• Sonuç bulunamadı

Şiirin politikası:Şairler grevinin 6. ayında Can Yücel'le şiir-şair üstüne

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şiirin politikası:Şairler grevinin 6. ayında Can Yücel'le şiir-şair üstüne"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ş airler grevinin 6. ayında C an Yücel’le şiir-şair-dünya üstüne

Şiirin politikası

Can Yücel “Şairler Grevi”ni bir

çıkış olsun diye yaptıklarını

belirtiyor. Yücel, “Kitap okuyanın,

şiir okuyanın rakamı düşme

ivmesindeyse sen istediğin kadar

‘şiir yok beleşe’ de.. Biz bunu

aslında üzerinde herkesin

anlaşabileceği bir ortak nokta

bulmak için mızrakladık” diyor.

ZEKİ COŞKUN

iir-şair-dünya ilişkisine baktığımda “Şiir bir terlemedir” diyordu Can Yücel; “Güneş gü- neş sözlerle / Ve böyle böyle / Şair eriyip 1 gider”.

Bu, şairin yaptığı işle, ürünüyle kendini aşacağı, tü­ keteceği anlamına geliyor. Şiir bir uğraş, bir meslek, bir eylem biçimi onun gözünde. Dolayısıyla politika­ yı da içinde barındırıyor.

Nitel ve nicel yönden şiirin enflasyondan belirgin bir şekilde etkilenmesi, bu yılın başında şiirin politikası­

na yönelmeyi gerektirmiş olmalı ki Şairler Grevi baş­

latıldı, “Şiir yok beleşe” dendi, altı aylık yayın boykotu ilan edildi.

Boykot biterken bu eylemin öncülerinden, örgütle- yicilerinden Can Yücel’le konuştuk. Şiir, politika, mü­ zik ilişkilerini sorduk, çevre hareketine dek uzandık... Şairler Grevi’yle başladık söze. Nereden doğdu, neler hedeflendi, neler yapıldı:

— Bu grev zaten bir çıkış olsun diye yapıldı. Kitap satılmazsa, şiir okuyanın, kitabın alıcısı, rakamı düş­ me ivmesindeyse sen istediğin kadar “şiir yok beleşe’ de... Biz bunu aslında bir protesto, fakat aynı zamanda üstünde herkesin anlaşabileceği bir ortak nokta bulmak için mızrakladık. Daha somut çareler düşünülmesi için bu işe soyunuldu. Dağıtım, yayın, dergi meselesinde, mali sorumluluğu ve külfeti alarak aracıları aradan çı­ karma girişimi, bu işin bir parçası.

Çeşitli kişi ve çevrelerden çıkardığımız kadarıyla be­ lediyelerle anlaşmak mümkün. İstanbul, Ankara, İzmir başta, çeşitli kentlerde şiir standları kurulabilir. Bu, şi­ irleri aracının dışında satmadır. Kitapları kendimiz bas­ maya, dağıtım sistemlerini kurmaya, kasetleri kendimiz yapmaya yönelme... Standların dışında, bu birikimden yararlanarak acaba bir şiir kitabevi kurulabilir mi?

Sonra imza günlerinin örgütlenmesi: Şimdi çağırıyor­ lar gidiyorsun. Uç-dört saat oradasın, cebine bir kuruş girdiği yok. Yayınevi kazanıyor, kim organize etmişse o kazanıyor, sen kalıyorsun gene ortada. Biz kendimiz bu işi örgütleyebilir miyiz?

Yaprak dergisiyle anlaştık. Hazirandan itibaren bir­

likte çıkarıyoruz dergiyi. Bu kadrolarla, Almanya’da - Fransa’da, dışarıda kalmış kadroları da toplayıp bir çeşit 2.000’de tıkanmış sürümü 5-6.000’e fırlatabilir mi­ yiz? Bu sağlanabilirse, ayaklarımızın üstünde dururuz. O zaman kitleyle ilişki ölçüleri de değişeceğine göre şi­ irde ne gibi yenilikler getirilebilir?

Çünkü takdim işi şiir için de önemlidir. Okunduğu zaman şiir başkadır, fısır fısır birbirinize okuduğunuz­ da bir başkadır. Hepsi değişebilir. Buralarda neler ya­

pılabilir, deneyip ortaya koymak lazım.

— Cemal Süreya, Milliyet Sanat’ta yayımlanan günlüklerinden birinde Türkiye’yi Jokond’a, şairle­ ri de onun yüzüne çizilen bıyığı silmeye çalışan “uyu­ mu, oyumu, doyumu olmayan birtakım kefereler” olarak nitelediğinizi aktarmıştı.

Jokond’u ve kefereliği açar mısınız?

— Şuradan çıktı bu: Dadaister bir tarihte nedense Jo­ kond’a bela oldular. Fazla büyük şöhret oluşundan bel­ ki de. O akımların temel nüvesi, geleneksel değerlere karşı gelişleriydi. Jokond da geleneksel değerlerin sa­ natsal planda belli başlı örneklerinden biri olduğu için Dadaist yahut non-conformist akımlarca doğrudan he­ def alınması olayı çıktı.

Yok işte bıyıklar yaptılar, tersine bastılar, üst üste bin­ dirdiler... Bunların kendilerine göre o akımın mantığı içinde haklı tarafları olabilir. Fakat bu devir geçti, Av­ rupa’da da geçti. Bizdeyse çok geç geldi bu tepkiler. Te­ meli de gelmediği için belki Jokond’u bilmeden onu deforme etmeye çalıştık. Formu bilmeden deformas- yona geçtik. Deformasyonun da kendi yöntemi olma­ sı gerekir. Deformasyon, reformasyon gibi bir şeydir. Ana formu bilmezsen onu ne form bozukluğuna gö­ türebilirsin, ne yeniden biçimlendirebilirsin. Bu hata­ lar oldu. Benim işaret ettiğim aslında o.

Biz deformasyondan çok, olanı tüm netliğiyle gör­ me yükümlülüğündeyiz gibi geliyor bana. Türkiye’de deformasyon yöntemine gerek yok, çünkü politik şi­ irde dikkat edilmesi gereken nokta, şiirin politika ol­ madığıdır. Şiir politik olabilir, ama politika değildir. Ölçüt de şiir doğrudan doğruya hiçbir şeyi değiştirmez. Hiçbir şiirle bir memleketin politikasını, yaşamını de­ ğiştiremezsiniz. Ama bu, “şiir değiştirmez” değildir. El­ bette değiştirir. Dili değiştirir, algılama yollarını değiştirir. Dolayısıyla bildiklerimizle bilmediklerimiz arasındaki dengeyi değiştirir. Yaşamaktan ne bekledi­ ğimizi, daha iyi anlayarak daha başka neler bekleyebi­ leceğimizi anlatabilir.

Daha doğrusu, yaşamın içinde değişen koşullara gö­ re uygun yeni birikimler kurabileceğimizi belirleyebi­ lir şiir. Bu çerçevede görüyorum ben.

Ama toplumların öyle dönemleri vardır ki her şey politik olabilir. Mesela Ekim Devrimi, üç - dört yıl ön­ cesi ve sonrasında her şey politikayla biçimlenmiştir. Bu âdeta toplumların eski düzenden çözülmeleri dö­ nemidir. Bu dönemlerde politik şiir bütün ağırlığıyla patlar. Böyle dönemleri de yadsıdığım yok. Sözlerim, Mayakovski’nin, Nâzım’ın politik ağırlıklı şiirlerini kü­ çümsediğim anlamına gelmiyor. Ama bizim yaşadığı­ mız devirde, değişme temposu düştüğü için burada politik işaretlerden çok, içinde yaşadığımız politikayı anlatıcı analize doğru gitme ve dilin içinde bunu oturt­ ma söz konusudur.

Iş bir nevi algılamada, dilin içinde, yaşamı algılamakta yeni değerler bulmak gerekir. Bunlar elbet çelişkilere; yaşamdan beklediğimizle bulabildiğimiz arasındaki çe­ lişkilere dayanacaktır.

— Politik göndermeler dahilinde 1980 sonrası yo­ ğunlaşan bir eğilim de şiirlerin bestelenmesi, müzik- leştirilmesi. Özellikle Yeni Türkü grubu sizin şiirlerinize çalışmalarında önemli bir yer veriyor. Şiir-müzik ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?

— Onlar şunu mu, bunu mu yapalım diye değil; ken­ dilerine uygun bulduklarını seçiyorlar. Bir de ben da­ ha çok caz seviyorum. Bu şiir musikilemesi, armonize

Can Yücel: “ Yukarı yarımküre birliği kurulursa, düşük ücret artı pislik kazığını yiyeceğiz.”

musikiden başlayan bu akımın fazla bir işe yarayacağı kanısında değilim. Çünkü bu her şeyden önce bir ens­ trüman meselesidir, eğitim işidir. Sesin ritmi, başka baş­ ka şeyler...

Tabii zaman zaman böyle birtakım şeyler fırlayacak­ tır. Tutar, tutmaz mesele onda değil. Şiiri şarkı sözü olarak yazma meselesi, burada tamamen kafanın yat­ kın geleceği, musikiye, tarzına ağırlık veren bir şiir mu­ siki bileşimini yaratmak için bir arkadaş bulmak lazım. Doğaçlama-emprovizasyon işini musikiyle bütünleşti­ recek bir ölçü ve bu ölçüyü bilen bir arkadaş bulabil­ mek gerekir. Pişman olduğum şeylerden biri, iyi musiki bilemeyişim. Yoksa kendim yapardım. Şimdilik böyle bir şey yok.

— Son olarak müzikten yeşile - çevre hareketine gelelim. İlk kitabınız “Yazma”da yer alan 1950’lerde yazdığınız “Suda” şiiri Yeni Türkü topluluğunca “Yeşilmişik” adıyla bestelendi, hatta albüme de adı­ nı verdi. Belki bunun da etkisiyle size “Türkiye’nin ilk yeşil şairi” deniyor. Siz yeşil hareketi nasıl değer­ lendiriyorsunuz?

— Türkiye’de zannederim en önemli şeylerden biri­ dir. Dayandığım noktalardan biri şu: Yukarı yarımkü­ re bütünlüğü kurulursa, bizim gibi ülkelerin yiyeceği kazığın haddi hesabı yok. Bunların en büyüğü düşük ücret artı pislik ölçüsüdür. Yeşil meselesi sadece sokak­ ların pisliği, çöpün artması değil. Bütün dava, Avrupa ülkeleri bu çevre sorununu sonunda idrak ettiler. Bun­ dan kurtulmak için düşük ücrete inzimamen buraya pis­ lik ihraç etmeye kararlılar.

Pisliğe dayanılmazsa, uçak denemesine, gürültüye da­ yanılmaz, karşı durulmazsa, bu çarpık şehirleşme, köy boşalması, bütün bunlar üst üste binerse Türkiye ya­ şanmaz hale gelir ve süratle geliyor. Derhal cevap ve­ rilmesi gerekiyor.

Bu dava fantezi filan değil, üzerine gidilmesi gereken ana davalardan biridir. Ama bizde öyle bir sanayi bu­ dalalığı var ki solcusunda da var. İşçi artar, parti geniş­ ler, hesap bu. Nasıl fabrika açılırsa açılsın. Bu hesap çevreden döner. Tehlike odur. Benim düşündüğüm, dı­ şarıdaki yeşillerle de birlikler kurup Türkiye’de bu işin ağırlığının anlaşılması gerekir. Türbe yeşili olmadıkça yeşilin her türü kabulüm, d

S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 19

Referanslar

Benzer Belgeler

Büyük insanların prensip olarak sadece 100 üncü ö- lüm yıldönümlerini kutlayan UNESCO, Atatürk için bir is­ tisna yapmış ve 25 inci yıldö­ nümünü,

NAZMI ZİYA— “Sultanahmet Meydanı’nda Cirit oyunu” Tuval üzerine yağlıboya. AVNİ LİFİJ SAMİ YETİK NAZMİ ZİYA FEYHAMAN DURAN

Royal College of Art’ta eğitim gören bir grup öğrenci tarafından geliştirilen Gravity Sketch, tasarımcıların iki boyutlu düzlemde yaptıkları üç boyutlu çizimleri

Sonuç olarak, Elazığ il merkezinde bulunan ilköğretim okullarında öğrenim görmekte olan öğrencilerin cep telefonu, televizyon ve bilgisayar gibi elektromanyetik

Bu araştırma bize düşük öyküsü, kürtaj öyküsü, iç çamaşırların yıkanması, devamlı ara bezi kullanma, idrar sonrası temizlik, adet gününde kullanılan materyal, aile

Bilimkurgu sinemasının kendi anlatı yapısı içerisinde kadınların gerçek dünyaya uygun toplumsal ve kültürel temsillerinde (anne, eş, bilim kadını, güçlü

P ., Büyük Kabinenin düşmesiyle iktidara gelen Kâmil Paşa kabinesinin, Avrupa devletlerinin teklif ettiği sulh şartlaıım kabul etmesi üzeri­ ne harekete geçen

Thilda Kemal’in cenazesinin ca­ miye gelişinde yakınlarının deste­ ği ile yürüyen Yaşar Kemal, zaman zaman 50 yıllık hayat arkadaşı için gözyaşı döktü..