İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi
GEÇMİŞ YAŞANTIMIZIN OLUMSUZ KİŞİLERİ
KEL HASAN EFEND
Yalnız Türk sahnesinde değil, Türk mizah âleminde de bir zirve ve ölümsüz bir isimdir KEL HA ŞAN... Büyük bir sanat gücünün yamsıra emsalsiz bir zekâ ve espri kabiliyetine sahip oluşu, ona emsalsiz bir değer kazandırmış ve nükteleri nesillerden nesillere dillerde dolaşmıştır. .
— Geliyor, dediler. Kel Hasarı geli yor!
Bu sesler üzerine biz büsbütün kurt lanmış, tiyatronun kapısına biraz daha yaklaşmıştık. Nitekim Haşan Efendi semiz, semiz olduğu kadar Halıcıoğlu'ndaki Kumbarahane Has
tanesinde Hastalar Ağalığı yapan Mehmet Efendi'nin oğlu olarak 1865 yılında İstanbul'da dünyaya gelen ve pek erken saçları döküldüğü için çıplak kalan kafasından ötürü KEL
nâmıyla anılan HAŞAN EFENDİ, pek da temiz bir eşeğin üzerinde görün- kavrayarak: küçük bir yaşta tiyatroya merak sar- ^ü - Nâşit içerdeym iş, dışarı çıktı. ^ ^ k ^ M n ı küçük bir yaşta tiyatroya
mış ve 17-18 yaşlarında iken bu âlemin içine dahil olmuştu. Tulûata karşı görülmemiş bir kabiliyeti olan HASAN'ı, devrin ünlü ortaoyuncusu Abdi Efendi yetiştirm iş ve ona ilk tiyatro bilgisini bu değerli sanatçı vermişti. Büyük sanat gücünün ya- nısıra emsalsiz bir tulûat ve espri kabiliyetiyle pek kısa zamanda ken disini gösteren ve seyirciye sevdi ren HAŞAN EFENDİ çok geçmeden Şehzadebaşı’nda kendi adına bir tu lûat kumpanyası kurup faaliyetine kendi nam ve hesabına devam et mişti.
Başına geçirdiği yanları yırtık tak kesi, sırtında uzun bir ceketi, aya ğında bir paçası uzun, diğeri daha kısa pantolonu ile yırtık yemenileri, bir elinde sırık süpürgesi, diğer e- linde bir su tenekesi ile temaşa â- lemimizde apayrı bir «ibiş» tipi ya ratmıştı KEL HAŞAN EFENDİ. Kaş larını üçgen biçiminde siyaha, ya nakları ile ufacık bir cevizi andıran burnunu kırmızı boyar, böylelikle makiyajı ile de bu kıyafetini ta mamlamış olurdu. Boğuk sesi ise kendisine ayrı bir özellik verirdi. Başta Nâşit bey olmak üzere bir çok ünlü tulûatçımızın da hocalığı nı yapan bu büyük nüktedan ile il gili bir anıyı, rahmetli Osman Nihat Akın'ın kaleminden nakledelim: «... Bundan otuz küsur sene evvel
(yazı yirmi yıl öncesine a ittir), Ka- dıköyünde, Kuşdili çayırında, şim diki Üsküdar tramvayları için depo olan yerde (bugün tramvay müze si) bir tiyatro vardı. Bu tiyatroda ramazan geceleri Komikler Müsaba kası nâmı altında, bütün ramazan devam eden bir çekişme yapılırdı. Biz zavallı ve masum (!) çocuklar: — Bu sefer Nâşit kazanacak! — Ne münasebet, Kel Haşan onun canına okur!
— Şevki'yi de yabana atma! Diye münakaşalara tutuşur, hattâ bahse girerdik.
Tulûatın kendine mahsus raconu mudur, yoksa bir başka dolap ve yahut dümen midir bilmem, bu mü sabakaların sonunda Haşan efendi hep birinci çıkardı.
Akşamları ortalık kararırken, tiy a t ronun önünde davul, trom pet, klâr- net, keman, çeşitli havalar çalar, bir taraftan da biletler kesilir dururdu. Ramazan geceleri iftardan sonra, pe derden, valideden ne koparırsak ce be indirir, yedi mahallenin haşeratı bizler tiyatro kapısının önünde to p lanır, paramız olsa da olmasa da, bir punduna getirip beleşten içeri dalmanın çarelerini arardık. İşte böy- •e av köpekleri gibi fermada bekle diğimiz bir sırada:
— Vay efendim, dedi. Bu da nere den çıktı. Sizin eşeğiniz yoktu, bi raderin olmasın?
Haşan Efendinin zeki gözleri birden parladı. Nâşid'in «Biraderin» diye yutturmak istediği mânayı derhal
mim, dedi. Bizim
birader-Türk mizah aleminin ölümsüz kişilerinden Kel Hasan Efendi.
de böyle şeyler ne gezer. Pederin, pederini...»
Diyerek Nâşit'in ağzını daha oracık ta tıkayıvermişti. Biz, yâni haşerat takımı bu esprinin farkına varmış, hep bir ağızdan:
— Yuuu! Nâşit amcaya yutturdu! Diye bağırışmaya başlamış, başta Nâşit olmak üzere, muhallebicinin köşesine kadar, tiyatronun hoyrat müstahdemleri tarafından kovalan- mıştık. Sağ olsalar da, bizi bu yaş ta kovalasalardı. Hani nerede? On dan bile mahrumuz!...»
Tulûatta kimselerin matedemediği bu emsalsiz nüktedanı sahnede kah kahalarla güldüren bir olay vardır. Bu belki de onun hayatı boyunca cevap veremediği tek espri olması bakımından değer taşır bilhassa. Bu esprinin kahramanı, tulûat sah nelerimizde yine kendi yetiştirm e lerinden olan ve aptal rolleriyle te mayüz eden merhum Refet'tir. Bir gün sahnede her zamanki gibi Re fet, o salak haliyle Haşan Efendi'ye yaklaşıp el açar:
— Amca be, n'olursun bir metelik ver be. Allah da seni inşallah, nasıl söyleyeyim, ölmüşlerine kavuştur sun...»
Haşan Efendi rol icabı kaşlarını ça tar:
— Ulan böyle dua olur mu? Sanki Allah ömürler versin, der gibi Allah ölmüşlerine kavuştursun diyorsun. Defol oradan, bir metelik değil, bir para bile vermem...»
Refet masumane oradan uzaklaşır ken birden birşey hatırlamış gibi döner:
— Amca be, madem ki ilk duamı beğenmedin, öyle ise Allah o göz lerine zevâl vermesin. Cenâbı-Hak gözlerini hastalıktan korusun. Hadi bana bir metelik ver amca.. Haşan Efendi nasılsa boş bulunur: — Benim gözlerimi bu kadar güzel mi buldun?... diye sorar.
Refet, o meşhur süpürge sopasının erişemiyeceği bir mesafeye uzaklaş tıktan sonra yine o salak hali için de cevabı yapıştırır:
— Allah gözlerine zeval vermesin ta biî amca. Ya maazallah gözlerine bir hal olur da gözlük kullanmak lâzım gelirse, gözlüğü o nohut kadar bur nunun neresine tutturursun amca cığım...
Refet'in bu esprisine seyirciler ka dar bizzat Haşan Efendi de sahnede kahkahalarla gülmekten kendini ala mamıştı...
Türk temaşa âleminde olduğu kadar Türk mizah âleminde de ölümsüz bir isim bırakan ve halkın «Komik-i Şe hir» adını verdiği KEL HAŞAN E- FENDİ, 14 mart 1925 günü hayata gözlerini yummuştu. Fakat adı da espri ve anıları da dillerde olanca tazeliği ile yaşamaktadır...
Nur içinde yatsın. Üstadını karşıladı, davulcu tokma
ğını bir tarafa bırakıp eşeğin yula rından tuttu. HaSan Efendi'yi Çe- menderzâdenin üstünden indirdiler. Meğer üstad, Kuyubaşı tarafında o- turan kardeşinde misafir jm iş . O va k it şimdiki gibi dolmuş molmuş ol madığından, konu komşudan ödünç bir eşek bulup, Haşan Efendiyi bin dirmişler. Nâşit ustasının tiyatroya eşekle ilk defa geldiğini gördüğü için bıyık altından gülüyor, ona bir- şeyler yutturmaya hazırlandığı ha linden belli oluyordu. Nihayet daya namadı:
KOCAELİ BÖLGESİ SANAYİ LİGİ KUR
m*
(baştarafı 24. sayfada) lan bu futbol ligi için Türk Pirelli’nin gayret ve çalışmaları, başta spor tesislerinin mükemmelliği ile takdir konusu olmuştur.
Organizasyon bu yıl için derlenen fikstüre göre 36 müsabakadan iba rettir. Bu müsabakalar bölgeden te min edilen millî hakemlerle yapıl maktadır. Müsabakalar için lüzumlu hakem ücretleri, kupa, nakliye üc
retleri ve diğer zaruri masraflar Türk Pirelli tarafından karşılanmaktadır, tlerki yıllarda bölgedeki diğer sanayi kuruluşlarının da desteğiyle güçle necek müsabakalar 23 Ocak 1972 tarihinde son bulacak ve bu yıl bü tün maçlar Türk Pirelli sahasında oynanacaktır.
Müsabakalar sonunda galip takıma şampiyonluk kupası Türk Pirelli ta rafından verilecektir.