★ Munis Faik OZANSOY ★ İ. Zeki BURDURLU ★ M Necati KARAER ★ Ümit Y. OĞUZCAN ★ Saadet İKESUS ★ Bekir Sıtkı ERDOĞAN ★ Jülide G. ERGÜVEN ★ Vehbi EDİBOĞLU ★ E. IŞINSU ★ Gülten AKIN
★ Yahya BEN EKAY ★ Suat ÜZER ★ Turgut ÖZAKMAN ★ Hamdi OLCAY ★ Timuçin DAVRAS ★ İhsan FİK R ET ★ İlhan GEÇER ★ Yaşar GÜNGÖR ★ M. TECİRLİOĞLU ★ Ercan SÜNKİTAY Gustave Courbet
IHAt . HUI »>l «Mi Gayeli tasarruf yoluyla yuvanıza muhakkak kavuşursunuz M
E M L Â K
B U R A M
PH UPS
YURDUN HER YERİNDE ACENTELERİ VARDIR
Ankara Satış y e ri:
Tel: 24175
Tamir Atölyesi1
Tel: 24175
Büro, Röntgen ve Endüstri Meşheri
T e l: 24175
Arzularınızın tahakkukunu
t es ad ü fY
hı ra k ma vı nı z
PHILIPS
DÜNYANIN EN BÜYÜKRADYO FABRİKALARI
H İ 3 A R
Fikir, Sanal, Edebiyat D ergisi AYDA BİR ÇIKAR Sahibi : MEHMET ÇINARLI Mes’ul Müdürü : İLHAN GEÇER Yazı Kurulu : Munis Faik Ozansoy, İlhan
Geçer, Mehmet Çınarlı, Gültekin Sâmanoğlu, O. Fehmi özgelik
Dergimizde yayınlanacak yazılar »Yaz; Kurulu »tıun incelemesinden geçer.
Basıldığı yer : ÖRNEK MATBAASI
Işık Han - Ankara
jç
T . C .
Ziraat Bankası
Tasarruf hesaplan
1954 ikramiye miktarını
1
.
500.000
Liraya çıkarmıştır.
/---/ Bu zengin plânda evler, apartman
*
daireleri, traktörler ve ayrıca
dolgun para ikramiyeleri
bulunmaktadır.
Fazla tafsilât için 460 şube
ve ajansımız emrinizdedir.
t 7 '*î? 3o ^ î Y ıl : 5, Cilt: 3 Sayı : 54
HİSAR
Yıllığı : 3 lira Altı aylığı 170 kuruş 1 Ekim 1954Tıhit cPmat
Adres: AnkaraP. K. 3563)ü$ünbügâtn Cjibi
KARANLIK
Ölüm, sevdiklerimizin kaybında, bize
bütün çıplaklığı ile görünür. Onunla ben
de, ilk defa, tam dört sene evvei bir gece
yarısı, babamın hasta yatağı önünde kar
şılaştım. Hiç de sandığım kadar korkunç
değildi. Alıp götürmeğe geldiği hastanın
müstesna bir insan olduğunu bilir gibi
saygılı; onu bizden ayıracağı için de bize
karşı adeta suçlu bir hali vardı. Birkaç da
kika önce, anneme «ah, bir uyuyabilsem!»
dediğini sanki işitmiş ve işte bu son arzuyu
yerine getirmek için gelmişti. Babamın
ölümü, gerçekten sakin, bir uykudan öte
kine, sonsuzuna geçiş gibi ıstırapsız oHu:
bu da, dünyada hiç kimseyi incitmemiş
olan bir şaire Allahın son lutfu olmalı.
Diyebilirim ki ölüm, babama yakla
şırken, kendisine çeki düzen vermiş, ade
ta güzelleşmiştir. Babamın hayatında ül
fet edebildiği bütün insanlar gibi, o da,
terbiyeli, saygılı olmaya mecburdu.
O gecedenberi ölümle aramda mesafe
kalmamıştır. Babamı alıp götüren ölüm,
beni ve bütün sevdiklerimi de her an alıp
götürebilir... Kendimi ona ve onu kendi
me manen o kadar yakın hissediyorum.
Ölümün dehşeti, kendisinde değil,
bı-DÜŞÜNCELER
Munis Faik OZANSOY
raktığı boşluktadır. Bunu dört senedir,
her gün, her saat, her dakika daha çok
hissediyorum. Kaybettiğimiz aziz varlık
ları
görebilmek için, gözlerimizi
bence
mezarlığa değil,
içimize çevirmeliyiz.
Ölümün açtığı uçurum, toprakta değil, içi-
mizdedir. Topraktaki
çukur bir uçurum
değil, ancak bir kapı, bir başka âleme açı
lan bir kapı olabilir. Mezarlığı bize ka
ranlık gösteren de ölümün içimize doldur
duğu matemden başka bir şey midir? Ay
dınlık, büyük aydınlık belki de mezarın
ötesinde başlar.
Ölümü karanlık, karanlığı ölüm sana
rak, uykusuz geçirdiğim, ışığı söndürme
mek istediğim çocukluk gecelerimi bugün
de dehşetle hatırlıyorum. Tanıdıklarım
dan birinin öldüğünü duyduğum gün,
ölüm, türlü şekillerle, gece yatağıma gelir
di. O günden bugüne, o gecelerin korku-
siyle beraber daha pek çok şey kaybetmiş
olduğumu biliyorum.
Babamın ölüm yıldönümünde kafama
hücum eden bu düşüncelerin karanlığım
mâtemime bağışlayın.
D E V R İ K
C Ü ML E
Hisar’m Haziran sayısında çı kan “Devrik Cümie" adlı yazım da, devrik cümle konusunda bazı yönlere dokunmuş, Bay Nurullah Ataç’ın devrik cümlelerinden al dığım örnekler üzerine düşünce lerimi söylemiştim. Bay N. Ataç, “Türk Dili” dergisinin Temmuz sayısında, “Dergilerde” başlıklı yazısında, adı geçen yazım üzerin de durmuş. Bu yazıyı geç gördüm. Konunun bazı yönlerinin daha açık bir durum alması için yazı nın bazı düşünceleri üzerinde du ruyorum.
Bay N. Ataç. “Eğer tümleci so na alıp kurallı duruma sokarsak cümle hemen değişiverir” cümle sindeki “hemen” zarfını gereksiz
Bay N. Ataç’m şu cümlesi ku rallı duruma döndürülse anlamın dan bir şey kaybetmiyeceğini yaz mıştım. Bay N. Ataç, başta bulu nan zarf başa alınsa anlam değişir, diyor. Ben değişmez diyorum. Cümleyi bir daha okuyalım: “Öf- kelene öfkelene okuyordum Mon- sieur Gaetan Picon’un o şair için yazdığı övgülü sözleri.” Cümleyi şöyle söylersek anlam değişmez: “Monsieur Gaetan Picon’un o şa ir için yazdığı övgülü sözleri, öf kelene öfkelene okuyordum.” Bu durumda anlam değişmiyor. Çün kü “öfkelene öfkelene” zarfı “oku yordum” fiili üzerinde etki yapı yor. Cümlenin bu parçası sona a- Iınsa durum değişmez.
İbrahim Zeki BURDURLU
şimdi onu” cümlesinde yüklem olan “okuyorum”un sona gelmesi gerektiğine işaret etmiştim. Nes ne olan “onu” ile zarf olan “şim- di”nin yer değiştirmesi anlamı değiştirir. Benim dikkat edilme sini istediğim kelime “onu” ve “şimdi” değil, “okuyorum” dur.
Bay N. Ataç, yazımın konuşma dilinden söz açan bölümündeki ö- nemli bir noktaya dikkatimizi çe kiyor. Bu konuda söylemek iste diğim şudur: Türk Dilbilgisi dev rik cümle konusuna yer vermeli dir. Aynı zamanda konuşma dili nin cümle yapısını da bu yapıyı en iyi yolda belirten Örneklerle göstermelidir. Örneklerle kurallar buluyor'. Buna sebep de yüklemin
tezlik fiili olmasıdır, diyor X, “De ğişiverir” fiili tezlik fiilidir. Fi ilden önce “hemen” zarfını fiilde ki tezlik anlamına aşırı bir tezlik anlamı katmak için kullandım. Bu cümleden “hemen” kelimesi çıkarılmamalıdır.
Bay N. Ataç’ın aynı yazıda ge çen “okuyorum şimdi onu” cüm lesini, Varlık dergisinin Şubat sa yısındaki "Toplu Bakış" adlı ya zısından aldım. Cümle ikinci pa ragrafın başındadır. Konumuz dev rik cümle olduğu için devrikliği meydana getiren “yüklemler” ü- zerinde durmuştum. “Okuyorum
saptandıktan sonra konuşma dili nin en belirli şekli bir umumi ör nek olarak meydana konmuş o- lur.
Bay N. Ataç, Türk dilini en iyi bilen, yazan kişilerden biridir. Aynı zamanda Dilbilgimizi de iyi biliyor. Devrik cümle konusunda
ZİL ÇALDİ
Mevsimler, öyle boşalıp gitti Geceler öyle bıraktığın gibi değil. Yıldızlar başını alıp alıp gitti Lâmbalar bile yaktığın gibi değil Odalarda ayak sesin kaldı.
İlk aşkımızın doğup büyüdüğü
O yerlerde şimdi bir kaysı ağacı düşünür, Geceyi ikiye bölen şu tren düdüğü
Alır da aklımı başımdan Şükran alır götürür.
Anlat o ağacın hikâyesini
Yapraklarını koparmasın oğlumuz! Konuşuyor, duyuyor musun sesini
— Bu gün gibi — senelerce evvel bir temmuz.
işte bana doğru geliyorsun yine Asma dallarının arasından Bir ışık parçası düşüyor kalbime Simsiyah gözlerinin karasından.
O gökyüzü, bu deli yağmurlar Bir ömür boyu devam edecek,
Çocuklar damlarda yine uçurtma uçururlar Ama rüzgârların değiştiği gerçek
Paydos zili çaldı...
Mustafa Necati KARAER
yazanların pek çoğu, Dilbilgimi- zin inceliklerini bilmedikleri için çeşitli yanlışlıklara uğruyorlar. Bay N. Ataç, bu yolda sağlam bil gisiyle yol gösterici oluyor.
Bir açıklama niteliğinde olan şu yazımı Bay N. Ataç’a sormak is tediğim şu sorularla bitiriyorum.
1} Aynı yazıda Bay N. Ataç, Türkçede ismin yedi hali bulun duğunu söylüyor, bu yedi hal ne dir?
2) Yaşıyan bir dilin değişmesi tabiidir. Bu değişme, cümle ya pısında kelimelerde, deyişin daha ince bir durum almasında görü lür. Türk cümlesinin zorlanarak devrik duruma sokulması bir ge lişme midir?
3) Dilimizin yapısında tabii olarak cümleler vardır. Deyişe çok ince, derin, kıvrak anlam ver mek için devrik olarak doğurdu ğumuz devrik cümleler, anlamın en iyi yolda belirmesini sağladığı için doğrudur, güzeldir, uygun dur. Zorla devrik cümle yapmak, kurallıları zorla devrikliğe sok mak doğru mudur?
F A İ K Â L İ
Serveti Fümın ve Fec ri Âlinin değerli şairi üs tün insan Faik Âli, 1950 yi İmin 1 Ekiminde ebediy- yen aramızdan ayrılmış tı.
Ölümünün dördüncü yı Unda, dergimizden tak dir ve yardımlarını esir gememiş olan kıymetli şa iri rahmetle anar, aziz ha tıraşı önünde hürmetle eğiliriz.
NUMAN PUSA : Akçakoca'dan
DOST MEYHANELER
Ben güzel şiirlerimi meyhanelerde söyledim Serseriler, sarhoşlar, dertliler dinledi. Tevekkeli değil yaşta perişan olduğum; Beni kimse sevmedi!
Kederliyim, efkârlıyım, dertliyim! Doyamadım dost meyhaneler size. Acımaz, benden başka kimse acımaz Mağrur derbederliğinize...
Sizi ben tanırım herkesten fazla. En temizinizden, en köhnenize kadar. Az mı kahrımı çekti şu kadehler? Su kararmış masalar?
Her kadehte başka bir dünya açılırdı önüm de Ve kissesizliğimi unuttukça mesuttum. İçmeyeli mesut olduğumu
Çoktan unuttum.
Beni hepsi tanır akşamcıların, Adımı, sanımı bitmeseler-de... Şairliğim bir ışıktı sönmeyen Uzak mesafelerde...
Ben meyhanelerin şairiyim, Ümitsiz ve karanlık gecelerde. Geçsin bütün ömrüm
Dost meyhanelerde.
0 P EMA
1954-55 Opera Sezonuna Bir Bakış
1 Eylülde hazırlıklarına başiıyan Devlet Tiyat rosunun Opera bölümü bu sene bir çok yenilik lerle AnkaralIların kargısına çıkacağa benziyor. En tecrübeli Tiyatro idarecimiz sayılan Muhsin Ertuğrul'un genel müdürlüğe tâyini bu değişik liklerin başında geliyor. Kendisi henüz yeni va zifesine başlamış olmamakla beraber yakında işe başlayacağına muhakkak nazariyle bakılmaktadır. Bu sene tiyatronun kadrosunda ecnebi rejisörlere yer verilmemiş, yeni eserleri sahneye koymak vazifesini türk rejisörleri üzerlerine almışlardır. Kendilerine muvaffakiyetler dileriz. Orkestra şef leri geçen senelerde de olduğu gibi Dr. Hans
Saadet İKESUS
oynandıktan sonra repertuvardan kaldırılması bir gelenek halinde idi. Eskiden sahneye konulmuş eserlerin yeniden temsili ile repertuvarm zengin leştirilmesi yoluna pek gidilmemişti. Halbuki dünyanın her tarafından opera sahneleri birer repertuvara sahiptirler. Operada her gece başka, başka eserler oynanır. Her tiyatro senelik prog ramını yaparken eskiden sahneye konulmuş eser lerin yanı sıra ancak dört, beş yeni eser daha sahneye koymakla yetinir. Böylece bir taraftan opera sevenlere daha sık tiyatroya gitmek imkâ nı verilirken diğer taraftan da operadaki eleman lara muhtelif eserlerde çalışmak imkânını sağla-Hörner, Helmut Schaeffer, Maestro Adolfo
Ca-mozzo'dur.
Devlet Tiyatrosunda sahneye konulan eser lerin devamlı olarak ve seri halinde bir iki ay
mış olur. Bilhassa bu nokta, bir tiyatronun ele manlarına daha bol iş sağlamak bakımından son derece mühimdir. Bu sene ilk defa olarak Reji sör Aydın Gün'ün teklifi üzerine repertuvara
es-TEDİRGİN ŞEHİR
Yabancı askerler geçiyordu sokaklardan Tümen, tümen... ordu, ordu...
Bir sağır zamandı çılgınca esen, Fırtına değilki fırtına desen. Bu gece şehirde,
Hoyrat bir dıram oynanıyordu! Fakat nebileyim, şöyle, izahsız. Tuhaf bir noksanlık vardı sahnede Şu adamın ağlaması lâzımdı meselâ; Ağlamıyordu!
Ama ne yaparsın kardeşim, ne yaparsın, Düşün bir?
Zordu!..
Yabancı askerler geçiyordu sokaklardan Elleri çirkin, çirkin açılmış.
Bakışları mosmordu!
Camlarda, zifiri bir kaderin pusu, Ev, ev büyüyen bir tabut uğultusu... Yorumcuda bütün kabahat, yorumcuda; Yorma dediler o korkulu rüyayı,
Yordu!
Yabancı askerler geçiyordu sokaklardan Gece yarısına yakındı sular.
Diken, diken olmuştu uykular!
Manyetik bir senfoni esti zihinlerde; Fikirler kaybetti akordu.
Bir baba, ilk defa hıçkırdı alenen! Cevap veremezdi bu suale; Hakikat, korkunç bir anafordu... Sorma diyemezsinki soran bir çocuk, Bilemeyince ne yapsın yavrucuk? Sordu!
Yabancı askerler geçiyordu sokaklardan Bulutlar, yıkılmış bir saray.
Dağlar kötürüm bir imparatordu Bir koma növbetiydi saran caddeleri, Böyle damar damar, daldal,
Evler küllenmiş birer mangal, insanlar kordu!
Kahrından çatlamak üzreydi temel taşları, Ağaçlar, gece ve göz yaşları..
Allahım, bu ne muhteşem sahne? Bu ne muhteşem dekordu?..
Yabancı askerler geçiyordu sokaklardan Tümen, tümen... Ordu, ordu. .
Ve rol icabı, yıkık bîr çatıdan, Tam oyunun can alıcı noktasında,
Bir kuş ötüyordu!..
kiden oynanmış operalardan "Konsolos" ve "Tos- ca”nm yeniden alınmasına ve vakit kaldığı tak dirde sene sonunda "Satılmış nişanlı" operası nın da tekrarına kadar verilmiştir. Bu operalar dan "Konsolos" bu sene temsil edilen ilk eser olacaktır. Operanın rejisörü Aydın Gün, orkestra şefi de Dr. Hans Hörner'dir. Baş rolleri eski tem sillerde olduğu gibi Belkıs Aran ve Leylâ Gençer oynayacaklardır. Bundan sonra temsil edilecek olan "Tosca"yı Vedat Gürten sahneye koyacak, orkestra şefliğini Maestro Adolfo Camozzo yapa caktır. Baş rollerde Belkıs Aran, Leyla Gençer, Vedat Gürten ve Süleyman Güler’i dinliyeceğiz.
Senenin ilk yeni eseri Massenet'in "Manon" operası olacaktır. Aydın Gün tarafından sahneye konulan bu eserin orkestra şefliğini Helmut Shc- haeffer yapacaktır. Bu eserde Ayhan Aydan gibi tanınmış primadonnamızın yanı sıra geçen sene Traviata operasındaki müstesna muvaffakiyeti ile tebarüz etmiş olan Sevda Aydan ve yine geçen sene Lucîa Lammemor rolü ile sahnede ilk başa rısını kazanan Suna Korad'ı seyredeceğiz. Bun dan başka uzun zamandır sesini dinlemediğimiz Aydın Gün de tenor partisini söyliyecek, Travi- ata’daki Germon rolü ile büyük başarı kazanan bariton Fikret Kutnay da Lesceau rolünü söy- liyecektir.
Manon’don sonra ikinci yeni eser olarak "Hoffmann’ın hikâyeleri" operasını Vedat Gür ten sahneye koyacak, eserin müziğini Dr. Hör- ner idare edecektir. Bu eserin en enteresan ta rafı, üç ayrı hikâyeden ibaret olan her bir bö lümünde bize başka bir kadın sanatkârı dinlet mesi olacaktır. Böylece Ferhan Onat’ın yanı sı ra, Leylâ Gençer'i ve Belkıs Aran'ı dinlemek kaabil olacaktır.
Üçüncü yeni eser Verdknin Trovatore ope rası olacak bunu da Vedat Gürten sahneye ko yacak orkestra şefliğini de Adolfo Camozzo ya pacaktır. Bu eserde Belkıs Aran, Leyla Gençer, Aydın Gün ve Vedat Gürten gibi tanınmış sa natkârlar rol alacaklardır. Bu zengin programla rını tatbik mevkiine koyarken muvaffak olmala rını Devlet Tiyatrosu camiasına candan temenni ederiz.
Hisar'ın birinci cildi ]ı (Sayı: 1-22) 7.5
İkinci cildi (Sayı: 23 46) <| 8 lira fiatla satılmaktadır ı[
(P.K. 356 Ankara) ¡[
adresinden isteyiniz ıj Dergimize iki abone bulan okuyucu
larımıza bir kitap hediye ediyoruz
MEMLEKET TÜRKÜLERİ
Tut ellerimi Zeynep, tut ellerimi Aşalım bir dağ başından, bir dağ başına Seyredelim göğü yeri...
Bir memleket göstereceğim sana Bir memleket ki,
İnsan eli değmemiş toprakları var daha Adem Babadenberi..
Bir türkü söyle bana, bir memleket türükü sü Sonra bir, bir daha.
Kurşunlar gibi saplansın sesin Bağrıma
Sen bilmezsin Zeynep, bilmezdin ya Ana kokar, vatan kokar, yar kokar Memleket türküleri...
Adım - adım gezeceğiz seninle Tarlalar göreceğiz bir Bozkır ortasında Temmuz güneşine vermiş bağrını Sonra kağnılar, ekinler, çocuklar İnsanlar göreceğiz toprakla haşır - neşir Yanık yüzlü, kavruk tenli insanlar Çatlak - çatlak elleri..
Şu gördüğün dört duvara ev derler Yarısına kadar toprak içinde Bir yanında hayvanlar yatar Bu evlerin
Bir yanında insanlar
El kadar bir pencereden süzülür güneş İçeri..
Herşey sessizce gelişir bu topraklarda Çocuklar, ekinler sessizce büyür Ve yine sessizce ölür insanlar. Bakma sessiz olduklarına
Onların derununda neler neler var Bir dokunsan neler söyler
Başaklardaki alınteri...
Biz söylemesek te, işitmesek te Dağlardan, taşlardan haykırır gerçek: "Yüzyıllarca böyle gelmiş,
Böyle geçecek
Kağnı... Çarık... Sıtma Ve sapsarı ekinler
İşte Anadolunun değişmeyen kaderi..
Jülide Güzizar ERGÜVEN
Topyekûn Attilâ ilhan
Attila İlhanın ilk şiirlerini okuduğumdan bu yana on sene geçti. Bu zaman zarfında şair eser olarak (Sokaktaki Adam) isimli bir romanla (Du var) ve (Sisler Bulvarı) isimli iki şiir kitabı ver miş bulunuyor. Bunlardan gayri muhtelif dergi lerde tenkitleri, seyahat hatıraları (Abbas Yolcu), makaleleri ve şiirleri neşredildi.
On senedir yazı hayatını yakından takip et tiğim, zaman zaman bazı şiirlerini de sevdiğim Attilâ Ilhan’ı yalnız son şiir kitabı olan Sisler Bulvarı ile değil bütün yazı ve şiirleriyle tanıt mak istiyorum.
Attila İlhan çok cepheli, fakat durulmamış bir şairdir. Durulmasını beklemek te kanaatımca boş olur, o daima böyle boz bulanık akmakta de vam edecek ve bir gün cılız bir nehir gibi ya tağında kuruyup gidecektir. Bu peşin hüküm ağır ve biraz da insafsızca olmakla beraber; şair hakkında zamanın ve vicdanların vereceği hü kümlerden daha munis ve daha iddiasızdır. Ben hiç değilse Attilâ İlhan’ın şairliğine inanmış bir insandım, inanamadığım ve sevemediğim onun ga rip, sevimsiz ve modası geçmiş fikirleri ve şair liğini bu fikirlere feda edişidir. Esasen bir yazı sında “Biz Marksistiz, edebiyat işleriz” diyen, diye bilen bir şairden, şairliğini her türlü politika o- yunlarmdan ve ideloji çığırtkanlıklarından üstün ve münezzeh tutması beklenemezdi. San’at bir çok kereler ve bir çok kimseler tarafından bir propaganda vasıtası olarak istismar edilmiş, fa kat hiç bir zaman gerçek bir pıopaganda vaşıtası olamamıştır. Bu istismarcıların arasında Attilâ Ilhan’ın da bulunması, sanatseverler için kelime nin en hafif mânası ile hazindir. Ondan bir şair, bir vatan evlâdı olarak (Türkiyem, Gavur dağla rından rivayet) ayarında şiir bekliydiler Sisler Bulvarı’nda hüsranla karşılaşmışlardır. Bazı pa sajlarını neşrettiği (Şafak vakti dünyada) bu hüs ranın daha büyük olacağını ve Attilâ İlhanın bir şair olaıak gönüllerden ve hafızalardan silinece ğini şimdiden söyleyebiliriz.
Bir Sosyal Realizm’dir tutturmuş gidiyor... İnsanın sen bir garip kişisin nene gerek senin Sosyal Realizm’ler, Marksizim’ler diyeceği geliyor. Kendisine sorarsanız bu herşeyden evvel Atatürk çülüktür!.
Uğrunda şairliğini feda ettiği ve çığırtkan lığını yaptığı bu dâvanın Atatürkçülükten ne ka dar uzak olduğunu şairin kendi mısralarında görmek kabildir.
Attilâ İlhana göre Türkiye sefalet, işsizlik ve esaret içinde bir yerdir.
Ümit Y. OĞUZCAN
Bu kan mıdır kızılcık mıdır mum gibi veremliler Ölüm gezer gölgeniz misali arkanızdan,
(Sisler Bulvarı S. 12) Gazi anadolu'm
Gaziler gibi yaralıdır büyüktür.
Her köşesi bir çare bekler kendi derdine Karnında sıtma göğsünde verem gözlerinde tra
hom Saz benizli köylülerimiz yaprak yaprak dökülür. Yol bulunmaz iz bulunmaz köylerine.
Telgraf tellerimiz dile gelir karış karış Kimsesizlikten hekimsizlikten.
(Sisler bulvarı S. 161 Sayende sayeban olduk İstanbul şehri,
Sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk. Sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan Yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım Yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı Kurtulmadık gitti bu denlü kepaze hayattan. Sağımız sefalet solumuz ölüm,
İşte geldik gidiyoruz Kahrolasın
Kahrolasın İstanbul şehri.
(Sisler bulvarı S. 28/29) Yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
Hani bir vakitler kubilayı kestiler Çün buyurdun kesenleri astılar Sen uyudun asılanlar dirildi
O bize öğretmedi kazan kaldırılmasını Günahı vebali öğretenin boynuna
(Sisler bulvarıS. 31) Zehir pamuk ırgatlığı gavur gündelikçilik Azıktan yetimin öley diley katıktan öksüz Dirliksiz düzensiz hanidir hürriyetsiz.
(Sisler bulvarı S. 41/42) Elimiz böğrümüzde Kahpe felek ağzımızı mü hürledi Nefesleri gök, yumrukları dünya kadar,
Onlar yine mütebessim ağladılar, gözyaşı döktü ler Onlar: Yine kahramandılar, büyüktüler.
Taşkın geldi: Bulak bulak döküldü. Taşkın geldi: Hürriyet öldü.
(Duvar S. 36) Bitmemiş anlaşıldı, bitmemiş maceramız.
İşte şahin hazır. Haydi bin! Uçalım. Dünyayı çavuş dünyayı kurtaralım,
(Duvar S. 34) Bu kabil satırları daha da çoğaltmak müm kündür. Fakat yukardaki misallerden de şairin Türkiyeyi nasıl bir atmosfer içinde gördüğü ve
göstermek istediği kolayca anlaşılabilir. Bugün için (Türkiyemizin hiç bir noksanı, derdi yoktur. Türkiye güllük gülistanlık bir yerdir) demek ne kadar safdillikse, onu tamamen aç, fakir, dirlik siz, düzensiz ve hürriyetsiz göstermek te o kadar insafsızlık olur. Sosyal realizm dediği şeyin hiç bir zaman Atatürkçülük olmadığını Attilâ İlhan ela bilir, fakat itiraf edemez. Çünki o büyük ada mın ismiie ideolojisini maskelemektedir.
Diğr taraftan Attilâ İlhan ifratla tefrit ara sında bocalayan, realitelere gözlerini kapamış bir şairdir. Yukarıda aldığım misaller onun realite den ne kadar uzak olduğunu ve dâvasına nasıl körükörüne saplandığını göstermeğe kâfidir. O halde (sosyal realizm) dediği dâvâ ve doktrini sosyal meselelerde realiteden mahrum olduğu na göre (Reel sosyalizm) şeklinde değiştirmek mümkündür. İşte Reel Sosyalizmi Sosyal Realizm adı altında benimseyen Attilâ İlhan evvelâ ken disini, sonra etrafında toplananları aldatmakta, başkaları tarafından istismar edildiği gibi, baş kalarını istismar etmeğe çalışmaktadır. Bu gaye sinde ne dereceye kadar muvaffak olacaktır? bilinemez? Sözü zamana bırakarak, biraz da At tilâ İlhan’m şair ve romancı tarafım tahlil ede- lir :
Şiirlerinin mânâ ve muhtevası :
Attilâ İlhan’m şiirlerindeki en kuvvetli taraf kanaatımca mânâ zenginliğidir. En güzel şiirle rinden biri olarak gördüğüm “Sisler Bulvarı” isimli şiirinden :
"Sisler bulvarı bir gece haykırmıştı, Ağaçları yatıyordu yoksuldu.
Bütün yaprakları sararmıştı Bütün bir sonbahar ağlamıştı Ağlayan sanki İstanbul'du Öl desen belki ölecektim İçimde biber gibi bir kahır Bütün şiirlerimi yakacaktım , Yalnızlık bana dokunuyordu"
mısralarını okurken yalnızlığın büyük kahrını şairle beraber duyup hissetmemek elden gel miyor.
Türkiye şiirinde ise diğer şiirlerinden ayrı ve daha samimi, dokunaklı bir hava içinde va tan dile gelmektedir;
Türkiye! Türkiye! Dağlarım duman almış, Üzümler memleketi, tütünler memleketi. Türkiye! Türkiye (Çok gülmüş, çok ağlamış, Sabırlı, bağrıyanık insanlar memleketi. Bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi Pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş Ve o nehirler: Delirip gür gür gelirler Bir şarkı gibi, dağdan denize yürümüş.
Eğer şair her şiirinde vatanı bu derece ol gun ve gerçek bir deyişle anlatabilseydi; kendi sine karşı besleyeceğimiz takdir ve hayranlık
HOBBEMA
M A S A L
Mevsim yeşil, ümit yeşil sevda yeşildi, Bütün tanıdıklarım, genç ve güzel. Çevremizde hergün birşey eksildi, Masal oluverdi, yıllarca evvel. İsimsiz bir sefer hazırlığı bu, Kendi âhenginde muhteşem, ağır. Bir rüyaya benzer çocukluğumu Düşünen ayni baş, saçlarında, kır. Ömrü, bitmeyecek sanıyor, insan, Kırk yıl eşiğinde buldum kendimi. Nasıl geçiverdi, hiç anlamadan, Böyle oluyormuş, demek, sevdimi? Yaşadıkça güzel, inatçı zaman, Kimler kaldı, kimler şimdi rüyama? Ruhun ürpertisi dolu şaraptan, Hayyam, testin kırık, getirdin ama.
Vehbi EDİBOĞLU
BİR UYKU
Ölüme
"Bir büyük uyku,, derler. Hakikaten öyleyse Ve bu büyük uykunun Büyük rüyası Sen olacaksan Ölüm, ne güzel şey. E. IŞINSU 9
duyguları sonsuz olurdu. Ondan; kendi tabiriyle “Gazi Anadolunun” kaderini ve kederini içinde sevimsiz ideolojiler kokmıyan gerçek mısralar ha linde duymayı ne kadar isterdik.
Attilâ İlhan’ın şiirlerinin en bariz vasfı hü- manizmadır. Şair milliyetçiliğe yer vermemekte, insancılığı terennüm etmektedir. Bu kabil şiir leri arasından bazı misaller alıyorum.
Evet! Ne katlar çok sevilecek insan mevcut Kabil değil vaz geçebilmek hiçbirisinden.
(Duvar-Benim İçin S. 18) Hiç bir zaman bu kadar yürekten istemedim Be; kıtayı dolduran iki miyar insanın Kucaklayabilmek tekmilini birden.
(Duvar-Hiç bir zaman S. 18) Ben örsün kerpetenin şairi
İstanbul limanından Marsilya limanına kadar. Kurşun döker gibi döktüm
Mısra mısra Bütün nâmuskâr Bütün insancıl şiirleri
(Sisler bulvarı) Bununla beraber şairin bazı şiirlerinde insanlar dan, şehirlerden nefret ettiğini görmek müm künse de bütün eserlerinin en bariz vasfının (in sanlık sevgisi) olduğunu söyleyebiliriz.
Duvar’da ki vatani şiirlerin, Sisler Bulvarın da yerini insanlık şiirlerine terkettiğini görüyo ruz. Artık şairin iç aleminde Mehemmet’ler, Üm- mühan’lar, Veli’ler Deli Süleyman’lar, Şahin’ler
K A P R İ S Görülen şeylerin öte yüzündesin Karanlık öyle büyüdü, sorma dön
Otlar ve böcekler halinde yaşamamız gerekse de Sorma dön
Şu gökyüzü çekilsin üstümüzden Şu kımıldamadan duran geceleri Uzun ve umutsuz kavramlar içinde Çekilsin dünyanın dağları evleri Yıldızları dağdan büyük olan anlasın Büyük nehirleri taşıran anlasın Işık tutsun ellerine seçemiyorum.. Işık dursun, büyük sular dursun
Yıldızlara sahibolan dursun, sen sorma dön Bu çaba sessiz ve boşuna belli
Yaprak yeşilini tüketecek, şarkı eskiyecek Elbet unutan olacak, bekleyen olacak
Sen sorma dön Böyle rüzgâra karşı akşamları Yüreğim avcumda sonuna dek Sorma; dön
Gülten AKIN
yoktur. Bunların yerini Pia’lar, Pablo’lar, Tatyos- lar ve café-chantant kızları almıştır. Şair uzun uzadıya Paris’ten ve Parislilerden bahsetmekte dir. Aşağıya misal olarak aldığım satırları an lamanın ve sevmenin imkânsızlığını okuyanların takdirine bırakıyorum.
Seine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor DuponPdaki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar Utriilonun bir sokağından seni çektim çıkardım Elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde Sana mardi-gras için bir japon maskesi aldım
(Sisler bulvarı S. 76) Bistroya yıkılır çırıi çıplak quantro içerdim Lucie-anne neden gelir neden bana senden bah
sederdi (Sisler bulvarı S. 84) Attilâ İlhan bir çok şiirlerinde büyük bir hereümerç ve tezat içindedir.
Bunları okurken şairin bir ruh hastası ol duğu zehabına kapılarak üzülüyorsunuz, fakat bir de bakıyorsunuz ki o sizin acıma duyguları nızla da alay etmektedir. Mukaddes bildiğiniz her şey onun şiirlerinde değer ve mânasını kaybe dip soysuzlaşmakta, adileşmektedir. Hülâsa; Du var ve Sisler Bulvarı şairinin mânâ ve muhay yile genişliği yanında, öylesine bir tezat ve keş mekeş havası vardır ki; bu havayı teneffüs et tikten sonra en sevdiğiniz şiirleri dahi bu hava içinde eriyip kaybolmaktadır.
Şiirlerindeki ritm ve teknik :
Gerek Duvardaki gerekse Sisler Bulvarında ki bütün şiirler âhenkden, ritm ’den tamamen mahrumdur. Öyleki; bazı satırlar konuşma lisa nında dahi kullanmıyacağımız bir serbesti ve laübalilikle söylenilmiştir.
Samaritain'in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor Bir roman için fevkalâde oldukları düşünülebilir Sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi
gauloise Bense on frangımı Amerikan bilârdosuna kap
tırdım (Sisler bulvarı S. 81/82) Ellerim memelerinde kaldı yoksul türkanın Türkanı görmeyin türkanı köpekler gibi pişman
(Sisler bulvarı S. 87) Cinayeti kör bir kayıkçı gördü
Ben gördüm kulaklarım gördü Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü Hiç biriniz orada yoktunuz.
(Sisler bulvarı S. 89) Ben burnumu şaraba sokmuştum
Katiyyen sarhoştum kirpiklerim yanıyordu Santa-lucia civarında bir karanlık
Bir iştahsız orospu bulmuştum bilmem neden. (Sisler bulvarı S. 97)
Yıldızların dökülmesi hazâ kandilli temennadır zambaklar beyaz haza beyazlar zambak
durgun sularda sinekler milyon çoğalıyor Böcekler möcekler hemişe koyun koyuna .
(Sisler bulvarı S. 60) Bizde din taifesi boş buldu meydanı
Hem bunlar: Hazret-i Akife meydan okutuyor. Sabi sübyan için din mektebi açmak
Ve yirminci asır?
Ve şehnaz makamı. ,
__ Bir kaç yıl nedir ki insan ömründen? — İşte akşam! Sürgünlerin akşamı. — Yağmur mu sokakta çırılçıplak yağmur? — Bedrettin Simaviyi hatırlarmısınız? — İnsan nasıl unutur?
— Ya duvardaki mısralar, ne demişti serseri şair? < Duvar (S. 27/28) Cehennem olup gitsin o bi-vefa sevgilisi Garson, değiştir şunu kardeşim, Allah aşkına
yeter. Duvar (S. 29) Şiirlerinde serbest vezni tercih eden şair, ka fiyeye biraz yer vermekle beraber tamamen şe kilsizlik içindedir. Serbest vezinle yazmak kana- atımca aruz ve hece ile yazmaktan çok daha zordur. Çünkü aruz ve hecede belli ka lıplar vardır, bu kalıplar içinde söylenen sözler az çok ahenklidir kulağa hoş gelir. Halbuki ser best vezinde ahengi, ritmi yaratmak doğrudan doğruya şairin ustalığına kalmış bir meseledir ki; bunu şiirimizde Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü, Cahit Külebi gibi şiir tekniğine tama men ve bihakkın vakıf şairler yapabilmişlerdir. Attilâ İlhan teknik ve ustalık bakımından su gö türmez bir fukaralıktan sıyrılamamıştır. Şairin teknik fukaralığı yanma bir de şiir söylemedeki laübaliliğini ve itinasızlığını katarsanız şiirlerinin edebi kıymeti kolayca meydana çıkar. Öyle ki hiç beğenmediği ve hazret-i Akif diye alay ettiği Mehmet Akif bu kadar şiirden ve şiir dilinden uzak şeyler yazmamıştır. •
Şiirlerindeki lisan hercümerci :
Tarz-ı kadim isimli hezeyannamesinde; (Ayıptır bu zamanda yâr deyip yâr işitmek) diyerek aklınca divan şiirini hicveden şair bir çok şiirlerinde divan şiiri istilâh ve terkiplerini aynen kullanmaktan çekinmemiştir.
Sisler bulvarındaki, “yıkılası hânede sekiz boğaz avcuma bakar”
satırı “Viran olası hanede evladü iyal var” mıs- ra’ının kötü bir kopyasından başka nedir?
Yine Sisler bulvarında; “diyarı gurbete düş tüm yarim batıda kaldı,” satırındaki yâr keli mesine ne buyurulur?
Türkiyem şiirinde “Şehirler padişahı canım İstanbul” diyen Attilâ İlhan, “kahrolasın
İstan-S A A D E T Anladım şimdi neden iç içe Yumurtanın akıyla sarısı.
Yeni bir nadas kadar rahat içim Zıp, zıp zıplar saadetimiz.
Ortadan yapışmış lâstik top gibi Senden bir yarısı, benden bir yansı.
Daha biz çıkmadan kalkar sokak ayağa Bakakalır evimiz ardımızdan
Konu komşu üşüşür pencereye der, İşte, Yahya Benekayla karısı.
Anladım şimdi neden iç içe Yumurtanın akıyla sarısı.
Yahya BENEKAY
H Ü R R İ Y E T Sonsuzluk içinde yokolmuşum. Ben hürriyete aşık genç. Hürriyeti içimde bulmuşum Er - geç...
Beynimde erimiş zaman Saatler bir tren gibi gitmiş.
Bütün uğultuların toplandığı bu an Varlığımı damla damla eritmiş..
Korkunç uğultusunda boşlukların. Denizler yerine ben çalkanırım. Masum bakışlı, taptaze çocukların Gözbebeklerinde ben. varım. Her gece yıldızlar bende doğar. Bahçeler toz pembe, ışıklar sarı... Aşkı sebil ederim her gün Ben aydınlatırım karanlıkları.
Her akşam dudaklarda ben öpülürüm. Çocuklar bende ağlar, bende güler. Ben sürülürüm tarla yerine Sükûnunu bende bulur ölüler...
Suat ÜZER
bul” dediği Kirli Yüzlü meleklerde bakın ne şa hane bir dil kullanıyor:
"Sayende sayeban olduk İstanbul şehri Sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk Yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda Ve yaktı perişan eyledi sinei sad paremizi Saplanıp hançer misali bir hilal"
Yine Sisler Bulvarı’nda Öküz şiirinden (!) Gidinin imansızı yabanın domuzu ho
Ho öküz koca öküz ruşenâ öküz
Kaşında çifte lamelif gözünde kudretten yazı Ho öküz koca öküz ebedâ öküz
Divan edebiyatı şairleri vezin zaruretiyle (0) yerine (Şol) kelimesini kullanırlardı. Attilâ İl han da bir çok şiirlerinden bu kelimeyi bol bol kullanmıştır. Meselâ;
"Şol derecik viran çayı akar ekmek deyu deyu Şol mübarek erkek eller yarattılar köprüyü"
(Sisler bulvarı S. 40) Bu eski terimler, arabça farsça terkip ve ke limelerin yanında, yine o kadar bol miktarda halk ağzı kelime ve benzetmelerle yabancı kelime ve isimler var ki; insan kendini babil kulesinde zannediyor.
Yine Sisler bulvarındaki Öküz şiirinden; (!) Bir su içer bilin mi hele yarabbi şükür
Aşka gelir bilin mi ulam ulam böğürür Salyası iplik iplik boynuzları mıhladız
Bilhassa duvar’daki şiirlerinde halk ağzıyla zıyla söylenilmiş mısralara daha çok rastlıyoruz. Şimdi bir türkü yakılmaz mı adına
Dal boylu, dalyan vücutlu çilekeş Ümmühan'ın? Pehlivan ile birleşmiş macerası
Birinin bağrı oyulmuş, diğeri üryan kılınmış Derken ağızdan ağıza yayılmış türküsü
Eksilmez dağların yağarı Köz düşmüş yanar ciğeri Var mola bundan beteri? Pehlivan yıkıldın Ümmühan gibi Düştün mü Ümmühan pehlivan gibi.
(Duvar S. 11 Ümmühan'dan) Şüphesiz bu çeşit şiirleri frenkçe veya arap- ça-farsça kelimelerle dolu olan diğerlerinden çok daha ehveni şer, çok daha bizdendir.
Şimdi şairin Sisler Bulvarı ve Duvar’ından gelişi güzel aldığım yabancı kelimeleri sıralıyo rum.
a) Arapça ve farsça olanlar:
Sulh-u müebbet, sayeban, cadde-i kebir, ebe dâ, temennâ, sabi sübyan, rüşenâ hengame, yar-i vefakâr, şehrayin, dil-ruba, afâk, ser, erkân v.s.
b) Halk dili kelim eleri:
Yalap, eylim, usul, şaban, ılgıt, çatal matal, hoples, ataş, dellenmek, buğda, mintan, kirve, sağdıç, ulam, hınzır, gocunmak, gövermek v.s.
c) Batı dillerinden kelime ve isimler. • Raspail bulvarı, orfevre rıhtımı, la donna e mobiii, terra del fuego krapfen, lafayette, avenue wagram, ehatelet, mardi gras, Concorde, kadet- ral, vini-prix, v.s.
Bu misallerden de şairin ne çeşit bir dil ka rışıklığı içinde bulunduğu kolayca anlaşılabilir.
Diğer taraftan Sisler Bulvarında hiç bir işa ret ve büyük harf yoktur. Bununla şair bir oriji nalite yaratmak istemiş se de sadece gülünç ol muş ve bu konudaki bilgisizliğini ortaya koy muştur.
Netice
Bütün bu yazdıklarımdan sonra Attilâ İl han’ın yarına kalacak gerçek ve usta bir şair ol madığını söyleyebilirim. Kendisine şairlik vasfı az çok mevcut olmakla beraber ifade ve şiiri- yet bakımından zayıf oluşu yarma kalmasına mâni teşkil decek sebeplerin başında gelmekte dir. Bu arada bazı güzel şiir ve mısraları varsa da, Attilâ İlhan şiir adı altında bütün yazdıkları ile mütalâa ve tahlil edilecek olursa: hüküm ve netice biraz acı ve aleyhinde olacaktır.
Fikir yazıları ve tenkitleri ise hiç bir zaman müptedi bir yazarın basit kalem denemeleri ma hiyetinden öteye geçememekte ve sosyal realizm diyerek bağlandığı davanın acemice çığırtkanlığı intibaını vermektedir.
Romancılığına gelince;
Sokaktaki adam güzel bir roman sayılabilir. Attilâ İlhan’ın, kuru ve sevimsiz şiirlerinin ya nında, bir roman tekniğine sahip olduğunu söy leyebiliriz.
Bir zamanlar şairliğine inandığım Attilâ İl han’ı kötü bir şair olarak yermek ne kadar acı ise, iyi bir romancı olarak takdir etmekte o ka dar yerindedir.
Sokaktaki adam’m romancılık tekniği bakı mından tenkidi bana düşmez, ben sadece lalet tayin bir okuyucu olarak onu hazla okuduğumu söyliyebilirim. Attilâ Ilhan’ın kendisini tamamen romancılığa vermesi kanaatımca en yerinde bir hareket olacaktır.
Sokaktaki adam sağ olupta Sisler Bulvarın dan geçse idi, kendi haline muhakkak kendisi de ağlar ve sisler bulvarına lanet ederdi.
#
KAYE
K A R A N L I K
Anlaşılan mucizeler devri daha kapanmadı. Otelde bu gece çıt yok. Kaim taş duvarlar kör sessizlik içinde bunalmış. Zeki mektup ya zıyor. Cemal pis-pis düşünüyor. Karyolaya uzandım. Omzumda da yanılmaz bir sancı. Kendimi elim deki kitaptan başka herşeye - ağ rıya, hasrete, açık unutulan mus luğun şıp! şıp! larına.. - kapama lıyım. Demir tekerlekli bir araba geçti. Hava müthiş sıcak.
Cemal “Ağbey,” diyor Zeki’ye “... bana iş bulsana!” Okuyorum. Zerdüşt dayandıkları ağaca bak tıktan sonra dedi ki: Bu ağaç dağda tek başmadır. O insan ve hayvanı atlıyarak yükseldi. Nasıl bir iş istiyorsun? Nasıl olursa olsun.. O şimdi neyi bekliyor? Bu lutların bulunduğu yere yakın, herhalde ilk yıldırımı bekliyor. Sen haritacık yaparsın değil mi? Hem de âlâsını; üstelik birinci sı nıf bir dalkavuğum ben! Zerdüşt bunları söyleyince delikanlı, sert bir ifade ile.. Bir kart yazayım sa na. Ver elini öpeyim.
Zeki gülüyor. Çaresiz, kitabı bı raktım.
“Cemal sen bir aptalsın!” “Yaşa ağbey ne güzel söyledin.” Sonra sesini kısarak “Nasıl?” di ye ilâve ediyor: “İş bulamaz mı sın bana?”
Birdenbire elektrikler söndü. “Hay Allah belâsını versin!” “... Ey karanlık geceyi bir bı çak gibi parçalayan...”
“Sus be hindi suratlı herif!” Dışarı bakıyorum. Koskoca şe hir -iri lâcivert gözlü çocukların şehri- sırlara karışmış. Cemal hırsla bir sigara yaktı. Kibrit ışı ğında Zeki’nin esmer, eski Mısır
Freskleri üslûbundaki yüzü par layıp sönüyor.
— Kime mektup yazıyordun? — Birine. — Güzel mi bari? — Güzeldi. — Başın belâda galiba. — Nerden anladın? — Bir kere sesini dinlesene! — Belâda. — Pe şini bırakmıyor mu? — Nasıl bı raksın? — Ne istiyor? — Birşey istese, kolaydı. — Kim bu be? — Annem. Hastaymış.
Cemal sigarasını öyle bir emi yor ki oda aydınlanıyor. “Ona ka dar sayacağım, onda yanacak” Yüzyiımide sustu. Bir sigara da ha yaktı. “Şu benim iş?” Sesinde umulmadık bir titreme. Heyecan lanıyorum. Zeki, “Sahildesin şim di.” diyor. — Bindin mi kayığa? — Bindim. — Kız da aldın mı ya nma? — Aldım. — Bir rüzgâr es se.. — Hafiften.. — Sahildeki bü- tün ışıklar birdenbire söndü mü? — Söndü. — Ay da yıldızlar da defolup başka bir yere gitti mi? — Gitti. — Yakamoz makamoz yok, böyle bir deniz işte. — Pe ki yok! — Kara mı kara bir boş luk içinde yalnız sen ve o!
Cemal avazı çıktığı kadar “Al lah be!” diye bağırıyor. Bu genç, gamsız, kuvvetli bir hayvan sesi. O.ıu günlerdir sıkan çemberin kı rıldığını anlıyoruz. Oda bir ân içinde yeşilli-pembeli, yumuşacık, param-parça, ilmik ilmik.. Sesin de artık bir çocuk, bir dal, bir çamaşır neşesi. Acele-acele “Din leyin!” diyor. “Bir kere bir kızla arkadaş oldum. Ulan, elini bile tutturmuyor. Binbir dalavere ile evdekileri sokağa yolladım. Şarap aldım. Kırmızı şarap, Bir bardağı nın içine iki kesme şeker. İçtin mi ikiseksen uzanırsın ağabey. Neyse
Turgut ÖZAKMAN
kızı buyur ettik. Girmek istemez, gel kardeşim etme-eyleme, şimdi çıkacağız, çıkıyoruz filân derken şekerli şarabı kibarca ağzına da yadık mı? Ben de şöyle şekersi zinden yarım bardak yuvarladım. Hava da sıcak mı sıcak. Ne konu şursun, mesken dâvasını açtık. Kız bir türlü gevşemez. Bir bardak daha içti. Ordan yol dâvasına geç tik.”
“Neticeye gel Allah aşkına.” “Netice ne olacak. Sonra ben uyuyup kalmışım. Kız üstüme iki kat yorgan atıp gitmiş.
Oda küıeleşiyor. Bir çam dalın- dayız. Konfetiler. Omzum — ak lımda meselâ — ağrıyor ama u- mursamıyorum. Belki ağrı azaldı biraz, yahut ben büyütüyordum. Cemal, "Gelelim Kâmileye..” Di yor. — Kapa çeneni artık. — Ni ye? Kâmile öyle güzeldi ki.. — Ye ter, kes! Şimdi bir yerde dans ediyor olmalıydık. — Derinden bir tango. — Meşhur bir tango ama. — Yılbaşı gecesi.. — Sonra cepheye gideceksin. — Işıklar sö nüyor. — Biri, herkes eş değiştir sin diyor. — Ne buluş! — Kolla rının arasına muz gibi bir kadın gelmiş. — Sesi kalınca. — Elleri hafif terli. — Kimsiniz diyor? Sa na. — Ben büyük matador.. — Sonra Işıklar yanmak. Bir alkış, bir kıyamet — Bakıyorsun kolla rının arasındaki karın!
Birdenbire elektrikler yandı. Bir ân yüzlerimizdeki gülüşlerle kalakaldık. Cemâl telâşla “On!” dedi. Soğuk kaçtı. Duvarlar kirli, bomboş; askıda üstüste kaputlar, elbiseler, kasketler.. Masanın üs tünde bir sürahi ile iştah şurubu nun mavi kutusu.
Harndi OLCAY
B E N C İ L E Y İ N
Kırk yıldır senli benliyiz. Yiyip içtiğimiz, hatâ görüp geçirdiğimiz bile birdir dersem yalan değil. Sevinçli göründüğü sıralarda ü- züntülüdür. Aptallaşmağa başladı mı, anlarım ki keyfi yerindedir. Çoğu zaman içine dönüktür. Ama bu durumu dostluğumuza ket vur maz. Biz çoğu zaman konuşmadan da anlaşabiliriz. Bir çift söz etme den saatlarca başbaşa daldığımız olur. Düşüncelerimiz de, düşleri miz de çoğuncası tıpkı tıpkısma- dır. Belki de o yüzden olacak, a- rasıra birbirimizden usanç getirdi ğimiz olur. Ama hiçbir zaman, altın düğmeysen de yakamdan düş. Diyecek duruma gelmedik çok şükür. Hem doğrusunu söyle yeceksek, çekiştiğimiz sıralarda daha sargın oluruz.
Şuraya azıcık eğlenelim diye geldikti. İkimizde birden . daldık gitti. O da, ben de aramıza bir baş kası girmeden pek eğlenemeyiz. Kalk gidelim, diyecektim. O da kıpırdandı. Vaz geçer gibi oldum, dalgın gözlerinde bir parlaklık be lirdi. “Dur. dedi, otur biraz. Sev dim burasını.” Ben de sevdim, diyecektim, sözümü ağzımda bı raktı. “Bak, dedi, şu koşarcasına giden adamı görüyor musun?
Zeki mektubuna döndü. Kitabı yerden alıyorum. Zerdüşt’ün ha şin sesi: Bu ağaç dağda tek başı- nadır. Cemâl’e baktım. Derisinin altında kan damarlarının ağ gibi güründüğü sarhoş yüzü. İşsiz, gü vensiz insanların sıkkın, korkulu, düz gözleri. “Elektrikler de tam yanacak zamanı buldular” diye ak silendi..,“Allah belâsını versin!”
Demir tekerlekli bir araba ge çiyor. Belki deminkidir. Yeni bir araba da olabilir. Omzumu dokto ra göstermeliyim. Bu ağrı çekil mez.
Bencileyin budalanın birisi!“ ağzı, çekilmiş yay kirişi gibi yukarı doğru sündü. Kaşları çatıldı. Göz leri parladı.. Deli gönül diyor ki, git, yapış şunun yakasına. Bu a- tom devrinde, yel yepelek, yelken kürek, bu koşunun adı ne? İşin aceleyse atla bir otomobile. Yok sa şöyle ağır aksak, güle eğlene yürüsene! Şunun şurasında kaç günlük ömrün var? işi acele, pa rası da yoksa diyeceksin değil mi? Yalan, inanmam. Bu zaman da otomobile binecek kadar para sı olmayan adamın koşacak kadar acele işi olamaz! Ama dedim ya, bencileyin şaşkının birisi.” Omuz başlarını kaldırdı. Gözleri ni evlerinden fırlatacakmışçasına belirtti. Başladı kıs kıs şeytanca gülmeğe. “Ya şuna ne buyurulur? Koca caddede başbaşa yürüdüğü arkadaşının kulağına fısıldayarak giden adama! Yerin kulağı var, sözünün yersiz olmadığını anlat mak için mi? Hoş, ben de yapa rım arasıra böyle şeyler. Ne eder sin, insan alışkanlığı! Fakat şu na da bak! Karşıdan geçen kadını seyrederek yürüyeceğim derken, yüzde yüz biriyle toslaşacak. Bel ki bir pardonla kurtulacak, belki de toslaştığı adama göre ekşi bir yüzle karşılaşacak, yahut da sa çından sakalından utan, diye a- zarlanacak. Ama doğru mu? Ben cileyin baştaki saçlarla birlikte kişedeki paralar da yok olunca gözler de kör olmıyor ki! Gönül denilen deli de uslanmıyor ki! A- ma saçımda sakalımda ne varmış diyemezsin ki!
Pek hararetlenmişti. Takma diş lerini pkiştirmek için bir iki kez damağını şaklattı. “Bayım, dedim, çekelim mi birer kadeh?” Bir yan bakışla süzdü beni “Doğru dürüst içelim desene! Bir kadeh de ne siymiş!”
İçkilerimiz gelmekte olsun, o yine bakınmağa başladı, “Elinde iki demetçik karanfille giden şu adama bak. dedi, Pençelerinin delik olduğunu gördün mü? Ben- Eileyin gönlü yüksekte birisi ol malı. Ben de yaparım arasıra böy le delilikleri! Bu akılda giderse, ömründe bir buket alacak kadar bile para göremez. Kazanmasın dan önce yemesini öğrenmiştir bunlar. İki yakaları bir araya gel mez. bu heriflerin!...
Zavallı, şu adam da benim bir kopyam. Cepleri dilenci torbası gibi dolu. Kucak dolu. Belli ço- luğuna çocuğuna düşkün bir ba ba. Bütün parasını öteberiye ya tırmış. Kim bilir evi nerede! A kardeşim, desen. Mahallenizde bakkal, manav yok mu? Vardır, vardır ama, birkaç kuruş ucuzluk, biraz da iyilik, güzellik. Acap, e- Vindekiler onun bu halinden mem nun olacaklar mı dersin? Belki! Bir dirhem bal için bir çuval harnup çiğniyen dostum benim!”
İğrilen ağzından bir kırık gülme sesi geldi; “Şu yanımızdaki gözü kızarmış adama bak; işte arasıra da onun gibi kuruntu içinde çır pındığım olur. Kuruntusu da bir incir çekirdeğini doldursa yüre ğim yanmaz. Vallahi hiçtir, hiç! Hani bir söz vardır; borç bini a- şınca bal, baklava ye! derler ya... Dert de büyük olunca vız gelir a- dama! Kavranamıyacak kadar bü yük olan dert yok demektir... Öy le omuz silkip, dudak büküver- me! Yüzümüzdeki bu çizgileri şa noya çıkmak için kalemle çektir medik! Ölümden daha büyük dert olur mu? Ama sorarım sana, ölüm kimin umurunda? Gerçekten öle ceğimizi düşünür olsaydık böyle mi olurdu dünyanın hali? Çek e- fendim çek!”
Yudum yudum içti. “Oh! dedi; işte şimdi belimin ağrısı geçer gibi oldu. Ama bir gün gelecek, bu ilâç da kâr etmiyecek. İşte o vakit bir yosun ömrü başlıyacak dostum.”
Bizinki çakır keyfi aşmağa baş- ladımı feylosoflaşır. Biraz daha kaçırınca da sonu iyilik getirmez. Aklınıza başka birşey gelmesin; hastalanır. “Hadi, dedim, kalka lım artık. Nerdeyse son otobüsü kaçıracağız!” Gözleri adamakıllı süzülmüş, azıcık da kanlanmıştı. Yalvarmaklı bir bakışı vardı. İ- çim üzüldü. Nerdeyse bir iki ka deh daha atalım diyecektim, O kalkmış bulundu. Dışarı çıktık yürüyüşü ağırlaşmış, hattâ sende liyordu. Önümüz sıra gidenlerin konuşmalarına kulak kabarttık. Uzunca boylu bir karaltı. “Artık bu günlük bu kadarı yeter. İn şallah başka bir gün.” diyor. Ko luna girdiği orta boylu, cılız ka raltıyı otobüse doğru çekmeye uğ raşıyor. Öbürü yayvan bir sesle; “Atın ölümü arpadan olsun. Gün bu gün! Sen evdekilerden çekini yorsun galiba! Rica ederim siz gidin. Ben bugün kafamın değil, ayaklarımın, yüreğimin emrinde yim.” “Saçmalıyorsun!” dedi, u- zun boylusu. “Daha iyi dedin ya! Saçmalamak için, hürriyetimi ka zanmak için kafayı tütsüledim. Bizimki ‘‘İşte, dedi; tıpkı benim gibi. Ben de arasıra beynimi uyuş turup, ayaklarımın emrine uydu ğum olur.” dedi. “Yahu, ne kadar karma karışık bir adammışsın, se ninle nasıl dostluk ettiğime şaşı yorum.” diyecektim. Yine sözümü ağzımda buaktı. “Bilmiyorlar, bi lemiyorlar. Düşün biryol. Eski mı sırlılar gibi kızkardeşlerimizle ev lenmiyoruz ya! Gelip geçen dede lerimizden herbirine çeken bir ya nımız olamaz mı?. Böyle olunca da kişi denen yaratığın elbet de bin bir yönü olur!” dedi.
Ş E H İ T
Bir sessizlik girdi içime Birden sular bulandı Büyüdü gözlerimde karanlık Sıcaklığımea düşerken
Düştüğüm yere kadar geldi Bütün hayatım
Sonra her şey değişti Boşunaydı sevmek dünyayı Ağaçlar delicesine çiçekli
Yaşamak bu kadarmış kardeşim Bilirim benim için değil Giden tren
Bir bayrak çekilirmiş şimdi direğe Yaşamak gelir içimden.
Temuçin DAVRAS
ŞIPKA'YA MEKTUPLAR
III.
En güzeli, bakışlarına gizlenmiş mevsimlerin Ve serin rüzgârlar alıp götürmüş saçlarını Hele ellerin...
Uzat, uzat bana küçük avuçlarını
Birşeyler bahset sevdadan yana bilmediğim Denizin mavisinden..
Yaprağın yeşilinden..
Bir şarkı söyle ikimizin bildiği Martı kuşlarının dilinden
Sen tek göz ağrısısın ömrümde gördüğüm Çiçeğini koparmadığım erik ağacı
Çözemediğim kördüğüm
İhsan FİKRET
ÎDerçtlerArasmbcL
Varlık'ın Eylül sayısını açınca Cahit Küle- bi'nin güzel bir şiiri ile karşılaşıyoruz. Bu sade, bu güzel şiirin bir derinliği de var. “İkinci Kişi’’ yi sizin de okumanızı istedim :
İKİNCİ KİŞİ Bazı karşıma çıkıyorsun. Tanıyacak gibiyim seni.
— Gel biraz konuşalım, diyorum Cevap vermiyorsun.
— Ellerin titrer miydi eskiden? Dumanlı mı görüyordu gözlerin? Padişahlar gibi hayâl mi kurardın De bana, diyorum, susuyorsun. — Kitap okumayı severdin,
Kırlarda dolaşmayı, bahçeler Bilmediğin kadınlar gibi miydi? Söyle, diyorum, duruyorsun. — Atlarla, insanlardan daha çok Ahbap miydin çocukluğunda? Neyledin hepsinin yokluğunda,? Diyorum, ağız dil vermiyorsun. — Nasıldı ilk gurbete çıkışın? Kıyısına ilk vardığın deniz? Koynuna ilk girdiğin kadın? Ağzına ilk sürdüğün kadeh? Nasıldı delice çalıştığın Delice eğlendiğin geceler? Bir tutam yonca gibi tertemiz O kıza âşık olduğun günler Nasıldı? diyorum, gülüyorsun. — Yorgunum şimdi, yorgunum çok!
Bir de sen cevap vermiyorsun.
Kolundan tutmak istiyorum, fayda yok, Beni bırakıp gidiyorsun.
Yine Varlık’da Julien Benda’nın "Eleştirme ci Nedir” adlı bir yazısı yayınlanmış. Bu yazıda Benda çok önemli noktalara dokunarak, gerçek eleştirmecide bulunması gereken iki hassayı şöy- leee anlatıyor:
“Gerçek eleştirmecinin taşıması gereken iki hassa vardır. Bir kere gerçek eleştirmeci, haki kati ararken, yaşadığı çağa karşı beslediği tabii
İlhan GEÇER
temayülden kurtulabilmelidir. Oysa ki bugün eleştirmeci bu sıyrılışı zül sayıyor... Eleştirme, yığınların rağbetine karşı eserlerin gerçek de ğerini savunacak bir siper olmalıdır. Halbuki bu gün bunun aksine şahit oluyoruz. Bu rağbete karşı gelmek şöyle dursun, aksine peşine takılı yor. Sebebi malûm. Gününe ayak uydurmamak pa halıya maloluyor. Eleştirmecinin ana kanunu ol mak gereken seciye sağlamlığına her zaman rast lanmıyor ne yazık ki! Hakiki şöhretlerle sahte lerini birbirinden ayırdedemiyen yığınların gaf leti eleştirmecinin gözünü açmalıydı. Ne gezer... Gerçek eleştirmecinin taşıması gereken ikinci has sa eserlerin objektif olarak incelenmesidir. Şahsi temayülüne körü körüne kapılmamayı kastedi yorum bundan. Eserler şahsi intihalara göre de ğil, eleştirmecinin kişiliğini aşan bir ölçüye göre değerlendirilmelidir. Tam mânasiyle objektif kal manın imkânsızlığı malûm. Sübjektifliği eleştir meden büsbütün söküp atmak bir hayaldir, ka bul. Bu hayalin gerçekleşmesine çalışılsın demek istiyorum. İnsanla hayvanı ayıran hassa düşün me ve hüküm verme hassasıdır. Eleştirme demek düşünme ve hüküm verme demektir.”
“Romantizm tarih içinde devrini tamamla mış bir mektep olarak görünmesine rağmen “ger çekte” yaşayan bir duygu olarak devam eder.” Satırlariyle İstanbul dergisindeki "Romantizm" yazısına başlıyan Nejat Kâzım Kayıhan romantiz min etraflı bir tahlilini yapmakta, asırlar boyunca yanlış anlaşıldığını anlattıktan sonra “Artık bu gün bir Neo-Romantizmle karşı karşıyayız. Karşı mızdaki insan bu Neo-Romantiktir” dedikten son ra yazısını şu satırlarla bitirmektedir: “Akıl ve ze kâ işte bu ayrılış içinde birleştiği içindir ki roman tizm yıkılmaz bir kuvvet olarak zamanı aşma gü cünü kendinde bulabiliyor. Onun bir karışıklık gibi görünen bu aydınlığı bizi daima gerçeğe doğ ru çeker. Bir özleyiş başlar içimizde. Romantizm yıkılmıştır artık. Bunun yeime doğan ışık Neo- Romantizmdir. Güneş, gece, denİ2, yıldızlar her an değişen gerçekler olarak sallanıp duracaklar dır. Onları anlatmak suç değildir. Onlar insanlık durdukça anlatılacaklardır. Çünkü hepimizin bir başka güneşi ve bir başka gecesi vardır ve gerçek olan da budur. Göklerdekileri bırakalım. Dön lli
sünler onlar. Biz içimizdekileri bulalım.” Sanatı sırf maddeci kılmaya yeltenenlerin haklı bir gö rüşün ifadesi olan bu yazıyı okumalarını dile rim.
Yeditepe’nin son
sayısında bir kenara
Halim Yağcıoğlu’nun "Sakal"mısıkıştırmışlar.
Çok sakal gördüm
Fatih Sultan Memmed'in sakalı Sonra Abraham Linkol'nün Namık Kemal'in sakalı Orhan Veli'nin sakalı Sonra Hacıvatın sakalı Keçi sakalı
İlle sakalların en rezili Ticani sakalı
Yağcıoğlu ticani sakalına sakalların en rezi li derken Fatih gibi, Namık Kemal gibi büyükle rimizin sakallarına da rezil demekte olduğunun farkında değil mi acaba? Zannetmem. Halim Yağ- cıoğlu bu.. Mânadan, şiirden, ahenkten yoksun bu acaip satırları alt alta sıralamakla bir yenilik, bir ilerilik yaptığını sanmıştır. Ama dergi sahibi bu şiirin yerini tayin etmekle biraz olsun izan sahibi olduğunu gösteriyor. Hoş Yeditepe’nin bu sayı sını Fazıl Hüsnü’yü yermeye ayırmışlar.. Bize de Maviciler son sayılarının kocaman bir sayfa sını Fazıl Hüsnü'yü yermeye ayırmışlar.. Bize de sütunlar dolusu küfrediyorlar. Her halde ustaları öyle akıl öğretmiş olacak. Bu bozuk ağızlara kar şılık vermekten kaçınacağız. Sanatın, edebiyatın nezahatini bozmaya gönlümüz asla razı olmıyor. Hem zaten kem söz sahibine aittir. Yazısına koy duğu Ti, Kervanın Başındaki, Yalova Kaymakamı gibi başlıklarla ne türlü bir yazar olduğunu or taya koymuş bulunan Sinek-Beyi’ne bir kere da ha hatırlatalım ki, fikre küfürle mukabele ancak acizlerin, bilgisizlerin baş vuracağı çâredir.
B İ Z E G E L E N K İ T A P L A R
• ... ... - I I m,|„ | ınr r ■ n i n r - w w i'» ■■ ı n n r u n r t____________
—-VARLIK YAYINLARI Vatan sana ne der? Enest Hemingway Geride kalan yıllar — Erskine Caldwell Malezya Tılsımı — Somerset Maugham Anadolu Hikâyeleri — Muhtar Körükçü
(Hikâyeler)
Ahmet Mitat — Hazırlayan : Mustafa Baydar (Türk Klâsikleri) İbsen — Hazırlayan : Zahir Güvemli
(Dünya Klâsikleri)
Tilkinin Romanı — Hazırlayan Zahir Güvemli (Çocuk klâsikleri) Her kitabın fiyatı 100 kuruştur
Gurbette Bayram — A. Haydar Cilasun (Şiirler) Fiyatı 100 kuruştur. Gurbetteki Kartvizit —
Nurettin Nart Şiirler
Fiyatı 40 kuruştur.
SEVDİCEÖİME MEKTUPLAR
Günlerim seninle güzel. Şendedir hayata bağlanışım; Güvenle bakmam geleceğe, Yaşamaktan zevk alışım.
Şendedir yüzümün aydınlığı. Eşe dosta gülümsemem; Çevremdeki herşeyden, İyi şeyler hissetmem.
Öylesine yemyeşil Allı - morlu duyduklarım, Senin için mısra - mısra Sevgim boyu yazdıklarım.
Yaşar GÜNGÖR
BİR HOŞ TÜRKÜ
Bir kuşluk şenliğinde ortalık Gün vurmuş ıpıslak saçlarına Ben yirminci asrın çocuğu, Sevdalar elinde ağlamsı gözlüm Kan oturmuş yüreğime.
Yanar yüreğimin başı yanar Bir yel eser içimde delice
Kuşlara dağıtırım düşüncelerimi kuşlara, Bir hoş olurum akşamüstleri
Senden yana, sevdalardan yana.
Senin aydınlık ufuklarında
Saadet kadar, kuşlar kadar hürüm Sarı çiçekler biter ya yol kenarlarında Bir yel eser ya günbatı yanından Seni düşünürüm.
Yanar yireğimin başı yanar Bir hoş olurum akşamüstleri Senden, yana, sevdalardan yana.
Mustafa TECİRLİOÖLU
Takdire değer öir sergi
Ercan SÜNKİTAY
Eylülün birinci günü, İstanbuda, Fransız konsolosluğu salonlarında; Güzel Sanatlar Aka demisi Cemal Tollu atölyesi mensuplarının aç tıkları resim sergisi alâkaya değer bir güzellikle karşımıza çıktı. Şatafatlı reklâmlarla ortalığı va- veleye vermiyen, büyük iddialar peşinde koşma yan gençler, mütevazı nüviyetleri içinde eserle rine şahsiyetlerinden parçalar katmanın yolunu bulmuşlar.
Umumiyetle, bu tip sergilerin daimi hasta lığına, hoca tesirlerinin taklitçilikten öteye gö türmeyen zaafına kapılmamışlar. On genç ressa mın iştirak ettiği sergide dikkatleri en ziyade üzerine çeken taraf; öğrencilik statüsü dışına çıkamamış, belli kaidelere bağlı, ölçülü, iyi ça lışılmış, fakat çok maddi az manalı eserlerle, öğ rencilik merhalesini cesaretle geçmiş, daha ser best daha az ölçülü fakat çok manalı, sanatkâr ruhların özlemini söyliyen eserlerin mevcudiye tidir.
Orhan Kılıç’ın, altına iliştirilmiş bir yazı ile mezuniyet birincisi addedilişine şaştığımız he yecansız kompozisyonu, nü ve peyzajları; Muam mer Çin’in birbirinin modeli hissini uyandıran kompozisyonları, renksiz peyzajları, talebe işi freskleri, Necdet Elal’ın biraz değişik olmakla beraber dekoratif hava ile örtülü çalışmaları; Cavit Atmaca’nın, Cemal Tollu’nun lüzumundan fazla tesirini ifade eden resimleri birinci guru ba dahil eserlerin tipik örnekleridir.
Bilhassa desenleriyle dikkati çeken Erdal Alanlar, boyaları kullanmaktaki başarısızlığı bir yana, ümit verici, “Mehmet,, portresi, “Kuzgun cuk’tan,, peyzajı ve “Rüyam,, gibi resimlerinde akademik bir çalışma yerine samimilikle hissiz liğin elele verdiğini gördüğümüz Bilge Çoruh, çok daha güzel eserler yapabilecek kabiliyette dir. Gencay Okçu kanaatimizce sergiye katılmış genç sanatçıların en başarılısı. Hele ortası ve fo nu ustaca çizilmiş mezuniyet kompozisyonu, hu zur verici “Mavnaları,, malzemeyi çok iyi kullan dığını gösteren peysajları, fevkalâde güzel port resiyle mahdut imkânları Güzel Sanatlar Akade misinin çerçevesini kırmış, seviyesini aşmıştır, iyi bir tesadüfle memleketimizde bulunan sanat münekkitlerinin de takdirlerini kazanan sergi pek iyi düzenlenmemiş ve katoloğsuzdur.
Genç sanatçılara en iyi dileklerimizi iletir, başarılar temenni ederiz.
Cahit Kübeli
YEŞEREN OTLAR Varlık Yayınları, 100 kuruş
Ayhan Hünalp
KÜÇÜK İSTASYONLAR 100 Kuruş
İbrahim Zeki Burdurluk MİNNACIK ADA
100 Kuruş
T ü rem işin
TÜRKİYE İS BANKASI
± \ Q & &
y/U İKRAMİYE KÂM /
B A H Ç € U ' E V
ISO LİRALIK NİK KÜÇÜK CARÎHESAP
AÇTIRINIZ
★ İNŞAAT MALZEMESİ
★ FORD OTOMOBİL VE KAMYONLARI ★ ELEKTRİK LEVAZIMI VE ÂLETLERİ
★ TRAKTÖR VE ZİRAÎ ÂLETLER ★ RADYOLAR
★ BUZ DOLAPLARI v.s.
HER İSTEDİĞİNİZİ EVVELÂ
KOC
TİCARET TÜRK ANONİM ŞİRKETİ
MAĞAZALARINDA ARAYINIZ
Hem en güzelini
Hem en dayanıklısını
Hem en ucuzunu
Bulabilirsiniz.
ç-*.V X X X X X X X X X X X X X X 'X X X X V X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X X \i
TÜRKİYE ESKİ MUHARİPLER BANKASI A. O.
M U H A B A N K
Her türlü BANKA ve SİGORTA işleriniz için ve her ay çekilen muhtelif zengin
PİYANGO İKRAMİYELERİ ile daima emrinizdedir.
M E R K E Z İ :
Anafartalar Caddesi No. 97
T e l : 16433, 15411, 16953. Yenişehir Şubesi :
ORDUEVİ Binasında
T e l : 28963 A n k a r a M ü ce y ra tı b e sle y ic i m a d d e le r i İhtivae tm e s i ih tib a riy le cildi b e s l e r v e k ın filc b k la n
g id e rir