6 A Ğ U S T O S 1 9 9 8
□ VecihiTımuroğlu, S una A ras’ın şiirinden ha reketle bir poetika oluşturuyor... 7. sayfada
□ Jostein G a ard e r’la bizde yeni yayımlanan iki kitabı üzerine bir sö yleşi...8. say fada ü Sadık Arslankara, Erhan B ener’in “Yaralı
A şklarını değerlendirdi 12. say fada J Leyla Şahin, Felsefeci, Şair ve Rom ancı Afşar T im u ç in ’le “D ü şü n c e Tarihi” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi...16.sayfada
T
T- 5± 3L
o3
Cumhuriyet
MÎTT/UP
Her zaman genç,
her zaman "kendi
olan" bir yazar
Edebiyatımızın en ayrıksı yazarı Leylâ
Erbil’in bütün yapıtları yeniden
yayımlanmaya başladı. “Tuhaf Bir K adın’'
adlı romanı, “Eski Sevgili’’adlı öyküler
kitabından sonra “Zihin Kuşları” adlı
metinler toplamı Erbil’in “Bütün
Yapıtlarına D oğru” dizisinin ilk üç kitabı.
“Hallaç”, “G ecede”, “Karanlığın G ü n ü ”,
“Mektup Aşkları” ve yeni kitaplarının da
bir an önce yayımlanmasını bekliyoruz.
Leylâ Ebil’le yapıtları üzerine konuştuk,
Sennur Sezer arkadaşımız da bir
değerlendirme yazısıyla katıldı bu
söyleşiye.
LEYLA ŞAHİN
Î
9<W tabınızdan h a yli uzun bir sü re sonra, Zihin Kuşyılında yayım lanan Mektup Arkları adlı ki ları adlı kitabınız yayım landı. Okurlarınız y e n i ki tabınızın öykü ya da rom an olacağını umuyorlardı. O y sa bu kitabınızda den em elerin iz y e r alıyor.- Evet ama bu yolla “okurlarım ı” zarar-ziyana soktu ğumu pek sanmam! Böylece düş kırıklığına uğradılar demek istiyorsanız bağışlasınlar diyelim; hoş kendileri ne böyle bir vaatte bulunmuş da değildim. Zaten bizim edebiyatımızda öyle Batı daki gibi yazarıyla eklemlen miş, seçici, izleyici bir okurun varlığından pek söz edi lemez sanıyorum? Olsaydı, 1996’da Düşler ve Öyküler dergisinde benimle yapılan konuşmayı da bilirler ve böyle bir soruya gerek duymazlardı. Olsaydı, onlar da bu duygularını belirtecek bir davranışta bulunurlardı; örneğin yayınevime telefon ederek, “yazarları L. Erbil” neden hiç yayımlamıyor diye oturumlar düzenleyerek, bana telefonlar ederek beklentilerini belirtebilirlerdi, yani “okurlarım ” da beni düş kırıklığına uğratmış sayı lırlar! Üstelik bu arada bütünüyle bana ters düşen bir yazarın peşine düşüp bana ihanet etmiş de olabilirler!
Saka bir yana, roman en kolayıdır. “Zihin Kuşlan”yla dah a zor olanı yaptım; roman ve öykünün günahını çı kardım. Ellerindeki önemli bir kitaptır. Eh, bundan sonra sırada öykülerim ve romanım var, barışırız!
- im la işa retlerin e m üdahale ed en bir yazarsınız. Dili v e gra m eri edebiyatınızda h er zaman bilinçaltının e le g e çirilm esi am acıyla kullandınız v e bu n ed en le d e d il sizin
yazdıklarınızda sürek li d en en en , yoklanan bir malzeme. D enem elerinizde ise soru işaretlerinin çok luğu dikkat ç e kiyor...
- Belki de tersine, yetersiz imla işaretleri, gramer, dil
benim beynime müdahale ediyor? Ortaya çıkardığım metinler yani söylem, kısaca insan, (benim bazı insan larım) oyun bozan olarak Türk Dil Kurumu’nun imla kurallarına başkaldırıyorlar, ki işte bu da, insanların tü mü sakatlanmış, hastadırlar tezimi doğruluyor. Bildiği niz gibi imla kılavuzları normal (!) insanlar tarafından normal insanlara önerilir o vakit onların (normal sayıl mayanların ) dünyasına uygun birtakım işaretler icat ede rek yani sizin belirttiğiniz eylemi yaparak, normal insan lar için yapılmış olan işaretlere müdahale ediyorum! Daha önce başka yazarlar neden böyle düşünmemiş de bana bırakmışlar bu işi bilmem. Çünkü bu gibi yenilik
ler insanı sevimsiz kılar. Özellikle deliliği, düşseli, bilinç- dışını anlatan yazarların bunu gerçekleştirmeyi akıl et mesi gerekirdi. Çünkü bu yolla o kitaptaki kişilerin ken dini tanımlaması da, okurun onu anlaması da kolayla- şırdı düşüncesindeyim.
Örneğin, “Virgüllü ünlem !” Henüz bilgisayar tuşun da yok bu işaret. Yoktu. Ancak şimdi benim yayınevim (YKY), benim önerimle bu işi ciddiye aldı ve bilgisa yarda çalışan teknik arkadaşlarımızın çabasıyla bu be nim adı gelecekte belki de “Leylâ işaretleri”! !) olarak dünya dolayımına geçecek olan göstergelerim gerçek leştirildi! Burada bu vesileyle o arkadaşlarıma bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Bundan sonra bol bol deli söylemleriyle haşır neşir olma olanağı bulacağım de mektir!
işte yazar mı dili dener, dil mi (insan mı) yazarı değiş-C U U H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 4 2
O K U R L A R A Leylâ Erbil, 1931 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Kız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Ede biyatı Bölibnü ’nde eğitim gördii. Çeşitli kuruluşlarda çalıştı ve çevirmenlik yaptı.
Türkiye İşçi Partisi sanat-kiiltür bürosunda görev aldı. İlk hikâyesi
uğraşsa' 1936 yılında ‘Seçilmiş Hikâyeler Dergisinde yayımlandı. Dost, Yeni Üfuklar, Yeditepe, Ataç, Yelken. Papirüs gibi dergilerde yazdı. 1930 yılından bu yana, dilin oturmuş ke lime hâzinesi ve söz di zimi kurallarını değiştirerek, kısıtlı toplum düzenine başkıldırma niteliğinde, varoluşçu yöneliş ve temalarla yazdığı hikâyelerinde yeni bir biçim aradı. İlginç bir hıkâyeci olarak karşılandı.
“Leylâ Erbil, roman larında ve öykülerinde olduğu gibi, ‘Zihin Kuşları n da da, bizde kadının durumıı, cinsel lik. ve aşk üzerinde sürekli olarak, duruyor. Sadece biyolojik
f
ereksinime dayanan aba cinsellik, ve özle nen aşkın yokluğu, yazarımızın başlıca temalarından biri" di yor Selahattin Hilav“Zihin Kuşları"nın başına yazdığı ‘Çeşitle meler’de.
Türk Edebiyatının en önemli yazarlarından Leylâ Erbil’in tüm yapıtları Yapı Kredi Yayınları tarafından yeniden yayımlanıyor. Leylâ ErbiTle Sırma Koksal’in yaptığı bir söyleşi ve Sennur Se zer in Erbil’in
yapıtlarını değerlendir diği bir yazısı yer alıyor sayfalarımızda.
İnanılmaz sıcaklarla boğuşurken de kitapları eksik, etmeyin elinizden. TURHAN GÜN A Y
K t T A P
İm tiyaz Sahibi: Berin Nadi < Basan ve Yayan: Yeni cü n Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.5. Genel Yayın Yönetm eni: Orhan
Erinç Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet Cetinkaya Yazıisleri Müdürü: İbrahim Y ıld ız ; Sorumlu Müdür. Fikret İlkiz o Yayın Yönetm eni: Turhan Günay Grafik Yönetm en: Dilek Ilk o ru r,
Reklam: Medya c
ADİL BOZKURT
B
izim, başı başlangıcı yüzyılı bulan bir ye rimizi bulma çabamız vardır. Cumhuri yet döneminde ivme kazanan çabaları mız... Kimimizde, Atatürk'ün öncülüğünde/ izinde sevda oldu, kimimizde üstünde durul maz bir akım. Öteki bir kesim var ki onların hep karşısında kaldı. Bu çabalarımızın ereği; ay dınlanmadır, çağcıl olmadır. Çağcıl olma gi rişimlerimiz günü geldi Atatürk devrimleri- nin ölçeğinde, yol aldı; günü dolandı, karşı devrimcilerin ellerinde gerilere gerilere çekil di...Ne var ki, aydınlanma yolunun başının baş langıcının dil olduğunun ayırdında olanlarımı zın sayıları az. Bakınız yakın çevrenize, bakı nız uzağınızda oldukları halde, yazdıkları ile daha yakınınızda olanlara: İlericidirler, akılcı lıktan, bilimden yanadırlar. Gel gör bunların tümü Türkçenin anlaştınlmasında ilkeli ola mıyorlar, savaşım veremiyorlar... Dilin, düşü nebilmenin ortamı olduğunu özümseyeme- diklerinden, kendilerini bu çelişkili ikilemle rinden alamıyorlar...
Bi r de işin daha üzücü yanı, düşünürlerimiz, yazarlarımız içinde Türkçe üstünde duranı mız, Türkçenin içine düşürüldüğü kirlenme yi görenimiz, tepki verenimiz de azalıyor gide rek.
Ali Dündar, yazılarında, dil konularını işle meyi, avdın kişi olmanın sorumluluğu içinde, bilinçle sürdürüyor. Türkçemizin içine çekil mek istendiği karmaşa ile toplumsal tepkisiz liğimizi ele alan son yapıtının adı; “Yapay Os- manlıcadan YaratıcıTürkçeye”. Ali Dündar'ın içeriği, kurgusu sapasağlam olan bu yapıtını okudum. Yapıtı oluşturan her bir araştırma- inceleme boyutlu yazı, okurunda dil bilincinin oluşmasına katkısı olacak değerde. Bu özellik leri nedeniyle, kimi yazıları yineleye yineleye okudum. Yapıtın içeriği üzerinde diyecekleri mi belirtmeden önce yazarın ilkeli kişiliği üs tünde düşünmekten kendimi alamadım...
Köy Enstitiilii bir aydın
Ali Dündar, öğretmen. Köy Enstitülü, Ytik sek Köv Enstitüsü çıkışlı bir eğitimci. Eğitim cileri, bitirdikleri eğitim kumrularına göre gruplandırmanın hiç mi hiç peşine düşmedim. Bu tür bir bölümlemenin yararmı düşünmü yorum. Bana: “Nerelisin hemşerim?” demek gibi geldi bu tür değerlendirmeler... Bu doğ ru da, Köy Enstitülülerin çoğunluğunun ay dınlıkçı, Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçi leri oldukları da bir başka doğru. Yapay Os- manlıca'dan Yaratıcı Türkçeye’nin yazarı işte bu çizginin içinden gelmiş bir aydın...
Yapay Osmanlıcadan Yaratıcı Türkçeye’de Ataç m 1951 yılında Ulus’ta yayımlanan “Okurken” adlı yazısı “Önsöz Yerine” alın mış. Ataç’ın yazısı Dündar’ın araştırma-ince- leme yazıları toplamı yapıtına iyi bir önsöz ol muş. Ataç, (47) yıl önce yazdığı o yazısında., yazarın Varlık dergisinin Aralık 1951 sayısın da yer alan “Kuvrukludağı Odunu” adlı yazı sını incelemiş, değerlendirmiş. Alıntılar yap mış, yazıyı beğendiğini belirtmiş. “Böyle ter temiz bir düz yazı veriyor bu gençler” demiş. Yetmemiş: “Bu güzel yazıvı salt Falih Rıfkı Atay’ın değil, okullar için Türkçe yapıtları ha zırlayanların da görmelerini isterdim. Okut sunlar bunları çocuklara. Elem dilimizi öğret meye yarar, hem de gerçek yurt sevgisini aşı lar...” diye sürdürmüş yazısını...
Yazar, elli yıldan beri eğitimci, denetçi gö revlerinin yanında yazarlığını, aydınlık yolda savaşımını sürdürmüş. Kendisini de bir yazı sının bir yerinde tanımlamış: “Türkçesini ses bayrağı etmiş bir TG yurttaşıyım. Bir yandan anadillerinin Türkçe olduğunu söyleyip, öte yandan alttan alta Türkçenin kuyusunu ka zanların .karşısında olmaya gönüllü yazılmış biriyim.” (s.91)
Yeni yapıtlar üstüne yazı yazmak sanıldığı kadar kolay değil. Hele üstüne yazı yazılan ya pıt araştırma-inceleme yazıları toplamı ise iş daha da zorlaşır. Yapıtı oluşturan yazıların her birinde ele alınan konular, o konuların ele alı nıp irdelenmesinde izlenen yol, yazarın dili kendi başlarına irdelenecek Boyutlu konular dır. Bunlara ek başka bir elde tutulacak yön de böyle bir yazının yazılmasında güdülen amacın yerin deliğidir. Roman, öykü ya da di zin (sür) üstüne düşünmek, yazı yazmak daha bir ilkesi, oylumu belli çalışmadır. Ali
Dün-Bir kaynak yapıt
Yapay Osmanlıcadan
Yaratıcı Türkceve
dar’m son yapın ile benzerleri üstü ne çalışmak daha da nesnel olmayı gerektirin Hem daha nesnel düşü necek kişi yazısının başmda hem de her bir yazının içeriğine girilmesi - bu amaçlı yazıların oylumu elver mediğinden- olanaklı olmadığı için, yapıtta yer alan her bir yazının öte kilerle birleştiği/birleşmediği yerle ri bir bir ele geçirmek, değerlendir mek zorunda kalacaktır. Bunların tümünü kolay eden de
o yapıtın okunmasından duyulan taddır. Oku run, “Bu yazılar yazıl- masalar da olurdu’ duy gusuna kapılmamasıdır. Bizi, içeriği ile kurgusu üe örnek özellikli bu ya pıt üstüne yazı yazmaya bu özellikleri yönlendir di...
Yapay Osmanlı- ca'dan Yaratıcı Türkçe- ye'de biri Ataç'ın
“Ön-olarak algılıyoruz. Onun ıçu Yalı:
Ali D ündar birçok Türkçe
sözcüğü yazınımıza katıyor.
Türetilmiş, derlenmiş yüzlerce
söz sanatsal kullanım ortamında
yaşam bulmuş, kendini
kanıtlamış bu sözcükler,
m etinlerdeki kullanımları ile
taranmak, sözlüğümüze
aknmalı.
söz Yerine” öteki. M.
Güner Demiray’ın “Sonsöz Yerine: Türkçe Gençlere Çok İyi Öğretilmeli" başlıklı yazıla rın başında (36) araştırma-inceleme yazısı var. Yazılardan bireri 1979-1980,1994; ötekilerinin tümü 1996,1997 yıllarında yazılmış. Yazılar öncesinde dergilerde okurunu bulmuş. Top lum olmada dilin değeri; Türkçenin arıfaştırıl- ması her yazıda bir biçimde öne çıkıyor. Türk çe üstüne her avdının eylemli olması; Türkçe nin daha da geliştirilerek, sanat dili, dilim bi lim olmadaki yeteneklerine kavuşturulması, her metinde, bir başka bakış açısmdan ele alı nıyor.
Ali Dündar, yazılarında, konularını ele alma da ayrıntının içine düşmemiş. İnceleme yazı larını olabildiğince söz azlığı içinde ama eksik siz vermede örnek bir yol izlemiş. Bizi biz ol maktan uzaklaştıran, gelişmemizin ayakbağı Osmanlıcanın yapaylığını; onun verine Ata türk’le başlatılan dil devriminin değerini; di limizin, günümüzde, Batı dillerinin uğrağı edilmesinde kişilerin/ kurumların
aymazlığı--
%
rumluluğu kadar , dil bilincinin de oluşu nı bilimsel yaklaşımlarla gözönüne sermiş. X a- zıların toplamında, toplumda dil sevgisi, dil so- dar , dil bilincinin de oluşması gerçeği öne çıkarılmış.
Çağdışı yaklaşımlar
İki kıskaç arasında kalan Türkçe için bakı nız nediyor: “...Bilim dili, düşün/ yazın dili ol ma yolunda ilerleyen Türk Dili son sekiz on yıldan bu yana, iki koldan kıskaca alınmış du rumda. İslam ortaçağını aşamamış birtakım Osmanlıcı gerzekler, Atatürkçü Türk Dil Ku- rumu’nun ürettiği binlerce öztürkçe sözcük ve terimin yerini Ûsmanlı Jargonu ile değiştir meye çalışırken; Batılı olmadan Batı havranı kesilen birtakım yobazlar da, Batı kaynaklı her sözcüğü içeri buyur ediyorlar. Osmanlıcacı- lar, aralarında: Açmaz, aday, alan, algı, amaç, anıt, araç, aydın vb. öztürkçe sözcüklerin de bulunduğu binin üstünde terim ve sözcüğü ‘piç kelimeler’ olarak nitelerken; Batı’yı anla madan Batı havarisi kesilen kimileri de, arala rında: Ab abrupto, angaris, babushka, cabba- la, cafe, cafe noir vb. sözcüklerin de yer aldı ğı iki binin üstünde İngilizce, Fransızca, Al manca, Latince, Rusça, Japonca, İspanyolca sözcük ve terimi önümüze ‘O rtak Kültür Söz- lüğü’müz diye sürüyor.” (s.85).
Böylece ve benzer yaklaşımları ile Türkçe nin başına günümüzde de dert olan çağdışı yaklaşımları birer birer dile getiriyor.
Okumazlığımız ile bu durumumuzu besle yen konular da kimi yazılarda yerini bulmuş: “Okur vazar olduk ama okumaya henüz alı şamadık. Okumavı anlaksal bir uğraş olarak değil, boş vakit doldurma ya da haber alma
cin de kavram yaratamıyoruz. Yalınkat okumalarla geçiştiriyoruz. Bilgi edinmeye değil, fikir sahibi olma ya özeniyoruz. (...) Bu yüzden de ne bir sanat felsefesi oluşturabili- yoruz, ne de belli başlı roman bil gisi, şiir (dizin) bilgisi yapıtları üre tebiliyoruz.” (s. 186) Gençler için, Türkçe-Yazın Öğretmenleri için kaynak yapıt değerindeki Yapay Osmanlıca dan Yara tıcı Türkçeye’de oku- mazkğımız, yazı yaz madaki isteksizliği miz/ üretimsizliğimiz de ele almıyor, değer lendiriliyor. Bizim bu yazımızın oylumunu zorlama pahasına olsa bile, okumazlığıpıız- yazmazlığımız bizim dilimizin geliştirilme sine engel olduğu için, yazarın saptamalarına koşut boyutta değin me gereğini duyuyorum.
Dil bilinci salt söz-sözcük kullanma işi de ğildir. Dil; konuşmada, okumada, yazmada yaşam bulur. Dil, düşünmenin çepeçevre kav rayanıdır, kabıdır. Bireyin dilini kullanmada yukarı düzeylere ulaşabilmesi; anadili ile ön ce iç dünyasına , peşinden dışındakilerle ile tişim kurabilmesi, söz gelimi okuyabilmesi, eğitimi gerektirir. Dil öğretimi, Türkçe-Yazın eğitimi üstü açılmamış, bir örtük yammızdır bizim. O nedenle, okuyanlarımızın çokçası, metinsel bütünlüğün ayırdında olamaz. Öğ renciyi, Türkçe-Yazm eğitiminde gereksiz bil giler, tanımlar vb. bellemelere zorladığımız dan -öyle eğitildikleri için- bizim okurumuz, okuduklarında, en azından “nasıl anlatıyor” sorgulamasına bile girmez. Oysa her metnin kuruluşu, biçem özellikleri ele alınması, bu uygulamalarla çocuğun dilini kullanma düze yinin geliştirilmesi gerekir. Bizim eğitim sis temimizde, öğrenciye okutulan düz yazı olsun dizin olsun üstünde çalışılan metni, alanı tüm ce ile sonlanan, dilbilgisinin ölçeğinde çö zümlemeye yeltenmemiz, insanımızı okuma isteğinden öteliyor. Bir bütün olan m etin, an cak metinbilimsel verilerin içinde kalınarak çözümlenebilir. Okunan metnin sanatsal ile tisine ancak o metnin metinbilimsel verilere de dayandırılmış okuma eğitiminden geçiril mesiyle ulaşılabilir. İnsanımızı bu yönü öne çı karılmış Türkçe-Yazm eğitiminden geçireme- diğimizden, bizde, yüksek yüksek okulları bi tirenler de okumazlar...
Yazınımıza katılan sözcükler Ali Dündar’ın araştırma-inceleme yazıları toplamı yapıtında dolu dolu Türkçe sözcük yazınımıza katılmış. Türetilmiş, derlenmiş özellikli yüzlerce söz sanatsal kullanım orta mında yaşam bulmuş, kendini kanıtlamış. Ki milerinin bilip etmedikleri bu sözcükler, me tinlerdeki kullanımları ile taranmak, sözlüğü müze almmalıdırl.
Dilimizi ele almada, dilimizin öncesinde, şimdisinde içine düşürüldüğü/düşürüleceği, yapay duruma sokulması konularında aymaz lığa düşenlerin çağının bireyi olmadan yana, aydın olduklarım savlamadan yana inanclırıcı- kkları yoktur. Yapılacak iş, “gönüllü yazı lan '’ların yazılarını izleyerek, yapıtlarım oku yarak biknçlenmektir. Ak Dündar’ın Yapay Osmankcadan Yaratıcı Türkçeye adlı yapıtını Türkçe’den yana olanlara salık veriyorum. ■
Yapay Osmankcadan Yaratıcı Türkçeye / Alı Dündar / A raştırm a-incelem e Yazıları / Ardıç Yayınları 1998 /Sakarya Cad. No:l/59 Kızılay-Ânkara /203 s.
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 4 2
Kapak konusunun devamı... tiririn öyküsü.
“Soru işaretlerinin çokluğu”na gelince, iki nedeni var sanıyorum, ilki si zin gördüğünüz soru işaretlerinin birka çı “noktalı” değil şu yeni kazandığımız "virgüllü'soru” işaretleridir. Ancak, bil gisayardaki virgül karakteri sert olmadı ğından koyu değil silik bir çizgi gibi gö rünüyor ve göz onu nokta olarak algılı yor olabilir. Aksaklıklar var henüz, ile r de bilgisayar fabrikalarına da el atmamız gerekecek sanırım.
İkinci nedense benim düşünce yapım la ilgili. Okura anlatmak istenilenleri bir buvruk, bir “tebliğ” gibi sunmaktansa onlara da sormak ve düşünmeye katılma larını sağlamak amacına dönük. Bir de ortaya sunduğum görüşten ben de kesin lik ve güvenlik duymuyorsam gene soru işaretini kullanıyorum. Örneğin: “Bir ya zar gücü ne yapsın ki? Gerçek yazar güç ten de ünden de utanır; nasıl bir dünya nın kendisine onu sunduğunun farkın dadır?” (Zihin Kuşları, sayfa: 86.)
Burada yazılmayan, soru işaretiyle hal ledilen cümle şudur: Yoksa utanmalı mı yazar güç isteme hırsından, farkında de ğil midir dünyanın. Siz ne diyorsunuz? Başka nedenler de olabilir mi?
- Yaşanan koşullar kuşkusuz yazarın yazdığım da belirliyor. Üstelik bu b elirle m e yalnızca içerik, olarak değil, yazın tü rü olarak da d eğişim lere y o l açıyor. Bu açıdan baktığınızda, -son kitabınızda ed e biyat üzerine d e denem elerinizin y e r al dığını göz ön ü n e alarak soruyorum bu so ruyu- Tiirk edebiyatının durum unu nasıl görüyorsunuz?
- Kuşkusuz öyle; tarih, nesnel koşullar insanı belirliyor. İnsan düşüncesini, duy gusunu belirliyor, yozlaşmayı belirliyor; inancı, çarpıtılmış ahlakı, ikiyüzlülüğü... F. Nietzsche Hıristiyanlığı tanımlarken, “aklın bir yanma inen inme” diyor. (F. Nietzsche, Deccal. Türkçesi Oruç Aru- oba. Hil Yayınları.) İnsanlık b e n c e yir minci yüzyıl gibi yirmi birinciye de bu ya rım akılla, inmeli biçimde giriyor. Bütün umut, o büyük değişimden sonra, insan lığın bu inmeden kurtulduğu gün özgür aklın, bilimsel düşünce kılavuzluğunda gelişmesinde yatıyor. Sol mücadele de aslında bunun için var. Zihin Kuşları nda da bu konu üzerinde yeterince durulu yor.
- Sait Faik’d e Göz adlı denem enizde, ablanızla, vapurlarda karşınızda oturan kişilere ayaküstü dünyalar kurma oyu n u nuzu anlatıyorsunuz. Sanırım biraz düş lem e y e te n e ğ i olan herkesin h iç d eğilse bir d ön em oynadığı bir oyun bu. Ancak ede-• biyatın hâlâ bu göz lem ler üzerinden ku rulması h iç d e salık verilecek bir şe y d e ğil. Kuşkusuz bunu Sait Faik gibi bir us ta bambaşka bir şek le sokmuş, edebiyata dam gasını bu izlem edikle vurm uştu ama, sizin bu yolu n izinde olm adığınız da bili nen bir şey...
- Şaka yapmayın! Şimdi siz bana, Sait Faik’te Göz adlı denememin, okurlara “gözlem üzerinden edebiyat kurmayı sa lık verecek” kadar sığ bir düşünceye da yandığını söylemiyorsunuz değil mi?...
- ]orge Luis B orges’iıı Kibri adlı d e n e m enizde ise, edebiyat dünyasının akarla rından sözediyorsunuz. Kuşkusuz sana tın hiçbir dalı d iğerlerin den esinlenm ek - sizin sürdürülem ez. Tüm sanatçıların, b iç d eğilse bu işe ilk kalkışma dön em lerin de, hep sevd iğ i biri g ib i işler çıkartamaya ça lıştığına inanıyorum . Burada taklitçilik ile etk ilenm e, izini sürdürm e arasında bir ayrım var. Sonuçta, bu izini sürdürm e o l masaydı, zaten edebiyat akımlarından, sa natın birbirini izleyen çağlarından sözet- mek mümkün olmayacaktı.
- Sevgili Sırma Koksal, Hilmi Ya vuz'un, (Varlık Dergisi, Ekim 1997) Kül tür Üzerine adlı denemesini Orhan Pa* m uk’un, “nasıl evirip çevirip kendine mal ettiği ”nden yakınmasına karşı sizin
Levlâ Erbil
de, “sevdiğibiri gibi işler çıkartma” ma sumiyetini, hoşgörüsünü öne sürmeniz ne güzel, ne hümanistçe bir tavır. Ancak Yavuz, “hiç değilse ilk işe kalkışma dö- nem inde”ki bir müptediden değil bir profesyonelden, Pamuk’tan söz etmiş? Bense, “Tarihe bakmak, iddiaları izle mek, metinleri araştırmak külfeti yok tur ve önemli değildir burada, işe karış mama, karşı çıkmama, toplumun kabul lerine uyma eğilimi, tarihin vampir ruhu olarak yakalara yapışmıştır bir kez.” de mişim.
(Zihin Kuşları. Sayfa 48.) Ayrıca Bor- ges’in Kibri adlı bu denememde “inti halden” daha önemli odaklar vardır. Özellikle Borges’in “edebi hastalıkla rım” dediği konunun yazınsal önemi gi bi...
Bence yazıyı bir kez daha okumalısı nız, söz ettiğiniz endişelerin tümünün yanıtı var orada.
- Bu iki izleği, gözlem cilik ile akarlığı, bir arada düşündüğüm üzde g e n ç kadın yazarlar g eliy o r aklıma... Bir kısmı, bu di kiz oyununu hâlâ sürdürm eye çalışıyorlar. Ama, çe v r ey i taradıkları bakışlar pek d e k endilerin e ait değil. Yazdıklarında sizin
Zihin Kuşlan / Leyla Erhil / Yapı K redi Yayınlan /
172 s.
Eski Sevgili/ Ley la Erbil / Yapı K redi Yayınları /
160 s.
kuşağınız kadın yazarların izleri az buçuk göz e çarpıyor ama, bu izini sürdürm e d e değil. Hatta akarlık b ile değil, çünkü sîz lerin yazdıklarınızı d oğru dürüst okum uş olsalardı, yazdıkları birçok şeyin yıllar ön c e yazılmış olduğun u görürlerdi. En azın dan biraz daha başarılı taklitler okurduk. Belki d e yazarlarının adı anılmadan kul lanılan im geler kalmış akıllarında. Bu açı dan bakıldığında toplum b elleğ in d e y e r etm iş olmak g ib i bir başarısı var sizin ku şağınızın.
- Şimdi bu sorunuzla “gözlem”e karşı duyduğunuz tepkiyi biraz daha anlar g i bi oldum! Keşke bu röportajı siz benim le değil ben sizinle yapıyor olsaydım il ginç olacağını sandığım düşüncelerinizin alt katmanlarını ortaya çıkarsaydık. Ama bunu, izin verirseniz bir özel sohbete ba- rakalım? Kuşağımı övgüyle anmanıza te şekkür ederim ne ki bu kez ben, yeni k u şak yazarlar konusunda sizin kadar hoş görüsüz olamayacağım. Varlık dergisi nin öykü jürisinde olduğum için onlarla her an karşı karşıvayım. Aralarında, et kilendik dive adını saydıkları yazarlar dan daha dolgun bir özle, iyi bir dille, dikkatli ve tutumlu sözcük dağarcığıyla dikkatim i çekenler oluyor? Ama ad ver seydiniz onlar üzeri ne konuşabilirdik belki.
- K adın yazar ta nımlaması artık uzun bir sü red en b eri tartı şılmıyor. Sonuçta se s siz sedasız oturdu di lim ize bu kadın yazar tanımı. Bir kısmında bir özür g ib i yazarlı ğın ın başına otu ru yor kadınlık. Bazılarında ise bu biraz da yaza rın esas konusunun Tuhaf Bir Kadın /
Leyla Erbil / Yapı K redi Yayınları / 154 s.
n e oldu ğu hakkında fik ir v erici oluyor. Si zin d e kahramanlarınızın büyük ço ğ u n lu ğu kadın olmakla birlikte, h er iki anlam da da “kadın yazar" olduğunuzu düşün m üyorum . K adın yazarlarımızda g ö z e çar pan, toplum u n bir k esim i olarak, kadın olmalarıdır. K en d i k esim lerinin erk ek le riyle sözgelim i, başka k esim lerin kadınla rıyla oldu ğu n dan daha çok benzeşirler. Ancak kadın olm anın öz n elliğin d en d e uzak değildirler. Siz bu konuda daha çok n ered e olduğunuzu düşünüyorsunuz?
- Bu kadın yazarlarm da adlarını ver mediğiniz için ne düşüneceğimi bilem i yorum. Bir “gnostik” de sayılmam. Ka dın yazar konusuna Zihin K uşları’nda uzun boylu değinen bir söyleşi var. Ko nu çok yazıldı, biraz da kabak tadı ver di. Burada o sözlere ekleyeceğim , bu toplumsal deyimin, kadının toplumdan dışlanmışlığı ve ayrım cılık ortadan kal kana kadar edebiyatın dolayım ından kalkmayacağıdır. Bu demektir ki “sos yalizm gelecek kadın sorunları çözüle cek” beklentisinden cayılmıştır.
“Benim nerede olduğum a” gelince, doğrusunu isterseniz ben benzersiz ol duğuma inanırım. Bir de merhametten kurtulabilsem , bir de muhatap olm a mam gereken kişilere karşı alçakgönül lü olmaya çalışmaktan kurtulabilsem!
- E dilgen küçük, dünyaların s e v e c e n g ö z lem leriy le kurulan öyk ü ler hâlâ za man zaman karşımıza çıkıyor. B en k endi adıma bezginlik duyuyorum bunları okur ken. Hatta itira f etm em gerek irse, b irço ğu n u yarıda bırakıp atıyorum elim den . Sizin edebiyatınızda ise göz e çarpan, k en d i kahramanlarıyla tartışan bir yazar o l manız.' Hatta zaman zaman acımasız o l duğunuzu düşünürüm . Hasıl bir ilişki ku rarsınız kahramanlarınızla yazma aşam a sındayk en?
- “Edilgin küçük dünyaların sevecen gözlemleriyle kurulan öyküler” bana Çe- hov’u, Sait Faik’i çağrıştırdı. Sizin eliniz den attığınız kitaplar onlarınki değildir mutlaka. Benim gözlem konusuna duy duğunuz tepki üzerine söyleyeceğim şey gözlemin pek öyle yabana atılacak bir öge olmayışıdır, insan aklı kendini tüm
işlevlerinden soyutlayıp salt çıplak göz- I lemle sanat üretemez zaten. Bu durum kötü eleştirmenlerin gözlem gücüne yüklediği büyük misyondan kaynaklanı yor olmalı. Cıözlem gereklidir ama göz lem ham bir maddedir. Sanatın üretil mesinde rolünün ne kadar olduğu pek de belli değildir. Onu estetik bir ürün durumuna sokamazsak dünyanın en kes kin gözlemcisi de olsak elimizdeki kita bı fırlatacak duruma girebiliriz. Ama en iyisi öyle elden atılacak kitapları satın al mamaktır.
"Kahramanlarımla tartıştığım” nokta lar okuru ikna etme yöntemlerimden bi ri olmasın? Yazar mutlaka tarafsız olma lı derim. Acımasız davrandığım konu sunda size katılıyorum. Giderek demin sözünü ettiğim gibi yeterince katı ola madığımı sanıyorum. Edebiyat, yazarın kendisinin ne iyi bir insan olduğunu baş kalarına kanıtlayacağı bir çalışma alanı değildir! Ben gerçeğin her vakit öyle se vecenlikle, yumuşaklıkla ortaya çıkaca ğına, işe yarayacağına inanmam. Uydur malarla gerçeği örtbas ediyor olmaktan çok korkarım. Bu yüzden de birinci te kil şahısla yazdığım halde kendime itiraf eder, kötülerim kendimi, yani insanı kö tülerim? "H alde” diyorum çünkü kimi cin fikirliler yazdıklarımdan insanı değil beni çıkarmaktan pek hoşlanır! “Kah ramanlarımla” da bu yüzden hiç iyi iliş kiler kurmaya çalışmam. Yüz vermem onlara; sırnaşmalarına, beni kandırmala rına izin vermem pek. Hayatta olduğu mun tam tersi! Yüz yüzeyken insanların tüm kötülükleri oynamalarına ses et mem, seyrederim. Karşımdakinin art ni yetini anlamaz da davranabilirim! Bir likte olduğum bir ötekine seslenir gibi,
“ görüyor musun bak neler uyduruyor! ”, derim kendime; öyle zamanlar oiur ki, karşımdakinin oyununu sonuna dek ge liştirmiş olurum ve seyrine doyamam zı pırın !
- Edebiyatınızda beslend iğiniz kaynak lan fila n sorm ayacağım ama kim için yaz dığınızı soracağım. Gözünüzdeki okur na sıl biridir? N eleri tartışmak isterdiniz onunla, ya da sizin edebiyatınızda onun n eleri tartışmasını isterdiniz?
- Doğrusu ben kimin için yazdığımı artık bilemiyorum! İnsanlar için, onları kurtarmak için desem olur. Ama kimse için değil desem de olur. Vakit vakit yaz manın bana iyi geldiğini, rahatlattığını ayrımsadım. Kimi vakit de yazarken ca nımın ölesiye daraldığını, ağladığımı bi lirim.
Benim yaşamıma bir anlam katıyor yazmak. Belki yazından, dilden sözcük lerden iyi anlayan birkaç meslektaşım için yazmaktayım, belki bana salt kendi me yazmaktayım? Belki insanların tü münün yaralı, sakat olduğunu, kurnaz ve zavallı, berbat varlıklar olduğunu ge ne de onların benim sevecenliğime ge reksinimleri olduğunu, onları bağrıma basmam gerektiğini kendime kanıtlamak üzere yazıyorum? Kendimi her an yeni den üstün olarak yaratabilmek, yücelte bilmek üzere de yazıyor olabilirim? İn sanım ben de, yazdıklarımdan biriyim !
Valla ben okurumun benim gibi dü şünmesini değil sanatımı kavramış olma sını dilerim, ama bana ufuklar açacak, beni aşan, kışkırtan gerçekçi eleştirileri olmasını da isterim. Çünkü okurum bir yazar olmayabilir ama benden daha kül türlü olabilir.
- Dostluklarınız hakkında soru sormak sanıyorum öz el hayatınıza girm ek olm a yacaktır. Çünkü dostları v e dostlukları üzerine yazan birisiniz. Peki ama neden Türk aydınları m ahrem hir şe y g ib i sak larlar İlişkilerini v e yin e d e ortalık d edi kodudan geçilm ez ? İçim ize sinm iş hir c e saretsizlik m i hu da acaba?
- Bu sorunuzdan hiçbir şey anlama dım. Yanıtım dostlarımın varlığıyla övü- nebildiğimden ibaret olacak. Dostluğun ayıp bir yanı olacağını düşünemiyo rum ?»
Bir başkaldırı simgesi, Leylâ Erbıl'den
Zihin
ın ınııı«M im ıw ı«ıllH lH lit^^
SENNUR SEZER
L
eylâ Erbil, edebiyatımızda bir başkaldırı simgesidir. Söz dizimi ku rallarını değiştirerek, kendine öz gü işaretleri kullanarak, kadınların değil yazmak neredeyse düşünmelerine bile izin verilmeyen konuları deşerek yazdı yıllardır; Hallaç (1961), Gecede (1968),Eski Sevgili (1977) adlı öykü kitapları, Tuhaf Bir Kadın (1971), Karanlığın Gü nü (1985), Mektup Aşkları (1988) adlı
romanları edebiyat çevresinde tartışıl dıysa da bu tartışmalar geniş irdeleme lere ya da incelemelere dönüşmedi. Er-b il’in anlatımı ve Er-bakış açısı, edeEr-biyatı mızın bir içsorunu gibi algılanıp sessiz likte va da fısıltılarda bırakıldı.
çagn
Zihin Kuşları adını verdiği veni kita
bı bir denemeler toplamı. Bu denemele rin ve kitaptaki uzun söyleşinin, onu açıklamakta zorluk çekenler için önem li ipuçları içermesi, yeniden değerlendi rilmesini sağlar, dilerim.
Zihin K uşlarındaki denemelerin
önemli bir bölümü (VinteuiTün Sonat Andantesi, Annales 1996, Jorge Luis Borges’in Kibri, Sait Faik'te Göz, Yoldaş Ethem, Medya Medeia) ilk kez yayımla nıyor. “Özgün Bir Türk Edebiyatı var m ı?” Üzerine Düşünceler, Özgürlük At lası, Madrigaller, Müslüman Bir Ülkede Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü (!), Nâ zım Hikmet’i Yeniden Türk Vatandaşlı ğına Kabul (!) Etmeye Bu İktidarın H ak kı Var mıdır?, Bir Romanı Okurken Ço cukluğun Soğuk Geceleri, Benim Gö zümle Tezer Özlü (1942-1986), Hüma nizm Yeniden Ele Alınırken ve Söyleşi daha önce yayımlanmış metinler. M etin lerin sıralanışı ve işlediği konular, mızda ve coğrafyamız
da bir yazarın dünyaya bakışını, edebiyat anla yışım olduğu kadar, so runlarını ve konum u nu da saptamamızı sağlıyor. Dönemi de aydınlatıyor. Leylâ Er bil, edebiyatı ve edebi yat olaylarını, günü müzün sorunlarıyla birlikte yorumlayıp ir deliyor. Çünkü, o bir söyleşisinde de andığı gibi, nem Freud’e hem M arks’a inanıyor. Bu ustaların kuram ve yöntemlerini öykü kahramanlarına oldu ğu kadar, gerçek olay lara da uyguluyor. Top lumun kimi davranış larını, onlarla yorum luyor. Edebiyatımızda ara sıra tartışılan, etki lenme, alıntılama olay larını, üslup ve konu taklitlerini işlediği Jo r ge Luis Borges’ün Kib ri başlıklı denemesin de, bu tür tutumların kabul görmesini açık layışı bu tutumunun bir örneği sayılabilir:
“(...) Kimi vakit alan da bilmez ald ığın ı! Farkına varmaz? Belki o kertededir hayranlı ğı? Hepimizin başına gelebilir bu yol ama en der bir durumdur; yi nelenmez sık sık ve en der ve anlaşılır bir du rumdur.
Kimi vakit de fütursuzca çaldığı bili nen kişiyi, toplum kanıksayıp üzerinde durmaz olur, giderek kendisinin bir me tin hırsızı olduğunu bağıra çağıra açık layanı ağzı açık hayranlıkla seyreder top lum. Toplumu böyle olumsuz eğiten ya zarlar da vardır. Toplum bu; ne idüğü be lirsiz kavgan yaratık! Bunun bir arsızlık, bir ahlak sorunu olduğunu düşünmeyiz bile. Nasıl Ç iller’in yüzbinlerce hayranı varsa (kınayabilir miyiz onları?) ötekile rin de vardır ve toplum yolsuzlukla na sıl “ünsiyet kesbetmişse" paralelini ay nen yazın dünyasında da görmek olası dır? Zira diyalektiğin yasasıdır: Bir top lumun bir alanında temizlik, bir alanın da sefillik egemen olamaz.”
Yoktan var edilmiş bir edebiyat Leylâ Erbil’in denemelerinde sık sık değindiği eleştirmen tavrı, yazarın öz günlüğü ya da “irtihal” (çalma) alışkan lığı, edebiyatımızın Batı edebiyatından farklı oluşuna inanışından kaynaklanı yor:
“Bence, Türkçe yazılması anlamında bir Türk edebiyatı, özgün yazarları olma sı anlamında da özgün bir edebiyatımız vardır. Ancak bu edebiyat, Necati Cu- malı ve Demir Özlü’nün de işaret
ettik-vasaya egemen olmuş eleştirmenlere bağımsız olarak seçebilen okurlara sa hip, okurların gözlerinden kaçmış yete nekleri olgun ve yapıcı eleştirmenlerin ıs rarıyla var edebilen, Rönesans kültürü nün birleştirici etkileşimine uğramış bir edebiyat değildir. Bu edebiyat, bireysel denebilecek çabalarla ve karşısına çıka rılan anlamsız zorluklara karşın, kendi
Leyla Erbilin, 'Zihin Kuşlan' adını verdiği yeni kitabı bir denemeler toplamı
sine bireysel söylem alanları açaj sanki yoktan var edilmiş bir edebiyattır. Bu vüzden de kimin neyi ne zaman baş lattığı üzerindeki titizlikleri, ufak ya da büyük çaptaki “irühalleri” tepkiyle kar şılamaları doğal görmek gerekir? .(“Öz gün Bir Türk Edebiyatı Var m ı?” Üzeri ne Düşünceler) Erbil in, Türk edebiya tını, genel çizgilerle değerlendirmesi, yal nızca onun “doğrucu, atak ye pervasız kişiliğini tanımayanlar için doğaldır. Yıl- lardır, öykü ve yazılarıyla verdiği savaşı mı bilenler, bu başlangıcın da bir kavga nın peşrevi olduğunu sezerler.
Gerçekten, bu deneme, Leyla ErbiTin, kendisinin ve dile kendisi kadar emeği geçmiş bir kuşağın savunusudur. Daha doğrusu, bu kuşağı karalayan Orhan Pa- m uk’u irdelemesidir. Leylâ Erbil, Orhan Pam uk’u ve onu eleştirenleri “toplumsal haset’Te suçlayan Orhan Kocak’ı serin kanlılıkla ve soğuk bir alayla eleştirirken, kendine yönelen saldırıları, aynı can acı- tıcılıkla yanıtlıyor:
“(...) bu konuşmaların tümü de P a m uk’u bağlayan konuşm alardır deyip geçebilirdik ancak, O. Koçak’ın, O. P a muk arada bir tay tay durmaya ‘heves’ edecek diye beni hazır olda tutmaya kalkması yakışık alır m ıydı?”
Leylâ Erbil, yeterince değerlendiril mediğine inandığı, haklı da olduğu ya zarlığını ve edebiyatımızı yalnız bir tar tışmanın olanak verdiği yanıt ve irdele m elerle savunup açıklamıyor. Çağdaşı yazarlarm öyküleri üzerine yazdıklarıy la, onları yeniden yorumlamamızı da sağ lıyor. Bu tür çalışmaların en önemlileri bence, Onat K utlar’m üslubu üzerine yazdığı M adrigaller ile Sait Faik üzerine yaptığı ilginç çalışma: Sait Faik’te Göz. Edebiyatın, toplumun yöpelimleri üzeri ne yapılan çalışmalar arasında aykırı gi bi algılanabilecek bir bölüm de yer alı yor Zihin Kuşları’nda: Annales 1996. Bu metin, “Aydın Uğur 63 üncü günde, Al- tan Berdan Kerimgiller 65’inci günde, İlginç Özkeskin 66’ncı günde,Hüseyin Demircioğlu 67’nci günde, Ali Ayata 67’nci günde Müjdat Ya- nat 67’nci günde, Tahsin Yılmaz 68’inci günde, Ayçe İdil Erkmen 68’inci günde, H icabi Küçük 69’uncu günde, Yemliha Kaya 69’uncu günde, Os man Akgün 69’uncu günde, Hayati Can 70’in- ci günde ÖLÜM ORU CUNDA Ö LD ÜLER!” bölümüyle başlıyor. Ce- zaevlerindeki ölüm oruç larını, bu oruca yatanları destekleyen 100 yazarı, ölümleri durdurmak için başlatılan yazar girişim i ni anlatan bu yazı, yaza rın örgütlü olma, örgütü nü kontrol edebilme ge reğini vurgulam ası açı sından önemli bir belge.
Leylâ Erbil’in toplum sal olaylar karşısındaki tavrını da aydınlatan bir belge. Çünkü, Leylâ Er- b il’in seçtiği anlatım, onun tarihi ve toplumu irdeleyişi konusunun göl gede kalışına da yol aç mıştır. Leylâ Erbil, “insa nı anlatmakta artık yeter siz kalan dili, kalıpları de ğiştirirken” karmaşıklaş- tırmıştır dilini ve kurgu sunu. Çünkü anlatmayı seçtiği insan “yaralı, inci tilmiş ve norm aldışı”dır. Böyle bir kişilik de alışıl mış ve kolav algılanır de ğildir ki, öylesine yazılsın.
Tuhaf Bir Kadın Leylâ Erbil, yalnız top- lumumuzu değil, tüm in- *
sanlığı da uygarlık tarihiyle bozulmuş, hastalanmış sayar. Bizim toplumumuz ise “üretim ilişkilerindeki çarpıklığın dı şında t...) din kökenli hastalıklarla da do ludur.” “Yazarlık kadar siyaset düşünce leriyle içiçe büyüyen” bir kuşaktan olan Leylâ Erbil, bu hasta toplumu ve hasta toplumun sakatlanmış kişilerini doğru dan irdelemeye Gecede (1968) deki öy külerinde başlar. Odağında çoğunlukla bir kadının bulunduğu bu öykülerdeki eleştirel-ironik bakış, bence Tuhaf Bir
Kadın (1971) ve Eski Sevgili (1977) ile
genişleyerek tarihsel bir dönemi kapsar.
Karanlığın Günü (1985) ve Mektup Aşkları (1988) ile yakın tarih de Erbil’in
süzgecinden geçecek, değerlendirilecek tir. Ben bu önemli beşliden, son günler de yeni basımı yapılan Tuhaf Bir Kadın ve Eski Sevgili üzerinde durmak istiyo rum.
Tuhaf Bir Kadın, yaklaşık 1950-1970
dönemine tarihlenebilecek bir dönemin anlatısı. Yaşadığı kalıpları kırmak, değiş tirmek ve değişmek isteyen bir genç kı zın aile ve arkadaş ilişkileri çerçevesinde anlatılan öyküsünde, sınıflar, değer yar gıları ve aydın yanılgıları da sorgulanıyor.
Kendi kişisel sorunlarını aşamayan, ai le kişilerinin de halk olduğu gerçeğine yaramadan, sovut bir halkı aydınlatmak sevdasına tutulan genç kadın, teorileri ne tutkun olduğu kişileri düşsel aşıklar olarak algılamaya başladığı bir bunaltı ya varacaktır sonunda. Entelektüel çev rede eşitlik tutkusuyla meyhanelerde ye- ralışının yanlış değerlendirişiyle başla yan yalnızlık çemberi, piyanosuyla göç tüğü gecekondu mahallesindeki seyirlik nesne oluşuyla tamamlanacak, kadın ol maktan kişi olmaya bırakılmayışı, çözü me ulaştıramadığı cinsel sorunları onu sanrılara götürecektir.
Leylâ Erbil, Tuhaf Bir Kadın da, top lumun değer yargılarının fanusuna kapa tılmış Nermin’in çevresindekileri de amansızca yargılar. Gördükleri her ka
Erbil, Tuhaf Bir Kadın adlı kitabında 1950-1970 bir dönemi anlatıyor.
dınla ilgili cinsel fanteziler üreten vazar- çizer takımı, emekçi olduğunun avırdın- da olmayan emekçi ve yaşamını çevresi ne göre düzenleme, görünüşü kurtarma peşindeki kadınlar gerçeklikleriyle sap tandıkları tarihi aşarlar. Günümüze ge lirler. Öykü, sanki yeniden yeniden ya şanmaktadır.
Eski Sevgili deki iki uzun öykü, Bunak
ve Eski Sevgili, Tuhaf Bir Kadın a ek lemlenerek. onu tamamlıyor. Eski Sev-
gili’nin Nigar’ı Tuhaf Bir Kadın m bir
çeşitlemesi. Eski sevgili Salih de Ha- lit’ten çizgiler taşıyor. Sevdanın sınıfsal uzaklıkları aşmaya yetmemesinin de acı bir alayla yerildiği bu anlatı, entelektüel çevrenin, onun ilericilik kuruntusunun da ironisi. 1971 12 M art’ının bir yansı ması .
Oğlunun gerillalara katılışıyla ruhsal durumu sarsılan yaşlı kadın, onun ko nuşmalarını, tutuklanışını ve vuruluşunu anımsar. Ancak bu anımsamalar, yitmiş zihin düzeni yüzünden kimi zaman düş ler kimi zaman kâbuslarla içiçedir. Hep kendi durumunu kurtarmaya alışık, iç güdü niteliği kazanmış özsavunması, k i mi zaman analık duygularının üste çıkı şıyla çatışmakta, birbirini tutmaz sözler le çektiği uzun söyleve traji komik bir nitelik kazandırmaktadır.
Leylâ Erbil, Bunak’taki kadının düş ve karabasanlarının başına eklediği ressam adlarıyla, çizdiği tablolara ayrı bir kim lik kazandırmakta:
“ (Pablo Picasso) Madenden bir zar gi bi gergin gök. Durmadan dönen bir uğultuyla, bir sesle yarılıp saydamlaşı yor: ‘Oğlum o, o benim oğlum! ’ Ses ini yor gök katlarından, eriyen zarın altın dan ateş tarlaları görülüyor, gök korları nı bozkıra savurup kavuruyor dağı taşı, ne kafesi ne alayı seçebiliyorum artık her şeylerin hafifçe kendinden soyulduğu nu, alevlenip tutuştuğunu görüyorum. Cehennem bu, yanacağız. Bütün günah kâr kullar cayır cayır yanacağız diyorum. Uğultu dağı ta şı kaldırıyor. ‘Oğlum o be nim, o benim oğlum !’ Ateş ten ve ışıktan körleşen gözle rime bir karartı oturuyor, aralı yorum kirpikle rimi: Gökyüzü nereden çıktığı belli olmayan kapkara kuşlar la kaplanıyor.” Bir toplumun çığlığıdır Bu nak'ta yükse len. Toplumsal bir bunalmanın y k arab asan ları dır. İzleri hâlâ görülen...
Eski Sevgi- li'dcki Biz İki
Sosyalist Erkek Eleştirmen öy küsü ise, Er- bil’in edebiyatı mızın kadın ya zar değerlendi rişini, bir kez daha irdeleyişi- dir. Bu öykü, Zihin Kuşla- rı’nda yer alan metinler ve özellikle Söyle şi ile okundu ğunda inanıl maz bir somut luk kazanıyor.
Zihin Kuşla rı, Leylâ Erbil’i okumak için ye ni bir olanak. ■ dönemine tarihlenebilecek
A
iıgırdıç Mûvgosyûn dcın Biletimiz İstanbul d Kesildi
Allahsız Kalem!
M ıgırdiç Margosyan üçüncü
kitabında Diyarbakırlılığını
ve Ermeniliğini unutmadan,
Dicle kıyılarından Cennet e
ve Cehennem ’e uzanıyor,
ustasına uzun bir selam
sarkıtıyor, dar sokaklarda
fırına gidip, okurların iştahını
kabartıyor yine...
RAGIP DURAN
K
adir kıymet bilmez Türk medyası, Margosyan gibi, kitapları onlar ca baskı yapan, yepyeni soluklu bir yazara haftalık köşe veriyor, sonra da ipsiz sapsız okur mektuplarına yer verip kendi yazarını dini fanatizme hedef gös teriyor. Margosyan ustanın böyle hafif salvolardan etkilenmeyeceğini onu tanı yan bilir ama yine de hoş değil, bu ken di yazarına düşman gazete yöneticileri nin yaptıkları.Köşe yazarı-gazete yönetimi-okur üç genindeki bu Bizans oyunu cereyan ederken cennet yeşili kapaklı bir kitap geldi bizim buraya: “B iletinin k od ese ke sild iği şu sıralar, sen i yalnız bırakmak is tem edim . Sabır ya sabır” diyordu Mar- gos. İlk kitabından bu yana sıkı bir Mar- gos okuru olarak, kitabı hazmede haz mede yavaş yavaş okudum ki, hem key fine varayım hem de zevki uzun sürsün. Kitabın tizim burada başka okur aday ları olmasına rağmen...
Yerel bir ses
Bu üçüncü kitabın ilk ikisine oranla bazı farklılıkları var: Gavur Mahallesi ve Söyle Margos Nerelisen’de kısa film senaryoları gibi görselliği yoğun metin ler vardı. İlk iki kitabın okurları, ilk sah nelerde görselliği yine buluyor Bileti-
miz’de ama bu kez, Margos’un diline bir
d e n g b e jgelip yerleşmiş sanki. Geçenler de bir yabancı gazetede Kahire'deki kah velerde öykü-masal anlatan yaşlı amca lardan birinin fotoğrafını görmüştüm.
Biletimiz’i okurken o fotoğraf çekildi ye
niden. Margos amca, bir masanın üstü ne konmuş iskemleye oturmuş, elinde bir kitap, arada sırada gözlüklerini çıka rıp nargile ya da kahv e içen dinleyicile rine bakıyor. Ulu Cam i’nin önündeki kürsülere tünemiş Ermeniler, Kürtler, Museviler, Süryani ve K eldaniler usul usul dinliyorlar kendi öykülerini. Arada bir, Ermeni'nin biri ya da bir Hıristiyan "Ape Margos, o kadının adı Mari değil Hayganuş” diye tekzip iddiasında bulu nuyor.
Görselliğe çok eklenmiş. Şiveli bir ses, çok yerel bir ses bu. Dipnotlarla açıkla nabilen yerel deyimlerin sesi Diyarbakır sıcağı gibi içine işliyor okurun. Dikkat edilirse Biletim iz'deki öykülerde eşan lamlı sözcükler çok sık geçiyor. Tekrar lar var ikide bir. Yazı dilinden çok, gün lük konuşma tarzı egemen metinlere. Neredeyse Margos omzuna almış bir tey bi, dolaşırken Hançapek’de gizlice kay detmiş konuştuğu herkesin ses ve cüm lelerini. arada bir yaklaştırm ış ağzına mikrofonu yorum ve açıklamalar ekle miş kasete. İç konuşmaları bile kaydede- bilen bir teybi varmış Margos’un. Sonra da harfine dokunmadan çözmüş bandı. Biz de Tanrı’nm okur kulları olarak, oku yup dinlerken bu kasetleri ve band çö zümlerini gitmişiz D iyarbakır’a, Havva Anamızla Adem Babamızın yanına. Araş Yayınevi bize bedava bir hizmet olarak da Ermenice, Türkçe, Kürtçe bilen pek
Biletimiz
kaliteli babacan bir rehber vermiş hiz metimize. Çocuktan önce fırına gidip et rafı kolaçan edebiliyoruz. Göğe bakıp Adem-Tanrı zirvesine gözlemci olarak katılabiliyoruz.
B iletim iz’deki ikinci özellik, M ar gos’un Diyarbakır dışına çıkması. Bir öy küde Havva-Adem-Tanrı üçlüsünün maceralarını, Margos, Antik tiyatrodaki anlatıcıların tarzıyla aktarıyor. Biz okur lar da koro durumundayız çünkü o ka dar canlı, o kadar renkli ki M argos’un anlatımı, Halit Kıvanç’ın en güzel nak len futbol maçı ya da Eşref Şefik’in en heyecanlı güreş karşılaşmasının naklen yayını bile yanında sönük kalır. Okur da kendini Havva ile Adem ’in sohbetini sürdürdüğü mekânda hissediyor. M ar gos, bu öyküsünde öyle ince bir mizah la Allah’ı, Tanrı’yı, dini, kadını, erkeği anlatıyor ki, Diyarbakır şivesiyle “Uleen cilansız" diyesi geliyor insanın.
Yarı-belgesel'in edebiyat temsilcisi İkinci yeni öykü yöresi ise biletin ke sildiği İstanbul. Sahil yolunu ve Kumka- pı’yı tanıyor okur. M ıgırdiç belgesel si nemacıların yaptığını yazında yapıyor neredeyse. Belki de belgeselden çok, “Cinerna D ircet” tabir edilen Joris Ivens’ın kurumsallaştırdığı yarı-belgesel türün edebiyattaki temsilcisi Margos. Ölmüş bitmiş acıklı ya da sevinçli bir geçmişi sözcüklerle canlandırıyor yazar. Margos’un Diyarbakır’ı bilmeyen tanı mayan okurları da, artık bir an önce oku duklarını görmek için bölgeye gitmeye can atıyor olsalar gerek.
Biletim iz’e başlarken benim beklen tim başka öykülerdi. İpuçlarını M ar gos’un köşe yazılarında bulduğumuz iki yeni alan var: Doğum kentinden anadi lini öğrenmek için genç yaşında ayrılan Margos, yaklaşık kırk yıl sonra yeniden D iyarbakır’a dönmüştü. Diyarbakır Re- visited. Ondan sonra birkaç kez daha gitmişti ana kentine, kitap imzalamak, söyleşilere katılmak için, 40 vıl sonraki Diyarbakır’ı M argos’un dördüncü kita bında okuyacağız herhalde. Margosse- verlerin bu dördüncü kitaptan bir baş ka beklentileri daha var: Anadolu'dan 1915 sonrası yani meşhur kafle olayların dan sonra M arsilya’dan Lyon’a, Los An geles’ten San Fransisco’ya kadar yayılıp dağılan Ermeni kaçarların çocuk ya da torunlarının M ıgırdiç öyküleriyle ilgili izlenim, yankı ve tepkileri. ■
Biletimiz İstanbul’a Kesildi / M ıgırdiç
M argosyan / Araş Yayıncılık / 102 s.
S A Y F A
6
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 4 2İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi