7 X
^
sinsin Anı
dolu
îr
iRFfln Kflanflëi
D
aha otuz iki yıl önce, (19 Haziran 1949 Pazar) Gele neksel Pilâv gününde Lise nin konferans salonunda konuşanlardan Battling Ski lâkabıy la anılan Fethi, lisenin acınacak halde bulunduğunu dile getiriyor ve onarım işinin önemine, dinleyicile rin dikkatini çekiyordu.Her yıl haziran ayının ilk pazar gü nü düzenlenen lisenin geleneksel pilâv günlerine katılanlar, liseyi do laşırlarken yüzyıllar görmüş binanın eski özelliklerinden cok şeyler kay betmiş olduğunu görüyor ve biri- birlerine: «Bu halin sonu ne olacak? Lise binasının esaslı bir onanma ih tiyacı var.» diyorlardı.
Galatasaray Lisesi binası, kurulu şundan beri hiç bir zaman, bugün
koca irfan müessesesi bugün sanki ayakta durabilmek için büyük güç harcıyor. Büyük mutfağı, erzak de posu, hamamı, bir zamanlar cami iken sonradan gündüzlü öğrenciler için yemekhane olarak ayrılmış bö lümü, yatakhaneleri, yemekhaneleri, resim salonu, teneffüs bahçeleri, frand cour’u, tuvaletleri, ders ge reçleri, sözün kısasıyle baştan aşa ğı harap denilebilecek bir durumda. Şimdi bütün GalatasaraylIlar elbirli ği etmişçesine bu büyük davayı ba şarma azmi ile kolları sıvamışlar. Ancak, düşünülen, önerilen çareler bu büyük işin istenilen biçimde ba şarılmasını sağlayabilecek nitelikte bulunmaktan uzak görünüyor... Li senin tam onarımı hem milyonlar sarfını hem de uzun zaman harcan
birlikte müdür odasına girmiştik... Lisenin adı o zamanlar Mekteb-i Sultanî idi... Ve müdür de Salih Arif Bey'di.
Onu, başında fesi ve arkasındaki duvara asılı OsmanlI Padişahı 6. Mehmed (Vahidettin)’in tablosu al tındaki masada gördüğümü iyi ha tırlıyorum. Millî Mücadele sürüp gi diyordu. Padişah ise sallanan tah- tındaydı.
Cumhuriyetin ilânından önce liseye yazılmıştım, ikinci Müdür (sous di recteur) Mr. Garobiydi. Devlet me murlarının çocuklarına ücret bakı mından tenzilât yapılırdı. Bir de meccanî (parasız) okuyan öğrenci ler vardı. Bunların numaraları 1'den başlar 99'da son bulurdu. O zaman lar, liseye alınanları Fransız diliyle
tirdi hiç eksiz olmaz, tozdan duman dan ferman okunmazdı.
Müzik âleti lie uğraşıp bir şeyler çalabilmeleri için öğrencilere olanak tanınmıştı. Bizim zamanımızda mü zik hocalarımız piyano için Nurul lah Bey (Taşkıran - Sonradan devlet operası tenoru), Keman: Seyfettin Asal, keman ve viyolonsel: Sezai Asal beylerdi. Müzik öğrenimi için ayrıca bir ücret alınmazdı. Sadece sazların temini -piyano hariç- öğren cilere aitti...
Mektepte Maître (Muid) denilen ve mütalaa sırasında öğrencilere ne zaret eden kişiler de bulunuyordu.. Bunlardan Mr. Dimitriyanis, Numan Hoca (Köse - sonradan okuldan çı karılmıştır), Natpinkerton lâkabiyle öğrencilerin andığı sert bir muid
Lise orkestrası (1928) resimde Seyfeddin ve Sezai Asal kardeşler, lise müdürü Fethi İsfendiyaroğlu, orta sırada ayaktakiler arasında yazarımız Azmi Nihad Erman, Nadir Nadi, Fuad, Ekrem, Velid, arka sırada da Adil, Suphi ve Doğan Nadi görülüyor...
olduğu kadar bir ciddi onarım gör medi... Yapılan işler, yasak savma niteliğinden öteye gidemedi. O ka dar ki, öğrencilerin oturdukları sı raların' hali bile, görenleri acı acı düşündürüyordu... Bir zamanlar modern anlamda kurulmuş büyük jimnastikhanesi ile, sınıflarıyle, üst kattaki reviriyle, kimya ve fizik, coğrafya salonlarıyla, her şeyile gözlere yepyeniymiş gibi görünen
masını gerektirecek... İyi niyetle or taya atılan önerilerden sağlanacak gelir ise, bir büyük masrafın yanın da pek cüce kalacağa benziyor. Bu problemi benimsemiş ilgililere, işin altından yüzakıyle çıkmalarını te menni etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.
A
1338 (1922) ağustosunda liseye kaydolmak için müracaatta babamla
yapılan öğretime hazırlamak ama cıyla préparatoire (hazırlık) sınıfları meydana getirilmişti. Beş sınıflı bir ilk okuldan gelenler, bu sınıflara a- lınarak dil bakımından üst sınıflara hazırlanıyorlardı. Préparatoire öğ rencileri 6 ncı sınıfa (orta okula) kadar öğleden sonralarını «Havyar Sınıfı» denilen ve boşuna saatler geçirilen dershanelerde geçirmek teydiler. Bu sınıflarda gürültü,
pa-vardı. Özellikle bu Natpinkerton, geceleri yatakhanelere baskınlar yapar, öğrencilerin gevezelik etme lerine gözyummazdı.
Yatakhanelerde yüz yıkamak için geniş ahşap tekneler üzerine sıra ya dizilmiş musluklar vardı. Ve bu teknelerin içi çinko ile kaplıydı... Bir gece parasız öğrencilerden 86 numaralı Sezai adındaki öğrenci, aklına esmiş, teknelerin kirli suyu-30
2 Aralık 1981 tarihinde 500. yıldönümü kutlanacak olan en eski irfan yuvamız Galatasaray lisesinin ilk temel taşını İkin ci Beyazıd’ın (1481) de koyduğu kabul edilir. Padişah Beyoğlu sırtlarında avlanırken Gülbaba diye anılan bir derviş ona birisi sarı diğeri kırmızı iki gül sundu. Bundan çok hoşlanan Beyazıd, Derviş'e: Dile benden ne dilersen, deyince Gülbaba: «Burada bir irfan yuvası vücude getir» dedi.
Daha sonraları Acemi Oğlanlar Kışlası olarak kullanılan bina, Sultan Abdülaziz, Fransa seyahatinden sonra, Gülbabanın bahçesi yanındaki Menba-ıİrfan yerine büyük bir mektep yaptırdı. 1 Eylül 1868 günü resmen açılan bu okula «Mekteb-i Sul tanî» adı verildi. 1868’den 1923’e kadar Mekteb-i Sultanî adiyle anılan okul, o yıldan sonra Galatasaray Lisesi ismini aldı.
Geleneksel bir pilav günü. (6 Haziran 1948) ön sırada oturanlar: Soldan sağa, Fikret Adil, Azmi Nihad Erman, Bahadır Dülger, Sadun Galip Savcı, Ercüment Ekrem Talu, Abidin Dav’er, Selim Ragıp ve Refik Selimoğlu...
Aralarında eski ve yeni bakanların da bulunduğu GalatasaraylIlardan bir grup okulun bahçesinde 100’ncü yıldönümünü kutlama töreninde... nu akıtacak deliği tıkamış, musluk
ları açarak tekneyi doldurduktan sonra banyo yaparken Natpinkerton tarafından yakalanmıştı...
Dersler bittikten sonra öğrencilere çayla peynir verilir ve saat 6’da (18) de mütalaaya girilirdi. Bu süre içinde öğrenciler, ertesi günkü ders leri hazırlardı.
Haftada bir kez de konferans sa lonunda öğrencilere film seyrettlri- lirdl. Anımsadığıma göre Jaki Ko- gan, Charles Chapplin, Douglas Fairbanks’ln çevirdikleri filmler İlgi yi çekerdi. Bazı öğrenciler de mu ziplik olsun diye klmyahaneden bir miktar acide sulfurique alır ve ko ridorlara serpiştirirler, çürük yumur ta kokusu saatlerce etrafı kapla mış olurdu.
Akşam yemekleri saat 8’de (20) de çıkardı. Yemekten sonra da yatak hanelere çekilinir ve istirahat baş lardı.
Akşam mütalaa saatlerinden öğren cilerin zaruri ihtiyaçları olabileceği düşüncesiyle mütalaa saatinin yarı sından Mr. Dlmltrlyanis her sınıfın kapısını açar ve «Moment de lieu» diye seslenirdi kİ, öğrenciler, buna aralarında «çiş vakti» derlerdi. Jimnastik hocamız rahmetli Faik beydi. İleri yaşına karşın, mükemmel bir sporcu ve çok iyi bir hocaydı. Sonradan Selim Sırrı Tarcan bey, isveçten özel jimnastikçi bir çift getirtti. Bunlardan birsinin adı Ma- demosielle Nerman’dı... Bu çift, öğ retmen okullarına ders verip jim nastik hocası yetiştirmek İçin getir tilmiş, Selim Sırrı (Tarcan) Bey de bir cemile olmak üzere İlse öğren cilerinin de bunlardan yararlanma-
arını sağlamıştı.
Mektebin bir kuvaförü, bir de ayak kabı tamircisi vardı. Leblebi Meh- med, sık sık kunduracıya uörar, futbol ayakkabılarının altındaki krcmponları kendi eliyle çivileyip sağıamlastırırdı. Hafta sonuna ka dar ayakkabısı yırtılan, ya da ta mir ihtiyacını duyan öğrenciler bu raya başvururlardı.
Grand Cour’aa akşamları sınıf ta kımları arasında futbol maçları da yapılır ve öârencllerin ilaisini çe kerdi. Ulvi (Yenal) kalecilikteki şöh retini o zamanlar kanıtlardı. Domuz Ali'ler, Burhanlar, Hayri'ler, Mushh Hocalar. Leblebi Mehmed'ler zevkle seyredilirdi.
A
Resmî tatil cuma olduğu için leylî öğrenciler perşembe akşamları izin
li çıkar, cumartesi sabahı da mek tebe dönmüş olurlardı. Öğrenciler için en büyük felâket hafta tatilin den mahrumiyet cezası idi. Bu ceza -ağırlığına göre- bir «sekizlik afe- rin»den iki sekizliğe kadar bağışla n ab ild i. Öğrenci, önceden almış olduğu bonpuvan (varaka-i Tahsin) lardan ya birini ya da ikisini iade suretiyle «izinsiz»likten kurtulur ve tatile çıkardı. Aferinlerin «Birlisi», «İkilisi», «Dörtlüsü», «Sekizlisi» var dı. Hafif cezalar da bunlardan biri siyle savuşturulurdu. Préparatoire’
daki hocamız rahmetli Servet Beyin kızdığı zamanlar öğrencilere en kö tü sözleri Cauchon (Domuz) ya da «animal» (hayvan)dı. Tembeller, ya ramazlar içindi bu sıfatlar.
V
Değerli hocalarımız arasında ne şöhretler vardı: Raşid Bey (Coğraf ya hocası), Haşan Ali (Yücel) Bey, İbrahim Necmi (Dilmen), Cemil Bey (Futbolcu G.S. hatlarından Hayri Beyin babası), Refet Avni Bey, Faik Sabri (Duran) Bey, Resmi hattî (deş sin lineaire) hocası Ernest
Mam-boury, Tabiat Hocası Mr. Louad, Tarih Hocası Mr. Chuzel, Matema tik Hocası Mr. Montangerand, Re sim Hocası Arslanyan efendi, Türk çe Hocası (Atatürk'ün Selânikteki hocası) Hafız Nuri Bey, Tarih Ho cası Muallim Ahmed Halid Bey, Malûmatı Diniye Hocası (Dazır) Fehmi Efendi, Fransızca Hocası Edhem Şinasi Bey, Kimya Hocası Rüştü Bey, aklıma gelen değerli hocalarımdı.
Öğrencilerin aralarında yaptıkları şakalar da vardı; Altıokka edilmek.. Bu, dört öğrencinin, bir öğrenciyi kargatulumba etmelerinden ibaret ti. İç tuvaletlerde gizlice pek siga ra içilmez, duman yayıldığı için suçlunun yakalanması kolay olur
du. Sigara alışkanlığı edinen öğren cilerden çoğu Grand Cour’daki (a- çık bahçede) tuvaletleri kullanırlar dı.
Lisenin bir de orkestrası vardı... Orkestra, değerli hocalar Sezai ve Seyfettin Beyler tarafından yetiş tirilir ve konserlerde de orkestraya şeflik ederler. Ayrıca okulun tiyatro kolu da Fransızca piyesleri temsil ederlerdi. Rahmetli Reşid (Baran), tiyatro müellifi Labiche’in eserlerin de başarılı oluyordu.
1922’lerde akşam teneffüs saatlerin de özellikle sonbahar akşamları —şimdi onarılmakta olan Galatasa ray postanaesi önünde— ama be yaz Rus bir müzisyenin Bas'la çaldı ğı ezgin ve ağır havalar, Leylî ta lebe üzerinde hüzünlü yankılar u- yandırırdı.
Tamburcu Ahmed Ağayı unutmamak gerekir... Derse başlama, derslerin bitiş, paydosun sona erişlerini, sa bah uyanmalarını tamburi ile öğren cilere duyururdu. Okulun orta bölü münde, balkon altındaki kapı ö-
nünde hiç vakit şaşırmadan gerekli zamanları tamburu (trampet) duyu rurdu. ileri yaşına kadar gene ku şaklara da vazife görmüş olan Ah med Ağa, bir tatil sırasında köyüne gittiği sırada bindiği merkepten düşmüş, sonra da ölmüştü. Galatasaray'dan yetişenler arasında değerli devlet adamları, savaşlarda şehit düşmüş kahramanlar, idareci ler, yüksek memurlar, avukatlar, el çiler, şairler, yazarlar, işadamlarını teker teker saymanın olanağı yok bu sayfalarda.
Lisenin binası eskidi, ancak —ka nımca— Galatasaraylılık ruhu es kimedi. Ben, öyle sanıyorum... Hem de kuvvetle...
31
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi