2
Volkan Aran
ir aşkın bitişiyle, tüm “seni seviyorum ”lar sahteleşiyor gözümüzde. Terk eden sevgiliyle el ele çekilmiş fotoğraflardaki gülümsemenin sahte olduğunu düşünüyor, edilen onca güzel sözün bir kandırmaca olduğuna hüküm getiriyoruz. Leyla Umar, eski eşi Refik Erduran’m kendisine yazdığı özel mektupları da içeren ^Geriye Yazılar Kaldı” romanının ardından, bu mektupları kitabına alışını açıklarken “İnsanlar Refik Erduran’m harika bir kalemi olduğunu ve hissetmese bile hissedermiş gibi inandırıcı yazdığını görmüş olsun istedim” dedi. Bir zamanlar sevileni çok mutlu ettiği için saklanmış tüm o mektupların yalan olduğu, sahteliklerinin ortaya çıktığı düşünülüyor belli ki. Belki bir aşkta yaşananları iyilik ve kötülük
ölçütleriyle değerlendiren okurlar da aynı yargıya vardı. Bu yargı, bir aşkm yaşanırkenki heyecanıyla
söylendikleri için, dünyada söylenmiş en güzel sözlerini de sahte kılıyor.
Böyle düşünürsek Nâzım Hikmet’in hapiste olduğu on yıl boyunca en etkileyici aşk ve hasret sözlerini yazdığı “Piraye’ye Mektuplar” da bir zaman sonra geçersiz ilan edilebilir. Oysa, Nâzım Hikmet, birbirlerinden ayn geçen, fedakârlıklarla, iyiliklerle, aşkla dolu onca yılın ardından,
dayısının kızı Münevver’e âşık olup, Piraye Hanım’a boşanmak istediğini bildiren o mektubu yazmış olsa bile bu, söylenmişleri sahte kılmaz. Piraye Hanım’ın, o zamansız veda
mektubunu okuduğunda neler hissettiği ve ömrünün sonuna dek yaşadığı suskunlukta ne derdi büyük bir acı çektiği tam olarak hiçbir zaman bilmemese de Nâzındı kötülemediği ve aleyhinde konuşmadığı açık. Peki, “yemyeşil bir dal kırılmış gibi” gelen bu ani bitiş, o aşkm
gerçekliğini ortadan kaldırır mı? Yıllarca Piraye Hanında yazılan o mısralar gerçekten
hissetmeyen bir kalpten gelebilir mi? Seni düşünmek güzel şey / ümitli şey /dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey... Ya da yıllarca Piraye Hanındın küçük ceviz sandığında saklanan ve ölümünden sonra yayımlanan o mektuplardaki içtenlik neden yalan olsun ki?
“Kuzum karıcığım, bu şiirleri iyi oku. Yazdıklamnm en ustaları değilse de, en yalansızlarıdır. Seni nasd yalansız, süssüz, sanatsız seviyorsam, bunlar da öyle...”
TERK EDEN Mİ SUÇLUDUR?
Bunlarda bir kandırmaca varsa insan en başta kendisini kandırdı öyleyse. Ya da Schopenhauer’in savunduğu gibi insan kendi türü tarafmdan bir hayalle kandırıldı. Aşka olan bu inançsızlığın, bazen bir âşığın sözlerindeki içtenliği inandırıcı bulamayışımızın nedenini aşkı ahlaki değerlerle ölçen vicdanımızda aramalıyız. Terk edeni kötülük yapmakla, terk edileni ve mağdur olanı ise iyilikle eşleştirdik hep. Oysa aşkın, insanların diğer ilişkilerinde geçerli olandan farklı bir dili var. Aşkı, dostluktaki iyilik-kötülük ölçütlerine göre yorumlayanlayız aslında. Örneğin fedakârlık yapmak iyilik, buna karşılık vermemek kötülük gözümüzde. Ama bir aşk ilişkisinde bu böyle mi? Ya bu fedakârlıklarla yapılmak istenen, terk etmeye meyilli bir sevgiliyi kendine borçlu hissettirmekse ve fedakârlıklar
bu tercih biline biline yapılıyorsa? Bu karşıdakini kötü hissettirmekten başka neye yarar ki?
Terk eden kendi gözünde de kötüdür üstelik. Kendisine hâlâ âşık olan bir insana artık karşılık verememenin getirdiği suçluluk duygusu, reddedilenin acısından da büyüktür kimi zaman. Üstelik bu acı paylaşılmaz da. Çünkü karşılıksız aşk yaşayan bir mağduru teselli edecek onca dost, onca şarkı, onca kader arkadaşı varken, bu aşka karşılık veremeyip “doğru” insan olamamanın ağırlığıyla ezilen “taştan” bir kalbin çok seveni olmaz. Üstelik kendi vicdanı da aynı iyilik- kötülük kriterine sahip olduğundan onun sesini bastıramaz ve duyguları aklını çeldiği için kötü olduğuna inandırır kendisini. Ayrılığın ardından “Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır.” dedi Nâzım Hikmet, Piraye Hanım’a. O terk edişin, kendisinin dediği gibi, yapılmış en büyük kötülük olduğu söylenebilir mi?
Bu soruyu herkes kendince cevaplayacak mutlaka. Kimileri Kant’ın felsefesindeki gibi aşkı ahlaki açıdan iyi olabilsin diye duygunun değil, görevlerin bulunduğu alanda görecek ve sevginin ancak
sorumluluk duygusuyla anlam kazanacağını söyleyecek. Ama öyle olsa bile insan sevme
sorumluluğundan vazgeçme hakkına da sahip olmalı. Çünkü aşkı ve sevgiyi mümkün kılan -bazen yanılgı da t olsa- seçme özgürlüğü olduğunu bilmektir.
Sevgilisinin bu özgürlüğünün farkında
olan Alain de Botton, Aşk Üzerine romanında şöyle yazıyor:
“... Ancak reddedilmek ne kadar talihsiz de olsa, sevmeyi özveri ve iyilikle, reddetmeyi ve kayıtsızlığı kötülükle özdeşleştirebilir miyiz gerçekten? Benim Chloe’ye olan sevgim ahlaki, onun beni reddetmesi ahlaksız mıydı? Beni reddettiği için duyduğu suçluluk, benim ona olan sevgimin özverili olduğu inanana
dayanıyordu, ama eğer ona sunduğum armağan paketinin içinde bencil güdüler bulunuyorsa, o zaman Chloe ilişkiyi aynı derecede bencil güdülerle bitirmekte haklıydı. Bu açıdan bakıldığında aşkm sonu, özveriyle bencillik, ahlak ile ahlaksızlık yerine, iki temel bencil güdünün
çarpışmasından kaynaklanıyor gibiydi.... Ona sürekli destek veren ve şefkat gösteren birinin ilgisini reddettiği için Chloe’yi ahlaksız buluyordum. Ama bunları reddettiği için ahlaki açıdan suçlu muydu gerçekten? Büyük bedel ve özveriyle verdiğimiz armağan reddedildiğinde bir suçlu aranmalı belki, ama veren kişi vermekten, bizim almaktan aldığımız zevk kadar zevk almışsa, o zaman ahlaki bir dil kullanmayı gerektirecek bir durum var mı?”
Belki bir gün aşkın gerçekliğini, aşkın ömrüyle ölçen vicdanımız da -aşktaki duygular gibi- değişime uğrayacak. Ama o zamana kadar, terk eden âşıklar belli ki
mahkûmiyetlerinden
kurtulamayacak. Ya da en azından yazının konusu olan “terk edenler”i düşünüp şöyle de görülebilir bu resim: Bir zamanlar ülkesinde bulamadığı özgürlüğe ulaşması için kaçışında kendisine yardım eden Refik Erduran’ı şimdi Nâzım Hikmet, aşkın kötü adamı olma mahkûmiyetinden kurtarıyor. Bitmiş bir aşktan geriye kalan ama içtenliği şüphe götürmez tüm o güzel sözlerin şahitliğiyle... •
Nâzım Hikmet, Piraye’yi terk
ettiği için suçlu muydu
gerçekten? Bu soruya herkes
kendi yanıtını verecek.
Oysa aşkı, dostluktaki iyilik-
kötülük ölçütlerine göre
yorumlamak mümkün değil...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi