• Sonuç bulunamadı

Dolar ve Euro’nun petrol piyasasındaki rolünün analizi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dolar ve Euro’nun petrol piyasasındaki rolünün analizi"

Copied!
88
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Fatma SARAÇ

DOLAR ve EURO’NUN PETROL PİYASASINDAKİ ROLÜNÜN ANALİZİ

Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

(2)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Fatma SARAÇ

DOLAR ve EURO’NUN PETROL PİYASASINDAKİ ROLÜNÜN ANALİZİ

Danışman

Doç.Dr. Işıl KAZAN ÇELİK

Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

(3)

Fabna SARAQ'rn bu gahgmasr jiirimiz tarafindan Uluslararasr iligtiter Ana Bilim Dah ytiksek Lisans Programr tezi olarak kabul edilmigtir.

Baqkan :

)ee. Dr.

l-!rq e

6

Etrt:-ss'.ve,.)

J-Le.G;b*--<

/ry^

-.

Uye

@anrem

Doq.

0r.

|,s'

(

Q

el;l'

^

\z-l@

uy"

'

YrJ.D"r.b.K*"^""-^

lz-l

v

,d

_

!

'n

tst-I,,V{^l

Tez Baglrg:

Dou,{rl ve

Et"tLgn'luN

offi"ut

iptv;asalt

NQAU/

Onay: Yukandaki imzalann" adr gegen oEretim flyelerine ait oldupunu onaylarrm.

Tez Savunma

Tarihi

;h,tp:$.tZOtZ Mezuniyet

Tarihi

#l*6.tZOtZ

Prof,Dr. Mehmet $EN Miidiir

(4)

KISALTMALAR LİSTESİ ... ii

ÖZET ... iii

ABSTRACT ... iv

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM PETROL, DÖVİZ VE EKONOMİK GELİŞMELER 1.1 Döviz Arz ve Talebi ... 4

1.2 Dünyada Yaşanan Ekonomik Gelişmeler ... 6

1.3 Petrol ve Ekonomik Etkileri... 17

1.3.1 Petrol Fiyatlarını Belirleyen Etmenler ... 17

1.3.2 Petrol Fiyatlarındaki Değişimin Ekonomik Etkileri ... 18

İKİNCİ BÖLÜM PETROL POLİTİKALARI 2.1 Petrol Üreticisi Ülkelerin Önemi ... 23

2.2 Petrol Üreticisi Ülkelerin Değişen Petro-Politiği ... 27

2.3 Ülkelerin Petrol Politikaları ve Para Birimlerine Etkisi ... 31

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ULUSLARARASI PİYASALARDA PARA BİRİMİ VE ETKİLERİ 3.1 Uluslararası Piyasalarda Petro-Dolar ... 45

3.2 Uluslararası Piyasalarda Para Biriminin Değişmesinin Olası Etkileri ... 50

SONUÇ ... 71

KAYNAKÇA... 74

(5)

KISALTMALAR LİSTESİ

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri BAE Birleşik Arap Emirlikleri

BRIC Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin CFR Council of Foreign Relations

CNG Compressed Natural Gas

GSMH Gayri Safi Milli Hasıla

OAPEC Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı

OECD Organisation for Economic Co-operation and Development

GSYİH Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla

IMF Uluslararası Para Fonu IPE Uluslararası Petrol Borsası İMB İran Merkez Bankası

NATO Birleşmiş Milletler

NYMEX New York Mercantile Exchange

(6)

ÖZET

Bu çalışmada Dünya’da yaşanan ekonomik gelişmeler tarihsel perspektiften incelenmiş ve ekonomik gelişmelerin petrol fiyatlarına olan etkileri üzerinde durulmuştur. Petrol fiyatlarının bu derece önem arz etmesinin genel sonuçlarının ne olacağı saptanmaya ve petrol fiyatlarını en çok etkileyen kuruluş OPEC ’in önemi analiz edilmeye çalışılmıştır. Ülkelerin özellikle de petrol ihraç eden ülkelerin değişen petrol politikaları üzerinde durulmuş ve geleceğe dair birtakım beklentilerin altı çizilmiştir.1990’ların sonuna kadar ABD’nin uluslararası rezerv para olma ve Petro-dolar olma özelliği devam etmesi ve 1999 yılında AB’nin yeni bir para birimi olan Euro’yu piyasaya sürmesi ile ABD’nin dolarının rezerv para olma niteliğini sarsmaya başlamış olmasının muhtemel sonuçları irdelenmiştir. ABD’nin egemenliğini devam ettirmek için petrolde para birimi değiştiren ülkelere neler yaptığı, özellikle de konumuz gereği en çok İran üzerinden hareketle ABD’nin İran’a uygulamış olduğu ambargolar net bir şekilde analiz edilmiş ve aslında bu ambargoların ABD’nin İran’ın petrol borsası kurması petrolü başka para birimiyle satmasının ana etken olduğunun altı çizilmiştir.

(7)

ABSTRACT

THE ANALYSIS OF THE ROLE OF DOLLAR AND EURO IN OIL MARKET

In this study, economic developments in the world have been evaluated from historical perspective and the effects of these developments on oil prices have been emphasized. The general consequences of oil prices having such a great importance and the importance of OPEC, the most effective institution on oil prices have been analysed. The chancing oil policies of the countries, especially oil exporting countries have been studied and some future expectations have been highlighted. The possible consequences of US’ continuous notion of being international reserve money and petrodollar until the end of 1990’s and US Dollar’s shaken reserve money position in 1999 by EU introducing the new currency Euro into the market have been examined. In order to sustain its dominance, USA’s attitude towards the countries which chanced the currency in oil and by the content of our argument, from this point forth especially Iran and the embargo that US placed upon Iran have been analysed. It has also been highlighted that the main factor for US embargo on Iran is that Iran established a new oil exchange market and exported oil with a different currency.

(8)

Euro’nun 1999 yılında kullanıma girmesinden itibaren uluslararası bir para birimi olarak başarılı olduğunu ve belli başlı uluslararası para birimi rollerinin hepsinde ABD Dolarından sonra en yaygın kullanılan uluslararası para birimi olduğunu vurgulanmaktadır. Bu tezin bulguları Euro kullanımının yükselen bir eğilim izlediğini ve Euro’nun dünyada ve özellikle Türkiye’de gittikçe artan belirgin bir rol oynadığını göstermektedir (Köse, 2006, s. v). Bu nedenle dünya petrol tüketiminin dolar yerine Euro ile gerçekleştirilmesi durumunda neler olabilir sorusu tezin temel problematiğini oluşturmaktadır. Bu çerçevede İran ve ABD arasında yaşanan Euro&Dolar savaşı ve Türkiye’ye etkileri de önemli sorulardan biridir.

Petrol, doğal halde bulunan ve yeraltından çıkarılan işlenmemiş ham petrol anlamına gelmektedir. Petrol, denizlerdeki bitki ve hayvanların çürüdükten sonraki kalıntılarından oluşur. Bu kalıntılar deniz yatağında milyonlarca yıl boyunca çürüdükten sonra geriye yalnızca yağlı maddeler kalır. Çamur ve büyük kaya katmanları altında kalan yağlı maddeler de petrol ve gaza dönüşür. Petrolün kimyasal yapısı farklı uzunluklardaki hidrokarbon zincirlerinden oluşur. Bu zincirler, petrolün arıtım sürecinde damıtma sayesinde ayrıştırılıp benzin, jet yakıtı, kerosen gibi ürünler elde edilir (Vikipedi). Petrol genellikle bir arıtmadan geçirildikten ya da rafine edildikten sonra kullanıma hazır hale gelir. Bu işlemle ham petrol benzin, mazot, yağ ve petrokimya ürünlerine dönüştürülür. Petrokimyasal hammaddeler daha çok plastik, yapay kauçuk, yapay lif, gübre, deterjan, böcek ilacı ve çeşitli çözücülerin üretiminde kullanılır. Bunlara ek olarak petrol bazlı hammaddeden, uçak, otomobil, inşaat, patlayıcı sanayi, dokuma sanayi ve boya sanayisinde, gıda işleme tekniklerinde ve tarımda da yararlanılır (Gürün).

Petrol, 20. yüzyılın başından itibaren ekonomik ve siyasi tarihte etkin bir öğe olarak; ülkeleri, toplumları, uluslararası sistemi, uluslararası politikaları, devletlerarası güç mücadelelerini, savaşları ve barışları şekillendiren, değiştiren ve dönüştüren unsurlardan olmuştur (Emeklier & Ergül, 2010, s. 52). Petrol günümüzde büyük önem taşıyan bir yer altı zenginliğidir. İnsanlığın gereksinim duyduğu enerji ihtiyacının % 80’ni petrolden sağlanması günümüz dünyasında hala önemli bir enerji kaynağı olmasının göstergesidir.1870’li yıllarda buharlı makinenin icadı ile başlayan teknolojik gelişmeler ve Birinci Dünya Savaşı ile devam eden Sanayi Devrimi, petrole olan talebi giderek arttırmıştır. Petrol fiyatları, dünya ve ülke ekonomik performansı açısından önemli göstergelerden birisi olmuştur. Ekonomide pek çok sektör, doğrudan ya da dolaylı olarak petrole bağımlıdır. Birbirinden bağımsız veya birbirini etkileyen çok sayıda etkene bağlı olması nedeniyle petrol piyasasında veya petrol fiyatlarında ortaya çıkan değişiklikler hem ülke hem de dünya ekonomisi üzerinde zincirleme etkileşimler

(9)

yaratmaktadır. Ham petrol fiyatlarındaki yükselişlerin zincirleme etkileşimlerini enflasyon, işsizlik, ekonomik büyüme ve diğer makroekonomik değişkenler üzerinde görmek mümkündür.

Dünya’da petrol rezervleri, bitişi için biçilen sürelere karşın artmaya devam etmektedir. Kesinleşmiş rezervlerin ne kadar arttığından ziyade bu artışın hangi bölgelerde olduğunun önemi günden güne artmaktadır (Atiker, s. 3). Kanıtlanmış petrol rezervlerinin büyük bir bölümü, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) kontrolü altında bulunmaktadır. OPEC ülkelerinin başlıca gelir kaynağını ise petrol gelirleri oluşturmaktadır. Ancak OPEC üyeleri, ekonomileri açısından hayati bir öneme sahip olan bu ürünün küresel pazarı çerçevesinde sahip olmaları gerektikleri kadar bir güce ve etkiye sahip değildirler. Bunun birincil nedeni ise ortak politikalar geliştirip bunları gerçekleştirmede yaşadıkları güçlüklerdir. Ortak bir amaç uğruna bir araya gelen ilgili bu ülkeler ortak hareket edememekte, meydana getirdikleri kurumsal yapı homojen olmaktan ziyade heterojen bir özellik arz etmektedir. Kendi arasında çok sağlam olmayan bir ilişkiler yumağı içerisinde bulunan üye ülkeler, çok güçlü olmayan bir kartel yapılanması içerisinde kendi bireysel çıkarlarını ön planda tutma yoluna gitmektedirler. Bu ise bir kurum olarak OPEC ’in üyesi ülkelere yüklediği sorumlulukların ve bunların sınırlarının ne kadar güçlü olduğu konusunu gündeme getirmektedir. 1970’li yılların sonunda uluslararası piyasalardaki önemli bir diğer olgu da, ABD yönetiminin doları destekleyen parasal politikalarının olmamasıdır. 1973 yılından itibaren gündeme gelen petrol krizi ve bunun yarattığı enflasyonist ortamın da etkisi ile topluluk yeni bir arayış içine girmiştir.1970’li yılların bu olumsuz koşullarında, üye ülkeler arasındaki özellikle Fransa ve Almanya arasındaki görüş farklılıklarından kaynaklanan koordinasyonsuzluğun ve Werner Planının basarı ile uygulanmayışının değerlemesinin yapıldığı, Komisyonca hazırlanan Marjolin Raporu’ndan (Mercül, 2002) sonra 1977 yılında zamanın Komisyon Başkanı Roy Jenkins’in önerisi ile başlayan çalışmalar, 13 Mart 1979 yılında yürürlüğe giren Avrupa Para Sistemi ile sonuçlanmıştır (Avrupa Topluluğu ve Türkiye, 1993).

Tezin ilk bölümünde Dünya’da yaşanan ekonomik gelişmeler ve bu gelişmelere paralel olarak petrol fiyatlarına olan etkileri ele alınmıştır. İkinci bölümde petrol ihraç eden ülkelerin rolü ve önemi; petrol üreticisi ülkelerin değişen Petro-politiği; ülkelerin petrol politikaları ve para birimlerine etkisi ele alınmıştır. Son olarak üçüncü bölümde uluslararası piyasalarda petro-dolar’ın durumunu ve uluslararası piyasalarda para biriminin değişmesinin olası etkileri üzerinde durulmuştur. Sonuç bölümünde ise bütün bu değişik faktörlerin veya belirleyicilerin bir sentezi yapılmış ve tezin temel sorusu cevaplanmaya çalışılmıştır.

(10)

Etkilenmelerin daha net bir şekilde anlaşılması için yaşanan ekonomik gelişmeler tarihsel bir perspektiften ele alınmıştır. Tarihsel bir süreç izlenmiştir. Tezin oluşturulmasında daha çok internetteki güncel makalelerden yararlanılmıştır. Konunun güncel olması ve bu konu hakkında yazılmış kitap, dergi gibi daha detaylı kaynak olabilecek materyallerin az olması nedeniyle bu şekilde bir yöntem izlenmiştir.

(11)

BİRİNCİ BÖLÜM

PETROL, DÖVİZ VE EKONOMİK GELİŞMELER

1.1 Döviz Arz ve Talebi

Döviz kuru, ulusal ekonomiler arasında uyum ve dengeyi sağlayan anahtar makroekonomik değişkendir. Döviz kurlarındaki değişmeler, ekonomik faaliyetlerin seyrini etkilediğinden, döviz kuru değişmelerinin istikrarlı bir çizgi izlemesi, ekonomik istikrarı olumlu yönde etkileyecek ve kura dayalı istikrar politikalarının da başarısını artıracaktır.1970’li yılların başlarına kadar, döviz kurlarını belirleyen temel faktörlerin dış ticaret akımları olduğu görülmektedir. Dış ticaret akımlarının önemini vurgulayan geleneksel döviz kuru anlayışına göre, cari yılda dış ticaret bilânçosunda meydana gelen değişmeler döviz kurları üzerinde etkili olmaktadır.

1973 yılında Bretton Woods sisteminin sona ermesiyle birlikte birçok sanayileşmiş ülke ulusal paralarını dalgalanmaya bırakmıştır. Döviz piyasasında yaşanan dalgalanmalar, bu sistemin uygulanabilirliliğini tartışmalı hale getirmiş ve ülkeler birer birer sabit kur sisteminden ayrılarak, esnek kur sistemine geçmiştir. Esnek kur sistemine geçilmesiyle beraber döviz kurlarında dalgalanmaların şiddeti ve süresinde artış meydana gelmiştir. Sabit kur koşulları altında, finansal piyasaların ve teknolojinin gelişmişlik düzeyiyle orantılı olarak üzerinde pek fazla durulmayan ve geleneksel kuramlarla döviz kurlarını açıklamaya çalışan iktisatçılar, esnek kur sistemine geçilmesiyle birlikte döviz kurlarının denge seviyesi için yeni açıklamalara gereksinim duymuşlardır. Esnek kur sistemi tarafından yaratılan kur oynaklıkları, belirsizlik ve ülkeler arasında döviz kuru paritesi oluşumunda hangi ölçütlerin dikkate alınması gerektiği gibi sorunlar, üzerinde en çok tartışılan konular haline gelmiştir (Bayraktar & Öztürk, 2010). Kurları, genellikle dış ticaret yaklaşımları mal ve hizmet ticareti ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Dış ticaret akımları yaklaşımına göre, iktisadi karar vericiler, yurt dışı ile mal ve hizmet ticareti yapmak için döviz talep etmektedir. Döviz, yurtdışından alınan mal ve hizmetlerin finansmanı için talep edilmektedir. Döviz arzını ise, yurtdışına satılan mal ve hizmetlerden elde edilen gelirler belirlemektedir. Dolayısıyla yabancı paraların denge fiyatı, ithalat ve ihracattan kaynaklanan döviz arz ve talebine göre belirlenmektedir. Döviz kurları ülkelerin dış ticaretinde, dolayısıyla uluslararası rekabet gücünde önemli etkiler yaratan en önemli makroekonomik değişken olmaktadır. Döviz piyasası, ülkelerin uluslararası alanda dış dünya ile bağlantı kurmalarını sağlamakta, uluslararası mal ve hizmet akımları döviz kurlarının belirlenmesinde etkili olmaktadır. Dış ticaret akımları yaklaşımına göre, bir

(12)

ülkenin döviz kurlarını ve ulusal parasının değerini belirleyen en temel etken, o ülkenin dış ticaret dengesi, yani mal ihracatı ve ithalatıdır. Dış ticaret bilânçosunun fazla verdiği ya da ihracatın ithalattan fazla olduğu bir durumda ulusal paranın değeri artarken, dış ticaret bilânçosunun açık verdiği ya da ithalatın ihracatı aştığı bir durumda ulusal para değer kaybına uğramaktadır. Dolayısıyla dış ticaret akımları yaklaşımı açısından, ülkenin dış ticaret dengesini ya da ihracat ve ithalatını belirleyen tüm faktörler aynı zamanda paranın değerinin belirlenmesinde de etkili olmaktadır. Reel gelirde meydana gelen bir artış, ithalatın gelir-talep esnekliğine bağlı olarak ithal malları talebinin artmasına, dolayısıyla döviz kurunun yükselmesine ve ulusal paranın değerinin düşmesine neden olmaktadır. Dış ticaret yaparak hızla büyüyen ülkelerin paraları değer kazanırken, durgunluk içindeki ülkelerin paraları değer kaybetmektedir.

Döviz kuru sistemleri, bir ekonomide iç ve dış dengenin sağlanmasında en önemli araçlardan biridir. Döviz kuru, ekonomideki birçok değişkeni etkilemesi bakımından önemli değişkendir. Dış ticareti belirlemesinin ötesinde, enflasyon, yatırım ve tüketim kararları üzerindeki etkileri sebebiyle de önemli bir konudur. Döviz kuru, bir paranın diğer para cinsinden ifadesidir. İthalat ve ihracat işlemleri döviz kurlarının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. İthalat arttıkça dolar talebi artar dolayısıyla dolar fiyatı yükselir. Diğer ülke parası değer kaybeder. İhracat arttıkça dolar girişi olur; dolar fiyatı düşer dolayısıyla diğer ülke parası değer kazanır (Alta). Değişken kur sisteminde, döviz arz ve talep esnekliklerinin yüksek olması durumunda, arz ve talep kurlardaki bir değişmeye hızlı tepkide bulunacaktır. Böylece, kurdaki ufak bir değişme, arz-talep dengesini sağlamaya yeterli olacaktır. Bu nedenle de, değişken kur sistemlerinde, kurlardaki değişme istikrarlı olacaktır. Ancak, döviz arz ve talep esnekliklerinin düşük olduğu durumlarda, dış ticarette belirli bir değişme sağlayabilmek için döviz kurlarının önemli ölçüde değişmesi gerekir (Hepaktan, 2009). Döviz talebinde meydana gelen bir değişiklik, faiz oranları aracılığıyla ekonomik faaliyetleri etkiler. Döviz kurunun değerlendiği durumda ithalat artarken, ihracat azalmakta ve bunun sonucunda bozulan cari işlemler dengesi dövize olan talebi artırmaktadır. Döviz kuru sabitlendiği için Merkez Bankası artan döviz talebini piyasaya döviz satıp karşılığında yerli parayı çekerek karşılayacaktır. Bu politika sonucu daralan para arzı faiz oranlarını artırıcı etki yapacak ve böylece ekonomik faaliyetler de yavaşlayacaktır (Gök, 2006). Sermaye giriş ve çıkışları ülkedeki döviz miktarını önemli ölçüde değiştirerek döviz kurları üzerinde büyük bir etki yaratmaktadır. Kısa dönemde kurlarda meydana gelen dalgalanmalarda en büyük etmen sermaye hareketleri olmaktadır. Günümüz dünyasında mal ve sermaye hareketlerine getirilen serbestlikler, ülkeleri dünyanın her bölgesinde meydana gelen gelişmelerden etkilenir hale

(13)

getirmektedir. Dolayısıyla ülkelerin kaderleri birbirleri ile ilintili bulunmaktadır ve ülkelerin döviz piyasalarıyla ilgili olarak karşılaştıkları sorunların uluslararası bir boyutu da bulunmaktadır. Bu bağlamda uluslararası mal, hizmet ve sermaye akımlarının etkin bir şekilde gerçekleştirilebilmesi, etkin bir ödemeler bilançosu denkleştirme mekanizmasını gerekli kılmaktadır.

1.2 Dünyada Yaşanan Ekonomik Gelişmeler

Tarihe kısaca göz attığımızda iktisadi açıdan dünyada önemli gelişmeler yaşandığı görmekteyiz. Ekonomide yaşanan bu gelişmelerin petrol piyasası üzerinde önemli etkileri olmuştur. Dünya petrol fiyatlarının 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana seyrine baktığımızda birçok kırılma ya da dalgalanma yaşadığı görmekteyiz. Söz konusu dalgalanmaların nedeni olarak paracılar tarafından yanlış para politikaları; arz yanlı iktisatçılar tarafından da aşırı vergi baskısı, yüksek reel ücretler ve arz şokları gösterilmiştir. İktisatçılara göre, dünya para sistemindeki ve özellikle para birimlerindeki belirsizlikler, dünya ekonomisindeki dengesizliklerin başlıca nedenleri arasındadır. İkinci dünya savaşından bu yana üç ana petrol fiyat şokunun finansal piyasaları ve dolayısıyla dünya ekonomisini etkilediğini görmekteyiz. Yaşanan bu petrol fiyat şoklarını ve dünya ekonomisini nasıl etkilediğini tarihsel perspektiften aşağıda ayrı ayrı başlıklar altında inceleyeceğiz. Bunlar;

Liberal iktisadi dönemin yaşandığı 1913 dönemi:20. asrın ilk yılları olan

1900-1913 dönemi bugünkü OECD ülkeleri Batı Avrupa, ABD, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Türkiye için liberalizm ilkelerine uygun bir dünya düzeni içinde Türkiye hariç istikrarlı bir büyüme ve refah düzeyinin hızla arttığı bir dönem olmuştur. Esasen bu parlak dönem 1820'lerde başlamış ve 1870'lerden itibaren de giderek hızlanmıştır. Çünkü 1870'lerden itibaren uluslararası sermaye akımlarında ve uluslararası göç hareketlerinde tam serbesti, dış ödemelerde de altın standardı ve sabit kur sistemi altın çağını yaşamaya başlamış ve bu durum 1913 yılına kadar sürmüştür. Bu dönemin en koruyucu ülkeleri ABD, Rusya ve Latin Amerika ülkeleri olmuştur. Ayrıca bu dönemde gerek Batı Avrupa ülkeleri ve ABD gerekse Japonya eğitime büyük ağırlık vermiştir. Bu dönemde ve takip eden dönemde ABD'nin insan kapitaline eğitime, endüstriyel araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verdiği önem Batılı ülkelerden ve Japonya'dan da daha önde olmuştur. Onun için ABD daha 1950'lere gelmeden dünyanın süper gücü olarak ortaya çıkmıştı. Günümüzün gelişmiş ülkelerinin çoğu ise 1910-1913 dönemi ile 1913-1945 dönemlerinde sömürge durumunda oldukları için onların iktisadi gelişme hamleleri ancak 2.Dünya Savaşından sonra başlamıştır.

(14)

Dünya savaşları, Büyük ekonomik kriz ve otarşik dışa kapalı ve kendi kendine yeterli iktisat politikalarının hüküm sürdüğü 1913-1950 dönemi: Bu dönemde günümüzde

olduğu gibi sürekli enflasyon durumu yoktu. Büyük Buhran 1929 – 1931 yıllarında oluşan büyük enflasyon oranları ve astronomik düzeylere çıkan kamu açıkları, Amerikan dolarını altın ile destekleme politikasını imkânsız kıldı. Bu durum, Amerikan Başkanı Roosevelt’i 1932’de dolar ile altını birbirinden ayırmaya yöneltti. Bu zamana kadar ABD, dünya ekonomisinin hâkim gücü idi, fakat iktisat bilimi bakış açısına göre, bir imparatorluk değildi. Dolar değerinin altına sabitlenmiş olması, Amerikan yönetiminin, dolar arz etme yoluyla diğer ülkelerden karlar elde etmesine müsaade etmiyordu. İktisat tarihinin en önemli ve en derin krizi, 1929 krizidir. Avrupa ülkelerinde bazı bankaların mali sıkıntıya girmesi New York Borsası’nda hisse senedi fiyatlarında ani düşüşlere neden olmuş ve ardından da tüm ABD ekonomisini etkisi altına almıştır. Bununla da sınırlı kalmayan kriz, dalga dalga diğer ülkelere yayılmıştır. 1929 Büyük Depresyonu ile borsada yaşanan çöküşün yanı sıra bankalarda ciddi anlamda iflaslar yaşanmış; toplam tüketim ve yatırımlarda ani düşüşler ortaya çıkmış ve tüm bu gelişmelerin sonucunda yalnızca ABD’de 1929-33 yılları arasında GSYİH yaklaşık 1/3 oranında azalmıştır (Aktan & Şen, 2002). Büyük İktisadi Kriz'in 1929 yılında patlak vermesiyle birlikte bütün batılı ülkelerde dış ticarette serbesti yerine ithalat yasakları, yüksek gümrük duvarları ve yabancı sermaye akımlarında ortaya çıkan kısıtlamalar sonucu, dünya dış ticaret hacminin azalmasına yol açmıştır. Neticede hem gelişmiş ülkelerde hem de sanayi ülkelerinde içe dönük bir iktisat politikası uygulanması zorunlu hale gelmiş ve bu dönem büyük bir iktisadi durgunluk içinde geçmiştir. 1929-1932 döneminde OECD ülkelerinde ithalat hacmi %25 düşmüş, uluslararası sermaye piyasası çökmüş, altın standardı terk edilmiş, dünya fiyatlarındaki %50'lik düşüş ve negatif iktisadi büyümenin bir sonucu ola-rak bu ülkelerde her dört kişiden birinin işsiz kalması büyük bir iktisadi ve sosyal kaos yaratmıştır. Bu dönemde bu ülkelerde yatırım ve üretimde aşırı ve geçici devlet müdahaleleri de krizin atlatılmasına yetmemiştir. 1938 yılına gelindiğinde Batı Avrupa ve ABD'de GSYİH 1929 yılı seviyesinin sadece %6 üzerine çıkabilmiştir. İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile bu gelişme de son bulmuştur.1950 yılına gelindiğinde yabancı sermaye akımları 1900 yılı-nın yarısı düzeyinde olduğu görülmektedir. Bu akımlar ve özellikle Direkt Yabancı Sermaye Yatırımları dönemin daha az gelişmiş ülkelerinin yatırım ve üretim kapasitelerini artırmış, modern teknoloji transferini sağlamış ve geçici olarak da olsa dış ödeme açıklarının giderilmesine önemli katkılar yapmıştır.1913-1950 dönemi arasında yaşanan 1.ve 2.Dünya Savaşı’nın en önemli sonuçları; dünyada iktisadi ve siyasi dengelerin alt üst edilmiş olması, ABD'nin ve Japonya'nın ekonomik gücünün daha da artması ve ABD'nin dünyanın en güçlü

(15)

süper gücü durumuna gelmiş olması olarak sayabiliriz. Birinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelerde yatırım ve üretimde devletin payı artmış, iç ve dış parasal ve mali disiplin ortadan kalktığı için bir yandan enflasyonist ortama girilmiş öte yandan rekabetçi devalüasyonlar dö-nemi başlamış, böylece sabit kur sistemi ve altın standardı son bulmuştur.

1947–1965 döneminde kar oranlarındaki düşme sanayi üretiminde ve kapasite kullanım oranlarında düşmelere neden olmuştur. 1970’lerin ortalarından itibaren OPEC ’in petrol fiyatlarını yükseltmesi yaşanan durgunluğun yanına yüksek maliyet enflasyonunu eklemiş ve bu da stagflasyon olgusunu ortaya çıkartmıştır. OPEC üyeleri arasında kuruluş yıllarını takiben yüksek fiyatları destekleyen bir eğilim hâkim olmuştur. Petrol krizinin yaşandığı 1974 ve 1975 yılları ve hemen sonrasındaki süreçte bile fiyatların yükselmesine rağmen OECD ülkelerinde görülen büyük ekonomik gelişmenin petrol talebini arttırması gibi nedenlerle küresel petrol pazarı büyümeye devam etmiştir. Belirlenen kotalara uyulmaması ve hile yapılması gibi unsurlar varlıklarını koruyor olmakla birlikte, OPEC üyeleri arasında büyük bir sorun yaşanmamıştır. Bu zaman dilimi içerisinde Orta Doğu’da bulunan başlıca OPEC üyelerinin aralarında da düşmanca tavır ve politikaların bulunmadığı görülmüştür (Gelb, 1986, s. 59).

Uluslararası kuruluşların yönetimi ve denetimi altında uluslararası ekonomik ilişkilerin tekrar liberalleşmeye başladığı 1950-1970 dönemi (Altın Çağ: 1.ve 2.Dünya

Savaşı’nın getirdiği felaketlerden ders alan batılı ülkeler daha İkinci Dünya Savaşı bitmeden ABD’nin öncülüğünde, dünyanın iktisadi ve siyasi düzeninin bir daha bozulmaması için harekete geçerek bir takım iktisadi, siyasi ve mali kuruluşları kurmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar sömürgeciliğin birçok gelişmiş ülkede sürmesi bu ülkelerde modern sanayi sektörünün kurulmasını engellemiştir. Bu savaşın sona ermesi ile sömürgeciliğin büyük ölçüde son bulması birçok ülkenin sanayileşme stratejisi olarak önce ithal ikamesinin, bazı gelişmiş ülkelerde, 1960'lardan itibaren de dışa ihracata dönük stratejinin uygulanmasına fırsat vermişti. Geçmişte İngiltere ve son zamanlarda Hong Kong hariç, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tamamı iktisadi kalkınmalarının başlangıcında ithal ikamesi politikaları uygulamışlardır. Ancak ithal ikamesi politikalarının dozu, süresi ve dışa dönük kalkınma veya sanayileşme stratejilerinin başlatılması için harcanan zaman ülkeden ülkeye farklılıklar göstermiştir. 1950-1973 dönemi özellikle sanayi ülkeleri Japonya ve G. Kore gibi bazı ülkeler için bir altın çağ niteliğindedir. Bu dönemde büyüme hızının istikrarlı ve yüksek seviyede olmasının başlıca etkenlerden birisi, amaçları açıkça belli olan ve rasyonel davranış kurallarına sahip ve uluslararası dayanışmayı sağlayan bir düzenin varlığıdır. Diğer etken ise yeni bağımsızlığa kavuşmuş ülkelerin iktisadi kalkınmalarını teşvik eden yeni bir dünya

(16)

düzeninin kurulmasıdır. Bu dönem gelişmiş ülkelere dış ticaret de, mukayeseli üstünlüklerine göre uzmanlaşabilmelerine büyük fırsatlar sunmuş, yabancı sermaye ve teknolojiye daha kolay ulaşma fırsatları ortaya çıkmıştır. Meselâ, 1950'den 1985'e yabancı sermaye girişleri yıllık %9'luk bir artışla birikmiş olarak 47 milyar dolardan 944 milyar dolara ulaşmıştır. Bu dönemde bir yandan iktisadi kalkınma teorilerinde önemli gelişmeler olmuş, öte yandan Keynes'in aktif mali politikalar ve tam istihdam hedefleri akademik, politik ve bürokratik çevrelerce desteklenmiş ve uygulama alanı bulmuştur. Altın çağın en önemli sonuçlarından biri de, toplam üretimde GSYİH’ da devlet harcamalarının OECD ülkelerinde 1950'de %27'den 1973'te %37'ye yükselmiş olmasıdır (Çarıkçı). Bu durum ise dönem sonunda sanayi ülkelerinin bile enflasyona duyarlı bir hale gelmesine yol açmıştır. Ekonomide devletin payının hem sanayi ülkelerinde hem de gelişmiş ülkelerde hızla artmasına yol açan başlıca faktörler ise sosyal güvenlik, eğitim, sağlık harcamalarındaki hızlı artış ve gelişmiş ülkelerde yol, baraj gibi altyapı yatırımlarının sadece devletçe üstlenilmesi ve ayrıca doğrudan verimli yatırımlarda da devletin devreye girmesidir.

1973-1974 yılında çıkan ilk petrol krizi, Arap-İsrail Savaşı nedeniyle OPEC ülkelerinin petrol arzını kısması sonucu ortaya çıkmıştır. OPEC ülkeleri fiyatı arttırmak için petrol arzını kısmaya başlamış ve dört aylık dönemde petrol fiyatı varil başına 3 Amerikan dolarından 13 Amerikan dolarına yükselmiştir. OPEC ’in uyguladığı arz politikası sonucunda oluşan bu fiyat yükselişi petrol ithal eden ülkeler için çok önemli ekonomik ve sosyal sıkıntıları beraberinde getirmiştir. Bu fiyat hareketlerinin sonucunda batı ekonomilerinde de durgunluk yaşandığı görülmüştür. Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kredi kuruluşları özellikle gelişmekte olan ülkelere kredi sağlamıştır. Bu fiyat hareketlerinin sonucunda batı ekonomilerinde de resesyon yaşanmıştır (Bittlingmayer, 2005). Almanya’dan Japonya’ya bütün petrol dış alımcısı ülkeler artan petrol faturalarını dışsatımdan elde ettikleri dolarlarla nasıl karşılayacakları sorunu ile karşı karşıya kalmışlardır. OPEC üyesi ülkeler ise artan petrol fiyatları sonucu elde ettikleri ve yurtiçi gereksinimlerini karşılayacak miktarın çok üzerinde olan dolarları Petro-dolarları nasıl kullanacakları sorunu ile karşı karşıya kalmışlardır. Soruna çözüm yolu Petro-dolarların büyük kısmı Londra ve New York bankalarına gitmesi biçiminde olmuştur.1974 yılında ABD Hazine Sekreteri Bennett ve Londra’da bulunan White Weld and Co isimli avro tahvil şirketinden Mulford, petrol fiyatlarındaki artışa bağlı olarak ortaya çıkan gelirin nasıl yönetileceğine ilişkin bir mekanizma geliştirmişlerdir. Bu mekanizma, Suudi Arabistan Para Otoritesi SAMA ile gizli bir anlaşmayı içermekteydi. Öngörülen mekanizmanın temelinde 1973–1974 yıllarında yüksek petrol fiyatları sonucu OPEC ülkelerinin ellerindeki Petro-dolarların ABD ve İngiltere merkez bankalarının lehine olacak

(17)

biçimde dönüşümünün sağlanması vardır. Söz konusu mekanizmanın işlemesi ise Suudi Arabistan ve diğer OPEC üyesi ülkelerin petrol gelirlerini ABD ve İngiltere bankalarına yatırmaları ile başlamış ve daha sonra bu paraların dünyanın geri kalan kısmına, artan petrol faturalarını karşılamak için bu bankalar aracılığıyla avro-dolar tahvil1

veya kredi olarak verilmesi biçiminde gerçekleşmiştir.

Birinci petrol şoku yılları olan 1973–1974 yılları ABD halkı tarafından yüksek enflasyon ve benzin istasyonlarındaki kuyruklarla hatırlanırken diğer ülkelerde bunlara ek olarak ABD Doları ile ödenmek zorunda olan yüksek dış borçlar olarak hatırlanmaktadır. Petrol şokunu takiben dünyada yaşanan yüksek enflasyon, yüksek faiz ortamı, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere bütün ekonomileri zorlamıştır.2

İkinci Dünya Savaşından sonra dünyada iktisadi ve siyasi açıdan Amerika Birleşik Devletlerinin egemen olduğu bir dönem olmuştur.1929 büyük Dünya Bunalımından önce dünya sanayi üretiminin %44,5’i ABD tarafından gerçekleştirilmekteydi. Ancak ABD’nin bu süper üretim gücü, dünya üzerinde küresel iktisadi yönetim anlamında egemen bir unsur değildi. Haziran 1944 tarihindeki Normandiya çıkarmasının başarıyla sonuçlanmasının ikinci Dünya Savaşını ABD ve müttefiklerinin galibiyetiyle sona ereceğini göstermesiyle birlikte, Savaş sonrası döneme ilişkin iktisadi ve diplomatik istikrar kavramları tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar çerçevesinde gerçekleştirilen Bretton Woods konferansı3

sonucunda altın onsunun 35 ABD Dolarına bağlandığı ve ABD Dolarının uluslararası tek rezerv para olduğu yeni bir para sistemi doğmuştur. Ayrıca Bretton Woods konferansı sonucu Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi ABD’nin dünyada tek egemen güç olmasına hizmet edecek kurumlar da kurulmuştur. Savaş sonrası dönemde yıkılan Avrupa ve Asya ülkelerinin yeniden inşasında Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kurumların üstlendiği rol ABD’nin dünya üzerindeki iktisadi egemenliğinin perçinlenmesine yardımcı olmuştur. Yeni kurulan Bretton Woods parasal sistemi de dünya ekonomisinin istikrara kavuşmasını sağlamıştır. ABD ekonomisi büyük altın rezervleri ve sağlam üretim yapısı ile bu yeni düzende daha da güçlü bir yapıya kavuşmuştur. Sağlanan iktisadi istikrar dünyada üretim ve dış ticaretin hızla gelişmesini olanak sağlamıştır.

ABD kendisine pazar olacağı düşüncesiyle Avrupa kıtasında bir iktisadi birliğin oluşmasını teşvik etmiş ve 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu

1 Avro-dolar tahvil Avrupa Para Birliği dışındaki ülkeler tarafından Avro’ya dayalı olarak tutulan ve çıkarılan

borç senedi olarak tanımlanan bir avro tahvil (Avrovil) türü olup değeri ABD Doları cinsinden belirlenmektedir.

2

Borç krizlerine ilişkin daha ayrıntılı bilgi ve açıklamalar için bkz. Katz , Claudıo J, Mahler, A. Vıncent, (1992), “Three Views of the Latin American Debt Crisis”, Cooperation and Conflict, Vol. 27, No. 2, 191-213

3 “Dünya ticaretinin etkin işlemesini ve çok yanlı ödeme sistemini geliştirmek amacıyla, 44 ülkenin katılımıyla

1944 yılında ABD’nin New Hampshire Eyaleti’nin Bretton Woods kasabasında gerçekleştirilmiş bulunan uluslararası konferans” , TDK, iktisat Terimleri Sözlüğü, www.tdk.gov.tr.

(18)

kurulmuştur.4

Bu iktisadi düzen 1970’lerin başlarına kadar devam etmiştir.1949–1970 arasındaki dönemde savaştan harap olarak çıkmış Asya ve Avrupa ülkeleri, ABD’nin de desteğiyle altyapılarını yeniden inşa etmiş ve giderek rekabetçi ve sağlam bir üretim yapısına kavuşmuştur. Bretton Woods parasal sistemi 1970’li yıllara kadar sorunsuz sayılabilecek bir biçimde işlemiştir. ABD Doları tek uluslararası rezerv para olarak ABD ekonomisine çok büyük üstünlükler sağlamıştır.

Sistemde ilk bozulma İngiltere’nin 1967 yılında sterlini devalüe etmesi ile başlamışsa da sistemdeki bu dalgalanma atlatılmıştır.1970’li yılların başlarında Avrupa ve Asya ekonomilerinin artan rekabet gücü, Vietnam Savaşı harcamalarının ABD ekonomisine getirdiği yük var olan iktisadi düzeni sarsmaya başlamıştır. Başta Fransa olmak üzere, önemli ülkelerin merkez bankaları ABD’den ellerindeki dolarlar karşılığında mevcut altın-dolar değer değişikliğinden altın isteminde bulunmaya başlamışlardır. Bu gelişmelere bağlı olarak 1971 yılının ortasında ABD Merkez Bankasından altın çekimi hız kazanmış ve ABD altın rezervleri kritik bir düzeye gerilemiştir. Bu süreçte ABD’nin baş müttefiki durumundaki İngiltere Merkez Bankası bile 3 milyar dolarlık rezervi karşılığında 2600 ton altın almıştır (Yergin & Stanislaw, 1997, s. 60). Bu gelişmeler sonucunda ABD’deki Nixon Yönetimi tarafından Bretton Woods Sistemi5 ile getirilen 1 ons altın 35 ABD Doları değer değişikliği sona erdirilmiş ve 11 Ağustos 1971 tarihi itibariyle tüm ulusal paralar dalgalanmaya bırakılmıştır. ABD Dolarının dalgalanmaya bırakılması ABD’nin artan dış ticaret açıkları ve Vietnam Savaşı harcamaları birleşerek 1970’li yıllarda ABD Dolarının devalüe edilmesine yol açmıştır.

ABD Dolarında yaşanan gelişmelere bağlı olarak Petrol Dış satımcısı Ülkeler Örgütü OPEC de, petrol ticaretinin birçok para biriminden oluşan bir para sepeti üzerinden olabilirliğini tartışmaya başlamıştır (Spino, 1999, s. 121). ABD petrol ticaretinin bir para sepeti ile yapılmasını önleyerek doların egemenliğini sürdürmek amacıyla dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Suudi Arabistan ile üst düzey görüşmelere başlamıştır. Söz konusu bu görüşmeler sonucunda, o tarihte, bir açıklama yapılmasa da, Suudi Hükümeti petrol gelirleri ile gizlice 2,5 milyar dolar değerinde ABD hazine bonosu satın almıştır. Böylece “Petro-dolarların yeniden döngüsü” Petro dolar recycling olarak bilinen ve Newyork ve İngiltere

4 Avrupa Ekonomik Topluluğu bundan sonra metinde günümüzdeki adıyla Avrupa Birliği (AB) olarak

geçecektir.

5 “Bretton Woods Konferansı sonucunda, Uluslararası Para Fonunun bütün üyelerinin paralarının değerini ABD

Doları cinsinden tanımladıkları ve ulusal paraların resmi dolar karşılıkları ya da dolar değerdeşliğinin (paritesinin) yukarı ve aşağı % l’lik aralık içinde dalgalanabildiği ve ödeme güçlüğü ile karşılaşan ülkelerin ancak IMF izniyle devalüasyona başvurabilecekleri, buna karşılık ABD dolarının altına bağlandığı (1 ons altın=35 dolar) böylece doların anahtar para olarak kabul edildiği, altın kambiyo sistemi” TDK, İktisat Terimleri Sözlüğü, www.tdk.gov.tr.

(19)

bankacılık sisteminin lehine olan süreç başlamıştır. Suudi Arabistan ile gerçekleştirilen bu görüşmeler ileri bir tarihte ABD Hazine Genel sekreteri Blumental tarafından Suudi Arabistan’ın petrol ticaretini yalnızca dolarla yapacağı yönünde güvence verdiği biçiminde açıklanmıştır (Spino, 1999, s. x). Yukarıda belirtilen nedenler yanında 1973–1974 yıllarında petrol fiyatlarındaki hızlı yükselişin yarattığı iktisadi şok ABD Dolarındaki dalgalanmanın artması yönünde baskı yaratmıştır.

1973’ten itibaren gerek kapitalist gerekse sosyalist ülkelerde ekonomik büyüme hızların yavaşladığı ve yıllık enflasyonun önce arttığı sonra kontrol altına alındığı 1973-1997 dönemi: Bu dönemde, Uzak Doğu ülkeleri hariç hem sanayi ülkelerinde hem de

sosyalist ülkelerde iktisadi büyüme düşme eğilimine yıllık enflasyon hızları da yükselme seyrine girmiştir. Büyümedeki gerilemeye ve enflasyondaki sıçramaya 1974'teki birinci petrol şoku ile 1979-1980 deki ikinci petrol şokunun yol açtığı öne sürüldü ise de sonradan bu görüşün yeterli ve gerçekçi olmadığı ortaya çıkmıştır. Petrol fiyatları artışı ise bu enflasyonist süreci sadece hızlandırmıştır. Büyümenin yavaşlamasındaki en önemli sebep ise ekonomi politikası konusunda iktisadi istikrarın ve dolayısıyla fiyat istikrarının sürekli olarak sağlanması ihtiyacının tam istihdam hedefinin önüne geçmesidir. Çünkü enflasyonun gelir dağılımını bozduğu, iktisadi büyümeyi dalgalandırdığı ve sadece ekonomik bozulmaya değil aynı zamanda çok büyük sosyal ve ahlaki tahribata yol açtığı iyice anlaşılmıştır (Çarıkçı).

1973-1996 döneminin ilk yarısında petrol ithal eden birçok ülke dış borç batağına girdiği için, bazı Latin Amerika ülkeleri olmak üzere, birçok gelişmiş ülkede büyük iktisadi sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Petrol fiyatlarındaki hızlı artış bu ülkelerin Ödemeler Dengesi açıklarını büyüttüğü gibi petrol fiyatları artışına paralel olarak makine ve teçhizat fiyatlarındaki sıçramalar da ithal enflasyonunun da etkisi ile birçok gelişmiş ülkede yıllık enflasyon hızlarında üç-dört hanelik rakamların ortaya çıkmasına yol açmıştır. İkinci petrol krizinin ise 1979 yılında ortaya çıktığını görmekteyiz. İran devriminin ardından yaşanan İran-Irak savaşı ile Ortadoğu’da yaşanan uluslararası anlaşmazlıklar petrol fiyatlarında sert yükselişe neden olmuş ve özellikle Batı ekonomileri başta olmak üzere dünya ekonomisinin resesyona girmesine neden olmuştur. Bu iki petrol krizinin iktisadi büyüme üzerinde çok önemli etkisinin olduğunun görülmesi ülkeleri alternatif enerji kaynaklarına yöneltmeye başlamıştır.

1980 ve 1990’lar özellikle gelişen piyasa ekonomilerinde iktisadi istikrarsızlıkların arttığı ve bunlara bağlı olarak iktisadi krizlerin daha sıklıkla yaşandığı bir dönem olmuştur. Özellikle 1990’larda teknolojik gelişmelere de bağlı olarak ülke ekonomilerinde finansal kesimlerin ağırlığının artması ve bu kesimlerin oldukça kırılgan bir yapıda olması dünyada iktisadi kriz kavramının daha çok gündeme gelmesine yol açmıştır. Ülke ekonomilerinde 1990’ların

(20)

sonuna kadar ABD’nin uluslararası tek rezerv paraya sahip olma ve Petro-dolarlar üzerindeki kontrol ayrıcalığı tam olarak devam etmiştir (Gerard & Klingebeil, 1999). 1990 Körfez krizi petrol fiyatında çok sert bir sıçramaya neden olmuştur. Körfez Krizi nedeniyle petrol fiyatında %120 civarlarında artış yaşanmıştır Petrol fiyatlarındaki bu sert sıçrama batı ekonomilerini etkilemekle beraber petrol bağımlısı, gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkeleri daha çok etkilemiştir. 1980’lerden günümüze kadar gelen süre içerisinde OPEC üyeleri arasında daralan pazar nedeniyle ortaya çıkan ekonomik ve değişen uluslararası konjonktürden kaynaklanan farklı politik çıkar algılamaları mevcuttur. OPEC üyeleri arasında zaten var olan güvensizliğin artması, ortak politikaların belirlenebilmesini de güçleştirmektedir. Birçok alıcının ve birçok satıcının olduğu petrol pazarında paylarını yitirmek istemeyen üreticiler arasında beliren siyasal sorunlar da piyasanın istikrara kavuşmasının önündeki engeller arasındaki yerini almaktadır (Tahmassebı, 1985, s. 9). Petrol ihracatçılarının sayısının çoğalması öncelikle Körfez bölgesinde meydana gelebilecek herhangi bir siyasi karışıklık durumunda ABD, Batı Avrupa ve Japonya’ya petrol sevkiyatında yaşanabilecek kesinti riskini de azaltmış olacaktır. Bu bağlamda, Körfez ülkelerinin ve OPEC ’in dünya petrol fiyatlarını belirleme yeteneğini azaltması durumu da ortaya çıkabilecektir (Kısacık, 2010).

Petrol fiyatlarının 1999 yılından bu yana sürekli bir şekilde arttığını ve bu artışın da ülke ekonomilerinde oldukça önemli sorunlara yol açtığı literatürdeki çalışmalarda sıklıkla vurgulanmaktadır. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin petrol talebinin artması, 2005 yılındaki Katrina kasırgasının yanı sıra Ortadoğu’da yaşanan siyasi ve iktisadi sorunlar nedeniyle yaşanan anlaşmazlıklar petrol fiyatlarının yükselmesine neden olurken özellikle petrol bağımlısı ülkelerin ekonomilerini derinden etkilemiştir. 2006 yılından itibaren petrol bölgeleri çevresinde yaşanan savaş, ülke içi ve ülkeler arası anlaşmazlıklar petrol fiyatlarında sürekli bir çıkışa neden olmuştur. Petrol fiyatlarının yüksek bir düzeyde seyretmesi, küresel gelirin yeniden dağılımına neden olmuştur. Bu yeniden dağılımda küresel gelir, petrol dışalımı yapan ülkelerden petrol dışsatımı yapan ülkelere doğru kaymıştır. Petrol dışsatımcısı ülkelerin petrol dışsatımından elde ettikleri dolarlar Petro-dolar bu paraların kendi ülkelerindeki veya dünyadaki diğer finans kurumlarına veya varlıklara yatırılması ile sonuçlanmaktadır (Ardor & Öztürk, 2007).

1997-2011 dönemi yaşanan son ekonomik gelişmeler 2001 Finans krizi -2008 Mortgage krizi: Günümüzde gittikçe şiddetlenen rekabet ve dünyadaki artan ticaret hacmi ile

birlikte şirketler Pazar paylarını artırmaya çalışmaktadır. Bu ortamdan en az zararla çıkmayı hedefleyen sanayileşmiş ve halen sanayileşmekte olan ülkeler ekonomik güvenliklerine fazlasıyla önem vermeye başlamışlardır. Günümüzde krizler özellikle gelişmekte olan piyasa

(21)

ekonomilerinde ekonomik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Son dönemlerin en önemli krizleri, 1994-95 Meksika krizi, 1997-98 Asya Pasifik Krizi, 1998 Rusya ve Brezilya krizleri ve nitekim ülkemizde Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan finansal krizlerdir. 2000'li yıllarda başta petrol olmak üzere bütün emtia ve tarım ürünleri fiyatlarında büyük bir yükseliş gözlenmişti. Çin ve Hindistan gibi yüksek nüfuslu ülkelerde gözlenen ekonomik büyüme bu ürünlere olan talebi arttırmış ve fiyatların yükselmesine neden olmuştu.

2007’nin ikinci yarısında ABD’de başlayan finansal kriz ise, bir yıl gecikmeyle çevre ekonomilerine dönük sermaye hareketlerini aşağıya çekti; portföy yatırımlarında daralmalar veya net çıkışlar gerçekleşti. Dış kredilerin döndürülmesi anapara ödemeleri talep edilerek güçleşti. Önceki krizlerde artışlar gösteren doğrudan yabancı yatırımları DYY da gerilemeler gösterdi. Çevre ekonomilerine dönük dış kaynak hareketlerinde böylece genel bir gerileme meydana geldi (Boratav).

2008 yılında gıda fiyatları tarihin en yüksek düzeylerine ulaştı. Altın ve petrol gibi değerli maddeler de tarihinin en yüksek değerini ulaşırken ABD dolarının değeri hemen hemen bütün diğer para birimleri karşısında önemli ölçüde düşmüştür. Buna paralel olarak 2008 yılında Amerika Birleşik Devletlerindeki taşınmaz mal piyasasında özellikle konut fiyatlarında başlayan krizin etkisiyle fiyatlarda büyük bir düşüş yaşandı. ABD’deki konut fiyatları 2000'li yıllar boyunca büyük bir yükselme göstermişti. Bu yükselmenin bir nedeni de kolaylıkla elde edilebilen tutulu satışlar Mortgage idi. Sürekli olarak yükselen konut fiyatları piyasalarda aşırı derecede iyimser bir hava yaratmış, bankaların düşük gelirli ailelere konut almak için kolayca kredi sağlamalarına yol açmıştı. Konut fiyatları inişe geçince birden bire subprime Mortgage yüksek risk ve yüksek faizli kredi denilen bu kredi piyasası çökmüş, kredi faizlerini ödeyemeyen düşük gelirli ailelerin iflas etmelerine ve konutlarına el konmasına neden olmuştur.2008 yılı ilerledikçe subprime Mortgage krizinin sadece küçük bir kesimi değil, bütün ABD mali sistemini etkilediği anlaşıldı.

Küresel kriz 2007 yılın ikinci yarısından itibaren ABD mali sektöründen başlayarak derinleşmiş ve 2008 yılının sonbahar aylarında banka kurtarma operasyonlarıyla doruğa çıkmıştır. Bu tarihten sonra şiddetini arttırarak tüm dünyaya yayılmış ve reel sektörü etkileyerek giderek bir üretim krizine dönüşmüştür.

Dünya ekonomisindeki egemen güç olması nedeniyle Amerika’ya dış dünyadan aktarılan kaynakların olağanüstü boyutlara ulaşması krizin ilk sinyallerini vermişti. 2008 yılından önce de ABD’nin cari açıkları giderek artmıştı, bütçe açıkları da aynı hızla tırmanmaktaydı. Küresel reel üretimin ağırlığı giderek Çin’de yoğunlaşırken, ABD ekonomisindeki türev piyasalara dayanan varlık fiyatlarını da giderek artıyordu.2009’un sonlarında gelişen

(22)

ekonomiler durgunlukla boğuşmaya devam etmiştirler. Başta ABD olmak üzere AB ülkeleri ve diğer gelişmiş ekonomilerde 2009 yılı büyüme tahminleri sürekli revize edilmiştir. Çoğu ekonomi 2009 yılını daralmayla kapatmıştır. Krizin dünya ekonomilerine en derin ve yaralayıcı etkisi durgunluk, işsizlik artışı ve bütçe açıklarının giderek artması alanlarında olmuştur. Krizden çıkış reçeteleri olarak ülkeler birbiri ardına iç talebi canlandırıcı, kamu harcamalarını arttırıcı önlem paketlerini açıklamıştır. Bir kısım ülkeler ise krizi IMF desteğiyle aşmaya çalışmıştır.Bu krizi durdurmak için Eylül ayı sonlarında ABD Kongresi 700 milyar dolarlık bir kurtarma paketini onaylamıştı. ABD’deki kriz kısa zamanda Avrupa'ya da sıçradı. İzlanda'nın üç büyük bankası iflas etti. 2008 yılında İzlanda Kronası Avroya karşı % 40 değer kaybetti ve İzlanda'daki enflasyon oranı % 15'e ulaştı. Birleşik Krallıktaki taşınmaz mal piyasası da aynen ABD gibi büyük bir düşüşe geçti (In depth coverage of Global financial crisis from the Financial Times). Krizin aşılması için temizlenmesi gereken kredi köpüğünün, kapasite fazlasının ve kapanması gereken talep açığının, 1929 krizinden çok daha büyük olduğu kolaylıkla kavranabilir (Özbek O. , 2009). Sonuçta 1920’lerin ilk yarısında altın standardına tekrar geçilmesi ve sabit kur uygulamasına geçilmesi için verilen çabalar büyük iktisadi krizle birlikte son bulmuştur.

Başta A.B.D. olmak üzere finansal piyasaları ardından reel ekonomiyi derinden sarsan ve dünya hasılasının 0,3 oranında küçüldüğü ekonomik krizin ardından 2010 yılında yeniden ekonomik toparlanma sürecine girilmiş ve küresel ekonomide yüzde 5,1 ve gelişmiş ekonomiler genelinde de yüzde 3,1 oranında büyüme gerçekleşmiştir. Ne var ki başta birkaç çeyrek dönem boyunca etkili olan bu büyüme sürdürülememiş ve bazıları önceden tahmin edilen bazı risk faktörlerinin devreye girmesiyle başta gelişmiş ülkeler olmak üzere küresel düzeyde ekonomik büyüme belirgin biçimde yavaşlamıştır (Dünya’da ve Türkiye’de 2011 Yıl Sonu Ekonomik Görünüm, 2011). Ekonomik krizin hafifletilmesi ve kriz sürecinin kısaltılması amacıyla alınan genişletici mali önlemler bütçe açığı ve yükselen kamu borçluluğu sorunlarına yol açarken, bu önlemlerle yaratılan efektif talebin özel kesimlerce devir alınarak canlı tutulması süreci beklenilenden daha uzun bir döneme sarkmıştır. Bunun yanı sıra bazı üye ülkelerce izlenmiş olan gevşek kamu maliye politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan kamu borç stoku sorunları ve bunun bankacılık kesimi üzerine olan yansımaları Euro Bölgesini beklenenin çok üstünde olumsuz biçimde etkilemiştir. Bu gelişmelere ek olarak Japonya’da yaşanan büyük deprem ve tsunami, Orta-Doğu ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan siyasi ve sosyal huzursuzluklar ve petrol fiyatlarındaki tırmanma küresel bazda ekonomik konjonktürü daha da karartan nedenler olmuştur. Japonya’nın karşılaştığı doğal afetlerle petrol fiyatlarındaki artışın özellikle 2011 yılının ikinci yarısında

(23)

olmak üzere gelişmiş ekonomilerde büyüme hızını yüzde ½ oranında gerilettiği tahmin edilmektedir. Libya’daki durumun düzelmesi ve petrol ihraç eden diğer bazı bölge ekonomilerinin güç kazanması sonucu Orta-Doğu ve Kuzey Afrika’da büyümenin güçlü seyretmesi beklenmekte olup, buna karşılık petrol ithalatçısı Dünya ve bölge ülkelerinde ekonomik büyüme, siyasi alanda tanık olunan dönüşüm sürecinin beklenenden uzun vakit almasından ve dış çevrede bozulan koşullardan olumsuz etkilenecektir. Euro Bölgesi ile güçlü ticari ve finansal ilişkiler içersinde olmaları nedeniyle Euro Bölgesinde yaşanan krizin olumsuz etkilerinin Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri üzerinde ağır olması beklenmektedir. AB ve ABD, dünyanın en büyük iki büyük ekonomisini oluşturmaktadır ve birbirleriyle iktisadi bağlantıları nedeniyle reel ve finansal ekonomilerde iç içe girmiş durumdadır. Birinin sorunu öbürünün sorununu besleyerek yeni bir küresel durgunluğa yol açabilir.

1973 yılında Bretton Woods Sistemi’nin yıkılmasıyla, ülke paraları serbestçe fiyatlanmaya başlamış, çapraz kurlar oluşmuş, sermayenin serbest dolaşımı üzerindeki engeller azalmış, finansal hareketlilik artmış ve kur riski ortaya çıkmıştır (Teker Leblebici, Akçay, & Akçay). Döviz kuru, iki ülke paralarının birbiriyle değiştirme oranını ifade eder. Kurlar, ülkelerin reel gelir düzeylerine, ülkeler arası fiyat ve faiz oranı farklılıklarına göre oluşmaktadır. Kur riskinin ortaya çıkması 1975 yılında Bretton Woods sisteminin yıkılmasına dayanmaktadır. 1946 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrasında ve ABD’nin görüşleri doğrultusunda yeni bir para sisteminin kurulmasına karar verilmişti. Bretton Woods Sistemi olarak adlandırılan bu sistem, Amerikan dolarına ve onun aracılığıyla altına bağlı bir para sistemi olarak bilinmekteydi. Bu sistemin getirilmesiyle birlikte, iki yeni örgüt faaliyete geçmiştir. Bunlardan biri olan Uluslararası Para Fonu IMF, uluslararası mali ilişkileri düzenlemek ve diğeri olan Dünya Bankası ise, savaşta yıkılan Avrupa ekonomilerinin onarımı, daha sonra da az gelişmiş ülkelerin kalkınması amacıyla, mali yardımlar sağlamak üzere kurulmuştu. Bretton Woods Anlaşması’nı onaylayarak IMF’ye üye olan her ülke, ulusal parasını sabit bir kurdan Amerikan dolarına bağlamakta ve bu parite de en fazla %1’lik bir oynamaya izin verilmekteydi. Daha yüksek oranlı değişimler, söz konusu ülke Merkez Bankasının piyasaya müdahale etmesini gerektiriyordu. ABD doları ise bir başka ülkenin ulusal parasına değil, sabit bir fiyat üzerinden saf altına bağlanmıştı. Bu şekilde her ülke parası dolara ve dolar da altına bağlandığından, her bir ülke parası dolaylı olarak altına bağlanmış ve ülke paralarının doğrudan birbirleriyle olan ilişkileri engellenmiş oluyordu. 1973 yılında Bretton Woods anlaşmasının yıkılmasıyla beraber, ülke paraları serbestçe fiyatlanmaya başlamış, çapraz kurlar oluşmuş, sermayenin serbest dolaşımı üzerindeki engeller azalmış ve finansal hareketlilik artmıştır. Piyasalarda yaşanan bu serbesti ile dünya ticareti artmış ancak etkin

(24)

yönetilmemesi durumunda şirketlere büyük zararlar yazdırabilecek “kur riski” ortaya çıkmıştır.

Sonuç olarak,1870’lerden 1913 yılına kadar uluslararası sermaye akımlarında tam serbesti, dış ödemeler de altın standardı ve sabit kur sistemi altın çağını yaşamıştır.1929 yılında yaşanan Büyük İktisadi Kriz ile birlikte dış ticarette serbesti yerine ithalat yasakları yüksek gümrük duvarları ve yabancı sermaye akımlarında ortaya çıkan kısıtlamalar sonucu dünya dış ticareti azalmıştır. Bu dönemde ülkeler içe dönük bir iktisat politikası uygulamış ve dönem iktisadi durgunluk içinde geçmiştir. Devamında yaşanan iki büyük Dünya Savaşı, dünyada iktisadi ve siyasi dengeleri alt üst ederek ABD ve Japonya’nın ekonomik gücünü daha da arttırmıştır.1947-1965 döneminde kar oranlarında düşme sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranında düşmelere neden olmuştur.1970’lerde OPEC üyelerinin petrol fiyatlarını yükseltmesi, yaşanan durgunluğun yanına yüksek maliyet enflasyonunu eklemiştir.1980 ve 1990’lar özellikle gelişen piyasa ekonomilerinde iktisadi istikrarsızlıkların arttığı ve bunlara bağlı olarak krizlerin daha sıklıkla yaşandığı bir dönem olmuştur.1990’ların sonuna kadar ABD’nin uluslararası rezerv para olma ve Petro-dolar olma özelliği devam etmiştir.1990 yılında yaşanan Körfez Krizi ile birlikte petrol fiyatlarında %120 civarlarındaki artış gerçekleşmiş bu da petrol bağımlısı ülkeleri fazlasıyla etkilemiştir. Bu süreçte petrol fiyatlarının 1999 yılından bu yana sürekli bir artış trendi içinde olduğu görülmektedir.1999 yılında Avrupa Birliği’nin yeni bir para birimi olan Euro’yu piyasaya sürmesi ABD dolarının rezerv para olma niteliğine tehdit unsuru olmuştur. Böylelikle iki para arasında rezerv para olma konusundaki rekabet başlamıştır. Bu iki ayrı para biriminin petrol fiyatlarının değişimi konusunda çeşitli etkileri olmuştur. Bu etkileri bir sonraki başlığımızda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.

1.3 Petrol ve Ekonomik Etkileri

1.3.1 Petrol Fiyatlarını Belirleyen Etmenler

Petrol fiyatları, ülke ekonomilerinin başarısı açısından önemli göstergelerden biri durumundadır. Dünya petrol arzını ve dolayısıyla fiyat oluşumunu etkileyen başlıca faktörler arasında; ülkelerin stratejik petrol rezervleri, üretici ülkelerin ellerindeki stok miktarı, üretim ve taşıma maliyetleri, mevsim koşulları, OPEC, IEA, ABD, Büyük Petrol Şirketlerinin strateji ve yatırım politikaları yer almaktadır. Fiyatın oluşmasında talep yönünden etki eden faktörler arasında; ekonomik gelişme, bölgesel ekonomik-siyasal-askeri faaliyetlerdeki karışıklıklar,

(25)

enerji sağlama güvenliğindeki beklentiler ve ulaştırma sektöründe daha kaliteli petrol ürünlerine olan gereksinimin artması yer almaktadır.

1.3.2 Petrol Fiyatlarındaki Değişimin Ekonomik Etkileri

Sürdürülebilir ekonomik kalkınma için enerji kaynağı olan petrol dünya ülkeleri açısından büyük bir öneme sahiptir. Son yıllarda gelişmiş ya da gelişmekte olan ekonomilerin en önemli sorunlarından birisi, uluslararası piyasalarda petrol fiyatının aşırı artış göstermesidir. Son dönemde gözlenen petrol fiyatlarındaki hızlı yükselmenin başlıca nedenleri arasında; ekonomik, coğrafi ve politik nedenler yer almaktadır. Üretim-tüketim dengesi, arama-üretim-taşıma ve diğer yatırım maliyetleri, düşük değerdeki $ trendi, dünya ekonomisinin genel seyri, piyasa düzenlemeleri, siyasi riskler, vergiler, çevre kirliliği düzenlemeleri, rezervlerin dünya üzerindeki dağılımı, ürünlerin kalitesi ve alternatif ürünlerin varlığı ya da yokluğu petrol fiyatını dünyada etkileyen faktörler arasındadır (Aydın & Şahin, 2010).

Ham petrol fiyatları doğrudan nihai ürün fiyatlarını etkileyen en önemli unsurlardan biridir. Dünya petrol piyasaları ise ABD doları üzerinden işlem görmektedir. Bu durumda örneğin 1 varil Brent tipi ham petrolün uluslararası piyasalardaki değerini 100 $ aldığımızı ve o dönem için güncel döviz kurunu 1,2 YTL/$ kabul ettiğimizde 1 varil ham petrol için 120 YTL ödenmesi gereği ortaya çıkar. Bir başka durumda ham petrol fiyatlarının %50 oranında azaldığını ve 50 $ a düştüğünü kabul ettiğimizde, döviz kuru artmakta ise, örneğin 1,6 YTL olduğunda bir varil ham petrol için ödenen bedel 80 YTL olur. Bu durumda, uluslararası piyasada %50 düşen ham petrol fiyatlarına rağmen, döviz kuru etkisi nedeni ile bir varil ham petrol için ödenen bedel 120$ dan 80 $ inmiş yani %33 azalmış olur. Dolayısı şile dünya petrol fiyatlarındaki hareketlilik ile birlikte ABD $’nın YTL karşısındaki değeri de ham petrolün YTL cinsinden maliyetine etki etmesi nedeni ile önemlidir (Ham Petrolden Tüketiciye Akaryakıt, LPG ve Fiyat Oluşumu).

Petrol fiyatlarındaki yükseliş ne kadar fazla ve uzun süreli olursa makroekonomi üzerindeki etkileri de o kadar büyük olur. Fiyat artışının ekonomi üzerindeki doğrudan etkisinin büyüklüğü genelde; petrol maliyetinin milli gelir içindeki oranına, nihai kullanıcıların tüketimde tasarrufta bulunmaları ve verimli kullanma yeteneği ile alternatif enerji kaynaklarının kullanımına bağlıdır. Petrol ihraç eden devletler açısından, fiyat artışından kaynaklanan ihracat gelirleri, doğrudan reel milli geliri yükseltir.

Petrol fiyatındaki değişimin reel aktivite üzerindeki etkisini ve özel olarak da hisse senedi piyasaları üzerindeki etkisini analiz etmeden önce teorik çerçeveyi oluşturmamız

(26)

gerekmektedir. Petrol fiyatları iktisadi aktiviteyi altı mekanizma vasıtasıyla etkilemektedir (Lardic & Mignon, 2006).

Birincisi, klasik arz yanlı görüşe göre, üretimin temel girdisi olan petrolün fiyatındaki yükseliş, potansiyel çıktının düşüşüne yol açması nedeniyle iktisadi aktiviteyi etkilemektedir. Yükselen petrol fiyatları sonucunda üretim maliyetlerindeki yükseliş verimliliği ve çıktının büyümesini azaltmaktadır. İkincisi, petrol fiyatlarındaki yükseliş, petrol ithal eden ülkelerin dış ticaret dengesini bozması nedeniyle iktisadi aktiviteyi etkilemektedir. Petrol fiyatlarındaki yükselişin petrol ithal eden ülkelerden petrol ihraç eden ülkelere doğru servet transferine neden olması firmaların ve hane halkının alım gücünde düşüş yaratmaktadır. Üçüncüsü, reel balans etkisinden dolayı, petrol fiyatlarındaki bir yükseliş para talebinde yükselişe neden olacaktır. Para otoritesinin para talebindeki artışı karşılayamaması sonucunda faiz oranlarının artması iktisadi aktivitede düşüşe neden olacaktır. Dördüncüsü, petrol fiyatlarındaki artış, maliyet enflasyonu yaratacaktır. Enflasyon artışı ise, fiyat-ücret artışları sarmalının başlamasına neden olacaktır. Beşincisi, petrol fiyatındaki bir artış tüketim, yatırım ve hisse senedi fiyatları üzerinde negatif bir etkiye neden olabilecektir. Tüketim, harcanabilir gelirin düşmesi ve yatırımlar maliyetlerin yükselmesi nedeniyle azalabilmektedir. Altıncısı ise, fiyat artışlarındaki yükselişin kalıcı olması, istihdamın azalmasına yol açacaktır. Petrol fiyatları bu mekanizmalar vasıtasıyla iktisadi aktivite üzerinde olumsuz etkilerini gösterebilmektedir. Özellikle petrol bağımlılığı yüksek olan sektörlerin fiyat artışlarından daha çok etkilendiği de gözlenmektedir (Hamilton, 1983).

İktisadi aktivitenin petrol fiyatlarının yükselişinden bahsedilen altı mekanizma vasıtası ile etkilenmesi, iktisadi büyüme ve sermaye piyasaları arasındaki ilişki nedeniyle hisse senedi fiyatları üzerinde de etkilerinin olması muhtemeldir (Viceira, Serfaty-de Medeiros, & Campbell, 2007). Petrol fiyatındaki yükselişin iktisadi aktiviteyi ve bağlı olarak şirket kârlılıklarını, enflasyonu ve para politikasını etkilemesi nedeniyle varlık fiyatları ve finansal piyasalar üzerinde etkisinin olduğunu ifade edilmektedir (Pollet).

Petrol, sermaye ve işgücü gibi birçok mal ve hizmetin üretilmesinde kullanılan önemli bir girdi olması nedeniyle fiyatlarındaki bir artış, nakit akışını etkileyecektir. Yükselen petrol fiyatları üretim faktörleri arasında ikame imkânının olmadığı durumlarda üretim maliyetlerini arttıracaktır. Daha yüksek üretim maliyeti nakit akışını etkileyecek ve hisse senedi fiyatlarını düşürecektir. Aynı zamanda yükselen petrol fiyatları varlık fiyatlama modeli içerisindeki indirgeme oranını da etkileyecektir. Yükselen petrol fiyatlarının yarattığı enflasyonist baskı sebebiyle merkez bankası enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranlarını yükseltebilecektir. Daha yüksek faiz oranları ise hazine bonosu ve tahvilin hisse senetleri

(27)

karşısında tercih edilmesine yol açacaktır. Bu tercih kayması hisse senedi fiyatlarında düşüşe yol açacaktır. Yükselen petrol fiyatlarının hisse senedi fiyatları üzerindeki toplam etkisi ise firmanın petrol ya da petrol ürünlerinin tüketicisi ya da üreticisi olup olmadığına bağlıdır. Eğer petrol tüketicisi firmaların sayısı yüksek ise yükselen petrol fiyatlarının hisse senedi piyasaları üzerindeki etkisi negatif olacaktır (Gisser & Goodwin, 1986).

Yükselen petrol fiyatları tüketici ve üreticiler için enflasyon vergisi gibi etki yapmaktadır. Harcanabilir gelirin azalması, diğer mal ve hizmetler tüketimi için ayrılan payın düşmesine neden olmaktadır. Petrol dışı sektörlerdeki firmaların maliyetlerinin yükselmesi sonucunda maliyetlerin tüketiciye yansıtılmadığı durumda hisse senedi fiyatları için belirleyici olan kârların ve kâr paylarının azalmasına yol açabilecektir (Bernanke, Gertler, Watson, Sims, & Friedman, 1997). Aynı zamanda petrol fiyatlarındaki dalgalanma riski ve belirsizliği arttırması nedeniyle hisse senedi fiyatlarını etkilemesi refahı ve yatırımları azaltacaktır (Mork, 1989). Süreç üretim ve GSMH’da düşmeler ile sonuçlanacaktır.

Petrol fiyatlarındaki artışların petrol ithal eden ekonomiler üzerindeki etkileri; Petrol

fiyatlarındaki artışların milli gelir üzerinde yarattığı olumsuz etki, petrol harcamalarının milli gelir içindeki payına ve ülkenin petrole olan bağımlılığına göre değişmektedir. Bir ülkede petrol harcamalarının milli gelir içindeki payı yüksekse ve ayrıca, bu ülkenin petrol tüketiminin azaltılarak diğer alternatif enerji kaynaklarına yönelme olanakları kısıtlı ise, yüksek petrol fiyatlarının ekonomi üzerindeki olumsuz etkisi artmaktadır. Yüksek petrol fiyatlarının makroekonomik hedefler ve özellikle yüksek petrol fiyatlarına uyum sağlamak amacıyla, yürütülen politikaların sonuçları açısından da önemli etkileri bulunmaktadır. Yüksek petrol fiyatları doğrudan girdi maliyetini arttırmakta ve bu durum, üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasına ve dolayısıyla enflasyona neden olmaktadır. Yüksek petrol fiyatlarının enflasyonu arttıran etkisi özellikle, yapısal sorunları bulunan ve bütçe açıklarının borçlanma yoluyla kapatılmaya çalışıldığı gelişmekte olan ekonomilerde daha fazla hissedilmektedir. Yüksek petrol fiyatları, petrol ithalatçısı ülkelerin reel milli gelirlerinin azalmasına yol açmaktadır. Bu ülkeler petrol tüketimlerini petrol fiyatı artışları oranında azaltmalarının mümkün olmaması nedeniyle, milli gelir içerisinde toplam petrol harcamalarına ayrılan pay giderek artmakta ve dolayısıyla, diğer harcamalara ayrılan pay azalmaktadır.

Petrol fiyatlarındaki artışların petrol ihraç eden ekonomiler üzerindeki başlıca etkileri; Yüksek petrol fiyatları petrol ihraç eden ülkelerde, doğrudan ihracat gelirlerini

arttırmakta ve dolayısıyla milli geliri arttırıcı yönde etki yaratmaktadır. Aslında petrol üreten ülkeler, ekonomilerinin enerji sektörüne bağımlı olması nedeniyle, düşük petrol fiyatlarının

(28)

kendi ekonomilerine daha fazla zarar verdiğini ifade etmektedirler. Petrol üreten ülkeler, tüketici ülkelerin petrol ürünlerine uyguladığı ağır vergilerden yakınmakta ve petrol fiyatlarındaki dalgalanmanın bir bölümünün bu vergilerden kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Yüksek petrol fiyatları petrol ithal eden ülkelerden petrol ihraç eden ülkelere gelir transferine yol açmakta ve bu nedenle, ülkeler arasındaki gelir dengesizliği artmaktadır (Bayraç, 2007). Petrol üreten devletler, tüketici devletlerin petrol ürünlerine uyguladığı fazla vergilerden şikâyetçi olmakta ve petrol fiyatlarındaki dalgalanmanın bir kısmının bu vergilerden kaynaklandığını ifade etmektedirler. Yüksek petrol fiyatları petrol ithal eden devletlerden, petrol ihraç eden devletlere gelir transferine neden olmakta ve bu sebeple, devletlerarasındaki gelir dengesizliği artmaktadır (Arıkan, 2008).

Son zamanlarda ortada bir arz sıkıntısı olmamasına karşın fiyatların yükselme nedeni ABD-İran ve İsrail arasındaki gerginlikten kaynaklanmaktadır. ABD’nin İran'ı yalnızlaştırma çabaları, petrol fiyatlarını yükseltmektedir. Çünkü İran, dünyanın en büyük dördüncü petrol üreticisi ve ülke OPEC’in Suudi Arabistan'dan sonraki en güçlü ikinci ülkesidir. Gerginlik sürdüğü sürece fiyatlar da yükselecektir. Ekonomilerin yavaşlamaya başladığı 2012'de yüksek petrol fiyatları, tüm ülkelerin en büyük sorunu olmaya; maliyetleri artırmaya devam edecektir. Dünyada yaşanan en ufak bir siyasi gerginlikte petrolün fiyatının yükseliyor olması, dünya ekonomisinin petrole ne kadar bağlı olduğunun göstergesidir (Dünya Bülteni, ABD 'Petro-Dolar'ın Saltanatını Koruma Peşinde).

Ekonomik kriz endişesi ile karşı karşıya kalan AB ülkeleri açısından petrol fiyatlarının yüzde beş oranında değer kazanması dahi vahim sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle de İran petrolüne bağımlı olan Güney Avrupa ülkeleri bu durumdan etkilenebilir. Ancak batı ülkelerinin de bu duruma bağlı olarak planının bulunduğu biliniyor. İlk aşamada ABD stratejik öneme sahip petrol kaynaklarını kullanarak duruma müdahil olmayı planlıyor. Daha sonra ise Rusya ve Norveç gibi OPEC üyesi olmayan petrol ülkelerinin gücünün kullanılması gündeme taşınabilir. Batı ülkeleri Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya petrolünü kullanarak İran petrolü sebebiyle doğan boşluğu doldurabilir. Bu konuda gerekli hamleler düşünülüyor. Ancak bununla beraber kendisine sorun üreteceği de düşünülemez. Konu’nun Rusya açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. İlk olarak petrol krizinin yaşanması Rusya'nın çıkarlarına hizmet edebilir. Çünkü petrol fiyatlarının yükselmesi ile beraber ülkeye getirilen sıcak paranın da oranı artmış olacak. Bununla beraber İran'ın Rusya'nın güney sınırlarında "barışa" önemli hizmetlerde bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Buna göre de Rusya'nın İslam cumhuriyetinin çıkarlarını göz önünde tutması gerekiyor. Tahran yönetiminin tutumu sonrasında Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sıcak çatışma son buldu. Sadece bunun dahi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilere uygun sonuçlar doğurmayabilir.. Burada yer alan bilgi, değerlendirme, yorum

Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilere uygun sonuçlar doğurmayabilir.. Burada yer alan bilgi, değerlendirme, yorum

Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilere uygun sonuçlar doğurmayabilir.. Burada yer alan bilgi, değerlendirme, yorum

Burada yer alan görüşler, yatırımcının mali durumuna veya risk ve getiri tercihlerine uygun olmayabilir.. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere

Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilere uygun sonuçlar doğurmayabilir.. Burada yer alan bilgi, değerlendirme, yorum

Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilere uygun sonuçlar doğurmayabilir.. Burada yer alan bilgi, değerlendirme, yorum

Dün 18 Ekim tarihinin dip noktası 1.1867 seviyesinden destek bulan kontrat 1.18 seviyesinin üzerinde 50 saatlik ortalamasında dirençle karşılaştı ve şu anda 1.1794

Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilere uygun sonuçlar doğurmayabilir.. Burada yer alan bilgi, değerlendirme, yorum