ÜLFETİ
v e U Z L E T BAH Sİ
Fazıl Ahmet AYKAÇ — Yalıya Kemâl, Ülfet belâlı şey, fakat Uzlet
sıkıntılı diyor. Sen ne fikirdesin?
— Ülfet, - hele şimdi - bana nasıl görünüyor bi lir misin ? İçi patırdı ve nargile kokusiyle dolu bir ma halle kahvesi gibi! Harakete gelince, onu rutubetli bir havada, ıssız bir kumsalı dolaşmağa benzetiyo rum. Şimdi bu ikiden birini ayırma meselesi kalıyor. Sen olsan hangisini seçersin? Havasız, kasevetli ve tavla şamatası ile karışık politika yavesi köpüren ye ri mi?. Yoksa öteki geniş tenhalığın içli sükûnunu mu? Orada duyacağın şey. Ya enginlerden esen rüzgârla rın haykırışıdır, yahut kıyılarla konuşan suların mırıl tısı! Haydi buna arada sırada bir de martı sesi kata lım!.
— Azizim mizaç meselesi., hattâ ayni ruhta bile güne, saata, dakikaya bağlı şey... Fakat benim kendi hesabıma (oy) vermek lâzım gelirse kararımı seçme de zahmet çekmem!. Vaktiyle şu mısraları kendim yazmadım mı?
-Benim gözüm ne gemide, ne kayıkta, ne salda; Düdük gibi ötemem hiç, boşuna da inlemem. Yapayalnız dolaşırım şu kimsesiz kumsalda Martıları bırakıp ta kargaları dinlemem!.
— Paul Valery’nin ne içli bir sözü vardır, tenhalık hâzinesindeki mücevherleri ancak onlara lâyık olan lara gösterir mânasında bir söz. Gerçekten öyledir, içinde volkanlar kaynayan başlar için sessizlikten da ha değerli hangi mahfaza düşünülebilir ? Doğrusu ben
(tefekkürün) sesiz çağlayanlarına bayılırım.
— Fakat seninki tenbellikten, sporsuzluktan... Ka fam omuzlarının üstünde münasebetsiz bir düşünce değirmenine benzetmişsin! Üğüttüğün un can sıkın tısından ibaret! Sana zararı var, başkasına faydası yok! Ne anladım böyle uzletten? Uzlet, eğer ülküler le ülfet, yaratıcı kudretle başbaşa kalış manasına gelirse ne âlâ! Yoksa telgraf direği üzerinde pinekle yen kukumav gibi, neye boşluk bekçisi oluyormuşum ? — Azizim, bazı seçkin adamlar, kalabalığın yayı lıp koştuğu bayağılıklar ziyafetinden daima tiksini yor. Çünkü, o ruhların oturduğu yer, Yakup Kadri’- nin dediği gibi, ilâhlar sofrasıdır, ilâhlar sofrası ise ih tirası bodrumlarında değil, ideal yaylalarında koru luk. Benim bildiğim bu!
— Bizim eski şark hakimlerinin dört ayak üze rine kurduğu (hikmet) tahtıravanını bilir misin?
Kılleti Taam Kılleti Menam Kılleti Kelâm Uzlet Anil’enam demişler. — Türkçesi?
— Türkçesi, “Az ye, az uyu, az söyle ve lâuba lilikten kaç!” demek.
■i— Güzel ama bütün bunlar, Şark ruhu ve Şark
felsefesi,. Eski hayata, eski geçime göre hikmetler. Bugün, demokrasi var, spor var, şu var, bu var. Bu
zamanda nasıl cimnastiğe, bütün beden terbiyesi ha reketlerine alışmak zorundaysak, kalabalıklı hayata da öylece ülfet bağlamak ödevinde bulunuyoruz. Ancak tenhalığın tadına varmak, nasıl bir temrin işi ise, benim için patırdıya tahammül etmek de okadar güç dava! Yalnız gördüğüm, yahut işittiğim şu ki de mokrasi ruhu, azlıktan ziyade çokluktan haz edermiş.
— Benim bildiğim de şu ki dünyanın en büyük fikirleri, şiirleri vğ keşifleri derin kafalardan ve engin
ruhlarla seçkin hassasiyetlerden doğar.
Bunlarsa en çoğu, “izdiham” arasında bile “ken di kendine” yaşayabilen varlıklardır. Sırf rahatı ve zevki için halktan kaçınanları sevmem; çünkü, bu ha rekette büyük yığınların acılarına, ihtiyaçlarına ka yıtsız bencil bir bilir sezerim ve sonra da himmetsiz- İik görürüm. Lâkin sanatla, fikirle ve halka faydası dokunacak her hangi bir ülkü ile tek başımıza yaşa mağı, insan için öğünülecek bir şeref sayıyorum. Bu konudaki inanım, her vakit böyle idi. Bugün de zerre kadar değişmemiştir.
— Yalnız biz bir şeyi unutuyoruz; ülfet derken büyük insan kalabalığının en temelli ihtiyaçlarını bı rakıp ta ruhî orta halli zevklerin ve fikirlerin kıyı larından uzaklaşmış yaratıkları düşünüyoruz. Daha gün doğmadan yelkenini, engine açan bir denizci, el bette rakı sofrasının başında veya çay masasının et rafında toplanıp dedikodu yapan veya kahkaha savu ran kimselerin aradığı zevki bulacak değildir. Lâkin bu sefer de onun yoluna seherler sihirlerini ve engin ler haşmetlerini serecek. Güneşin ilk ışığı onun göz bebeklerinde altınlaşacak!. Fakat, unutma ki bodur ve orta boylu hazların da ayrı bir değeri vardır...^
— Mademki insan kalabalığı devlerden ve ilâh lardan değil de, süfli benim gibi fânilerden toplanı yor; (ülfetinde), kendine göre bir tadı olacak! Bü tün külfetleriyle beraber! (Chateaııbriand) şunu der miş : “En büyük kusurum, daima can sıkıntısı içinde olmam, her şeyden nefret etmem ve bir türlü şüphe den kurtulamamdır!” . Meşhur Gizo ise büyük dâhinin bu sözleri karşısında şu nükteyi sarf ediyor: “ dini ve krallığı yeniden canlandırmak iddiasında bulunan bir adam için,'bundan daha münasebetsiz bir iç durumu düşünülebilir mi ?”
— Sözlerimizi bir karara bağlayalım; bütün söy lediklerimizden ne netice çıkarıyorsun?
— Ancak şu neticeyi olgun adam, uzletten de ül fetten de zevk almasını bilendir. Bunun tek çâresi ise şudur: Gönlünü bir ülküye kerçekten bağlamak!