BOZCALI
•
KENDİSİNİ ANLATIYOR
i t X .•¿Eni; j*p» *tt ; ş . a i ğ « r : T: *: ^T*^uSSStXti /«M .:;.OTfTHRwFfi t.Sabiah Rüştü Bozcalı.
T
ürkiye'miz uzun bir süredenberi her sa yısında değerli bir Türk ressamını ya bir sanat tarihçisinin, ya bir ressamın kalemiyle tanıtmaya çalışıyor. Eserle rinden örnekler vererek... Bu defa, Sabiha Rüştü Bozcalı’nm sırası. Yalnız, onun, kendi kendisini tanıtması, o canlı konuşma üslûbu içinde ve zaman sırasına pek aldırmadan an latması herhalde ilgi çekici olacaktır.— Yirmibeş yıllık gazeteciyim. Yani gazete res samlığı yaptım. İllüstrasyonlarım birçok gazete nin arşivlerini dolduruyor. Basın Şeref kartım var. Hayatımı böyle sürdürüyorum. Resim de yapıyorum tabii. Ama elimde kalmıyor resimle rim. Daha çok yurt dışında, özel koleksiyonlar da ve müzelerde. Japonya'da var, Mısır'da var, Amerika'da, Almanya'da, İngiltere ve İtalya'da var. Ne bileyim? Çoğunu hatırlamıyorum bile. Daha çok portre yapıyorum.
İstanbul'da doğdum. Küçük yaşta resim merakı başladı. 0 zamanlar kız çocukları pek mektebe filân göndermek istemezlerdi. Babam Rüştü Pa şa bana hususi tahsil gördürdü. Sonra dayım, bende istidat görmüş olacak ki, İtalya'ya gitme me yardım etti. Roma'da çalıştım. Vaticano pi- nakoteğinde kopyalar yapıyordum. Hani, ünlü bir hocadan ders alabilmek için az çok kendimi yetiştirmek istiyordum. Bir hatıramı anlatayım, bir kış mevsiminde pinakotekte, ahşap iskele üzerinde çalışıyordum. Ayağımda pantalon, ba şımda bere... Üşümeyeyim diye yere bir de halı sermişlerdi. 0 mevsimde turist az olur. Ama kılık kıyafeti yerinde, yaşlı bir karıkoca gelip benim çalışmama baktılar. Kadın içini çekti: — Ahh... dedi, ah ne olur bizde de böylesi
çık-Sab!ha Bozcalı'nın bir manzarası: Kireçburnu (Akbank Koleksiyonu) - A landscape by Sabiha Bozcali: Kirecburnu (Akbank Collection).
saydı, bakın «...»un kızına, kışta kıyamette nasıl çalışıyor...
Hemen iskeleden eğildim:
— Meraklanmayın hanımefendi ben «... » kızı değilim, sîzdenim!
dedim. Hem sevindiler, hem mahçup oldular. İtalya'ya sonraları da çok gittim. Ama, sırayı bozmayayım.
Birinci Dünya Savaşından sonraki mütareke yıl larında Berlin'deki Haiman atelyesinde çalıştım. Üç yıl Münih Akademisine gittim. Namık İs mail'le birlikte bir yıl da Corinth’in atelyesine devam ettik. 1922-1923 yıllarında, Galatasaray sergilerine oradan ancak desen gönderebiliyor dum. Batılı ustalar çok mükemmel desen çizer ler. Resmin temeli budur. En modern olanları bile önce sağlam bir akademik eğitimden geçer ler. Hiç unutmam, bir kere Paris'teyken Louvre Müzesinde bir resim kopye ediyordum. Talebe yim o zamanlar daha... Resim daha orada sa tıldı. Sonra efendim, orada bir adam gördüm, Correggio'nun konusunu mitologyadan aldığı bir çıplak figür kopye ediyordu. Müze bekçisi ne «Kim bu?» diye sordum. «Tanımıyor musu nuz Matmazel?» diye şaştı. «Bu, ünlü ressam Picasso!» sonunda yabancı olduğumu söyledim. Neyse, Picasso'yu ilk defa orada gördüm. Nasıl çalışıyor, biliyor musunuz? Belki Correggio'dan
Bozcalı, «Genç kadın portresi», sanatçıda - Bozcali, «Portrait of a young woman» (in the possession of the artist).
daha güzel çalışıyor. Sonra o kusursuz resmi alıyor, atelyesine götürüyor. Yeniden başlıyor başka bir tuvale, ama değiştirerek. Orasına bir göz, bu yanına bir kulak ekliyor. Bence bir res sam elbette araştırma yapmalıdır. Picasso da ömrü boyunca araştırma yapan bir ressamdı. Ama her sanatçı, sonunda sağlam yolu bulmak zorunda.
Son yıllarda, yani 1947-1949 yıllarında İtalyan metafizik ressamı Giorgio de Chirico'yla çalış mıştım. Chirico, Severini, Campigli ve Pis is, bunlar dört tanedir. Modern İtalyan resminin ku rucuları. Mükemmel desen çizerler, figür boyar lar Netekim sonunda De Chirico kurucusu ol duğu metafizik resme ait eserlerinin hepsini in kâr etti.
Topkapı sarayında Bâbüssaâde (Özel koleksiyon)
-«The Gate of Felicity» Topkapi Palace (Private collec-
tion).
Ben, Avrupa'dan döndüğüm zaman, 1926-1928 yılları arasında, arkadaşım Namık İsmail'in Aka demideki atelyesine gider, orada resim yapar dım. Sergilere de katılırdım. Ama tabiata bağlı olduğum için ilerici araştırmacılar beni yadigar lardı. 1931'de Paris'e giderek ünlü «pointilliste») ressam Paul Signac'la çalıştım. Sürekli olarak üç yıl Pariste kaldım. Signac beni çok severdi. Kızı nın, eşinin ve kendisinin portrelerini yapmışım- dır. Onlarda çok resmim vardır. Signac, yıl baş larında sulu boyalarını serer, eşine dostuna he diye ederdi. Bir keresinde bana «Sabiha,» de mişti, «ötekiler gelmeden öncelik senin, beğen beğendim al!» Ben kendi kendime, haydi büyü ğüne kaçmayayım da küçük bir resim alayım dedim ve ufacık bir suluboya seçtim. Hemen karısına döndü, «Kâfir kız, en güzelini seçti» de di, keyiflendiği için bir başka resim daha hedi ye etti. Bunları hâlâ saklıyorum.
Aslına bakarsanız, bana resim istidadı herhalde annemden geçmiş olacak. Türkiye'de malzeme olarak posta pulunu kullanıp ilk defa «collage» «yapıştırma» usuliyle resim yapan insan, vali- demdir. Nihayet sonunda, Kireçburnu’ndaki ya lıda, hani Rüştü Paşa yalısı diye tanınır ama yaptıran, büyük dedem Dahiliye Nazırı Memduh Paşadır ve orası Memduh Paşa yalısıdır, o ya lının arabalığını kendime büyük bir atelye
tim, ama şimdi hiçbiri kalmadı. Hepsini sattık efendim. Neler gitti elimizden. Zaten biz de gi diyoruz. Kime kalıyor ki bu dünya? Şimdi Teş vikiye'deki bu apartmandayım. Sığmıyorum içi ne. Hoş, ufak tefek bir insanım ama, resimleri mi sığdıramıyorum. Atelyem de yok. Ben de si pariş üzerine portre yapar oldum. Bana model lik edenlerin evlerine gidiyorum bazan, bazan onlar geliyorlar bana.
Ne diyordum? Uzun zaman gazete ressamlığı yaptım, kitap resimledim. Yeni Sabah ta, Mil- liyet'te çalıştım. Nezihe Araz'ın «Anadolu Evli-
yalarmm, «Yunus Emre»sini resimlediğim gibi
Reşat Ekrem Koçu'nun «İstanbul Ansiklopedisi»
nin resimlerini de ben yaptım hemen tamamiy- le. Hayranım o adamın titizliğine, gayretine, bil gisine. Bir yandan nasıl olup da yirmi küsur se ne tahammül edebilmişim diye düşünüyorum, bir yandan, keşke ölmeseydi de Ansiklopedinin
30
bitimine kadar resimlerini yapsaydım diyorum kendi kendime.
içeride, yani bizden ve dışarıda pek çok res sam tanıdım. Bunların her birinde türlü hususi yetler var. Kanaatimce resim sanatında görülen aşırılıklar hakikatte ressamın, kendisini ifade et mek için yaptığı aramalardır, varılmış bir gaye değil. Her araştırma ressama yeni şeyler öğre tir. Ben, Cezanne'ın dediği gibi tabiattan mü kemmel hoca tanımam. Tabiat karşısında resim yaparken acaba herkes bu güzellikleri görüyor mu? diye düşünürüm. Benim resim yapmam bir duadır, ibadettir. Çalışırken o kadar kendimden geçerim. Hayatta tek zevkim budur ve bunu hiçbirşeyle değişmem. Bazan da, ne olacak bü tün bunlar? diyorum. Sonra Allaha yalvarıyo rum, ne olur öldürme daha, biraz yaşayayım, birkaç resim fazla yapayım. Sergi açmaya ge lince, resimleri oradan buradan toplamak lâ zım bu iş için..