• Sonuç bulunamadı

Dinî Düşünce Çeşitliliğinin Dinî-Toplumsal Tezahürleri Olarak Mezhepler / Sects as Religious-Social Reflections of Diversities in Religious Thoughts

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dinî Düşünce Çeşitliliğinin Dinî-Toplumsal Tezahürleri Olarak Mezhepler / Sects as Religious-Social Reflections of Diversities in Religious Thoughts"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ARAŞTIRMA VE İNCELEME RESEARCH

Dinî Düşünce Çeşitliliğinin Dinî-Toplumsal

Tezahürleri Olarak Mezhepler

Sects as Religious-Social Reflections of Diversities in

Religious Thoughts

Mustafa TEKİNa

aDin Sosyolojisi AD,

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul Received: 05.03.2018 Accepted: 16.04.2018 Available online: 04.09.2018 Correspondence: Mustafa TEKİN

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi AD, İstanbul, TÜRKİYE/TURKEY mtekin7@hotmail.com

Copyright © 2018 by İslâmî Araştırmalar

ÖZ Dinî grup ve yapılar, günümüzde bilhassa İslam dünyasını söz konusu olduğunda, özel bir önem kazanmıştır. Nitekim Ortadoğu bölgesi başta olmak üzere, dünyanın farklı coğrafyalarında mezhepsel çatışmalar görülmektedir. Öte yandan 15 Temmuz olayıyla birlikte cemaat meselesi daha yoğun bir ilginin de konusu olmuştur. Bu makale, özelde mezhepsel çatışma konusu arka planda tutarak mezheplerin esasen düşünce çeşitliliğinin bir tezahürü olduğu noktası üzerine yo-ğunlaşmaktadır. İslam Düşünce Tarihi içinde mezhepler, ana yapının içinde oluşan dinî düşünce-deki görüş farklılıklarına dayanır. Ancak mezhep olgusu, sadece dini metinleri farklı anlama üze-rine kurulmuş değildir. Zira mezheplerin tarihte oluşum süreçleri vardır. Bu oluşum sürecinde siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olaylar da rol oynamıştır. Bu anlamda mezheplerin sosyal ve siyasal realite ve tartışmaların içinde şekillendiğini ve kurumsallaştığını söylemek mümkündür. Ancak bu durum, mezheplerin tek boyutlu olarak “siyasal bir fırka” şeklinde tanımlanmasını doğ-ru kılmaz. Bu bağlamda mezhepler, ağırlıklı olarak düşünce çeşitliliğini ifade eden yapılardır. Bu makalede özellikle düşünce, mezhep ve farklılık anahtar kavramları üzerine kısa bir giriş ve açık-lama yapılmış; ardından mezhep kavramının bir tanımı verilmeye çalışılmıştır. Kavram içerikle-rinde hangi niteliklerin ağırlıklı olarak bulunduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Daha sonra bu farklılıkların kendisini ifade edebileceği iki kanal olan çok kültürlülük ve çoğulculuk tartışılmış-tır. Daha sonra mezheplerin birer dinî düşünce olarak nasıl konumlandırılacağı ve dışlamacılığın nasıl önleneceğine dair analizler yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Mezhep; dinî düşünce; çoğulculuk; farklılık; dinî grup

ABSTRACT Religious groups and structures have gained particular importance today, especially when it comes to the Islamic world. As a matter of fact, sectarian conflicts are seen in different geographies of the world, especially in the Middle East region. On the other hand, with the 15th of July, the community issue became more intense. This article focuses on the point that sects in particular are a manifestation of the diversity of thought, especially in the sectarian conflict. In the history of Islamic thought, sects are based on differences of opinion in the religious thought that is formed within the main structure. But the sectarian phenomenon is not based solely on different understandings of religious texts. Because the sects have history formation processes. Political, social, economic and cultural events also played a role in this formation process. In this sense it is possible to say that sects are shaped and institutionalized in social and political reality and debates. However, this does not make it possible for sects to be defined as a "political party" in one dimension. In this context, sects are predominantly expressions of thought diversity. In this article, a brief introduction and explanation was made especially on key concepts of thought, sect and difference; then a definition of the sect concept was tried to be given. It has been tried to show which qualities predominantly exist in concept contents. Later, multiculturalism and plural-ism, the two channels through which these differences can express themselves, have been dis-cussed. Later, analyzes were made on how to position religious sects as religious ideas and how to prevent exclusion.

(2)

ok genel anlamda dinler ve dinî gruplar, bugün dünya ölçeğinde yaşanan hayatta hem im-kan hem de zaafiyetleri itibarıyla dikkatleri üzerine çekmeye devam etmektedir. Dünyada-ki tüm dinler ve onların uhdesindeDünyada-ki farklı mezhepsel, cemaatsel ve tarikatsal yapılanma-lar, hesaplandığı zaman ciddi bir yekûn oluşturmaktadırlar. Her birinin diğerinden küçük veya büyük oranda farklılaşan perspektifleri, dünya görüşleri zaten geniş bir incelemenin konusudurlar.

Bu makalenin temel konusunu mezhepler oluşturmaktadır. Temel problemi ise, mezheplerin dü-şünce ve perspektifleri hasebiyle birbirinden farklılıkları ve bunların oluşturduğu handikaplardır. Esa-sen “mezhep” kavramı gündeme geldiği andan itibaren, kapsayıcı bir kavram olan dinî grupların bir türüne işarette bulunuyoruz demektir. Bahsedeceğimiz problemleri daha çok mezhep üzerinden ko-nuşacak isek de, bu sorunları diğer dinî grup ifade eden kavramlara doğru da genişletilebileceğini söy-leyebiliriz.

Makalede özelde İslam mezhepleri üzerinde yoğunlaşılacak olmakla beraber, analizlerin ardından ulaşılacak genellemelerin bazı özel koşullar dışarıda bırakıldığında, diğer dinlere ait mezhepler için de yapılabileceği aşikardır. Özellikle Müslüman dünyada mezheplerin ele alınmasının temel sebebi ise, Or-tadoğu coğrafyasında cereyan eden Şii-Sünni antagonizması başta olmak üzere, farklı mezhepsel çatış-maların kendisini ciddi olarak hissettirmesi sebebiyledir. Bu durum, hem mezhepler arası çatışçatış-maların sebebini, hem de daha önemli bir konu olan Müslüman dünyanın mezhepleri nasıl algıladığı sorusunu gündeme getirmektedir.

Doğrusu bu çatışmacı ilişkilerin çok farklı sebeplerinden bahsetmek mümkündür. Dinî görüş farklı-lıkları kadar ve belki onlardan daha çok sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel bir takım unsurlar, mez-hepler arası çatışmayı daha çok kışkırtmaktadır. Bunları metin boyunca örneklendirerek analiz etmeye çalışacağız. Fakat burada mezhep çatışmasını yoğunlaştıran algılamalara dair iki noktayı bir sav olarak dile getirebiliriz. Birincisi, mezheplerin bilhassa müntesiplerince dinin farklı bir yorumu ve düşüncede çeşitlilik olarak değil, yegâne hakikat şeklinde algılandığıdır. İkincisi ise, mezheplerin din ile özdeşleşti-rilerek dinin yerine ikame edilmesidir. Bu durum, mezheplerin tarihsel ve oluşum süreçlerinin göz ardı edilerek, onlara kutsallık atfedilmesini sonuçlamaktadır.

Buna göre mezhebin ne olduğu, nasıl konumlandırılacağı ve sosyal barış adına nasıl algılanması ge-rektiği burada analiz edilmeye çalışılacaktır. Temel savımız; mezheplerin yapısı ve oluşumunda kültürel, siyasal, ekonomik ve sosyal etkenler olmakla birlikte ağırlıklı biçimde bir düşünsel farklılık olarak ta-nımlanmasının, birçok handikapları aşabileceği şeklindedir.

KAVRAMSAL ÇERÇEVE: MEZHEP, DÜŞÜNCE VE FARKLILIK

Makalemizin üzerinde durulması gereken iki anahtar kavramı vardır; mezhep ve farklılık. Buna göre, öncelikle mezhebin neliğine dair bir tanımsal çerçeve geliştirmek zorunluluk olmaktadır. Zira mezhebin ne tür farklılık içine yerleştirileceği öncelikli olarak mezhep kavramının içeriklendirilmesinden geç-mektedir.

Her şeyden önce “mezhep” kavramını, toplumsal karşılığı olan bir yapı bağlamında olgusal durum şeklinde değerlendirmek gerekmektedir. Zira tarih boyunca tüm dinler, kendi uhdelerinde farklı mez-hepleri barındırmışlardır. Bu sebeple mezhepler, kaçınılamayacak gerçekliktir. Zaman zaman görüş farklılıkları dolayısıyla mezheplerin birliğini sağlamak gibi bir düşünce ve yaklaşım, arka planında

(3)

mojenlik ve mezhepleri ortadan kaldırma anlayışına dayanmaktadır. Hâlbuki bu, insani ve toplumsal re-alitelere terstir.

Evrensel anlamda söyleyecek olursak, her din bir şekilde toplumla buluşur. İster beşeri kökenli ol-sun, isterse ilâhî kökenli olsun (bu tasnifi dinlerin kendilerini tanımlamalarından mülhem kullanıyoruz), neticede metafizik ve kutsalla bağ kurma ihtiyacı dinleri de toplumun bir parçası yapmaktadır. Buradaki temel sorun; metafizik ve kutsalın içeriklerinin toplum için anlaşılır hale getirilmesidir. Özellikle beşeri kökenli dinlerde, din kurucusunun kutsalla olan tecrübesi üzerine dayanan bir temel söz konusudur. Bu tecrübenin metinselleştirilmesi bir süreç sonunda gerçekleştirilmektedir. İlahi kökenli dinler ise, pey-gamberlere gönderilen vahiy ile yine bir metinsel bütünlük oluşmaktadır. Mezhepler bağlamında esasen önemli olan nokta ise, din kurucusu ya da peygamberlerin vefatından sonra, bu metinlerin anlaşılma bi-çimleridir.

Burada “anlam” üzerine kısaca belki odaklanmak lazımdır. Anlam, özne ile metin ya da nesne ara-sındaki ilişkide üretilmektedir. Fakat üretilen “anlam”ın, her halükarda bizzat nesne ya da metnin an-latmak istediği ile özdeş olduğu iddia edilemez. Burada “anlam”ın daha çok Saussure’cü anlamda, özne-nin bizzat metin ya da nesneye dair algıları olduğu gerçeğinden yola çıkmalıyız. Daha sonraki tarihsel süreçte, özelde metne yüklenen anlamlar ve onları yorumlama biçimleri de sürekli değişebilecektir. Hiç şüphesiz bu durum metne dair yorumlarda hiçbir benzerlik ve sabitelerin olmadığı anlamına gelmez. Ancak özelde dinsel metinlerin “sürekli yorumlanabilirlik”, “anlama çabası” içinde farklı anlamaların konusu olacağını bize bildirmektedir.

Dinsel metinleri “algılama” çabasından mülhem oluşan yorum farklılıklarının, sosyal, siyasal, kültü-rel, ekonomik vb. faktörlerden bağımsız olduğunu bir an düşünebiliriz. Fakat gerçek şudur ki, din kuru-cusu ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) vefatının ardından, bugüne kadarki devam eden tarihsel süreçte insan-lar, dini metinleri yukarıda belirtilen sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik faktörler ve gelişmelerden ba-ğımsız olarak algılayamazlar. Bunun sonucu olarak metinler, çok boyutlu faktörlerin etkisiyle farklı yo-rumların konusu olmaktadırlar. Üstelik buna bir noktayı daha eklemeliyiz. Her dönemde devam eden anlama ve yorumlama faaliyetinin, yorum yapılan döneme kadar oluşum ve birikimleri ve formları göz ardı edilerek yapılamayacağıdır. Dolayısıyla mezhebin de aralarında bulunduğu cemaat, fırka, tarikat vb. yapılanmaların bu tarihsel sürecin ürünü olduğu gerçeğini hatırlatmalıyız.

Tam da bu nokta, özelde mezheplerin tarihsel mi yoksa evrensel mi olduğu sorusunun da bir ceva-bıdır. Mezheplerin tarihsel olması, onların şu belirtilecek niteliklerle içeriklendirilmesi demektir. Birin-cisi, mezhepler teorik olarak tarihsel süreçte doğdukları gibi, zaman içerisinde aktüalitesini ve toplumsal karşılıklarını kaybedebilirler. Bu, aynı zamanda yeni mezheplerin de doğabileceği anlamına gelmekte-dir. İkincisi, tıpkı fırkalar ve bugün cemaatler gibi bir dönemde oluşan soru(n)lara verilmiş cevapları oluştururlar. Mezheplerin müntesiplerinin farzlalığı ya da azlığı, hangi coğrafyalarda yaygın olduğu, verdiği cevapların hitap kapasitesiyle direkt ilintilidir. Hatta tarihsel süreçte bunlar değişebilirler. Üçün-cüsü, mezheplerin ana yapı ve görüşlerinde varolan bazı sabiteler uzun süre korunmakla birlikte, görüş-leri süreç içerisinde revize edilebilir; yeniden ve yeniden yorumlanabilir. Bunlarla birlikte, özellikle uzun yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren mezheplerin, bir geleneklerinin oluştuğunu, bu gelenekleri-nin mezheplerin temel yapısını belirleyici olduğunu da ayrıca belirtmek lazımdır.

Bu genel mülahazalardan sonra, dinlerdeki mezhep kavramının içeriksel farklılıklarına girmeden, daha çok İslam özelinde mezhebi tanımlayabiliriz. Bir tanıma göre mezhep, bir dine bağlı herhangi bir

(4)

zümrenin bütün fikir ve yaşam tarzlarının tamamını ifade etmektedir.1 Bu tanım, dinle mezhep

arasın-daki farklılıklara değinmemekte, mezheplerin dine göre hangi konumda yer aldıklarını belirtmemekte-dir. Bu açıdan neredeyse dinle özdeşmiş gibi tanımlanmaktadır.

Bir başka yerde mezhep, “inanç ve toplum yönetimi, ibadet ve insanlar arası muameleler konusun-da, dinin asli ve kesin kuralları dışınkonusun-da, tali kurallarıyla ilgili fikir üretmek suretiyle oluşan, birbirinden farklı düşünce ve yorumlar sistemi ile bu düşünce ve yorumları benimseyen fertler ve sosyal grupları ifade etmek için kullanılan bir terimdir”2 şeklinde tanımlanmaktadır. Genel olarak mezhep olgusunu

içeriklendiren bu tanımda, mezhebin sadece dinin tali konularındaki tartışma ile ilintilendirilmesi belki tartışılabilir. Nihayetinde başta itikadi mezhepler olmak üzere farklı mezheplerin dinin asli konularının içeriklerine dair tartışmalar yaptığı bilinmektedir.

Diğer birtakım tanımlarda “mezhep” yapısına dair bir iddia dile getirilmektedir. Buna göre, mezhep-leri düşünce ekolmezhep-leri olarak görmek doğru değildir; mezhepler arası çatışmanın nedeni de teolojik yorum farkı olmayıp egemenlik mücadelesidir.3 Bu iddia, mezheplerin siyasî boyutunu, diğer boyutlarını

flulaştıran, temel belirleyici nitelik olarak ortaya koymaktadır. Bu iddiayı tekrar eden bir başka tanım da, İslam tarihindeki tüm mezheplerin siyasî iktidarı hedeflediğini öne sürmektedir.4 Doğrusu, tarihte ve

bugün mezheplerin siyasî boyutlarını ve siyaset ile ilişkilerini göz ardı etmemek gerekir. Ancak bu, di-nin itikadi ve ameli boyutlarıyla ilgili yorum farklılıklarının mezheplerin öncelikli ortaya çıkan niteliği olduğu gerçeğini değiştirmez. Mezhepleri bir siyasî fırka gibi değerlendirmek, içindeki teolojik tartışma-ların anlamı ve meşruiyeti problemini açığa çıkaracaktır. Söz gelimi; mezhepler birer siyasî fırka olmala-rı durumunda, insanlar niçin onun görüşüne uymalıdırlar? Bu çerçevede mezheplerin siyasetten bağım-sız olmadığı gerçeğini de ayrıca tekraren işaret edilmelidir.

Biz de tüm bunlara bakarak mezhebi şöyle tanımlamaktayız: “Tarihsel süreçte siyasî, sosyal, kül-türel vb. olaylar ve düşüncelerle etkileşimler ile kendi içerisinde tutarlı ve sistematik tezler, görüşler ve yorumlara sahip olan ve bu boyutuyla ana dini yapının içinde itikadî ve amelî açıdan farklı yorum-lar geliştirmiş dini sosyal kategorilerdir.” Bu tanımda İslam Düşünce Tarihi’nin karakteristikleri de göz önüne alınırsa mezhep kavramının dört önemli niteliğine işaret edilmektedir. İlkin, mezhepler, tarihsel süreçte sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik vb. olay ve düşüncelerle etkileşim içinde oluş-maktadır. İkincisi, ana dinî yapıdan farklılaşmış olmasıdır. Fakat belirtilmelidir ki, bu farklılaşma Hı-ristiyan mezhepleri gibi bir kopuş değildir. Üçüncüsü, mezheplerin kendi içerisinde sistematik tutarlı görüşlere ve alt kollara sahip olmasıdır. Dördüncüsü de, mezheplerin dini sosyal kategoriler oldukla-rını belirtmeliyiz. Bunun anlamı; mezheplerin bir sosyal grup değil kategori özelliği göstermeleridir. Nitekim mezhep üyeleri bir sözleşme ya da anlaşma ile mezhebe giriyor değillerdir ve mezhebin üye-lerinin birbirleri ile organizasyonel bir ilişkisi yoktur. Hanefî, Şafiî, Eşarî, Maturidî mezhebine tabi olanlar vardır.5

Diğer yandan tarihsel süreci dikkate aldığımızda, Hz. Peygamber'in vefatının ardından başlayan, 11. yüzyıla kadar devam ettikten sonra duraklayan, 12. yüzyıldan itibaren yeniden canlanan zümreleşmeler

1 Sabri Hizmetli, “İtikadi İslam Mezheplerinin Doğuşuna İctimai Hadiselerin Tesirleri Üzerine Bir Deneme”, Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1983, sy.

26, s. 654.

2 Mustafa Öz, Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Ensar Yay., İstanbul 2012, s. 41.

3 Ahmet Akbulut, “Müslüman Geleneğinde Siyasî Çekişmeden Teolojik Ayrışmaya”, İslam’ın Hakikati ve Mezhep Sorunu, Anadolu İlahiyat Akademisi Yay.,

Ankara 2016, s. 47.

4 Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, Şa-To Yay., İstanbul 2001, s. 7.

5 Mustafa Tekin, “Fizikle Metafizik Arasında Mezhepler-Sosyolojik Bir Bakış”, Gerilim ve Çatışma Arasında Mezhep-Mezhep Sosyolojisi, Ed. Mustafa Tekin,

(5)

dikkate alındığında, mezhep olgusuyla ilgili şu temel noktalara işaret edilebilir. İlkin, bir düşünce hare-ketinin yahut siyasî bir çıkışın mezhep olabilmesi için İslam'a mensubiyet, itikadî veya siyasî konularda yoğunlaşma, bu yoğunlaşmanın gruplaşmaya dönüşmesi ve özgün bir metodoloji yahut kendi içinde tu-tarlılık özelliklerini taşıması gerekir. İkinci olarak, başlangıçta bir mezhebin vücut bulmasında öne çıkan bazı fikirlerin mezhebin gelişmesi çerçevesinde âlimler tarafından işlenmesi, temel ilkelerinin belirlen-mesi ve bu metodolojiye dayalı eserlerin kaleme alınması önemlidir.6

Anlaşılacağı üzere mezhepler, bir dinin bünyesinde kurumsallaşmış, belirli bir perspektifi ve gele-neği olan yapılardır. Mezhepler, önlerine gelen farklı problemleri, bu perspektifi, gelegele-neği ve çerçevesi içinde çözüme kavuşturmaya çalışır. Bu anlamda, dinamik bir yapısının olması gerekir.

TARİHSEL SÜREÇTE MEZHEPLER VE ÇEŞİTLİLİK

İslam tarihinin erken dönemlerine baktığımızda, mezheplerin oluşumunda rol oynayan farklı bo-yutları gözlemlemek mümkündür. Bunların başında, gelişen siyasal olaylar gelmektedir. Bu olayları da kendi içerisinde iki kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan bir kısmı, Hz. Peygamber (s.a.v.) dö-neminde meydana gelmiş; ancak Onun irtihalinden sonra “aktüel” olarak ve konjonktür gereği ye-niden yorumlanmaya tabi tutulanlar. Meselâ; Kırtas hadisesi gibi. Bir kısmı da Hz. Peygamber’in ir-tihalinden sonra, farklı görüşlerin ortaya çıkmasında rol oynayan olaylardır; Cemel ve Sıffin vakala-rı gibi. Genel olarak bakıldığında, şu olaylavakala-rın Bağdadi’ye göre, daha ileride mezhepsel ayvakala-rışmalavakala-rın oluşumunda etkili olduğu anlaşılmaktadır: Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefat edip etmediği ya da hz. Isa gibi yüceltilip yüceltilmediği, Onun nereye defnedileceği, imamet konusundaki anlaşmazlık, Fedek arazisi ve miras, Ridde olayları ve zekâta dair anlaşmazlıklar, Hz. Osman’ın yaptığı icraatlar, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra katillerinin bulunması, Hz. Ali ve Cemel, Muaviye ve Sıffin, hükümleri arasında anlaşmazlık, Mabed el-Cuhenî, Gaylan ed-Dımeşkî ve Kaderiyye tartışmaları, Haricilerin anlaşmazlığı ve Haricilerin 20 fırkaya ayrılmaları.7 Kırtas hadisesi, Üsame Ordusu, Şura

tartışmaları da bunlara ilave edilebilir.8 Hatırlanacağı üzere büyük günah meselesi de bir tartışma

konusu olmuştur.9

Mezhepsel farklılaşmanın temelde iki boyutlu olarak bakılabilecek sebeplerle oluştuğunu görmek-teyiz. Buna göre ilk boyut, İslam toplumunun bizzat kendi içinde yaşadığı olaylardır. İkincisi ise, daha sonra bu fırkaların gelişmesinde başta Yunan Felsefesi olmak üzere Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Brahmanizm ve eski İran dinlerinin ve bu dinlere ait düşüncelerin etkileri olmuştur.10 Esasen genişleyen

Müslüman coğrafyanın, diğer düşüncelerle etkileşime girmesi ve nihayetinde farklılaşmaların oluşması gayet tabi ve sosyal bir durumdur.

Meselenin bir başka boyutu da, İslam’ın yayıldığı farklı coğrafyalarda tezahür biçimleridir. Zira farklı kültür unsurları içinde kendisini ifade edecek olan İslam, bu coğrafyalarda farklı mezhebi ve fırka-sal tecrübelerle görünür olacaktır. Bu, hem tarihte hem de günümüzde böyledir. “Meselâ; İslam dininin değişmez inanç esaslarının, dünyevî ve uhrevî hayatla ilgili görüşlerinin farklı mütalaaları, Arabistan Yarımadasında Selefiyye, İran'da Şia, Babiyye, Yemen ve Afrika'da Hariciye, Hindistan'da Ahmediyye

6 İlyas Üzüm, “Mezhep”,TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2004, c.29, s. 526-527.

7 Abdülkadir el-Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Çev. E. Ruhi Fığlalı, TDV. Yay., 7. basım, Ankara 2014, s. 15-18. 8 Şehristani, Milel ve Nihal-Dinler, Mezhepler ve Felsefi Sistemler Tarihi, Çev. Mustafa Öz, Litera Yay., İstanbul 2008, s. 34-37. 9 M. Şerafettin Yaltkaya, “İslam’da İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler”, Daru’l-Fünun İlahiyat Fak. Mecmuası, 1930, sy. 14, s. 11-12. 10 Yaşar Kutluay, İslamiyet’te İtikadî Mezheplerin Doğuşu, Pınar Yay., İstanbul 2003, s. 120.

(6)

gibi birbirinden fevkalade farklı fikirleri ve motifleri olan mezhepler doğurmuştur.”11 Diğer yandan ilmi

tartışmalar muvacehesinde gelişen kişisel ictihadların, zamanla doktriner mezheplere doğru evrilmesi de12, hem fıkhî hem de itikadî anlamda mezheplerin yapılaşması ve kurumsallaşması sonucunu

doğur-muştur. Tüm bu olaylar, İslam tarihinin erken dönemlerinde yorumsal farklılıklar ve nihayetinde farklı görüş ve mezheplerin ortaya çıkmasını sonuçlamıştır. Dolayısıyla mezheplere, toplumsal düzlemde dü-şünce çeşitliliğinin bir yansıması olarak bakılması uygun olacaktır.

MEZHEPLERİN KONUMU

Her şeyden önce mezhepler, din merkezli oluşan sosyal kategori veya yapılardır. Öte yandan yine mez-hep temelli kimi gruplaşmaların olduğunu bilmekteyiz. Mezmez-hepler, yapılaşmaları itibarıyla sosyolojik açıdan inceleme konusu olmakla birlikte, onların birbirleriyle ve devlet ile ilişkilerinin nasıl düzenlene-ceği ve nasıl konumlandırılacağı kanaatimizce önemli bir sorundur. Biz mezhepleri öncelikle dinî dü-şüncedeki çeşitliliğin toplumsal bir yansıması olarak okumaktayız. Ancak bu çeşitliliğin farklı kitleler ve o mezheplere mensubiyet duyanlarca nasıl algılandığı ve konumlandırıldığı ciddi bir tartışma konusu-dur.

Meselâ; Hıristiyanlıkta mezhepler dinsel protesto hareketi olarak görülmeleri sebebiyle, mezhep ta-raftarları kendilerini dinsel inançları, uygulamaları ve kurumlarıyla, çoğu zaman da hayatlarının başka alanlarındaki farklılıklarla diğer insanlardan ayrılırlar.13 Bu protestocu tutum, ana akım dinsel yapı ile

mezhepler arasına ciddi mesafeler koymaktadır. Tarih boyunca Batı’da uzun süreli ve ciddi mezhep sa-vaşlarının olması, mezhepler arası gerilimler bunun tipik örneğidir. Tarihsel süreçte Müslüman dünyada Batı’da şiddetli mezhep savaşları olmamıştır. Hatta sistematik bir savaştan bahsetmek de imkânsızdır. Farklı mezhepsel taraftarlıkların, farklı boyutlarda ortaya çıkardığı kurumsal ve bazı kamusal sorunlar yaşanmıştır.

Gustav Mensching mezhepleri iki grupta incelemektedir. Bunlar, dogmatik ve dini pratikli lerdir. Doktrinel farklılıklar ve ayrılıklara dayanan bütün dini cemaatleri mensching, dogmatik mezhep-ler olarak görmektedir.14 Tabii bu ayrım, mezheplere dair kategorilendirmeye biraz değer

yüklemekte-dir. Bir başka ayrım da, bunları Ortodoks ve Heterodoks şeklinde gerçekleşmekteyüklemekte-dir. Esasen bugün için farklı gerilim noktası oluşturan bu tasnif, yine sosyolojik açıdan bir değer ifade etmekte olduğundan tar-tışma konusudur.

Dabaşi, İslam’ın farklı kollarının temel karakterini oluşturan noktasının, onların Ortodoks ya da Heterodoks olmaları değil, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) karizmatik mirasına karşı aldıkları konumlar oldu-ğunu söyler. Ona göre, yeni dini kültürün başlatıcısı olarak Hz. Muhammed, İslam’ı kadim geleneksel düzene karşı ifade etmiş; ilkesel sistemlerin farklı hususiyetleri arasındaki diyalektik ilişki, farklı İslami kolların temel karakterini oluşturmuş; böylece İslam’ın çeşitli kolları da bu şartlar altında gelişmiştir.15

Bu iddiadan çıkan bir sonuç da, tüm mezheplerin nihayetinde kendilerini Hz. Muhammed’e refere et-meleridir. Dolayısıyla aynı meşruiyet noktasına atıfta bulunmaktadırlar.

11 Sabri Hizmetli, a.g.m., s. 657.

12 Waal B. Hallaq, “Bölgesel Ekollerden Ferdi Hukuk Mezheplerine-Bir Yeniden Değerlendirme”, Çev. Halit Özkan, Ankara Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, 2004, c.

45, sy. 11, s. 352.

13 Bryan Wilson, Dini Mezhepler-Sosyolojik Bir Araştırma, Çev. A.İhsan Yitik, A. Bülent Ünal, İz Yay., İstanbul 2004, s. 13. 14 Gustav Mensching, Dini Sosyoloji, Çev. Mehmet Aydın, Din Bilimleri Yay., Konya 1994, s. 197.

(7)

Genelde birçok gruplaşma ve yapıların, özelde ise mezheplerin oluşumu, sosyolojik bir gerçekliktir. Zira toplum farklılıklardan oluşmaktadır. Diğer yandan niçin farklı mezhepler var sorusuna Blanchot’un niçin cemaat şeklindeki soruya verdiği cevabı tekrarlayabilir ve mezhebin temeline bir başka faktörü yerleştirebiliriz. Ona göre, her varlığın temelinde bir yetersizlik ilkesi vardır. Her varlığın varoluşu öte-kine veya ötekilerin çokluğuna çağrıdır.16 Öyleyse farklılaşmayı, bir düşünce çeşitliliği kadar, birbirinin

eksikliğini tamamlama olarak görebiliriz.

Bari’nin “Cemaa” ve “icma” kavramları üzerine yaptığı analizde doğal bir algılayışa değindiği görül-mektedir. “cema’a kavramı ile (daha sonra Şafiî tarafından yorumlandığı ve Schacht tarafından terimin ilk formulasyonu içinde fark gözetmeden kullandığı gibi) icma kavramı arasında temel bir farklılık var-dır: “cema’a, farklılıkların bulunduğu tahmininden kaynaklanmıştır, bu yüzden bir karara varmadan ön-ce bu farklılıkları dikkatli bir şekilde inön-celemek zorunluydu. Hâlbuki icma, şekli ve genel bir uzlaşmayı gerekli kılmaktadır.”17 Esasen tarihsel süreçte ve bugün, konjonktürel olarak kazandıkları niteliklerin

yanında, öne çıkan farklı boyutlarıyla birbirlerini tamamlarlar. Burada farkına varılması gereken; hiçbir tarihsel yapının, kendisini yeterli görmemesi gerektiğidir.

Peki mezheplerin birbirleriyle ve devletle olan ilişkileri toplumsal anlamda nasıl bir mekanizma ile düzenlenmelidir? Mezhepsel gerilim ve tartışmalar devam ettiği için, bunlara konjonktürel tedbirlerle değil, bir mantalite, bir ilkeden hareket edilerek yaklaşılmalıdır. Bu, aynı zamanda mezhepler nasıl ko-numlandırılmalıdır sorusunun da cevabı olacaktır.

Mezheplerle ilgili olarak bugün öne çıkan sorunlardan birisi, kimlik sorunudur. Homejenleş(tir)me politikalarının arttığı bir zaman diliminde küreselleşmeyle birlikte yaşanan pratik farklılıklar birbirleriyle gerilim oluşturmaktadırlar. Merkeze alınan etnik ya da dinî (mezhebî) kimli-ğin, diğerlerini tanıma(ma)sı ayrı bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Aslında modern zamanlarda “kimlik” kavramının tartışılma katsayısının yüksekliği de buradan kaynaklanmaktadır. Öte yandan, özelde Ortadoğu’ya yani Müslüman coğrafya üzerine geliştirilen Batılı operasyonlar, iç ve dış çatışma-larda “mezhep” faktörünü gündelik sorunlara ekleyen ve önceleyen bir kimlik problemi haline de ge-tirmiştir.

Bu bağlamda belki öncelikle Charles Taylor’un tanınma politikasına kısaca bakabiliriz. Taylor’un savunduğu tez; kimliklerin kısmen tanınma ya da tanınmama yoluyla, çoğu zaman da başkalarının yanlış tanıması yoluyla biçimlendirildiği şeklindedir. Ona göre, tam da bu sebeple çevredeki insanlar ya da top-lum, onlara kendileriyle ilgili, hapsedilen, aşağılanan ya da sevilmeyen bir imaj yansıtıyorsa, bir insan ya da bir grup insan gerçekten zarar görebilir, gerçek bir çarpıtılmaya uğrayabilir. Tanınmama ya da yeni-den tanıma zarar verici olabilir; insanı, sahte, çarpıtılmış ve indirgenmiş bir varoluş tarzına hapsederek baskıya dönüşebilir.18 O, grubun kimliğinin onları diğerlerinden farklı kılan ayırıcı özellikler olduğunu

belirttikten sonra, bu farklılıkların eritilmesinin sahici kimliğe karşı işlenebilecek büyük günah oldu-ğundan bahsetmektedir.19 Taylor’a göre, bu konuda doyurucu bir çözüm eşit konumdaki insanların

bir-birlerini tanımaları rejimidir.20

16 Maurice Blanchot, İtiraf Edilemeyen Cemaat, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul 1997, s. 14-15.

17 Zohorul Bari, “İlk İslam Hukuk Mezheplerinde Sünnet ve Cema’a Kavramları”, Çev. Yavuz Köktaş, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2002, c. 2,

sy. 1, s. 96.

18 Charles Taylor, “Tanınma Politikası”, Çokkültürcülük-Tanınma Politikası, Çev. Yurdanur Salman, 3. Baskı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2010, s. 46. 19 Charles Taylor, a.g.m., s. 59.

(8)

Taylor’un analizlerinden çıkarılacak en önemli sonuç, grupların birbirleri ile farklılıklarını yok et-memek ve onları tanımaktır. Peki bu nasıl olacaktır? Doğrusu bugünkü koşullarda böyle bir mekanizma için iki anahtar kavram öne çıkmaktadır. Bunlar; çok kültürlülük ve çoğulculuk. Çok kültürlülük, is-minden de anlaşılacağı üzere, kültürel farklılıklar üzerine dayanmaktadır. Bilhassa postmodernlikte çok-ça öne sürülen çok kültürlülük, her şeyden önce her bir din, felsefe, mezhep vb.nin bir kültüre dönüşe-rek kendisini ifade etmesini içermektedir. Çok kültürlülük bu bağlamda şu karakteristikleriyle öne çık-maktadır. Öncelikle tüm din, inanç, mezhep ve felsefelerin kendisini kültüre dönüştürmesi, kültür ola-rak konumlamaları ve iddialarından vazgeçmelerini gerektirmektedir. Bu durum “hakikat” ve “doğ-ru”luk iddialarından geri çekilmeleri demektir. İkincisi, merkezin kaybedilerek çok farklı mezhep, dü-şünce, din vb.nin yan yanalığını ifade etmektedir. Doğrusu yan yanalık ve kültürleşmenin, din ve mez-hepler için çok uygun bir mekanizma olduğunu söyleyemeyiz.

Üzerinde durmamız gereken bir diğer kavram ise çoğulculuktur. Din, dil, ırk, etnik yapı vb. açı-lardan bir toplumda varolan farklılıkların temel iddialarından geri çekilmeden kendilerini ifade edebildikleri ve yaşam tarzlarını korudukları bir duruma atıfta bulunmaktadır. Çoğulculukta, mer-kezi sistem olarak devlet, herhangi bir din veya mezhebin taraftarı olmayacak, onların kendilerini mevcut sistem içinde uygun şekilde ifade etmelerime izin verecektir. Çoğulculukta açıkçası mutlak bir kültüre dönüştürme ve hakikat iddiasından geri çekilme talebi yoktur. Ancak devlet, ku-racağı mekanizma ile özelde mezheplerin birbiri ve halk üzerinde tahakküm kurmasına engel ola-caktır.

Özellikle otoritenin tavrı burada gerçekten önemlidir. Tarihte de bu tür sorunlar yaşanmaktadır. Rivayete göre Harun Reşid, İmam Mâlik ile Muvatta isimli eserini Kâbe’ye asma ve onun içinde bulunan hükümlere halkı sevk etme hususunda görüşür. İmam Mâlik: “Sakın yapma! Çünkü Hz. Peygamber’in sahâbîleri furuda ihtilaf ettiler. Çeşitli memleketlere dağıldılar. Bütün sünnetler de onlarla birlikte etrafa yayıldı.” der.21

Görüldüğü üzere, otoritenin bir mezhebin görüşünü resmileştirmesi, din kurumunun toplum nezdindeki gücüyle bağlantılı olarak tahakküm üreteceği gibi, dinî düşüncedeki çeşitlilik ve çatışmayı da sona erdirecektir.

FARKLILIĞIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Makalemizin temel savını, mezheplerin toplumda bir dinî düşünce çeşitliliği olduğunu bir kere daha tekrarlayalım. Bu durumda mezheplerin toplumda birer yorum farklılığı olarak görülmesinin önündeki engeller nedir? Biraz da bunlar üzerine analiz yapalım. Yukarıda devletin nasıl bir mekanizma geliştir-mesi gerektiği üzerinde durmuştuk. Şimdi de daha çok toplumsal algı ve mekanizmalar üzerine odak-lanmak istiyoruz.

İlkin, yukarıda da belirttiğimiz gibi mezhepler dinle özdeş yapılar değildir. Onların din yerine ko-nulması ve din gibi algılanması, mezhepler arası gerilimleri artıran bir unsurdur. Bu anlamda mezheple-rin tarihsel süreçte oluşmuş yapılar olduğunu; siyasal, ekonomik, sosyal koşullarda içerikler kazandığını unutmamak gerekir. Söz gelimi; “Ehl-i Sünnet kavramının, dört mezhebi (Hanefîler, Şafiîler, Mâlikîler,

(9)

Hanbelîler) kapsayan geniş bir daire için kullanılmaya başlaması, hicri 5. yüzyılda olmuştur.”22

Dolayı-sıyla mezheplerin tarihselliği, onlara dogmatik olarak bağlanmanın pek anlamlı olmadığını da gösteren bir donedir.

Tabii ki hiçbir mezhep temel doktrini ve iddialarından geri çekilecek değildir ve mezheplerin gö-rüşleri, ona bağlanan müntesipleri için doğrudurlar. Peki bunun mezhepler arası bir çatışmaya dönüş-memesi için nasıl bir tavır almak gerekir? “

Burada sorunların başında grup mensubiyeti ve asabiyeti gelmektedir. Grubun inançları vardır ve grup inançlarının mevcudiyetinin sebepleri bulunmaktadır. İnsanların çoğu ortak isteklerini tatmin etmek için gruba girerler ve ortak talepler bir noktaya kadar inananların ortak olmasıyla sonuçlanır. Grup üyelerinin birbirleriyle ilişkisi ve ilişkileri neticesinde grup ideolojisi gelişir. Grup ideolojisini ise ortak değer ve normlar oluşturmaktadır.23 Grup mensubiyetleri bu içeriklerle işlemeye devam

et-mektedir. Fakat bir noktadan sonra bu mensubiyetin bir bağnazlık ve dışlamacılığa yol açması söz ko-nusu olabilir. Mezhep de bir mensubiyet hissinin en kuvvetle hissedildiği yapılardan birisidir. Dolayı-sıyla bu mensubiyetin ölçülü bir farkındalıkla verilmesi önem taşımaktadır. Tüm bunlara rağmen, in-sanların sağlıklı mensubiyeti sağlayamaması durumunda, devletin kurduğu mekanizmalar etkisini gös-terecektir.

Mezhepsel farklılıkların gerilim ve çatışmadan uzak olabilmesi ve onların birer düşünsel çeşitlilik olarak yer almasını sağlamak metodolojik bir kabul ile gerçekleştirilebilir. Metodolojik kabul, -her bir mezhebin kendisi dışındaki mezhepleri kabulü- görüş ve düşüncelerini kabul etme zorunluluğu olma-dan, onların da birer mezhep olarak tanınmaları, ona inananların rahatça görüşlerini ifade edebilecekleri ortamın sağlanmasına atıfta bulunmaktadır. Tabii ki bu bir olgunluk seviyesidir aynı zamanda. Böyle bir ortamın sağlanması, devlet normlarının dışında özellikle toplumun önderleri olan âlimlerin tavrı ve söy-lemleri ile mümkündür. Şehristanî’nin söyledikleri oldukça önemli görünmektedir. “Bu konuda kendim için koyduğum prensip, her fırkanın düşüncesini lehte veya aleyhte taassup göstermeksizin olduğu gibi belirtmek, görüşlerinin doğruluğunu yanlışından ayırma gibi bir çabaya girmemek, batıl olana karşı hak olan şöyledir şeklinde bir ifade kullanmamak ve sadece kitaplarında yazılı olan ne ise onu kaydetmek olacaktır.”24

Şehristanî’nin bu yaklaşımı, diğer mezhepleri ve düşünceleri sürekli yargılamak yerine, “anlama” üzerine dayalı bir yöntem önermektedir. Belki de bugün önemli oranda ihtiyaç duyulan perspektif bu-dur.

22 Ahmet el-Katip, Sünnilik-Şiilik, Çev. Muharrem Tan, Mana Yay., İstanbul 2013, s. 8.

23 D. Krech, E. L. Ballachey, R. S. Crutchfield, Cemiyet İçinde Fert, Çev. Mümtaz Turhan, c. 2, MEB. Yay., 2. Baskı, İstanbul 1983, s.205-206. 24 Şehristani, Milel ve Nihal-Dinler, Mezhepler ve Felsefi Sistemler Tarihi, Çev. Mustafa Öz, Litera Yay., İstanbul 2008, s. 28-29.

(10)

KAYNAKÇA

Akbulut, Ahmet, “Müslüman Geleneğinde Siya-sî Çekişmeden Teolojik Ayrışmaya”,

İs-lam’ın Hakikati ve Mezhep Sorunu,

Ana-dolu İlahiyat Akademisi Yay., Ankara 2016.

Bari, Zohorul, “İlk İslam Hukuk Mezheplerinde Sünnet ve Cema’a Kavramları”, Çev. Ya-vuz Köktaş, Din Bilimleri Akademik

Araş-tırma Dergisi 2002, c. 2, sy: 1, ss.93-104.

Blanchot, Maurice, İtiraf Edilemeyen Cemaat, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul 1997.

Dabaşi, Hamit, İslam’da Otorite, Çev.Süleyman E. Gündüz, İnsan Yay., İstanbul 1995. Dihlevi, Şah Veliyyullah vd., Mezheplerin

Do-ğuşu ve İctihat Tartışması, Çev. Şükrü

Özen, Pınar Yay., İstanbul 2003. el-Bağdadî, Abdülkadir, Mezhepler Arasındaki

Farklar, Çev. E. Ruhi Fığlalı, TDV. Yay., 7.

bsk., Ankara 2014.

el-Katip, Ahmet, Sünnilik-Şiilik, Çev. Muharrem Tan, Mana Yay., İstanbul 2013.

Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Şa-To Yay., İstanbul 2001. Hallaq, Waal B., “Bölgesel Ekollerden Ferdi

Hukuk Mezheplerine-Bir Yeniden Değer-lendirme”, Çev. Halit Özkan, Ankara Ü.

İlahiyat Fak. Dergisi, 2004, c. 45, sy. 11,

ss.327-353.

Hizmetli, Sabri, “İtikadî İslam Mezheplerinin Do-ğuşuna İçtimaî Hadiselerin Tesirleri Üzerine Bir Deneme”, Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi

Dergisi, 1983, sy. 26, ss. s. 653-680.

Krech, D., Crutchfield S. R. Ballachey, E. L.,

Cemiyet İçinde Fert, Çev. Mümtaz Turhan,

MEB. Yay., 2 bsk., İstanbul 1983.

Kutluay, Yaşar, İslamiyet’te İtikadi Mezheplerin

Doğuşu, Pınar Yay., İstanbul 2003

Menschıng, Gustav; Dinî Sosyoloji, Çev. Meh-met Aydın, Konya, Din Bilimleri Yay., 1994,

Öz, Mustafa, Başlangıçtan Günümüze İslam

Mezhepleri Tarihi, Ensar Yay., İstanbul

2012.

Şehristanî, Milel ve Nihal-Dinler, Mezhepler ve

Felsefi Sistemler Tarihi, Çev. Mustafa Öz,

Litera Yay., İstanbul 2008.

Taylor, Charles “Tanınma Politikası”,

Çokkültürcülük-Tanınma Politikası, Çev.

Yurdanur Salman, Yapı Kredi Yay., 3. Bsk., İstanbul 2010.

Tekin, Mustafa; “Fizikle Metafizik Arasında Mezhepler-Sosyolojik Bir Bakış”, Gerilim

ve Çatışma Arasında Mezhep-Mezhep Sosyolojisi, Ed. Mustafa Tekin, Eski Yeni

Yay., Ankara 2017.

Üzüm, İlyas, “Mezhep”, TDV İslam

Ansiklope-disi, İstanbul 2004, c. 29, ss. 526-

532.

Wilson, Bryan, Dini Mezhepler-Sosyolojik Bir

Araştırma, Çev. A.İhsan Yitik, A. Bülent

Ünal, İz Yay., İstanbul 2004.

Yaltkaya, M. Şerafettin, “İslam’da İlk Fikrî Ha-reketler ve Dinî Mezhepler”, Daru’l Fünun

İlahiyat Fak. Mecmuası, 1930, sy. 14-15,

Referanslar

Benzer Belgeler

(2020) found out that lecture method stood out to be the most frequently utilized pedagogy this statement supports the result of this study since students are used to lecture

Uzay araçlarının ve için- deki cihazların sıcaklıklarının yaklaşık olarak sabit kalabil- mesi için, uzay aracının ısı kaybının fazla olduğu bölümle- ri

Bir diğer X-ışını kaynağı olan Aql X-1 yıldızının 2013 yılındaki büyük pat- laması sırasında SWIFT adlı uydudan yapılan gözlemler RTT150 teleskobu ile optik

[r]

maddelerinin uygulanması hakkın- da 14 Aralık 1987 tarih ve 3975/87 sayılı Konsey Tüzüğü, 14 Aralık 1987 tarih ve 3976/87 sayılı Konsey Tüzüğü, programların

Araştırmamızda güçlendirici lider davranışı ile psikolojik güçlendirme arasında bulunan anlamlı ilişki- de yetki verme, sorumluluk, beceri geliştirme ve yenilikçi

Beyitler, Mezuniyet Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum 1977; Abdülkadir Akçiçek, Muhammediye , Kitabevi Yayınları, İstanbul 1984; Âmil Çelebioğlu, Muhammediye, 2 C.,

Toplumsal yaşamı konu edinen sosyal bilim- ciler, insanların başkalarıyla yaşamak zorunda olduklarını ve bunun sonu- cunda tabiatta varlığını devam ettirebilmek için,