C U M H U R İY E T /9
D U YD U K/G Ö RD İJK
Yavuz Özkan Paris’te 6 yıl kaldıktan sonra gördüğü Türk filmleri için ‘bayağı iyi çalışmalar” diyor.
Ş .
yıldan beri Fransa’da yaşayan yönetm en Yavuz
Özkan’a göre:
“Burada film yapmak,
canını dişine takmak..”
s
« r
rra n s a ’da yapılan bir maliyet
hesabında 2 milyon franga varan
sosyal haklar bölümü vardır.. Bizim
parayla 260 milyon tutuyor ki, burada
o rakama 3 tane film çekilir.."
Yavuz Özkan, yakın geçmişte başarılı Türk filmlerine imza atan tanınmış bir yönetmen.. "Yarış”, “ Maden" ve "Demiryolu” adlı filmleri yönettikten sonra Fransa’nın başkenti Paris'e giden ve orada yerleşen Özkan, 6 yıl sonra kı sa bir ziyaret için yeniden yurda döndü.. Paris1 ten ayrılmaya niyetli olmadığını öğrendiğimiz yönetmenle, bu hafta Türk ve Fransız sinema ları üzerinde konuştuk.
— Sayın Yavuz Özkan, siz Türkiye’de başarı lı filmler çevirdiniz. Başarınızın bir kanıtı da sa nıyorum "Maden” in aldığı "Altın Portakal” ödü lü.. Bu filmin Fransa’da da gösterime girdiğini öğrendik.. Önce, neden Fransa’ya gittiniz ve yerleştiniz? Onu öğrenmek istiyorum.
— Demiryolu’nu da çektikten sonra yeni bir proje üzerinde çalışmaya başlamıştım. Uzun bir zaman aldı. Fakat onun şartlarını dilediğim bi çimde oluşturamayınca canım sıkıldı. Biraz da dünyayı göreyim diye, daha iyi düşüneyim di-ye çektim gittim.________________________
“İDARE ET ABİ"_____________________
— Neydi Türkiye’deki şartlar? Niye canınız sı- K.lmışt!?
—Bir şey düşünmüşsünüz mesela.. Yapım cı "Bu olmaz, maliyeti çok yüksek” diye başlı yor. Ya da "Yok bu olmaz, sansürden geçmez”,
“60
yılından
başlayıp, özellikle
807/ yıllardan
itibaren bütün
Avrupa'da
dehşetli bir
düşüş var
sinema
seyircisi
açısından. . . »»
"Şu olmaz, bilmem ne” gibi.. Senaryo çıkınca ya kadar zaten her şey değişiyor. Her şeyin de ğişmesine rağmen ortaya yine de bir senaryo çıkıyor. Onun gerçekleştirilmesi aşamasında da prodüktörle yönetmen arasında yeniden çatış malar başlıyor.. Bir sahne için üç tane adam is tersen, "üç adamı ne yapacaksın, bir taneyle idare et abi.” “ Olur mu?”, “ Olmazsa batarız, çıkarız” derken ortaya ilk anda düşünülenin dı şında başka bir şey çıkıyor.. Bunlara dayana madım..
— Peki Fransa’da sağlayabildiniz mi aradığı nız koşulları?
—Yok, orada da sağlayamadım. Şöyle: Bir kaç kez filme başlamanın eşiğinden döndüm. Üç ayrı firmayla anlaşmalar yaptım, ama bir sü rü aksilik çıktı, yattı. Ama bu aksilikler bizdeki-lerden çok farklıydı.______________________
DEHŞETENGİZ BİR YER_______________
—Neydi bu aksiliklerin nedeni, sizin Türk olu şunuz mu?
— Hayır, hiç onunla ilgisi yok.. Para bulmak meselesi.. Ve Paris’te bu konuda inanılmaz ola naklar var.. Devlet yardım ediyor, televizyon yar dım ediyor, prodüktörler var.. Ama Paris deh şetengiz bir yer.. Dünyanın bütün sinemacıları orada.. Afrika’dan, Çin’den, G. Amerika’dan ge len bütün sinemacılar orada.. Herkes benim aradığım şeyi arıyor.. Halbuki Fransa’da 20 ta ne prodüktör varsa bunların 10 tanesi iyi film yapabilecek potansiyeldedir. Benim prodüktör lerim de kendi olanaklarıyla filmi kotarabilecek durumda değillerdi. Oradan buradan para ara mak durumundaydılar..
—Sizin bu anlattıklarınızdan çıkardığım ka darıyla prodüktörler her zaman paralı insanlar değil galiba..
— Prensip olarak prodüktör cebinden para koyan adam değildir zaten. O organize eder. Bu nedir? Televizyonla iyi ilişkileri var, dağıtımcı larla iyi ilişkileri var. Dünya sinemacılarıyla öy le.. O ilişkilerden kaynak yaratıyor..
— Fakat sanıyorum Carlo Ponti gibi çok zen gin olup bütün parayı cebinden karşılayan pro düktörler de var..
— Ponti'nin de cebinden para koymasına ge rek yok artık. Zaten istediği oyuncuyu, istediği yönetmeni alabiliyor. Filmi baştan satıyor. O pa-rayla da filmi yapıyor.____________________
BİZDE DURUM"
_____
— Bizde nasıl oluyor bu işler?
— Bizde böyle değil. Mesela ben Maden fil mi için 3 yıl uğraşmıştım para bulmak için..
— Sonra nasıl buldunuz?
—Kimse ilgilenmedi önce.. Sonra Cüneyt Ar kın, Tarık Akan İkilisiyle kontrat yapınca bu kez tam tersi oldu. Bütün dağıtımcılar "aman be
nimle anlaş" diye sıraya girdiler. Yani iki starı bir araya getirince para bulmak zor olmadı.. Fransa’da dediğim gibi, ama giderek zorlaşıyor artık. Çünkü 60 yılından başlayıp özellikle 80’li yıllardan itibaren bütün Avrupa’da dehşetli bir düşüş var sinema seyircisi açısından..
— Burada da var.. Neye bağlıyorsunuz bunu siz?
— Bir, televizyonun büyük etkisi var.. İkincisi yaşam her geçen gün biraz daha güçleşmek te.. Bir de insanlar çok hızlı bir biçimde depoli- tize oluyorlar ve kendi içlerine kapanıyorlar. Yani evine kapanıyor, televizyonunun düğmesine ba sıyor. .
—O zaman sinemacılar da televizyona kay şalar..
— Kayanlar var, ama ben mesela sevmiyorum televizyonu.. Mutlaka uzun metrajlı ticari piya saya film yapmak istiyorum.
TV VE SİNEMA
— Nedir bir sinemacı için televizyonun sine madan farkı?
—Çok farklı... Televizyon filmini seyrederken insanlar gecenin bir saatinde oturuyorlar, yarı konuşarak, yarı içki içip sohbet ederek filmi sey rediyorlar.. Ekran zaten küçük, her şey daralı yor, küçülüyor. Hiç kimse dikkatli değil. Bu be ni çok rahatsız ediyor.. Gidip parasını ödeyip, salonda ışıklar söndüğünde, karşısında koca man bir ekranda gördüğünü dikkatle, başka bir şey düşünmeksizin seyretmesi başka. Bu be nim için çok önemli..
— Buna karşılık televizyon da çok daha faz la kişiye seslenmiyor mu?
—Sesleniyor da ne oluyor.. Televizyonda bir yığın kanal var. Bir birine bakıyor, bir diğerine bakıyor.. Ve sonuç ne oluyor? Bilmiyoruz. So nuçlarını görmüyoruz. Kaç kişi seyretti mese la.. Öbürünün sonuçlarını görüyoruz. Kaç kişi geldi, gişesi ne oldu, kritikler çıkıyor.. Üzerin de konuşuluyor. Değeri ortaya çıkıyor. Televiz yon filmlerini üç tane TV dergisi veriyor. "İyi dir, seyredin” veya “ Şu kanaldakinden daha iyidir” gibi kıyaslamalar... Hepsi o kadar.. Bun ları çok ciddi bulmuyorum ve beni rahatsız edi yor. Ben de Fransız Televizyonu için bir film yap tım, ama buraya duyurmadım bile olayı. Hiç önem vermedim.
PRATİK ÇÖZÜM
— Peki asıl filminiz, yani projeniz ne oldu so nuçta?
—Onu şöyle yaptık: Orada, yani Fransa’da baktık ki maliyeti düşüremiyoruz. Ben o zaman düşündüm ve talip olan adama dedim ki: "Ben bu filmi Türkiye’de çekeyim.. Film şu maliyete çıkar..” Önce inanmak istemedi.. Burada bir fil min kaça çıktığına bir Fransız inanamaz.. Na sıl olur diyor.. Çok ucuz geliyor ona.. Adamla rın laboratuvar parasına burada bir film yapılı yor..
—O ucuzluğu sağlayan nedir bizde? — Burada emek ucuz.. En basit örneği.. Fransa’da yapılan bir maliyet hesabında — ki 15-20 milyon franktır— 2 milyon franga varan sosyal haklar bölümü vardır.. Yani çalıştırdığınız adamları sigortalıyorsunuz vs.. Bu sosyal hak lar için 2 milyon frank ödüyorsunuz. Bizim pa rayla 260 milyon tutuyor ki, burada o rakama 3 tane film çekilir.. Yani adamların sadece sos yal sigorta masraflarına 3 film çıkıyor.. Ayrıca oyuncular çok yüksek ücret alıyor. Kameraman lar, ekip öyle.. Bir de ekip kalabalık.. Bir başrol oyuncusunun peşinde kaç tane görevli var? Yok giydiricisi, kuaförü, masajcısı, makyajcısı.. Bir de çalışma yöntemleri bizden farklı.. 8 saat çalışıyor bunların hepsi.. Sonra işi bırakıyor.. Biz burada bir başlıyoruz, bitene kadar çalışıyoruz.. Benim “ Maden” filmi şu sıralarda Fransa’da oy nuyor. Hatta üçüncü haftasına girdi.. Ben Ma den filmini şu kadar sürede çektim dediğim za- man kimse inanmadı bana. ____________
SÖYLEYEMİYORUM__________________
— Kaç günde çekmiştiniz?
—19 günde.. Adam seyrediyor filmi, inana mıyor.. Maliyetini hiç söylemedim. 1 milyon 800 bin liraya mal olmuştu 78’de. Bunu franga çe virsem adamların inanmasının imkânı yok. Onu hiç söylemiyorum.
—Yavuz Bey, bizim sinemamız nasıl tanını yor Fransa’da? Daha doğrusu tanınıyor mu?
— Bizim sinemamız tanınmıyor. "Güney si neması” diye biliniyor sadece. Onun ötesinde Türk sineması yok onlar için..
—Son olarak.. Fransa'da 6 yıl kaldınız. Bu ka dar süre sonra, dönüşünüzde Türk sineması nı nasıl buldunuz?.. Son filmleri seyrettiniz mi? — Bu gelişimde burada birkaç film seyrettim. Bayağı iyi çalışmalar.. Ve şunu anladım. Bura daki şartlarda dünyanın hiçbir yerinde film ya pılamaz. Bu insanlar gene de insanın yüzünü kızartmayacak bir yığın iş yapıyor. Burada film yapmak, canını dişine takmak.. Böyle çalışan bir yığın arkadaş var.. Çok saygıdeğer şeyler ya ratmışlar. Demek ki biraz daha kaynak yaratı- labilse bu insanlara, Türk sineması önemli bir olay haline gelebilir dışarda..
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi