• Sonuç bulunamadı

Edebiyatımızdan on insan bin yaşam:Aziz Nesin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edebiyatımızdan on insan bin yaşam:Aziz Nesin"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

4

i Politika salt politikacıların işi değildir.

Havanın durumu yalnız hava durumunu verenlerin işi

nasıl değilse, bu da öyle... Onun için yurttaşlar

buyrun politikaya, diyorum. J }

Zeynep Oral

ZlZ Nesin: Gerçek yaşı 73. Yürek yaşı 18. Kitaplarının sa­ yısı 85., (Bunların baskı, tiraj sayısını, çevrildiği dilleri he­ saplamak için bir hesap makinesi ge­ rekir ki o da bende yok. Bildiğim, bundan 10-15 yıl önce kitapları üst üs­ te konulduğunda, boyunu aşıyordu, şimdi haydi haydi tepeden bakıyorlar­ d ı .)

200’ü aşkın takma isim kullandı. (Biri “ keşfedildiğinde” bir yenisini bulmak gerekiyordu.)

Hesabı tutulmamıştır ama yakla­ şık 200 kez yargılandı.

Toplam beş buçuk yıl hapis yattı. (En uzunu 16 ay).

Öykü, roman, tiyatro, şiir, dene­ me, fıkra, makale, röportaj, anı... “ Yaşamak” la “ yazmak” birbirinden ayrılmaz onda. “ Yazmaktan yaşama­ ya zaman bulamadığım gibi, kendim için olmayan yaşamaktan da yazma­ ya zaman bulamıyorum” der.

Gerisi bol kavga, bol coşku, bol sevgi ve yine bol kavga. (Yalnız ya­ zarak değil, yaşanılan her olaya, her ana tepkisini göstererek, tavrını orta­ ya koyarak yaşadığından, bol kavga kaçınılmaz oluyor.)

Aziz Nesin’le bugüne dek çok rö­ portaj yaptım. Kendi de “ Böyle Gel­ miş Böyle Gitmez” in birinci ve ikin­ ci ciltlerinde olsun, öteki kitapların­ da olsun anılarına geniş yer verdi, kendini açık yüreklilikle anlattı. Onun için bugün yeniden sorulara ve yanıt­

lara başvurmayacağız. Başka bir şey yapacağız.

“ Aziz Bey var mısınız, sizinle bir­ likte bir Aziz Nesin alfabesi çıkarma­ ya?”

“ Önce alfabe değil, abece” deyip Türkçemi düzeltiyor, nasılım soruyor. A ’dan Z ’ye... Harfleri vermek ben­ den, sözcükleri seçmek ondan. Ama ilk çağrışımları istiyorum. Arada mı­ zıkçılık yapıp, seçimine karışırsam, yönlendirmeye kalkışırsam, affola.

Tamam. Onayladı. A ’dan Z’ye yolculuğa çıkıyoruz.

¿4

dedim... “ Aşk” dedi... “ Tek hece... Ama dünyada en zor konuşulacak şey...

(3)

Çok güzel olduğu belli ki hiç elde edilemiyor. (Kısa bir duraksama:) Ben başarısız biı; âşığım. Kabahati hep kendime bulurum... Aşk başta zamanı paylaşmak. Sonra duyguları, mekânı paylaşmak. Zamanı en çok kendime ayırıyorum galiba ondan ba­ şarısız oluyorum. Zaman ayıramama belki yazarın bencilliği... Benimle bir ilişki kurulmuşsa hep sürdürülsün is­ tiyorum... tik âşık olduğumda 11 ya­ şındaydım.... (ya son?) son âşık oldu­ ğumda. .. Şimdilerde yok... Umutsuz­ luklar var ama aşk yok. Aşkın yaşı­ na inanıyorum. Benim yaşım, benim istediğim aşka müsait değil. Yaşımı yaşıyamıyorum... ”

“ Annem:

Ben 11, o 26 yaşındaydı öldüğün­ de. Sağ olsaydı diye düşünüyorum: Onu hep öyle güzel mi görecektim? Hiçbir kusuru olmayan mükemmel biri olarak görüyordum. Şimdi soyut güzellik olarak görüyorum. Saçından başka gözümün önüne hiçbir şeyi gel­ miyor... Pembe ışık saçan bir yüz, kumral saçlar... Sonsuz güzellik, iyi­ lik, özveri simgesi.”

Askerlik: En yetkiyle konuşaca­ ğım konu. (16 yıl askerlik yaptığını unutmamalı) Askerliğin mantığı yok derler. Sivil mantığına göre mantık­ sızlıktır. Aslında askerliğin kendisine göre bir mantığı var. Askerlik dışın­ dakilere uymayan ve tartışması olma­ yan bir mantık. Adam öldürmeyi sa­ vunan tek meslek. Tüm öteki meslek­ ler insanı yaşatmak içindir. Askerlik, ölüm mesleğidir. Bu mantığa girme­ yenler bunu mantıksızlık sayar,.. Bu söylediklerim dünya askerleri için de geçerli. Bu mantık yakın mesleklere geçiyor. Örneğin polislere... Düşün­ me, yorum hakkı yoktur. Asker ikti­ dara gelince herkesten bu mantığı bekler.”

« D U

dedim, “ babam” , “ bi­ linç” , “ baskı” , “ Belkıs” ya da “ Ben” demedi... “ Bamya” dedi, “ yemediğim iki şeyden biridir, öteki domuz eti.” (Çocukluktan kalan Müslüman aile etkisi ve mezbahada domuzları görmesinin sonucu).

“ Berbere, 18 yıldır gitmiyorum. Zamansızlıktan. Kâğıt makasıyla ken­ dim keserim, saçlarımı. 55 yaşında hayatımda üç önemli değişiklik yap­ tım: Çayı şekersiz içmeye başladım; sigarayı bıraktım ve berbere gitmez oldum.”

“ Bela... Başıma gelen en büyük bela hapishane falan değil. Oğlumun askeri cezaevine hapsedilm esi... (1984’teydi) Hapsedilmesinin tek ne­ deni benim oğlum olmasıydı. Kurtul­ du, aklandı ama 5 ay hapis yattı, 2 yıl pasaport vermediler. Öğlum, bilim

adamı, gerilemesine neden oldu. •' (Amerika Birleşik Devletleri’nde Ca- lifornia Üniversitesi’ndeki oğlu, ma­ tematikçidir.) Bunun intikamını da alıyorum elbet...

Bela deyince... Zaman zaman aşk da bela oluyor ama... Öteki belalar çok sık başıma geldiğinden, bu geri planda kalıyor. Her tür belanın üstü­ ne üstüne giderim...”

“ r

V'oşku: Biz Balkanlar, Kaf-

kaslar ve Akdeniz çocuklarıyız. Biz­ de her şey abartılıdır, aşırıdır. Pate- tik olduğumuz, çok duygusal olduğu­ muz dilimizden de bellidir... Coşku- suz olmak imkânsız. Elimden geldi­ ğince coşkumu aklımın rehberine so­ kuyorum.”

V 'ocuk: İki kez evlendim. Hep çok çocuğum olsun istedim... Ama iki çocuktan sonra pes ettiler... Şimdiki zaafım, yaşlılığın zaafı baba olma tutkusu. Dünyadan giderken, kendini kendine kanıtlamak. Bilinçal­ tında bu var galiba. İstek olarak var. Uygulamayı düşünemiyorum.

Çocuk planlamasından, aile plan­ lamasından yana değilim. Dünya po­ litikasını, dünya kültürünü, iyi koşul­ larda yetişmiş değil, zor koşullarda yetişmiş çocukların yarın yarattığına inanıyorum. Seyrek istisnalar var el­ bet.

Çotuk sevgimden ötürü vakfı ço­ cuklara ayırdım. Onları öz çocukla­ rım gibi seviyorum. En küçük 3,5, en büyük 20 yaşında. Hepsi rüyalarıma giriyor. Sevgi kendinden vererek olu­ yor. Hiç kimseye vermediğim zama­ nı 3.5-5 arasındaki 3 çocuğa veriyo­ rum. Onlar oynarken çalışabiliyorum. Kendi soyumdan olsaydı aynen böy­ le olurdu. (Nesin Vakfı’nda halen 25 çocuk var.)

.L/ostluk: Çok fazla dostum olmadı... Karşımızdaki insanın kusur­ larım bile bile seviyorsak dostumuz­ dur. O kusurlar bizim bilgi sınırları­ mızı aşıyorsa, dostluk bozulur. Okul­ da her hafta paramı çalan arkadaşım vardı. Bilirdim bunu ve dostumdu... (Sessizlik:) Sıkı sıkı sarılacağım insan­ lar çok olmadı.

Yazarların dostluğuna gelince: Aynı dalda yazanlar dost değil açık açık düşmandırlar ama yüzlerine vur­ mazlar. Örneğin, Yaşar Kemal’le Or­ han Kemal birbirlerini hiç sevmezlerdi ama, bir araya geldiler mi dost gibi davranırlardı. Orhan Kemal, Yaşar’m hep arkasından konuşur, Yaşar kur­ nazlık eder, sevmediği halde Orhan Kemal’i överdi... Kemal Tahir, Ya- şar’ı ve Orhan’ı sevmez... Ben de

E D E B İ Y A T I M I Z D A N

ON İNSAN BİN YAŞAM

“ Yalnızlıktan

yakınmam, çünkü

çocukluğumdan beri

çok yalnız }

yaşamışım. Bir de

yazdığım tüm

yazıların kişileriyle

birlikte yaşıyorum.

Yani çok kalabalık

yaşıyorum.’ 5

(4)

E D E B İ Y A T I M I Z D A N

ON İNSAN BİN YAŞAM

I / \

“ Çocuk sevgimden

ötürü Vakfı

çocuklara ayırdım.

Onları öz çocuklarım

gibi seviyorum.

Onlar oynarken

çalışabiliyorum.”

bunları bildim mi, onları sevemiyo­ rum. Ama Kemal Tahir’i kusurlarını bilerek severdim. Meziyetleri de var­ dı: Güvenilir. Sır vermez... Birbirini seven şair, yazar hiç görmedim. Baş­ langıçta hepsini sevmek istedim. Be­ ni sevmediklerini anladım. Sahte sev­ gi, dostluk gösterilerini görüyorum. Ve şimdi açık açık söylüyorum. Ben hiçbirini sevmiyorum. Bu konuda ön­ ceki kuşağı çok yerdik, bizim kuşak da aynı çirkinlik içinde. Bizden son­ rakiler dilerim ki birbirini sevsin­ ler...”

<(r

ZZıvcillik: Dünya rekorunu kıracak denli evcil bir adamım. Evcil olmak için evli olmak gerekmiyor. Eve, hep iki kolum dolu giderim. Ha­ yatım evde geçiyor. Evi seviyorum. Bu da benim uygar bir adam olduğu­ mu gösteriyor.

Evlilik başaramadığım bir olay. Suç bende. Evlilik kurumu bu çağa uymaz diyenlere katılmıyorum.”

Sıra “ F” ye geldiğimde “ fantazi” ya da “ faşizm” demedi. “ Fiyasko” dedi.

u r

jfıyaskolarım çok... Bana hep çok zekisin, çok zekisin demişler ben de inanıyorum, öyle aptallıklar yapı­ yorum ki kimseye söyleyemiyo­

ru m ...” (Biraz önce bunun bir örne­ ğini anlatmıştı. Örneğin elinde yazılı bir adres. Döne dolaşa arıyor bir türlü bulamıyor. Birine sorsa, sorun kalma­ yacak. Ama “ ne aptal adam ” derler diye saatlerce terleme, sıkılma paha­ sına soramıyor...)

G en çlik : Bana hep olduğum yaştan daha küçük gösterdiğimi söy­ lerler. Boyumun kısalığından derdim önceleri. Artık anladım ki boy değil... Yaşlı birini görür görmez “ maşallah ne iyisiniz” dediler mi, insan hapı yut­ muş demektir. Artık bana sık sık söy­ ler oldular bunu... Ama içim... He­ yecan açısından, şikâyet edebileceğim kadar genç. Fiziksel yapımla ruhsal durumum arasında dengeyi kuramı­ yorum. ‘Gönlümle kafamı edemedim

eş/ Biri 70 yaşında biri 25.’ Aynen öy­

le.. Bende üç tane 25 adam oluyor içimde kimi zaman. 75’inde üç adet 25’liği taşımak çok güç.”

/ f a k : İnsanın elde edebilece­ ği şey değildir. Elde edemeyecekleri de hak edebilir... En önemlisi ölümü hak etmek. Hak etmeden ölenler de var. Ölümü hak etmek: Bütün verebilece­ ğini verip, ölmektir. Verebileceğinin en çoğunu vermeden ölenler hak et­ meden ölmüşlerdir. Bu demektir ki

(5)

onlar yaşamı da hak etmemişlerdir. Dünyaya borçlu kalarak ölmek de­ mektir bu. Bunun bilincinde olmak gerek. Ben fazlasıyla bilincindeyim. Bu da beni çok çalıştırıyor. Ölmeden yetiştirmem gereken çok şey var.

Hapislik: Dış yaşam yasalarından ayrı yasaları var. Hapiste insanın yar­ gıları normal sayılmamalı. Birden dünyası, koşulları değişir. İçini dök­ me duygusu başlar. Özellikle akşam saatlerinde. Bir de gece uyandığın­ da... Bölüşmek istersin. Olmayacak şeyleri paylaşmak istersin, kuşkular artar, yalnızlık çöker... Ben hapiste, yazıp okuyarak kendimden kurtulma­ ya çalıştım.” (Toplam beş buçuk yıl yattı. Üç mahkûmiyeti var: On, on al­ tı ve altı aylık. Gerisi için devletten alacaklı.)

Hapishane üzerinde önceden de konuşmuşluğumuz var Aziz NesinTe: “ Hapishane hiçbir şey götürmedi benden, ama çok şey getirdi. Müthiş bir kültür getirdi. Sonsuz bir insan bilgisi edindim. Hapishanede insan tanımak, dışarıda tanımaktan farklı, orada numara falan kalmıyor.”

i i j

.İstikrar: Halkı kandırmak için en geçerli kavramlardan biridir. Egemen sınıf temsilcileri memlekette istikrar gerekli derse, aklı başında kimse karşı koyamaz. Türkiye’de 3 askeri darbenin yetkilileri memleke­ te istikrar getirmek niyetini açıkladı. Halk da buna inandı. Oysa istedikle­ ri kendi çıkarlarını yürütmek için sö­ mürdükleri sınıfların, halkın, emek­ çilerin, ses çıkarmamaları, baş kaldır­ mamaları ve teslimiyetçi olmalarıdır. Toplumda gerçek istikrar sımflararası dengenin kurulmasıyla elde edilir. Bu denge hiçbir zaman tam anlamıyla kurulamayacağından beklenen istik­ rar hiç olmaz. Olmamalıdır da. Top­ luluğun canlığı ve yaratıcılığı istikrar dinginliğinden değil, sık sık dengeliş- tirilen istikrarsızlıklardan ortaya çı­ k ar.”

( İ T

J ale’yi tanımadım.”

(Tanımadığı ‘Jale’yi anlatamaya­ cağından J ’yi geçtik.)

k ısk a n ç lık : Kendime fazla güvenimden olsa gerek, sevdiğim ka­ dınlar dışında ben hiçbir kimseyi, hiç­ bir şeyi kıskanmadım. Kendimle sa­ vaş verip kıskançlığımı belli etmeme­ ye çalışıyorum, ama acı çekiyorum.

Korku: Elbet çok korktum. Kork­ muyorum demek, insan değilim de­ mektir. Toplumsal korku kötü. Onu duymamak gerek. Korkumun bilin­ cindeyim. Korkunun üzerinde duygu­ lar vardır: Yurtseverlik, dostluk,

ço-On Üç, ço-On Beş Yaşında

A n n e si o nu ve kız k a rd e ş in i yangından k u rta ­ rırken üç de nesne kurtarm ayı başarm ıştı: K u tsa l kitap, dikiş m akinesi, oturak.

H ü zü n le r ç e liş k ile rle parçalandı. Elinde b ir s e p e t incir.

Cemal

Süreya

Tavuk b iriktiriyo r.

Tek kişin in yanında suskun, ik i kişin in karşı­ sında sonsuz geveze, on kişinin içinde kahram an. Parası var, harcam ıyor, h a rca m a ya alışam a­ dığından.

A n n e si aynanın iç in i dolduruyor. Babası ner- de?

Yarım D arüşşafakalı. Am a o okulla özetlenir. D a rü şşa fa ka 'ya babasız başladı. Kısa b ir süre sonra babası çıka g e lin ce s e v in çle utanm a duy­ g usu b irb irin e karıştı. Sonunda bıraktı y e tim le r okulunu.

G ü live r'in c ü c e le r ü lke sin d e ki s e rü ve n le rin i daha ç o k seviyor. Vesikalık g ru p fo to ğ ra fı için d e g ö rü y o r süslü p ü slü kö tü rü m kadınları, a t a ra b a ­ larını, ku le li köşke odun taşıyan çocukları, sü tka r­ deşlerini...

G ülive r kendisi, iç b ü k e y bakar. D o kto r olacak, re s im le r yapacak.

Vali kızını s e v iyo r gibi. G üzellem e oyunu oy­ nuyorlar. B irb irle rin e h iç bakm adan ç ırçıp la k de ­ nize g iriyo rla r. Kız g e rçe kte n bakm ıyor.

U tanm a duygusu saldırganlığa dönüşüyor. Sonunda hüznü tam te rsin e çevirdi. Kapsül patladı.

K a rtço cu k. Ön sırada oturur.

R a stla n tıla r yazgının b e k le n ir ö ğ e le rid ir onun için. Okula g iriş b e lg e le rin i Fatih C am ii'n in he la ­ sında unutm uştu. On gün sonra bulundu.

Baktı, 'kazların arasında in s a n la r da uçuyor. A ritm e tik pekiyi. H a ya t B ilg isi orta. B ir başka ta ze lik b u lu yo r H a ya t B ilgisi'nde.

D ünyadaki uyarsızlıkları düşünüyor ve bundan b ü yü k ta t alıyor.

H ep o rta d a gö rü n m e is te ğ i içinde. K im i za­ m an o rta d a g ö rü n m e k iç in k a ç a r g ib i yapıyor.

(6)

E D E B İ Y A T I M I Z D A N

ON İNSAN BİN YAŞAM

“ Ölüm, yaşamda

tüm

öğrendiklerimizin,

birikimlerimizin yok

olmasıdır.

Bunların

gitmemesine

çalışırsak,

ölüme karşı

gelebiliriz.’ ’

cuk sevgisi, ihanet etmeme duygusu. Onları Üste çıkarır insan.”

(Aziz Nesin 1988 Şubat’ında ya­ yınlanan “ Korkudan Korkmak” ad­ lı kitabında, bu konuyu en geniş bi­ çimde ele alıyor, “ havlayıp hırlaya­ rak, zartzurtla, zorbalıkla, dayak ve işkenceyle başkalarını korkutmak is­ teyen ve korkutanların kendileri da­ ha çok korkm akta” olduğunu gös­ teriyordu.)

U f M

L dedim, “ Lam elif” dedi. Efendim?

“ Sen bilmezsin, Lam elif bir harf­ tir, la sesi verir... Kültür değişince dil de değişiyor... Nereye gidiyorsun den­ di mi, bir Lam elif çizip geleyim de­ nirdi. Elifi dolambaçlı çizmek gibi.

Laf: Lafla sözün ayırımı çok önemli. Sözde mantık ve gerekçe var. Lafta yok. Genellikle söz söylerim. Ama bir yer var ki, orada çok laf söy­ lüyorum: Sevdiğim kadının karşısın­ da durmadan laflayan bir adam olu­ yorum .”

İ V I de hiç duraksamadı: Hayır, hayır “ mizah” demedi... Bugüne dek öyle çok yazdı, öyle çok söyledi ki mizah üzerine. Aziz Nesin’ in mizahı değil, mizahın Aziz Nesin’i seçtiğini; onun için mizahın, halk ya­ rarına kullanılacak bir silah olduğu­ nu hep biliyoruz... “ Mizah” değil “ m utluluk” dedi.

“ Mutluluk: Yazdığım bir şeyi be­ ğenirsem, seversem çok mutlu oluyo­ rum. Ama çok sık olmuyor bu. Beni mutlu eden eserimin başkalarından

övgüye ihtiyacı yok”

Şu son tümcenin gerisinde bir si­ tem mi var, yoksa bana mı öyle gel­ di? Çok değil, üç dört yıl önceki bir konuşmamızda şöyle demişti: “ Eleş­ tirmenlerin hiçbiri, bunca kitabımdan biri için kötü, berbat bile demedi, yal­ nızca görmezlikten geldiler. Ondan sonra bir dergide beş şiirim çıktı mil­ let veryansın ediyor.”

“ Mutluluk” sözcüğünü geçmeden önce, son kitabından okuyorum: “ Aldıkça değil, verdikçe mutluyuz. Hiçbir şeyi olmayanın bile isteyince vereceği çok çeyi vardır. Kendinden vermek mutluluktur ama kendini ver­ mek en büyük mutluluktur.” (Bu söz­ ler Nesin Vakfı’na, oradaki çocukla­ ra ilişkin söylenmişti: “ Her yıl artı­ yor çocuklarım. Dünyanın en zengin dedesi oluyorum, öyle mutluyum ki... Mutluluğun daha çoğuna insan yüreği dayanamaz.” )

■ Sıra “ N” de mi? Aziz Nesin Abe- ce’si dedikse de sırayı altüst etmeme­ ye kararlıyız.

TVesin? Aziz Nesin’in, kendi­ sine “ nesin? nesin?” diye sormaktan ve ha bire bu soruyla karşılaşmaktan Nesin soyadını aldığını biliyorsunuz, değil mi.

“ Noktalama işaretlerini çok sevi­ yorum. En sevdiğim, resini yazılara, uluslararası antlaşmalara, savaş ilan­ larına ve benzeri resmi yazılara girme­ yen üç noktayla, ünlem işareti. İna­ nıyorum ki bu iki işaret, yukarda say­ dıklarıma girerse dünya barışa kavu­ şabilir. Sevi mektuplarında en çok

(7)

ge-“ En büyltk özlemim, bir orman.” '

çen noktalama işareti ünlem ve üç noktadır. Özellikle üç noktaya bayı­ lıyorum. Çünkü söylenememiş sözler sürüyor demektir.”

“ Nazım Hikmet: Paşakapısı Ce- zaevi’nden ben çıktım Nazım’ı getir­ diler. Hiç unutmam, onu ziyarete git­ tiğimde bir kavanoz da turşu alıp gö­ türdüm Çemberlitaş Turşucusu’n- dan. Neden turşu? Hiçbir mantığı yok... Sonra Nazım açlık grevine yat­ tı. Cerrahpaşa’ya kaldırdılar. Hasta­ neye onu görmeye gittiğimde çok ko­ nuştuk. O sıralar takma adla şiirler yazıyorum. Senin mi diye sordu. Evet dediğimde, yazma şiir, dedi. Nazım kibar bir adam. Kötü şiir yazanlara, asla kötü şiir yazdın diyemiyor. O sı­ ralar benim şiirlerim Nazım’ın kötü kopyasıydı. Nazım sen beni taklit edi­ yorsun, kötü kopya yapacağına hiç yapma diyemeyeceğinden yalnızca şiir yazma dedi... Nazım, ileride yazaca­ ğım bir konudur.”

rdu: Ben anti militarist bir yazarım ama orduyu ve askerliği sev­ diğimi söyleyince herkes şaşırıyor. Neden orduyu ve askerliği sevdim: Bana çok katkısı olmuştur. Kendi mantığı içinde insanları yetiştirirken oto disiplini verir. Kendi başımda bin tane amir varmış gibi kendimi denet­ leyebilirim. Çalışma gücümü de ordu­ dan elde ettim. Bir düşünceyi sonu­ na dek götürmek, disiplinli olmak... Bunları askerlikten aldım. Yüreklili­ ği de ordudan aldım. Korkuyu yen­ meyi... Dostluk dayanışmasını ordu­ da gördüm.,. Ama nasıl oluyor da bu

anlayışla yetişmiş askerler muhbir va­ tandaş arıyorlar, çok şaşarım. Ordu­ da en büyük alçaklık muhbirliktir. Nasıl insanı o hale düşürmek istedi­ ler! Radyoda sayın muhbir vatandaş diye ilan verdiler!

Ordunun olumsuz yanı da var: Tartışma, başkaldırı olanağı verme­ mesi...”

II

Ö zlem : özlemlerim hiç bitmi­ yor, tükenmiyor. Bunlardan pek kü­ çük bir parçasını gerçekleştirmeye ye­ ni başladım: Nesin Vakfı bunlardan biridir... En büyük özlemim ise... (Sanki bir sır verecekmiş gibi Aziz Ne­ sin... Tümcenin devamı bir süre son­ ra geldi:) En büyük özlemim ise bir orm an... İçinde geyiklerin koştuğu kocaman bir orman. Yaşlandıkça ger­ çeklerle yüz yüze geldikçe ormanım küçüldü küçüldü... Şimdi yine bir or­ man kurmak istiyorum. Ormancık da olabilir. 100 dönümlük yer bulsam yapacağım... Sonsuz özlemlerinden biri de tiyotra. Bir tiyatro kurm ak.” “ ölüm , benim yaşlılık duygum değil. Gençliğimden beri sürekli ka­ famın, beynimin içinde bir kıymık gi­ bi taşıyorum ölüm duygusunu. Ölüm­ den korkulur. Ama bu, paniğe kapıl­ ma olayı değil... ölüm de en çok şa­ şırtan, bacağın, kolun bedenin değil de yaşamda tüm öğrendiklerimizin, birikimlerimizin yok olması... Orta­ okuldayken, birkaç dil bilen bizden daha kültürlü bir arkadaşmız vardı. Menenjitten öldü. Aklıma ilk gelen şey, onun kültürü, bildiği diller nere­ ye gitti, oldu... Bunların gitmemesi­

ne çalışırsak, ölüme karşı gelebiliriz. Manevi varlığımızı sürdürmek önem­ li... Oyunlarımda, şiirlerimde bu te­ ma çok var.”

I de hiç duraksamadı: “ Polis en sevmediğim söz. Tür­ kiye’de bu sözü değiştirmek gerek. Millet öyle iğrenmiş ki o sözden, po­ lislere de yazık oluyor.

Politika: Askerler sık sık politika­ ya bulaşmamak gereğini söyleyip bu­ laşıyorlar. Bulaşmak kelimesinden de belli pis bir şey gibi... Politikaya bu­ laşmamak demek de bir politika. Dünyada politikasız hiçbir şey yok. Yemek yemekten aşka kadar. Ben ya­ şamım boyunca politika dışında hiç olmadım. Hep politik savaşım ver­ dim. Ama bu, güncel parti politikası değildi. Ben yazar ve sanatçıların parti politikasına katılmalarından yana de­ ğilim. Çünkü onun ayrı bir disiplini var. Parti politikası yapmak, yazarın kendini sınırlaması olur.

Politika salt politikacıların işi de­ ğildir. Havanın durumu yalnız hava durumunu verenlerin işi nasıl değilse, bu da öyle... Onun için yurttaşlar buyrun politikaya, diyorum.”

J l a k ı : Türkiye’de çok güzel şeylerin sayısı az. Çok güzel az şey­ lerden birkaçı şunlar: Dilimiz, mut­ fağımız, bayrağımız ve rakımız. Bun­ ları çok seviyorum. Rakı dünyanın en soylu içkisi. Rakı karıştırılamaz. Ba­ zıları suyla karıştırıyorsa da ben ne karıştırırak, ne ayrı ayrı suyla içerim.

Rüya: Uyurken yaşamayı, rüya sayesinde öğrendim. Kendimi hazır­ ladığımdan mı nedendir, uyur uyu­ maz, ya da yarı uykuluyken rüya gör­ meye başlıyorum. Ve rüyalarımı çok seviyorum. Kimilerini yazıyorum. Rü­ yanın güzelliği şurada: Rüya görme­ den uyuyorsak yaşamıyoruz. Görü­ yorsak uykuda bile yaşıyoruz. Ne gü­ zel şey rüya görmek. Yıllar önce öl­ müş olanla konuşuyor, sarılıyorsu­ nuz. Çocuk, öğrenci olarak yaşaya­ biliyorsunuz. Uçabiliyorsunuz. Sevin­ ciyle, üzüntüsüyle bayılıyorum rüya­ lara. Gerçeküstülüğü ilgimi çekiyor. Her gece görüyorum. Böylece daha çok yaşamış oluyorum.’

( ( Ç

(Jeçmek: Bir yazarın tüm ya­ şamı seçmektir... Yazarın işi, yığmak; yığdıklarından seçmek; seçtiklerin­ den sıralamak, düzenlemektir. Bu üç işlem yazarlığın teknik yanı... Bir de yaşamın kendisi seçmektir. Benim en başarısız olduğum yan da bu. Yanlış seçiyorum ya da seçemiyorum. Yazar­ lık seçmesini başarıyorum da, iş, ar­ kadaş, görev gibi seçimleri

(8)

becere-Aziz Nesin, arkadaşımız Zeynep Oral’la

miyorum. Özel seçmelerdeki yanlışlı­ ğım, herkese çabuk inanmam ve bol­ ca hayal kurmam. Kurduğum hayal- . 1er beni kandırıyor.

Seçim bir düzey sorunu. Politik seçimlerde hep yanılıyor Türk mille­ ti. Politik birikimin yeterli olmayışı, siyasi bilinç ve deneyiminin azlığı ve hak etmeden bazı haklara sahip oldu­ ğu için. Savaşımla elde etmiş olsalar­ dı, daha doğru seçim yaparlardı.”

ıJiir: Çocukluğumdan beri aralıksız çalıştığım edebiyat dalı. 30’umda Babıali’ye geldiğimde şiir ki­ tabı çıkarmak istiyordum. Ama çıka­ ramadım. Şimdi öyle sevinçliyim ki çı­ karmadığım için. 1936-42 arasında Yedigün Dergisi’nde şiir yazıyordum. Vedia Nesin adıyla. İlgi to p ­ layınca kendimi bir şey sandım. 1944’te kitap yapayım dedim olmadı. 1956’da “ 10 Dakika” adlı ilk şiir ki­ tabım çıktı. Kitapta görünce çok kö­ tü buldum şiirleri. Ya 3 ya da 5 bin adet hepsini yaktım. Şiire saygımdan yaktım... Uzun süre şiirlerimi göster­ medim, yayınlamadım. Kendi bağım­ sızlığımı, kişiliğimi bulmam gereki­ yordu. Bir de ekonomik neden var: Ben her yazdığını paraya çevirmek zo­ runda olan bir insandım. Fazla gül­ mece yazmamın nedeni talebin ona

gelmesi, şiire gelmemesi... “ Sondan Başa” , “ Seviye On, Ölüme Beş Kala” şimdi de “ Kendini Yakalamak” . Ne denli güzel şiir yazarsam yazayım. Türkiye ve dünya beni şair olarak ta­ nımayacak buna inanıyorum. Ama önemli değil. Şiir yazma gereksinimini duyuyorum.

Şaşmak: Dünyada en çok şaşan insanlardan biriyim. Her an şaşıyo­ rum. Ben yüksek elektrik okudum. Ama hâlâ uçağa, telefona şaşıyorum. Demek ki yaşama uygulanmamış bir yaşam. Menekşelere şaşarım. Biri bi­ rine benzemez. İnsan yüzü gibi... Toplumda insanlar şaşırtıyor beni. Hatta kendime de şaşıyorum. Dese­ nize şaşkının biriyim.”

İ İ T

1 ürkiye: Türkiye’yi sevmek

ne demektir? İnsan gerçek sevgiyi ge­ rekçesiz sever. Bize hep çocukluktan beri, güzel yurdum, güzel ülkem di­ ye öğretiyorlar. Sonra bir gün bir ba­ kıyoruz yoo güzel olmayabilir. İn­ sanlar annesini ya da yurdunu en gü­ zel en iyi olduğu için sevmez. Kötü çirkin olduğunu bilse bile sever. Sev­ mek, karşmdakinde kendini sevmek­ tir. Türkiye’yi de bizim olduğu için se­ viyoruz. Canımızı verme pahasına se­ viyorsak, Türkiye’de kendimizi sevi­ yoruz demektir. Bu da doğaldır. Ken­

dimle özdeşleşmiş görüyorum ben Türkiye’yi.

Tiksindiklerim: Üç şey: Kabalık, çirkinlik, bayağılık.”

İ İ J T

l/y g a rh k kesinkes tanımlana­ maz ancak nitelikleriyle belirlenir. Bence iki önemli niteliği vardır. 1) Te­ dirgin olmak. Uygar insan çirkinlik­ ten, bayağılıktan, kötülükten, pis ko­ kudan, çirkin görünümden, gürültü­ den tedirgin olan ve bunlara karşı tep­ ki gösteren insandır. 2) Şimdinin için­ de geleceği yaşamaktır. İnsan ne ka­ dar uzun zaman ötesini yaşıyorsa o kadar uygar demektir.

V

e bağlacına Orhan Veli düş­ mandı. Galiba Nurallah Ataç da sev­ miyordu. Türkçede ‘ve’ yok. Arapça. O yüzden mi bilemiyorum. ‘Ve’ yeri­ ne ‘ile’ kullanırlardı. Ben büyük bir sevgi beslemiyorum ama sevgisizliğim de yok, kullanma gereksinimini du­ yuyorum.”

U V

I alnızlığım: Kendimle kaldı­

ğımda yalnız olmuyorum. Hiç boş durmuyorum ki yalnız kalabileyim... Yalnızlıktan yakınmam yok, çünkü çocukluğumdan beri çok yalnız yaşa­ mışım. Yalnız mıyım değil miyim far- ketmiyorum. Bir de yazdığım tüm ya­ zıların kişileriyle birlikte yaşıyorum. Yani çok kalabalık yaşıyorum.

Yazmak: Mahmut Sadık’ı anlat­ mak için biri “ kalem elinde altıncı parmağı olmuştu” demişti. Bana ge­ lince galiba benim parmaklarım ka­ lem oldu. Parmaklarım kalemleşti. 85 kitap kolay değil... Kitaplaşmamış ya­ zılarım, kitaplaşmışların 4-5 katıdır... Gözlerimle ellerimi kaybedersem ga­ liba yaşayamam.”

“ Abece” nin sonuna geldik. “ Z ” deyip, bekledim...

« 7

£jorba: Ben bu sözü diktatö­ rün karşılığı olarak kullanıyorum. Yaşadığımız çağda, birçok kez zorba­ lık yönetimiyle karşılaştık. Hepimizin içinde bu hastalık bir ölçüde var ga­ liba. Yazarlar yazılarıyla kolayca dı­ şarıya vurabiliyorlar, bu yanlarını. Önemli olan bu ve buna benzer duy­ gularını insanın yok etmesi. Bunu kendi yaşantıma dayanarak söylüyo­ rum. Benim zorbalık dönemlerim ol­ duğu gibi bugün de ne yazık ki zor­ balık yaptığım oluyor. Bunu kendim ayrımsıyorum. Üzülüyorum. Kendi­ mi değiştirmeye çalışıyorum.”

“ Aşk” la başlamıştık. “ Zorba” yla bitirdik. A ’dan Z ’ye bu yolculukta Aziz Nesin’in daha milyonlarca söz­ cüğü var. Kim bilir, belki bir gün, sı­ ra onlara da gelir.

Taha Toros Arşivi

0 0 1 6 4 0 9 8 5 0 1 0

Referanslar

Benzer Belgeler

değer bulunan Süheyl Ünver'e 1 mil­ yon liralık parasal ödülü ön ü -,. müzdeki günlerde d ü zen len ip cek bir törenle v erilecek

nazesi Çarşam ba günü Şişli ca-“ miinde öğle namazı kılındıktan sonra gazetemize getirilecek ve burada kendisine son saygı du­ ruşu yapıldıktan sonra

Hat­ tâ, (Resimli Kitabın) bir fotoğrafçısının elinden makinesini bile aldılar. Fakat ben işi bir çalımına getirdim. Bir ağaca tırmandım istediğim gibi

bfl- * “ ■ hassa roman, hikâye dışında •debiyat üzerine İleri sürülmüş ö - klrlerin, terüddleria kitap halinde pek az müşteri buluşa bir çok

Bu çalışmada; orta tabakada okume yerine kızılağaç yada kayın kaplama kullanılması durumunda okume kontrplakların bazı özelliklerindeki değişmeler ile

doğmuş, Bahriye mek­ tebinden mülâzım ola­ rak çıkmış, sonra İs­ tanbul Sanayii Nefise Mektebini de

The aim of this paper is to investigate the cost of workforce loss caused by the accidents in construction building sites by using the statistics of three building

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın temel ilkelerine yan çi­ zen zamanın devletlilerini kırk sekiz yıl önce bu sa­ tırlarla uyaran Aybar’a verilen ödül, Zincirli Hürriyet’i