Bozdemir 2001)

200 yıldan fazla bir zaman içinde Güneş Sistemi’nde gezegenlerin hareket yasalarını başarıyla açıklayan, birçok yeni gezegenin varlığını öngören Newton gravitasyon teorisinin başka ‘dertleri’ de vardı. Örneğin, 19. yy sonlarına doğru Güneşe en yakın gezegen olan Merkür’ün yörüngelerinde gözlenen anormallik,

(3)

duyulmaya başlanmıştı. 1915 yılının Kasım ayında Prusya Bilimler Akademisi’nin dört oturumdan oluşan toplantısında Albert Einstein’ın sunduğu “Rölativitenin Genel Teorisi” ile yeni bir gravitasyon yasası gerçekleşmiş oldu.

Genel görelilik kuramı, Newton’un durağan ve sonsuza kadar uzanan değişmez bir evrende bulunan nesnelerin aralarındaki etkileşmeleri veren “evrensel gravitasyonel çekim yasası”nın yerine, değişen ve genişleyen, mutlak olmayan bir uzayda, ivmeli hareket eden bir evrende geçerli olan çekim yasasıdır.

Einstein’ın bu kuramı iki ilkeye dayanıyordu:

1. Kütlelerin eşdeğerlik ilkesi: Eşdeğerlik ilkesi, eylemsizlik kütlesinin çekim kütlesine eşit olmasına dayanır. Bütün cisimlerin gravitasyon alanındaki serbest düşme hareketi aynı olup, cisimlerin türüne bağlı değildir. Bu durumda, serbest düşen cisimlerin uzay-zamandaki yolları seçkin eğriler olarak düşünülebilir. Dolayısıyla, cisimlerin serbest düşmesi, yani gravitasyon alanının özellikleri, uzay-zaman yasasına bağlanmış olur. Özel görelilikte de serbest hareket eden cisimlerin yolları seçkin eğrilerdir ve geometrik anlamda onlar, uzay-zaman metriğinin jeodezikleridir. Özel görelilikte metrik düz ve sabit olduğu için jeodezikler doğrusal çizgilerdir. Einstein’a göre gravitasyonel alanda serbest düşen cisimlerin seçkin yolları da uzay-zaman metriğinin jeodezikleridir ama bu metrik eğri bir metriktir. Eğri metriğin jeodezikleri bir anlamda “doğruya en yakın” olan eğriler olarak düşünülebilir.

2. Mach ilkesi: Özel görelilikte ‘uzay-zaman’ yasası değişmez olarak

düşünülür. Ernst Mach ve başka birçok filozof ve bilimciler bu düşünceyi yetersiz buluyordu. Mach, evrendeki madde dağılımının fizikte yerel olarak tanımlanan

kavramları etkileyebileceğini düşünüyordu. Einstein, bu fikri kısmen kabul ediyordu. O, uzay-zaman yasasının her zaman sabit kalmayıp, evrendeki maddenin etkisiyle değişebileceğini içeren kuramın, gravitasyonu da betimleyebileceğine inanıyordu. (Koç 1995)

(4)

Einstein’ın genel görelilik kuramı özetle aşağıdaki şekilde ifade edilebilir:

 Genel görelilik, zamanın iç özelliklerini dört boyutlu uzay-zaman metriğiyle verir.

 Bu metrik her zaman düz olmak zorunda değildir, eğri bir metriktir.  Uzay-zaman metriğinin “düzlükten” sapması, uzay-zamanın eğriliği ile orantılıdır. Dolaysıyla düzlükten sapma, eğriliğin bir ölçeğidir. Bu eğrilik ise gravitasyonun bir ölçeğidir, yani gravitasyonel olayların nedenidir.

 Uzay-zamanın eğriliği ve eğriliğindeki madde dağılımının özellikleri arasındaki bağıntı keyfi olmayıp, somut matematiksel denklemlerle ifade edilebilir.

Özetle, Einstein, özel görelilik kuramında yalnız uzay-zaman metriğinin

mutlak anlam taşıyabileceğini ama gravitasyonel alanda mutlak olamayacağını anlıyor ve böylece genel rölativite doğuyor.

Genel görelilik, geometrik bir teoridir; çünkü o, uzay-zaman metriğine dinamik rol verir. Bu geometrinin oluşturduğu eğrilik, kendini, evrende gravitasyonel alanlar olarak gösteriyor. Genel görelilik denklemleri, uzay-zaman geometrisinin “ne kadar” ve “nasıl” eğrildiğini ifade eder. Bu denklemler çözülerek, bütün cisimlerin etrafındaki uzay zaman geometrisi ve gravitasyon alanları bulunur. Bu kurama göre; kuvvet kavramının yerini uzay-zaman eğriliği alır. Maddenin bulunduğu ortam, uzay-zaman eğriliğini değiştirir.

Genel rölativite, ışığın gravitasyon alanında bükülmesini, gravitasyonel kırmızıya kayma olayını, Newton teorisinin açılayamadığı Merkür’ün yörünge hareketini, gravitasyonel dalgaların var olabileceğini ve daha birçok gözlemsel olayı öngörür. Görünüşte bu olaylar deneysel olarak ölçülmüştür ve genel göreliliğin öngörülerinden herhangi bir sapma görünmemektedir. Yalnız gravitasyonel dalgalar henüz gözlenememiştir. (Bozdemir 2001, Koç 1995)

Genel rölativite kuramı, bir başka devrimsel kavramı, karadelikler kavramını ortaya koydu. Ayrıca, evren bilim (kozmoloji) alanına da büyük katkılar yaptı.

(5)

2. GENEL RÖLATİVİTE TEORİSİNİN FİZİKSEL TEMELLERİ

2.1. Özel Rölativite İlkesinin Sınırları

Özel Rölativite Teorisinin temelindeki Özel Rölativite İlkesi fizik kanunlarının ifadesi, ya da başka bir deyişle tabiatı tasvir edişimiz bakımından bütün eylemsizlik sistemlerinin tamamen eşdeğer olduklarını kabul etmektedir. Matematik bakımından ise bu ilke fiziğin temel denklemlerinin Lorentz dönüşümlerine göre kovaryant bir biçimde ifade edilmeleriyle sona ulaştırılmaktadır. Fiziğin temel denklemlerinin mümkün bütün eylemsizlik sistemlerindeki, yani birbirlerine nazaran düzgün doğrusal harekette bulunan referans sistemlerindeki bütün gözlemciler için

Lorentz dönüşümlerine göre kovaryant bir biçimde ifade edilmeleri bu gözlemcilerin

ortak bir dil kullanmalarına temel teşkil eder. Bu çeşit gözlemciler için bu, aynı zamanda, tabiatın tasvirinde objektifliği de temin eder. Ancak tabiatın tasviri bakımından gözlemcilerin eriştikleri bu objektiflik sınırlıdır. Nitekim eylemsizlik sistemi teşkil etmeyen referans sistemlerine bağlı gözlemciler İçin fizik kanunlarının ifadesi eylemsizlik sistemlerindeki gözlemcilerinkinden farklı olabilecektir. Bunun en belirgin örneklerinden biri mekanik bir sistemi ivmeli bir referans sisteminde incelemeye kalktığımızda ortaya, sistemin fiziksel özellikleriyle hiç bir ilişkisi olmayan (merkezkaç kuvveti Coriolis kuvveti... gibi) bir takım görünümsel kuvvetlerin çıkması ve meselâ Newton'un hareket kanununun bu yüzden ivmeli sistemlerde eylemsizlik sistemlerinden farklı, şeklen değişik olarak ifade edilmesidir. Bu görünümsel kuvvetlerin yalnızca referans sisteminin ivmesine bağlı olduklarını ve Newton'un da, mutlak uzay kavramını mekanik kanunlarının en basit şekillerine kavuştukları referans sistemini temsil etmek üzere ithal etmiş olduğunu biliyoruz,

Newton'un düşüncesine göre, mutlak uzaya nazaran yapılan bir ivmeli

ha-reketin belirleyicisi olarak ortaya çıkan görünümsel kuvvetler içerik ve köken bakımından tabiattaki gerçek kuvvetlerden farklıdırlar. Şu halde eylemsizlik

(6)

sistemleriyle ivmeli sistemler arasındaki fark her iki cins sistemdeki kuvvetler ara-sında da içerik ve köken farkı doğurmaktadır.

Eğer fizik kanunları, Özel Rölativite İlkesine dayanarak, yalnızca eylemsizlik sistemlerinde İnvaryant kalacak şekilde ifade edilmişlerse, mümkün bütün referans sistemlerindeki gözlemciler için fizik kanunlarının objektifliği sağlanmış olmayacaktır.

Bundan başka, bütün tabiat kanunlarını Lorentz-invaryant kılmada her ne kadar matematiksel bir zorluk yoksa da bu türlü Lorentz-invaryant kılınmış kanunların fiziksel gerçeği yansıtıp yansıtmayacakları yani gözlem ve deneylerle uyumlu olup olmayacakları da ayrı bir problemdir. Nitekim, hiç değilse gravitasyon olayları söz konusu olduğunda, Lorentz-invaryant gravitasyon teorilerinin bu yönde başarılı olamadıkları tespit edilmiştir.

Şu halde fizik kanunlarının bütün gözlemeciler için objektif bir biçimde ifade edilmiş olmalarını sağlamak üzere Özel Rölativite ilkesinden daha genel, uygun bir ilke biçiminde ifade edilmesi ve bütün fiziğin de bu yeni ilkeye göre yeni baştan for-müle edilmesi gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

2.2. Eşdeğerlik İlkesi

Bir kuvvet genellikle iki cismin veya İki alanın, veyahut da bir cisimle bir alanın kendi aralarında etkileşmeleri sonucu ortaya çıkar. Mesela bir taşın Dünya üzerine düşmesi, taş ile Dünya arasındaki (daha doğrusu taş ile Dünya’nın çekim alanı arasındaki) etkileşme sonucu ortaya çıkan taşın ağırlığı dolayısıyladır. Bu ön görü; açısından bakıldığında, eylemsizlik kuvvetlerinin dışındaki her kuvvetin bu çerçeve içinde fiziksel bir kökeni olduğunu saptamak ve gözlemek kolaydır. Ancak, eylemsizlik kuvvetlerinin klasik mekanik çerçevesi içinde kendileri için geometrik bir kökeninden başka bir kökeni tespit edilememesi yüzünden bir ayrıcalıkları vardır. Fakat acaba bu ayrıcalık gerçek ve kesin midir, yoksa bir görünümden mi ibarettir? Yani başka bir deyimle, eylemsizlik kuvvetlerine acaba gerçekten de fiziksel bir köken bulmak mümkün müdür? Eylemsizliğin kökeni problemi Newton'dan bu yana

(7)

fizikçileri çok fazla uğraştırmış olan ve bugün bile her yönüyle, tatmin edici bir teorisi yapılamamış olan bir konudur.

Şimdi bu önemli problemi, özel bir örneği göz önünde tutarak, incelemeye çalışalım. Bunun İçin tavana takılı bir ipin ucunda asılı boş bir kova göz önüne ala-cağız. Bu kovayı kendi simetri ekseni etrafında döndürmek suretiyle asılı bulunduğu ipi iyice buralım ve kovayı sabit tutup suyla doldurduktan sonra da serbest bırakalım. Bunu izleyen olayların açıklanması eylemsizliğin kökeninin ortaya konmasında ışık tutucu olacaktır.

Kovayı serbest bırakmadan önce kovadaki suyun yüzeyi düzlemseldir. Kova serbest bırakıldığı zaman, burulmuş olan ipi, burulmanın ters yönünde ve gitgide artan bir dönme hızıyla kovayı döndürür. İp gevşedikçe hız artarak bir maksimuma erişir ve sonra da, bir süre, gitgide sönen bir takım burulmalı salınımlardan sonra kova tekrar sükûnet haline döner. Bütün bu safhalar süresince kovadaki su da kovanın hareketiyle sürüklenerek, yüzeyi bir paraboloide dönüşür ve maksimum bir derinliğe eriştikten sonra da, en sonunda, suyun sükûnete erişmesiyle düzlemsel olur.

Suyun yüzeyinin, suyun kovaya göre sahip olduğu ve başlangıçta büyük iken kovanın gitgide artan dönme hızının sonunda suyun bütünüyle kovayla birlikte sü-rüklenmesi sonucu sıfıra indirgenen

Ω

görel dönme hızına bağlı olmadığı açıktır; çünkü kova, en hızlı döndüğünde suyu da kendisiyle birlikte sürüklediği zaman buna göre dönme hızı, sıfır olmaktadır. Bu hız, gerek kovanın gerekse suyun beraberce sükûnette oldukları zaman da sıfırdır.

Öte yandan suyun Dünya’ya göre açısal hızı da su yüzeyinin dönel bir paraboloit halini almasında kesinlikle etken olan bir büyüklük değildir. Çünkü aynı deney Dünya’nın kutuplarında da yapılacak olsa, bu noktalarda hem kovanın ve hem de kovadaki suyun Dünya’nın eksenine göre açısal hızlarının sıfır olmalarına rağmen, su yüzeyinin hafifçe yine dönel bir paraboloit olduğu tespit edilir. Kutupta kovadaki suyun yüzeyi eğer düzlemsel olsaydı bu, ya Dünya’nın dönmediğine ya da bütün kovanın (suyla birlikte), Foucault sarkacının düşey bir sabit düzlemde salındığı bir referans sistemine göre sükûnette olmasına kanıt olacaktı. Buna göre suyun yüzeyinin şeklini belirleyen etkenin, suyun söz konusu referans sistemine göre sahip olduğu açısal hız olduğu sezilmektedir.

(8)

Newton ‘da aynı örneğin üzerinde yürüttüğü düşünceler sonunda aynı sonuca

erişmiştir. Newton'a göre kovadaki suyun yüzeyinin şekli suyun, mutlak uzaya göre sahip olduğu açısal hızın değeri tarafından belirlenmektedir. Newton kovadaki su yüzeyi çöküntüsünü, kovanın mutlak uzaya göre dönmesinin varlığı için kıstas olarak kabul etmiştir.

Newton'un bu yorumunu ilk defa Berkeley (1685-1753) eleştirmiştir. Berkeley

mutlak uzaya göre bir hareketin fiziksel bakımdan anlamsız olduğunu savunmuş ve yukarıda sözü edilmiş olan su dolu kova deneyinde esas göz önünde bulundurulması gereken hususun, kovanın Evrene ve özellikle sabit yıldızlar takımına göre dönmesi olduğu fikrinde diretmiştir. Berkeley bir cismin, ancak, başka cisimlere karsı görel hareketinin fiziksel bir anlamı olabileceğini savunmuştur.Bu düşünceler daha sonra

Ernst Mach (1838-1916) tarafından işlenerek eylemsizliğin kökeninin araştırılması

ve incelenmesinde yararlı olmuşlardır.Mach'ın bu konudaki İncelemeleri de onu, bir eylemsizlik sistemini sabit yıldızlar takımına göre düzgün doğrusal bir hareket yapan bir sistem olarak tanımlamasına yol açmıştır. Mach, Evrenin yukarıdaki örnekte söz konusu edilmiş olan kova ile suyun dışındaki her şeyle birlikte bir anda yok olması halinde hiçbir eylemsizlik olayının da olamayacağını, yani Evrendeki maddenin tümünün Newton mekaniğinde görünümsel kuvvetler aracılığıyla tasvir olunan eylemsizlik olaylarının tek sorumlusu olduğunu savunmuştur.

Bir cismin eylemsizliğinin Evrendeki bütün cisimlerin fonksiyonu olarak belirlenmekte olduğunu ifade eden ilkeye Mach ilkesi adı verilir. Bu ilkeye göre, yukarıda sözünü etmiş olduğumuz su dolu kova örneğinde su yüzeyinin dönel bir paraboloit şeklini kazanması, kovanın mutlak uzaya göre dönmesi sonucu olarak değil de su ile, geri kalan bütün Evren arasındaki bir çeşit gravitasyon etkileşmesinin sonucudur. Ve bu, suyun çok uzağındaki tüm kütlelerin bu etkileşmeye katkılarının suyun civarındakilerin katkısından çok daha yoğun bir biçimde ortaya çıktığı bir etkileşme olarak düşünülmektedir. Böylelikle Mach eylemsizlik sistemlerinin imtiyazlı durumlarını, etkilerini yok edemediğimiz uzak gök cisimlerinin işe karışmalarına atfetmektedir. Eğer uzak gök cisimleri mevcut olmayıp da mesela Dünya uzayda yalnız başına olsaydı bütün referans sistemleri eşdeğer olacak ve hepsi de eylemsizlik sistemleri oluşturacaklardı. Bu ideal durumda Foucault sarkacının salınım düzleminin rotasyonu da olmayacaktı. Bundan dolayı Mach ilkesi çerçevesi

(9)

içinde görünümsel eylemsizlik kuvvetleriyle gerçek gravitasyon kuvvetleri arasında bir eşdeğerliğin varlığı mümkün görünmektedir.

Einstein da sınırlı bir uzay bölgesi göz önüne alındığında görünümsel

eylemsizlik kuvvetleriyle gerçek gravitasyon kuvvetlerini fiziksel ölçümlerle birbirlerinden ayırt edebilmenin mümkün olamayacağını göstermiştir.

Eötvös, Dicke ve Braginski’nin gerçekleştirdikleri deneylerin sonucu olarak

gitgide artan ve bugün için 9.10-13 den daha küçük bir duyarlılıkla ortaya konulmuş

olduğu, uygun seçilmiş birimler cinsinden ifade edildiklerinde eylemsizlik kütlesi ile gravitasyon kütlesi birbirlerine eşittirler. Bu özellik zayıf eşdeğerlik ilkesi diye anılmaktadır. Bu denel verinin sonucu olarak gravitasyon kuvvetleri bir cisme, tıpkı eylemsizlik kuvvetleri gibi, kütleden bağımsız bir ivme sağlarlar. Nitekim gravitasyon potansiyelinin etkisinde hareket eden bir cismin hareket denklemi

.. -e G g m x K  m grad olacağından, ve memgolmasından ötürü x.. -grad

olduğu bulunur. Bu özellik literatürde serbest düşüşün tekliği ilkesi diye bilinmektedir.(Misner 1993)

Şimdi görünümsel eylemsizlik kuvvetleriyle gravitasyon kuvvetlerinin hangi şartlar altında ve nasıl eşdeğer sayılabileceklerini anlamak için Einstein ile birlikte bir biçim (yani kuvvet çizgileri birbirlerine paralel) bir gravitasyon alanında serbest düşüşe terkedilmiş bir asansör göz önüne alalım. Asansörün içinde kapalı bulunan ve dışarıdan hiçbir yoldan bir bilgi alamayan bir fizikçinin bir topu elinden ilk hızsız bıraktığını varsayalım; bu takdirde bu top asansöre göre durgun halde olacak yani asansör tabanından sabit bir yükseklikte kalakalacaktır. Aksine, eğer fizikçi gravitasyon alanının sıfır sayılabileceği bir uzay bölgesinde g sabit ivmesine sahip olarak yükselen bir füze içinde bulunursa bu takdirde de ayaklarına tesir eden kendi vücudunun reaksiyonu sebebiyle kendisinin Dünya yüzeyinde hareketsiz

(10)

bulunduğunu zannedebilir.İçinde bulunduğu referans sistemine dışarıdan hiç bir bilgi eriştirilmedikçe bir fizikçinin sistem içinde gerçekleştireceği fiziksel deneyler aracılığıyla yukarıdaki şartlar altında sükûnette mi olduğuna ya da bir birbiçim gravitasyon alanında mı bulunduğuna kesinlikle karar vermesi imkânı olmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle asansördeki fizikçi de, füzedeki fizikçi de etkisi altında bulundukları kuvvetlerin eylemsizlik kuvvetleri mi yoksa gravitasyon kuvvetleri mi olduğunu kestiremeyeceklerdir. Bu fizikçiler için etkisi altında bulundukları kuvvetlerin kökenlerini fiziksel ölçümlerle tespit etmek imkânsız olup bu kuvvetler ortaya çıkan etkileri bakımından birbirlerine eşdeğerdirler. Şu halde: uzayın sınırlı bir bölgesi verildiğinde görünümsel eylemsizlik kuvvetleriyle gerçek gravitasyon kuvvetleri birbirlerinden ayırt edilemezler; bunlar arasında yerel bir eşdeğerlik vardır. Bu, yerel eşdeğerlik ilkesinin ifadesini teşkil etmektedir.

Ancak, uzayın yerel değil de yaygın bir bölgesi göz önüne alındığında bu yerel eşdeğerliğin kısmen bozulacağı da görülmektedir. Çünkü her ne kadar bir biçim bir gravitasyon alanında, yukarıdaki serbest düşüşe terk edilmiş asansör örneğinde olduğu gibi, uygun bir referans sistemi seçimiyle gravitasyon alanını yok etmek mümkün ise de (mesela kütleli gök cisimlerinin hemen yakınlarındaki gibi yani) gravitasyon alanının kuvvet çizgilerinin paralel olmayıp da yakınsak bir hüzme oluşturdukları hallerde gravitasyon alanının etkisini tümüyle yok edecek hiç bir dönüşüm takımı bulmak mümkün değildir. Böyle bir halde gözlemci gravitasyon alanıyla eylemsizlik alanının ancak ortak etkilerini tespit edebilecek, fakat bunların ayrı ayrı katkılarının büyüklükleri hakkında bir şey söyleyemeyecektir. Bu takdirde gözlemcinin ifade edebileceği tek husus, olsa olsa, içinde bulunduğu referans sisteminin mutlak bir eylemsizlik sistemi olmadığıdır.

2.3. Öklitsel Olmayan Bir Geometriden Yararlanma Gerekliliği; Geodezik İlkesi

Şimdi gene bir biçim bir gravitasyon alanındaki asansör örneğine dönelim. Serbest düşüşe terk edilmiş olması dolayısıyla asansörün bir eylemsizlik sistemi olarak ele alınabileceğini gördük. Bir eylemsizlik sisteminden bir diğer eylemsizlik

(11)

sistemine geçiş ÖRT'ye göre Lorentz dönüşüm grubu aracılığıyla olmakta ve eylemsizlik sistemlerinde de     dx dx ds2  (2.3.1)

büyüklüğü invaryant kalmaktaydı. Yani başka bir deyişle invaryant kaldığı bütün referans sistemleri yerel eşdeğerlik ilkesi uyarınca eylemsizlik sistemleridir ve bu sistemlerde, yerel olarak, gravitasyon kuvvetlerini eylemsizlik kuvvetlerinden ayırt etmek olanağı yoktur.

Ancak, bir biçim olmayan gravitasyon alanları göz önüne alındığında, bunların etkilerini tümüyle yok edecek bir koordinat dönüşümü mevcut olmadığına, ya da başka bir deyişle bunları eylemsizlik kuvvetleri gibi yorumlayabileceğimiz bir eylemsizlik sistemi bulmanın mümkün olmadığına temas etmiştik. Şu halde yaygın bir bölgedeki şiddetli ve gerçek gravitasyon alanlarının incelenmesi söz konusu olduğunda bunlar, ya 1) etkilerinin eylemsizlik kuvvetleri gibi yorumlanabileceği hiç bir eylemsizlik sisteminin mevcut olmamasıyla, ya da 2) bu gravitasyon alanlarındaki metriğin öklitselimsi bir metrik olan Minkowski metriğine indirgenemez olması yani bu alanlardaki metriği  metriğine dönüştürecek, jakobyeni sıfırdan farklı sürekli

hiç bir dönüşüm takımının mevcut olmamasıyla karakterize edilecektir.

Böylelikle gerçek gravitasyon alanlarının etkilerinin öklitselimsi olmayan, ancak yerel olarak öklitselimsi bir metriğe indirgenebilen, daha genel bir metrikle temsil olunan bir uzay zaman şeması çerçevesi içinde incelenebilecekleri anlaşılmaktadır.

Bu uzay-zaman şeması g g(x0,x1,x2,x3)olmak üzere zaman ve uzay koordinatlarının sürekli fonksiyonu olarak tanımlanan bir g temel metrik tansörü

aracılığıyla   dx dx g ds2  (2.3.2)

şeklinde belirlenen ds2’nin karakterize ettiği dört boyutlu bir Riemann uzayı olacaktır. bu kavramların oluşturdukları çerçeve içinde, böylelikye, uzay-zamanın geometrik yapısı ile gravitasyon alanları arasnıda matematikleştirelebilir fonksiyonel

(12)

bir bağımlılığın var olması gerektiği kolaylıkla sezilmektedir. Burada akla gelebilecek önemli bir soru, yalnızca matematik görüş açısından bakıldığı takdirde, (2.3.2) ile belirlenen bir Riemann uzayı verildiğinde buna karşılık gelen gravitasyon alanının gerçek bir gravitasyon alanı mı, yoksa eşdeğerlik ilkesi uyarınca bir gravitasyon alanıymış gibi ortaya çıkan bir eylemsizlik alanı mı olduğunun ayırt edilebilmesini mümkün kılacak ölçütün ne olduğu sorusudur.

Şimdi, üzerine yerel bir kuvvetin tesir etmediği maddi bir noktanın hareketi yönünden ve eşdeğerlik ilkesi açıdan, Riemannsal bir uzayla Öklitsel bir uzay arasındaki organik bağı sergilemek amacıyla basit bir örnek göz önüne alacağız. Birbirine dik Ox ve Ot eksenleriyle temsil edilen iki boyutlu Öklitsel bir (Ö) uzayı olsun. Bu uzayda, üzerine hiç bir kuvvetin tesir etmediği maddi bir noktanın yaptığı düzgün doğrusal hareketin denklemi xatbşeklindedir. Bu iki boyutlu Öklitsel uzayı kıvırmak (ya da matematiksel olarak ifade edersek:

Şekil: 3.1 Öklitsel uzayı kıvırmak

bu düzlemi uygun bir sürekli koordinat dönüşümüne tabi tutmak) suretiyle eğri bir (R) yüzeyi elde edelim. (Ö) düzleminde düzgün doğrusal hareket yapan maddi noktanın yörüngesi, (Ö) de iki nokta arasındaki en kısa yol açmak özelliğine sahip olan "doğru" dur; bu özellik (Ö) de

t D x=at+b ee0 ee1 x ee0 ee =T 1 (P) M x= f(t) ee0 e1 m ee0' e1' M' (G) T' (P)'

(13)

0 

Ö Ö B A ö ds  (2.3.3)

varyasyon problemiyle karakterize edilir. AÖ ve BÖ ile (Ö) de maddi noktanın geçtiği iki nokta gösterilmiştir; dsÖ ise (Ö) deki sonsuz küçük yay uzunluğunu göstermektedir. Varyasyonlar hesabının bilinen bir özelliği dolayısıyla denklemi, (Ö) yü (R) ye dönüştüren sürekli koordinat dönüşümünde şeklini korur; yani (Ö) de iki nokta arasındaki en kısa yol olma özelliğine sahip yörünge (R) de gene iki nokta arasında en kısa yol olma özelliğine sahiptir. Şu halde göz önüne alınan dönşümünde maddi noktanın (D) yörüngesi (R) nin bir (G) geodezik eğrisine dönüşmektedir. Öte yandan, eylemsizlik ilkesine göre (Ö) de üzerine hiç bir kuvvtin tesir etmediği maddi nokta ya durgun halde, ya da (Ö) nün geodeziği olan bir doğru boyunca hareket ediyor bulunduğuna göre bu hareketin yukarıda açıklanmış olduğu biçimde (R) uzayına yansımasından çıkarılacak sonuç da ancak şu olabilir: Riemannsal bir uzayda üzerine hiç bir kuvvetin tesir etmediği bir maddi nokta ya sükûnettedir, ya da uzayın bir geodezik eğrisi boyunca hareket eder. Bu, eylemsizlik ilkesinin Riemannsal uzaylardaki ifadesi olup maddi nokta için geodezik ilkesi ya da geodeziksel hareket kanunu diye de isimlendirilir.

Şimdi (R) de xf(t) ile belirlenen (G) geodeziğinin M ve '

M

noktalarındaki (G) ye teğet düzlemler (P) ve '

(P )olsunlar.MT veΜ Τ' 'de (P) ve (P)

ve(P )'

düzlemlerinde M ve M' noktalarında (G) ye teğet doğruları göstersinler.

Eğer (R) deki maddi nokta serbest hareket ediyorsa yani üzerine hiçbir kuvvet tesir etmiyorsa bu takdirde M T' 'teğetiyle belirlenen

'

V

hızının MT teğetiyle belirlenen V hızına eşit ve aynı yönde olması gerekirdi.

V = V' (2.3.4)

Bu ise eylemsizlik ilkesinin genelleştirilmiş bir ifadesi demektir. Ancak, (2.3.4) şartını nasıl ve neye göre yazmalıyız, bunu da belirtmek gerekir. Eğer bunu

(14)

'

(P )deki V'hız vektörüne karşı gelecek olan v vektörünü belirlemiş olmamız gerekir. bunu yapmak için gerekli işlem, M den M'ye ve dolayısıyla V den de '

V ye

geçişi sağlayan aynı dx ve dt sonsuz küçük artışları için M'ye ve '

V ye artık (R) de

değil de (P) teğet düzleminde karşı gelecek olan m ve v yi belirlemektir. bu takdirde M noktasının yer değiştirmesine Öklitsel (P) teğet düzleminde karşılık gelen yörünge Mm ile verilmiş olacaktır.

'

(P )deki M T' 'teğetine (P) de karşılık gelen mt teğeti M nin Öklitsel teğet

uzaya yansıyan yörüngesini belirlemekte, ve mt ve MT den sapması da aynı Öklitsel uzayda noktanın yörüngesinin eylemsizlik ilkesine göre bir doğru olmasına karşı koyan bir takım kuvvetlerin karşılığı olarak görülmektedir.

Bu görüş açısından, eğri bir uzaydaki maddi noktanın eylemsizlik ilkesine uygun her hareketinin bu uzayda yalnızca kinematik çerçevesi içinde incelenebilmesine karşılık aynı hareketin bu uzaya teğet bir Öklitsel uzaya yansıması bu uzayda dinamik özellikler kazanmakta ve bir takım parazit sayılabilecek eylemsizlik kuvvetlerinin ortaya çıkmasına sahne olmaktadır. bu durum genel anlamda eylemsizlik hareketlerinin incelenmesi için Öklitsel uzay-zamanın yetersiz olduğunu da açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Şimdi de, tersine, üç boyutlu Öklitsel uzayda noktanın ivmeli hareketini göz önüne alalım. bu takdirde noktaya her an karşı getirilecek olan eylemsizlik sistemlerinin eksenlerinin birbirlerine paralel kalacaklarından bahsetmek yanlış olur; çünkü, noktanın yörüngesine her noktadaki teğet hem yön ve hem de büyüklük bakımından değişmektedir. Böylece, yörüngenin her noktasına karşı getirilen (Galile) eylemsizlik sistemlerini aynı bir Öklitsel uzayda uyumlu bir biçimde birbirlerine tutturmak imkanı yoktur. böyle bir şeyi yapabilmek ancak her noktadaki yörüngeye teğet düzlemleri göz önüne almak ve hareketin bir teğet düzlemine yansımasından, paralel taşıma yoluyla diğer bir teğet düzlemine yansımasını temin etmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Yukarıdaki ilk örnekten bildiğimiz gibi hareketin bu yoldan tasviri ise Öklitsel olmayan bir uzay-zaman geometrisi çerçevesi içine rahatça sığmakta ve bu tasvir, bu çerçeve içinde (Öklitsel uzay-zamanda içerdiği bütün dinamik özelliklere rağmen), bir kinematik problemine indirgenmiş olmaktadır.

(15)

Şu halde, sonuç olarak diyebiliriz ki:

Eşdeğerlik ilkesinin görüş açısından gravitasyon alanları ile eylemsizlik alanları yerel olarak eşdeğerdirler. Gerçek gravitasyon alanlarının tasviri eğri bir uzaya karşılık gelen Riemannsal bir metrikle mümkün olacaktır. bu metrik, belirli bir noktanın sonsuz küçük civarında (yerel olarak), bu Riemannsal uzaya o noktada teğet olan Minkowski uzayını almak suretiyle ÖRT'nin metriğine dönüştürülebilir ve gravitasyon olaylarının bu teğet uzayın temsil ettiği Gailile referans sistemindeki yansımaları Newton dinamiği yönünden incelenebilir. bu anlayış açısından eğri uzayın metriği, teğet Öklitsel uzayda, fenomenolojik bir biçimde bir gravitasyon potansiyeli şeklinde yorumlayacağımız bir büyüklüğü temsil etmektedir. Olayları bu dört boyutlu Riemannsal uzay-zaman çerçevesi içinde tasvir etmek yukarıdaki misallerden de sezmiş olduğumuz gibi bütün dinamik unsurların bu şema içinde kinematik unsurlara indirgenmiş olması sonucunu doğurmaktadır. Olayların dinamik unsurları ancak, bunları, oluşturdukları uzay-zaman noktasına teğet Minkowski uzayına izdüşürdüğümüzde, yani yerel olarak kendilerini göstermektedirler. Bu bakımdan olayları dört boyutlu bir Riemannsal uzay-zaman şemasına göre ve GRT'nin temelindeki ilkelere göre tasvir etmemiz, bir bakıma, fizikteki dinamik unsurların yerine geometriyi temin etmek, fiziği geometrileştirmek anlamına da gelmektedir.

2.4. Kuvvetli Eşdeğerlik İlkesi

Kuvvetli eşdeğerlik ilkesi aslında zayıf eşdeğerlik ilkesini de içeren, fakat şu iki varsayıma dayanan bir ilkedir:

a) Uzay-zaman her noktasına birbirlerine bir Lorentz dönüşümü yaklaşıklığıyla eşdeğer olan yerel bir eylemsizlik sistemi sınıfı mevcut olup bu referans sistemlerinde bütün fizik kanunları, Minkowski uzayında sahip oldukları standart biçime girerler.

(b) Bu fizik kanunlarının Minkowski uzayında sahip oldukları şekil ve ihtiva ettikleri sabitlerin değerleri bütün uzay-zamanda aynıdır.

(16)

Böylelikle fizik kanunlarının Evrenin her noktasında geçmişte de, şu anda da, gelecekte de aynı oldukları, yani fizik kanunlarının ve ihtiva ettikleri evrensel sabitlerin değerlerinin gravitasyon potansiyellerine bağlı olmadıkları ifade edilmiş olmaktadır.

Eğer bir fizik kanunu açık bir şekilde uzay-zamanın eğrilik tansörünü ihtiva etseydi bu, (a) varsayımının geçerli olmamasına yol açardı. Keza, eğer çeşitli etkileşmelerin şiddetini tasvir eden boyutsuz kuplaj sabitleri de eğer aslında değişken olsalar da bu da (b) varsayımının geçerli olmamasına yol açardı.

Zayıf eşdeğerlik ilkesinin de yüklü tanecikler için geçerli olmayacağı ve bir biçim bir gravitasyon alanında serbest düşüşe terkedilmiş biri nötr, diğeri ise yüklü fakat aynı sükunet kütlesini haiz iki parçacığın aynı hızla düşmeyecekleri zira yüklü taneciğin, ivmeli düşüşü esnasında, ışıma yoluyla enerji ve dolayısıyla da eylemsizlik kütlesi kaybedeceği ileri sürülmüştür.(Bondi, Gold 1955, Dewit, Brehme 1955) Fakat sonradan F.Rohrlich bu düşünme tarzının aldatıcı olduğunu ve zayıf eşdeğerlik ilkesinin yüklü tanecikler için de geçerli olduğunu göstermiştir.(Rohlich 1963)

Zayıf eşdeğerlik ilkesinin kuvantik bölgede geçerli olmaya devam edip etmediği araştırılmış ve ilk defa nötronlar kullanılarak Mc Reynolds tarafından yapılan deneyler, daha sonra Dables, Harvey, Paya ve Hortsmann tarafından geliştirilerek nötronun gravitasyon kütlesinin eylemsizlik kütlesine eşit olduğunu 10-3 bir duyarlılıkla ortaya koymuşlardır. Daha sonra Overhauser, Colella ve Werner

gene nötronlar aracılığıyla, fakat bu sefer nötronların gerçekten de kuvantik davranışlarına dayanan bir yeni deneyde aynı sonucu %1‘lik bir duyarlılıkla elde etmişlerdir. (Overhauser,Colella 1974)

2.5. Genel Kovaryans İlkesi

ÖRT, bütün eylemsizlik sistemlerinin, fizik kanunlarının ifadesi bakımından birbirlerine eşdeğer olduklarını söyleyen Özel Rölativite İlkesine dayanmaktaydı. Diğer taraf-tan gravitasyonun Lorentz-invaryant bir biçimde tutarlı bir teorisini

(17)

yapmanın mümkün olmadığını da görmüştük.

Gravitasyonu da kapsayan bir teorinin dört boyutlu Riemansal bir uzay-zaman şemasına dayalı olması gerektiğini ve bu çerçeve içinde eylemsizlik alanlarıyla ivme alanlarının eşdeğerliğinden bahsedilebileceğini gördük. Bundan başka bütün gözlemcilerin aynı dili konuşmaları, yani olayları hepsi için aynı biçimde ifade edilmiş fizik kanunları aracılığıyla incelemelerinin bilimsel objektiflik anlamına geleceğine işaret ettik. Bütün bunların telkin ettiği şudur; Fizik kanunları

birinden diğerine jakobyeni sıfırdan farklı, sürekli ve türetilebilir koordinat dönüşümleriyle geçilebilen bütün referans sistemlerinde aynı şekli muhafaza edecek biçimde ifade edilmelidir. Genel Rölativite İlkesi veya Genel İnvaryans İlkesi

veyahut da Genel Kovaryans İlkesi diye de bilinen bu ilke fiziksel içerikli olmaktan ziyade yol gösterici bir ilke, hatta bir program görünümündedir.

Şu halde mesele, şimdi bütün bu ilkelerin ışığı altında dört boyutlu

Riemannsal uzay-zamanda fizik kanunlarının kovaryant bir biçimde ifade

edilmelerinin sağlanmasından ve gravitasyonun da bu şemaya doğal bir biçimde oturtulmasından ibarettir. Ancak, sırası gelmişken, yukarıda ifadesini vermiş olduğumuz Genel Rölativite ilkesinin ERGT'’nde ne tür durumlarda geçerli olduğu hususuna da değinmek gerekir.

Genellikle Genel Rölativite İlkesinin programının ERGT tarafından gerçekleştirilmiş olduğu kabul edilir. Bunun için de çoğu kitaplar, geçerlilik sınırlarını bir eleştiriye tabi tutmadan bu ilkeyi ERGT’nin temel bir ilkesi olarak kabul ederler. Aslında bu ilke büyük bir yol gösterici rolü oynamakla beraber ERGT’nin buna tümüyle uymakta olduğu, ERGT ‘nde gerçekten de ayrıcalıklı referans sistemlerinin bulunmadığı pek savunulamaz.

Bilindiği gibi Newton mekaniğinde Galile Rölativite İlkesi bu mekaniğin bütün Galile referans sistemlerine göre invaryant olduğunu ifade eder. ÖRT’de ise

Galile referenas sistemlerine göre invaryans fikri bütün fizik kanunlarına

genelleştirilmiş bulunmaktadır. bu son halde tüm fizik kanunları, Galile dönüşüm grubuna göre değil de, Lorentz dönüşüm grubuna göre bütün Galile referans sistemlerinde invaryant olurlar.

Dikkat edilecek olursa her iki halde de bu ilkelerin ifadesi bir çeşit ayrıcalıklı referans sistemi fikrine dayanmaktadır. Fizik kanunlarının invaryansı her iki hal için

(18)

de yalnızca belirli bir referans sistemi sınıfı (Galile referans sistemleri sınıfı) için teminat altına alınmış bulunmaktadır.

Genel Rölativite ilkesi dolayısıla ERGT’nin her çeşit ayrıcalıklı referans sistemini ortadan kaldırdığı zannedilebilir. Hâlbuki ERGT için bu hiç de böyle değildir. Bu teoride de diğerlerinde olduğu gibi ayrıcalıklı belli bir referans sistemi sınıfı vardır ve fizik kanunlarının invaryansı da ancak bu referans sistemleri sınıfına göre sağlanmaktadır.

Kısaca Einstein referans sistemleri diye isimlendireceğimiz bu referans sistemleri sınıfı iki şekilde elde edilmektedir:

1) ya bir Galile sisteminden hareketle sürekli, türetilebilir, jakobyeni sıfırdan farklı sonlu bir dönüşüm aracılığıyla,

2) ya da madde ve enerjinin varlığı şartı altında Einstein'in gravitasyon alan denklemlerini çözmek suretiyle

Einstein referans sistemlerinin ayrıcalıkları:

1) Riemann’sal olmaları

2)Einstein'in gravitasyon denklemlerini gerçeklemeleriyle belirginleşmektedir. Aslında bu durum, ÖRT 'ye nispetle gene de olağanüstü bir genelleştirme demektir; ama ne de olsa Einstein referans sistemlerinin bünyesindeki bu sınırlılıklar ERGT’nin Genel Rölativite İlkesini tümüyle içermediğinin de açık delilidir.

2.6. Eşdeğerlik İlkesinin Öngördüğü Olaylar

Şimdi de sözü edilmiş olan tasarımsal asansör deneyine dönelim ve asansörün duvarlarından birinde açılmış bir delikten içeri bir ışık ışınının sızdığını varsayalım. Asansör uzayda gravitasyon alanı bulunmayan bir bölgede bulunuyor ve sabit bir gravitasyon alanına eşdeğer olacak bir biçimde yukarı doğru sabit ivmeli bir hareket yapmıyorsa ışının asansöre girip de karşıdaki duvarda oluşturduğu aydınlık noktanın asansör tabanına olan '

BO uzaklığı deliğin tabana olan AO uzaklığına eşit olacaktır; yani bu durumda AB ışını asansörün '

(19)

ışık asansörün içinde, klasik fizikten çok iyi bildiğimiz gibi, bir doğru boyunca yayılmış olacaktır.

Ancak eğer asansör, uzayda, gravitasyon alanı bulunmayan bir bölgede bulunmakla birlikte sabit bir gravitasyon alanına eşdeğer olacak bir biçimde yukarı doğru ivmeli bir hareket yapıyorsa bu takdirde A deliğinden içeri giren ışık, karşı duvara çarpıncaya kadar geçecek olan t zaman aralığı içinde asansör de hB B'

kadar yukarı doğru yer değiştirmiş olacaktır. Buna göre ışın karşı duvara B noktasında değil tabana daha yakın olan bir B' noktasında erişecektir. Bu ise ışığın

bu şartlar altında asansör içinde bir doğru boyunca değil, fakat A deliğinden itibaren

2

____

_____

2

____

___

2

2

).(

2

1

).(

c

gd

c

g

AB

BB

t

g

h

BB

tc

d

AB

ı

ı





radyanlık bir açı kadar saparak bir eğri boyunca hareket etmiş olması demektir. Burada -gd ise  gravitasyon potansiyelinin d uzaklığı boyunca  değişiminden ibarettir. Buna göre;

2 2c    (2.6.1) olur.

Şu halde, eğer eşdeğerlik ilkesi geçerliyse, ışığın gerçek gravitasyon alanlarındaki yayılmasının da bir doğru boyunca olmaması ve gravitasyon alanını doğuran kaynakların (gök cisimlerinin) civarlarında ışınların belirli bir sapmaya uğramaları beklenmelidir. Nitekim bunun böyle olduğunu ayrıntılarıyla göreceğiz.

O' O h h B A h O' O ' h B A B' V a

(20)

Şekil: 2.6.1 Tasarımsal asansör deneyi

Şimdi gene boş uzayda basit bir g ivmesiyle yükselen bir asansör göz önüne alalım. Eşdeğerlik ilkesine göre bu tıpkı g potansiyel gradyentine sahip sabit bir gravitasyon alanına eşdeğer olacaktır. Asansörün tabanından çıkan  frekanslı monokromatik bir ışık tabandan d kadar yükseklikteki bir alıcı tarafından kaydedilsin. Böyle bir dalganın kaynaktan alıcıya gitmesine kadar geçen zaman yaklaşık olarak td/c dir. Fakat bu arada alıcının hızı, kaynağın dalgayı yaymış olduğu an sahip olduğu hıza oranla  g.tgd/c kadar artmış bulunur. Bunun

sonucu olarak alıcı, dalgayı /c gd/c2’ lik bir Doppler kaymasıyla

kaydedecektir. buna karşılık gelen frekans kayması da,  gd ile gene 

gravitasyon potansiyelinin d uzaklığı boyunca değişme miktarını göstererek

2 2 c c gd       (2.6.2) olur.Bu sonuca göre, mesela, büyük gravitasyon alanına sahip gök cisimlerinin spektrumlarında belirli bir elemana ait çizgilerin, aynı elemanın Dünyada laboratuarda elde edilen spektrumundaki çizgilere oranla (2.6.2) formülü uyarınca kızıla kaymış olmaları gerekecektir.

Her ne kadar (2.6.2) bağıntısına eşdeğerlik ilkesinin bir sonucu olarak erişilmişse de bunun bu ilkeden tamamen bağımsız bir biçimde elde edilmesi de mümkündür. Nitekim E  h enerjili bir fotona bir

2 2 c h c E m   (2.6.3)

hareket kütlesi eklemek mümkün olduğundan gravitasyon potansiyelinin  olduğu bir noktada fotonun toplam enerjisi h m olacaktır. eğer foton  ilk bir gravitasyon potansiyeli farkı boyunca, mesela bir (G) gök cismi ile (A) Dünya arasında hareket ediyorsa toplam enerjinin korunumu ilkesine göre

G G A

A m h m

(21)

veya (2.6.3) ü de göz önünde bulundurarak            ( ) . ( ) 2 c h m h h h h G A G G A G A       ya da gene 2 c G      (2.6.4) ifadesi bulunur.

(22)

3. BIANCHI ÖZDEŞLİKLERİ

Tansör hesabında herhangi mertebeden karma bir tansörün mutlak türevi ... ... .... ....      A   A  ... .... .... ....         A  A   ... .... .... ....         A  A   (3.1)

şeklinde tanımlanır. (3.1) denklemi kullanılarak kontravaryant, kovaryant veya karma bir tansörün mutlak türevi kolaylıkla bulunabilir. Örneğin kovaryant bir vektörün mutlak türevi

      A  A  A

ikinci mertebeden kovaryant bir tansörün mutlak türevide          A  A  A  A  (3.2)

şeklinde olur. Şimdi de ’ya göre mutlak türevi alınan A vektörünün birde ’ye

göre mutlak türevini, yani kovaryant bir vektörün iki defa mutlak türevini bulalım. bu da (3.2) denkleminde A yerine A seçilerek yazılabilir. Buna göre;

) ( ) ( ) ( ) (           Av   Av   Av   A (3.3) olur.     Av  Av  A (3.4)     Av  Av  A (3.5)       A  A  A (3.6)

(3.4), (3.5) ve (3.6) denklemlerindeki sonuçlar (3.3) denkleminde yerine yazılırsa ) ( ) ( ) (            Av   Av  A   Av  A  ) (        A  A                 Av   A   Av   A   ( ) ( )           A   A   ( ) (3.7) bulunur.

(23)

Şimdi de mutlak türevinin sıralarını değiştirerek ( Av) ifadesini elde edelim. Bu ise (3.7) denklemindeki  ve  indislerinin yerleri değiştirilerek elde edilebilir. Buna göre;

                 Av   Av   A   Av   A  ( ) ( ) ( )           A   A   ( ) (3.8) bulunur.

(3.8) denkleminden (3.7) denklemin çıkartılırsa   ve   özellikleri de göz önünde bulundurularak

                    Av   Av   A   Av   A  ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( A   A  Av   A  Av                            A   A   A   ( )                    )Av ( )A (             (3.9)

sonucu elde edilir.

               v       R (3.10) Denklem (3.10) daki  

R ’ye eğrilik tansörü adı verilir. Buna (3.9) denklemi incelendiğinde sağ taraftaki parantez içindeki ifadenin R ’ye eşit olduğu görülür. Çünkü                        

R olur. Bu değer denklem (3.9) de

yerine yazılırsa          Av R A  ) ( (3.11)

Bu sonuç bize mutlak türev almada sıranın önemli olduğunu gösterir. Aynı işlemler kontravaryant bir vektör için yapılırsa

        Av Rv A  ) ( (3.12) bulunur.

Bu denklem eğer herhangi mertebeden karma bir tansör için yazılacak olursa ... ... ) (  A ... ... ...        A R A R   ... ... ... ...        A R A R   (3.13)

(24)

bulunur. Şimdi bu türev ifadesini A gibi ikinci mertebeden bir tansör için yazalım.              A  R AR A  ) (  A yerine Av seçilirse                Av RAvRA  ) ( (3.14)

bulunur. Şimdi (14) denklemini bir kere  ile  ’yü bir kerede

ile  ’yü değiş tokuş ederek yeniden yazıp bunları denklem (3.14) den çıkartalım.

v v v A A A                                ) ( ) ( ) ( v v v v v v A A A A A A                                     (3.15)                      A R A R A R A R A R A Rv     v     v    

Bu denklemde de Av çarpanı bulunan terimler ortak paranteze alınırsa                    R R A R A R A R A R    v      ( ) (3.16)

elde edilir. Şimdi denklem (3.2.11)’in  ’ye göre mutlak türevini alalım. ) ( ) ( ) (        Av   R ARA

Bu denklemi bir kere  ile  ’yü bir kere de

ile  ’yü değiş tokuş ederek yeniden yazıp aynı denklemden çıkartırsak

v v v A A A ( ) ( ) ) (                               v v v v v v A A A A A A                                     (3.17) ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) (R A R A  R A R A  R A R A  

bulunur. Son elde edilen denklemde A çarpanı bulunan terimler ortak paranteze alınırsa ) ( ) ( ) ( ) (R R RAR AR AR A  (3.18)

bulunur. (3.15) ve (3.17) ifadeleri aynı olduklarından (3.16) ve (3.18) ifadeleri de birbirlerine eşittir. Dolayısıyla (3.16) ve (3.18) denklemlerinin sol tarafları da özdeş olacağından

(25)

                 R R A R R R A R ) v ( ) (       

yazılır. Son yazılan denklemin geçerli olması için her iki taraftaki parantez içindeki ifadelerin birbirine eşit ve sıfır olması gerekir. Böylece

0 0                         R R R R R R

(26)

4. ALAN DENKLEMLERİ VE ÖZELLİKLERİ

4.1. Alan Denklemleri

Geçen bölümlerde gravitasyonun rölativist bir teorisinin nasıl olması gerektiği hususunda bazı yol gösterici ilkeler tesbit etmiştik. Bunlara dayanarak durumu kısaca özetlersek:

1) Gravitasyonun rölativist bir teorisinin alan denklemleri koordinat sistemlerinden bağımsız bir biçimde ifade olunmalıdır.

2) Bu teoriye yataklık eden uzay-zaman varyetesi dört boyutlu Riemannsal bir uzay oluşturmalıdır.

3) Teori, maddenin, uzay-zamanın geometrik yapısına tesirini içermelidir. 4) Teorinin alan denklemleri ilk yaklaşıklıkta klasik gravitasyon teorisinin alan denklemine (Poisson denklemine) indirgenebilmelidir.

Bu şartlardan ilki genel kovaryans ilkesine eşdeğer olup teorinin tansörel vasfına işaret etmektedir. İkinci şart gerçek gravitasyon alanlarının ancak Riemannsal bir uzay-zaman çerçevesi içinde tutarlı bir şema oluşturacağına dair elde edilen sonucu yansıtmakta ve yerel eşdeğerlik ilkesine dayanmaktadır. Üçüncü şart uzay-zamanının geometrik yapısının, gravitasyon alanı üreteci olan maddeyle belirlenebileceğini ifade etmekte ve, bir bakıma, Mach ilkesinin bir ifadesi olmaktadır. Son şart ise teorinin klasik gravitasyon teorisiyle bağlantılı olmasını, yani bir bakıma klasik teorinin bir genellemesini teşkil etmesini içermektedir.

Şimdiye kadar erişmiş olduğumuz bilgilere dayanarak rölativist gravitasyon teorisinin alan denklemlerini, ancak indüktif bir sentezle elde etmek imkanı vardır. Bu işlem sırasında ise yukarıda bahsedilmiş olan 4. şartın gerçeklenmekte olup olmadığını peşinen tespit etmek olanağı yoktur. İlk üç şarttan hareketle alan denklemlerinin sentezini gerçekleştirdikten sonradır ki, bu denklemlerden hareketle

(27)

bu sefer de bunların 4. şartı gerçekleyip gerçeklemediklerini tahlil edebiliriz. Bununla birlikte bu son şart gene de bize, peşinen, gravitasyon alan denklemlerinin yapısı hakkında yol gösterici olacaktır.

Bu son şart rölativist gravitasyon denklemlerinin şekli hakkında iyice kısıtlayıcı bir şarttır. Zira bu şart ilk yaklaşıklıkta Poisson denklemini bulabilmemiz için yeni alan denklemlerinin, koordinatların en çok ikinci mertebeden türevlerini ihtiva etmesini gerekli kılmaktadır.

Alan denklemlerinde Mach ilkesi uyarınca geometriyi etkileyen maddesel katkıyı da gene bir tansör aracılığıyla ifade etmemiz gereklidir. Bu katkı Poisson denkleminin sağ yanının bir genellemesi olarak düşünülecektir.

Ancak, ÖRT'den de bildiğimiz gibi madde ve enerji alanı T enerji-impuls tansörü aracılığıyla temsil edilebilir. İkinci mertebeden simetrik bir tansör olan T den

,

T

g T

 

T



g g T

  

tansörlerinin de türetilebileceğine dikkat çektikten sonra enerji-impuls tansörünün en önemli özelliğinin korunum özelliği olduğunu, yani diverjansının sıfır olduğunu da kaydedelim:

0

T

  

(4.1.1) 

T tansörüyle temsil olunan madde-enerji dağılımları mekanik, termodinamik ve elektromagnetik özelliklere sahip akışkanlar olarak tasarımlanacaklardır. Bu özellikler teker teker incelenebildikleri gibi bunların birbirleriyle etkileşmelerini de göz önüne almak mümkündür. bu görüş açısından



T enerji-impuls tansörünü bir takım ikinci mertebeden tansörlerin toplamı olarak yazmak gereklidir:

2

(28)

Burada  toplam enerji yoğunluğunu U vektörü UU 1 olmak üzere dörtlü-hız vektörünü,  banıç ve gerilimler tansörünü, M elektromagnetik enerji tansörünü, F elektromagnetik alanla maddenin etkileşmesini temsil eden tansörü ve Q de termodinamik etkileşme tansörünü göstermektedir.

İncelenen problemlerde maddesel akışkanın bazı özellikleri çoğu kere diğerlerinden ağır basabilir. Bu takdirde T nün ifadesinin daha da basitleştirmek mümkün olur. Buna göre

1) Yalnızca etkileşmesiz madde şeması (toz şeması) için: 

  c U U

T 2

(4.1.3) 2) Akışkan şeması için:

    c U U  T 2 (4.1.4) 3) Termodinamik akışkan şeması için:

     c U U Q T  2   (4.1.5) 4) Elektromagnetik alan şeması için:

  M

T (4.1.6) 5) Elektromagnetik alanlı akışkan şeması için (4.1.2) ifadesi, ve

6) Kozmolojide çok kullanılan bir şema olarak ideal akışkan şeması için de  ile skaler basıncı göstererek

    c pU U pg T ( 2  )  (4.1.7) ifadesi kullanılır.

Aslında T nün bu şekilde temsil edilmesinin yetersiz olduğuna işaret etmemiz gerekir; zira bu şekliyle T kuantum olaylarını hiç içermemektedir. Bu bakımdan bir kısmı elektrik yüklü, diğer bir kısmı da nötr taneciklerden oluşan maddenin bu nihai görünümünü yansıtamadığı için T nün maddeyi temsil edebilmek yönünden nisbeten kısır, ve geçici bir araç olduğu söylenebilir. ERGT'’de, günün birinde, köklü bir takım gelişmelere herhalde T nün bu kaba ifadesinin

kuantum olaylarını da kapsayabilecek yönde tadil edilmesiyle erişilebilecektir.

Gravitasyonun rölativist teorisinde alan denklemlerindeki kaynak terimi, diverjansı sıfır olan T tansörüyle temsil olunabileceğine göre maddenin

(29)

uzay-zamanın geometrik yapısı üzerine etkisini belirleyecek olan kısmın da i) uzay-zamanın Riemannsal yapısın yansıtan,

ii) Diverjansı özdeş olarak sıfır olan, iii) ikinci mertebeden simetrik bir tansör

Aracılığıyla temsil edilmesi gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Halbuki bu üç şarta da uyan, bir sabit çarpan yaklaşıklığıyla, ancak bir tek tansörün mevcud olduğunu (3.3) den bilmekteyiz. Şu halde -x ile uygun bir orantı katsayısını göstererek ERGT’nin alan denklemleri için artık

1

2

2

R



g



R

   

xT

 (4.1.8) yazılabilir.

Bu alan denklemlerinin, eğer varsa, T 0 için çözümlerine iç çözüm 0

 

T için çözümlerine de dış çözüm adı verilir. (4.1.8) alan denklemleri  ve x gibi iki sabit ihtiva etmektedirler. Şimdi, kozmolojik sabit adı verilen  ile Einstein sabiti adı verilen x’in değerlendirilmesi için, bu alan denklemlerinin ilk yaklaşıklıkta

(30)

5. ALAN DENKLEMLERİNİN SCHWARZSHILD ÇÖZÜMLERİ

Einstein'in alan denklemleri lineer olmayan, ikinci mertebeden kısmi türevli

10 diferansiyel denklemden ibaret bir sistem oluşturmaktadır. Bu sistemin genel çözümünü inşa etmek olanağı yoktur. Ancak özel hallerde, özel fiziksel ve geometrik şartlar altında sistemin çözümünü nisbeten kolay bir şekilde bulmak mümkün olur. Bu bölümde homogen bir küresel bir kütlenin dış ve iç gravitasyon alanlarını temsil eden ds2 lerin ifadelerini tesis etmeğe çalışacağız. Bu şartlar altında elde edilen sonuçlar mesela Güneşin civarındaki gravitasyon alanını iyi bir biçimde yansıtabileceğinden bu bize, aynı zamanda, Einstein alan denklemlerinin gravitasyonun klasik alan denklemleriyle epistemolojik yönden karşılaştırılması olanağı da sağlayacaktır.

5.1. Küresel İnvaryanslı Metrik

Eğer g metrik tansörü basit zaman, uzaysal, dik dönüşümlerde invaryant

kalırsa, bu takdirde, g nün küresel simetriye sahip olduğu söylenir. Bu tür

dönüşümlerin, i k

a ile dönüşüm ve i k

a ile de ters dönüşüm matrisleri elemanlarını

göstermek üzere 0 0

(

),

,

,

i k l k i k k i

x

x

ct x

x

x

x

x

x



i k i l i k k i k i i k k i

a

a a

a

a

a

a

(5.1.1)

(31)

rotasyon grubuna izomorf bir grup oluştururlar.

Şimdi, eğer uzay-zaman bir 0 noktasına göre küresel bir simetri arz ediyorsa,

) ( )

(xA ve B xB

A ile 0 yu merkez kabul eden bir kürenin yüzeyindeki iki keyfi noktayı göstermek üzere bu,

 

 

 

A

 

B

g



A

g



A

g



x

g



x

 (5.1.2)

olacaktır. Daha genel bir biçimde ifade etmek gerekirse, eğer bir 0 noktası etrafında keyfi bir rotasyon yapıldığında yeni g bileşenleri tıpkı g lerin x ların fonksiyonları oldukları biçimde yeni x koordinatlarının fonksiyonu iseler, yani

 

 

g



x

g



x

 (5.1.3)

ise g metrik tansörünün küresel simetriye sahip olduğu söylenir.

Şekil (5.1.1)

Şimdi, t aynı kalmak üzere, kartezyen bir {0;x,y,z,} referans sisteminde P(0,0,r) noktasını göz önüne alalım ve sistemi Oz etrafında pozitif yönde /2 radyan

(32)

döndürmek suretiyle yeni bir

;0{

x



y

,

y

x

,

z

,

tz

t

} referans sistemine geçelim. Bu takdirde     x x a   

dönüşüm matrisinin sıfırdan farklı bileşenlerinin değerleri olarak

, 1 0 0 3 3 1 2 aaa 2 1 1  a (5.1.4)

bulunur. Böyle bir dönüşümde g ler de

      a a g g  (5.1.5)

şeklinde dönüşeceğinden metrik tansörün dönüşmüş bileşenleri de

00 02 01 03 00 01 02 03 22 21 23 11 12 13 11 13 22 23 33 33

,

,

,

,

,

,

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

g

 

 

 

(5.1.6)

olacaktır. Öte yandan da bu dönüşümde Oz ekseni üzerinde P noktası için xP xP

dir. (5.1.3) dolayısıyla da P noktasında g  g olacağından A, B, C ve D ile z = r

ve t nin keyfi bir takım fonksiyonlarını göstererek (5.1.6) dan küresel simetriye sahip



g metrik tansörünün bileşenlerinin Oz üzerindeki bir P noktasında

 

 

 

 

11 22 , , 33 , , 30 , , 00 ,

Referanslar

Benzer Belgeler

Dolayısile bugün tarihinden bahsedeceğimiz «Karagöz» ün altı yüz seneye ya­ kın bir mazisi vardır: Karagözün bânisi, «Sahib-i zıll-ü hayal Kör Haşan

[r]

500 Revizyon veya geri alma kumandada aşağı yön sinyal girişi - 501 Revizyon veya geri alma kumandada yukarı yön sinyal girişi - 869 Revizyona alma anahtarından gelen

Eski DİSK genel başkanlann- dan Kemal Nebioğlu ise Türkiye’de sen­ dikal hareketin Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kuruluşundan sonra büyük ivme

Türkiye’de mahalle kavramının temeli Cansever’in tanımıyla“…mahremiyetine sahip, bahçe-doğa, mahalle-toplum ilişkilerinin en yoğun şekilde

Harran Ovası Koşullarında Yetiştirilen Mısır Bitkisinde (Zea mays L. indentata) Farklı Ekim Sıklığının Silaj Verimi ve Bazı Tarımsal..

So in our proposed strategy the mind tumor fragments the loud MRI pictures utilizing anisotropic dispersion Anisotropic dissemination channel is a technique for eliminating

Tez çalışmasında dünyada ve Türkiye‟de film gösterimi yapılan mekânların tarihi gelişimi, kent kültürü içinde sinema olgusu, seyircinin filmi sinemada