• Sonuç bulunamadı

Yaşasın Aziz Nesin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşasın Aziz Nesin"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dizi

G E

m m

ı

Çarşamba, 12 Temmuz 1995

1

B Y - P A S S G İR İŞ İM İ

Amerikadan çağrılmıştı. Çağrıyı yapanlar, kendisine by- pass ameliyatı konusunda da yardımcı olacaklarını bildirmişlerdi... Bir bayan arkadaşıyla birlikte Amerika'ya gidecek ve orada ameliyat olacaktı.

Yüreğinin

Azizlik

edeceği

belliydi

10 Aralık 1982. Yeşilköy, “ Kargasekmez” terminali. Aziz Nesin Moskova'dan dönüğünde aralarında

Demirtaş Ceyhun'un da (sağda, arkasında) olduğu kalabalık bir grup tarafından karşılandı.

Savcılıklar Aziz Nesin'in

yaşamında hep oldu...

Tutuklama

emrinizin

nedenini

anlayamadım!

M

O SK O V A ’da kalp krizi geçiren Nesin, Sıkıyönetim Komutanlığı’na verilmek üzere bir dilekçe göndermiş, dilekçeyle birlikte de Ceyhun’a da küçük bir mektup yollamıştı mektubunda;

“Sevgili Demirtaş! Her zamanki gibi yine kalbim in bir oyununa geldim. Bu kez güzel bir oyun değil.

Beni üzen, tutuklanmamak için bahane uydurup hastaneye yatmış olduğum u sanm aları; bunu hiç istemiyorum.

Askeri savcılığa b ir dilekçe yazdım. Bunu lütfen ve ivedi askeri savcılığa ilet. Ve resmen b ir num ara al.

Sevgiler. / Öperim. Sana herşeyi Çalışlar an latır” diyordu.

İstanbul Sıkıyönetim

Komutanlığı Askeri Başsavcılığına gönderdiği 3 Kasım 1982 tarihli düekçesi de şöyleydi:

“A sk eri Başsavcılık

Y

Ü R E Ğ İN İN , Aziz Nesin ustaya bir azizlik edeceği zaten nicedir belliydi. Bildiğim kadarıyla ta 1982 yılından beri yoklayıp duruyordu ara sıra. 1982 yılmdaydı. 12 Eylül cuntasının gemi iyice azıya aldığı günler yani. Aziz Nesin, anımsadığım kadarıyla Aziz Çalışlar’la birlikte Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) adına bir uluslararası toplantıya katılmak üzere Vietnam’a gitmişti. (12 Eylül 1980’de de Aziz Bey yurt dışındaydı gene. Bu nedenle gözaltına alınmamıştı ama, kendisini

tutuklamaya gelen güvenlik güçleri, boş dönmemişler oğlu Ateş Nesin’i yakalayıp götürmüşlerdi. İşte, bunu öğrenir öğrenmez hemen bir telgraf çekmiş Genel Kurmuy Başkanlığı’na, en kısa zamanda döneceğini bildirerek oğlunun bırakılmasını istemiş. Sanırım, gerçekten de bir hafta sonra dönmüştü Türkiye’ye. Ama ilginçtir, oğlunu bıraktıkları halde kendisini tutuklamamışlardı. Hatta pasaportunu da elinden almamışlardı. Vietnam’a uğurlarken de çok endişeliydik bu yüzden.) Onları Vietnam’a uğurlayalı ne kadar olmuştu, doğrusu şimdi çıkaramayacağım. Ama bayağı bir zaman geçmiş olmalı... Bir akşam, telefon çaldı, açtım Aziz ağbi. Moskova’dan arıyor. “Ne var ne yok?” diyor, Türkiye’yi, 12 Eylül’ü soruyor.

SUCUMUZ NEYM İŞ ACABA?

İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi savcılarından Nurettin Özen, 17 Eylül 1982 günü, TYS’nin kurucusu ve yönetim kurulu üyesi 28 yazan Selimiye’ye çağırmış ve ifadelerimizi almıştı. Onu bildirdim. Kendisinin yurt dışında olduğu için ifade vermeye gelemediğini zapta

Yazar Demirtaş Ceyhun A ziz Nesin'i 1955-56'da üniversite öğrencisiyken tanıdı. 1966-67'de ise Nesin'in de içinde bulunduğu

Türk Edebiyatçılar Birliğine Yönetim Kurulu üyesi seçildiğinde daha yakın oldu. Onlann 30 yıla yayılan hem usta-çırak hem de

dostluk ilişkisi için Nesin “ Edi ile büdü olduk” derdi. Ceyhun, “ H o c a ’ sını Hürriyet'e yazdı geçirttiğimizi de söyledim. O yıllarda, Moskova ile İstanbul arasında sadece haftada iki gün çarşamba ve cuma günleri Aeroflot’un uçaklan gidip geliyordu. “Öyleyse çarşam ba günü geliyorum, savcıya bildirin lütfen!” dedi Aziz Bey sinirli sinirli.

Sam nm oğlu Ahm et Nesin’den duymuştum. Tam o günlerde polisler Moda’daki eve gelmişler Aziz Nesin’i tutuklamaya. Hakkında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nce verilmiş bir “gıyabi

tutuklam a” kararının da

bulunduğunu bildirmişler. Doğrusu bunu da söyleyip söylememekte çok tereddüt geçirdim. Ama, sonuçta, tutuklanacağım bilerek Yeşilköy’e hazırlıklı gelmesinindaha iyi olacağım düşündüm, söyleyiverdim bir çırpıda.

Bir an sessizlik oldu telefonda. Böyle bir haberi beklemiyordu tabu.

“Suçumuz neymiş acaba?” diye mırıldandı... Ardından, “öyleyse, Yeşilköy’e gelirken yanınızda b ir de avukat olsun bari!” diye ekledi. Çarşamba günü, İstanbul’da bulunan bütün yönetim kurulu üyesi arkadaşlar, birkaç avukat ve tanıdıiğımız gazeteci dostları da yanımıza alarak büyük bir kalabalık halinde Aziz Bey’i karşılamaya gitmiştik Yeşilköy’e. Ne var ki, Moskova’dan A ziz Nesin’in kendisi değil, bir “k alp k rizi” geçirdiği haberi geldi, o günkü Aeroflot uçağıyla.

SUBAY KOŞARAK GEtDİ VE...

A ziz Çalışlar'la, bir mektup ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanhğı’na verilmek üzere bir dilekçe

göndermişti bana.

Moskova’da, hastanede ne kadar

Ceyhun her yazışında “hoca”sının insanın yüzüne yüzüne söylediği eleştirilerini hatırlıyor hep: “bu farsça

kelime de nereden çıktı"?

yatmıştı, çıkaramıyorum. Ama kesinlikle öyle uzun bir süre değildi. Belki bir ay büe kalmamış, acele dönmüştü yurda tutuklanmak üzere.

O gelişinde de, yazar dostları, avukatlar, gazeteciler, oldukça büyük bir kalabalık halinde gitmiştik Yeşilköy’e. Havaalanı personelinin alaylı bir dille “K argasekm ez” diye adlandırdığı o zamanki dış hatlar geliş peronunun derme çatma salonunda heyecanla bekliyorduk. Aziz bey, öteki yolcularla birlikte polis kontrolünden geçti geldi. Sevinçten sarmaş dolaş olduk. Aziz Bey’in hâlâ tutuklanmamış olmasına inanamıyorduk bir türlü.

Sanırım Türk Haberler Ajansı’ndan, bir de televizyon muhabiri gelmişti havaalanına, kemarayla. Yabancı televizyonlar için çekim yapıyordu. Tepemizde

“Y eşilköy H ava A la n ı” yazışırım da görüleceği şekilde bizleri

görüntüleyebilmek için, rica etmişler dışarıya çıkarmışlardı. Girişte toplanmış, gazetelerin foto muhabirleri, THA kameramanı resimlerimizi çekiyor,

görüntülüyorken, bir de baktık, kolundaki pazıbentten alanın güvenlik komutam olduğu belli, galiba bir hava yüzbaşısıydı, genç bir subay koşarak bize doğru geliyor... Gerçekten, bir an şaşırmadık, ürkmedik ürpermedik değil doğrusu. Ama ilginçtir, genç subay, meğer fotoğrafı çekilen kişinin Aziz Nesin olduğunu öğrenince, bizimle birlikte fotoğraf çektirebilmek için koşar gelirmiş yanımıza. Aziz Bey’e sarılıp, “Bende yanınızda durup b ir resim çektirebilir miyim Aziz Bey?” dediğini duyunca nasıl sevinmiştik, anlatamam.

“G alib a yüzbaşı emekli olm ak istiyor!” diye espriler büe yapmıştık aramızda, o sevinçle.

u

n

BEKİR COŞKUN

Üç sütunluk

sevine...

s

KİMSELER bizim dünyamızı bilemez... Bir gazetecinin düşlerini, sevincini, hüz­ nünü, acısını, kavgasını, barışını kimseler an­ layamaz...

Çünkü bizler, duygular ile gerçekler

arasında eziliriz...

Duygulanmız vardır... A m a duygular ile

gerçekler arasında bir çocuk gibi koşuştur­ duktan sonra, duygularımızı terk edip, gerçe­ ğin yanına sineriz...

Duygularımızı yüreğimizden söküp, cebi­ mize atanz...

Tıpkı annesi öldüğü gün, sahneye çıkıp ro­ lü g ereğ i kahkaha atmak zorunda olan bir sahne sanatçısı gibi...

Bazen sevincimizi yutarız, bazen öfkem i­ zi...

Kimseler bizi anlayamaz...

★ ★ ★

Bu sefer duygularımı bastırmak istemiyo­ rum...

Dünkü Sabah Gazetesi'nin manşet ke­ narında, Uç sütuna bir duyuru yayınlandı...

“ Özür ve teşekkür” başlıklı duyuruda, Sa­ bah tesislerinin sel felaketine uğradığı, bu ne­ denle baskı yapamaz hale geldiği belirtiliyor­ du...

Duyurunun son paragrafı ise şöyleydi:

“ Bu sıkışık anımızda vali dahil hiçbir devlet kuruluşundan yardım alam az­ ken, gazetenin hazırlanması için bize kapılarını açan ve destek olan Hürriyet Gazetesi'ne teşekkür ederiz.

Sabah...”

★ ★ ★ *

Seninle gurur duyuyorum Hürriyet...

Toplu m vicdanında yargılanan “ Medya Savaşlan” nın ardından, üç sütunluk bir se­ vinç...

Okuyucularımız arayıp kutluyorlar... N e tencerenin kapağı...

N e tavanın sapı... N e çarşafın fermuan...

N e salata tabağının çatlamazı... N e de karşılıklı atışmalar-sataşmalar...

★ ★ ★

Hürriyet, Sabah kadar üzüldü, telaşlan­ dı...

Kimseler bizi anlayamaz...

A caba yine “ anlaşılmaz” bir iş yapıp, tencere-tava-çarşaf yerine, uzlaşıp okuyucuya sadece haber-yorum versek...

Siyasetten hukuka, iktidardan bürokrasiye kadar tüm kurumlann çöktüğü bir dönemde toplum, tek güvencesi basının gözünün içine bakarken, medya savaşlarının yerini gü- venilir-saygm basın alsa...

Benim üç sütunluk buruk sevincim, kur­ sağımda kalmasa...

Olmaz mı?..

Asıl felaket tüm matbaalan basmadan...

Sıkıyönetim / İS T A N B U L Vietnam ’da düzenlenen bir uluslararası kongre için b ir aydan beri yurtdışmda bulunuyorum .

tki gün önce İstanbul’da telefon ettiğim bir arkadaşım , benim için Sıkıyönetim adli m akam larınca bir tutuklanm a emı i çıkarıldığım söyledi. Daha önce bana hiçbir bildiride bulunulm adığı, tebligat yapılm adığı için, tutuklanma em rinin nedenini anlayamadım.

3 Kasım Çarşamba günü uçakla yurda dönecektim. Biletim i de almıştım. Ancak 2 Kasım günü enfarktüs geçirdim. Şimdi M oskova’da hastanedeyim. Hekimler, bir ay tedavi edilmem gerektiğini, bu durum da yolculuğa çıkmamın tehlikeli olduğunu söylediler.

B ir ay tedaviden sonra yurda dönüp askeri savcılığa

başvuracağım ı bilginize sunarım.

(2)

P

Dizi

6 9 UNDA 701 KUTLANDI

Bir toplantı düzenleyecektik. Ve Nesin'in 69. yaş gününde 70. yaşını kutlamaya karar verdik. Bunu araştırmayı nasıl olsa akıl edemezler diyorduk. Şayet fark ederlerse de, “Yaaaa, öyle

mi? Yanılmışız'’ deyip geçiştiririz dedik.

Demirleş CEYHUN

mmmtKmtKtımtagKmmmmtHmmm

Onun ar daman da bozuk!

M

O SKO VA'da acele hastaneyeyatırm ışlar, istirahat ettirmişler, krizi atlatmasını sağlayıp, bir oranda normale döndürmüşlerdi ama, kuşkusuz, tedavisi

tamamlanmamıştı. MoskovalI doktorların tanısına göre de, kalbe giden damarları arızalıydı, by-pass olması gerekiyordu. Nitekim, Türkiye'ye döndükten sonra da hemen Haydarpaşa Göğüs Cerrahisi'ne gitmeye başlamıştı, gerekli testleri yaptırmak için. Ve bizim doktorların verdikleri karar da aynıydı; biran önce by-pass ameliyatı olması gerekiyordu. Ve olanağı varsa, en iyisi Am erika'ya gidip, orada yaptırmalıydı bu am eliyatı.

Gerçekten, o yıllarda Amerika'dan da bir çağrı alm ıştı. Üstelik, çağrıyı yapanlar, kendisine by-pass ameliyatı konusunda da yardım cı olacaklarını, hatta bu amaçla birtakım girişimlerde bulunduklarını bile bildirmişlerdi anımsadığım kadarıyla. Bir bayan arkadaşıyla birlikte Am erika'ya gidecek ve orada am eliyat olacaktı.

PASAPORTUNU GERİ ALAMADI

Ardı ardına o kadar çok yurt dışına çıkm ıştı ki, pasaportunun süresi henüz bitmemişti ama, vize için boş sayfası kalmamıştı. Pasaportunun ya değiştirilmesi, ya da boş sayfa eklenmesi gerekiyordu. Bu am açla İstanbul Emniyet M üdürlüğüne başvurmuş ve 1983 M ayıs'ında uluslararası bir toplantıya katılmak üzere çağrılı olduğu Am erika'ya gideceğini bildirerek, boş sayfası kalmamış, ama 1984 M ayıs'ına kadar süresi olan pasaportunun değiştirilmesini istemişti. Ama, vay sen misin pasaportunu polise teslim eden... Sayfa ekletmek filan şöyle dursun, pasaportunu da geri alamamıştı bir daha... Zamanın Başbakanı Bülend Ulusu'ya da başvurmuştu, fakat ta 1990'lara kadar galiba, kendisine pasaport verilememişti. Bu yüzden Am erika'ya da gidemedi.

Gözünden zaten yıllardır şikâyetçiydi. Daha 1980 öncesinde, örneğin Türkiye Yazarlar Sendikası yönetim kumlu toplantılarında bile, arada bir çantasından bir ilaç çıkarır, şöyle geriye doğru yatarak gözlerine damlatırdı. G öz tansiyonu yüksekti galiba.

ZONKLAMA BEYNİM İN İÇİNDE

Ama, asıl şikâyetleri kandamarlanyla ilgiliydi. Üstelik yalnız doktorların saptadığı kalbe giden atar damarında da değil, boynunun sol yanından beyne giden atar damarından şikâyetçiydi asıl. "Gündüzleri pek farkına varmıyorum ama, geceleri başımı yastığa kor komaz kalp atışlarım beynimin içinde zonklamaya başlıyor,

gürüitüsünden uyuyamıyorum" diyordu.

Bu konuda, kim birini salık verse, koşup muayene oluyordu. Bir toplantı için birlikte gittiğimiz İzm ir'de de örneğin, salık verdikleri bir doktora gitmiş, anjiyo yaptırmıştı anımsadığım kadarıyla.

Sağlığındaki teklemeler, üzerindeki baskı bile

onun neşesini engelleyemedi. İşte neşeli

anlarından biri daha...

Mizahın ünlü kalemi mikrofonlardan da hiç korkmadı. Hatta sevdi. Sorulan her soruyu cevapladı. İğneleyerek, eleştirerek, kızarak, gönderme yaparak...

Gerçekten de, yapılan testlerin sonuçlarına göre, beyne giden sol atar damarının tıkalı olduğu anlaşılmıştı. Bu damardan beynine ancak yüzde 25 oranda kan gidebiliyormuş.

Bu sonucu öğrendiğinde de, yarı şaka yarı ciddi; "Görüyorsunuz, demişti bizlere, beynime sol atar damardan ancak yüzde 25 oranında kan gittiği halde benimle başedemiyorsunuz, ya kazara bu damarım da sağlam olsaydı, n'apardınız?"

VEDAT TÜ RKA Lİ NİN E S P İR İS İ

A ziz Nesin bu espriyi yaparken, Vedat Türkali de aramızda m ıydı, şimdi çıkaramıyorum. Am a, gerek TYS Yönetim Kurulu'nun 1979 -1980 yıllarındaki o doyumsuz tartışmalı toplantılarında, gerek 1983'ten

1985'e kadar tam 3 yıl süren, İstanbul 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'ndeki TYS davasının jarıdarm alı uzun duruşma öncelerinde, ikisi de eski asker olan yazar ağabeylerimiz Aziz Nesin ile Vedat Türkali'nin, birbirlerini ince ince iğneleyerek yaptıkları gizli sataşmaları, taş atmaları, eleştirileri, hele hele

dokundurmaları esprileri unutabilmenin olanağı var mıdır h iç... Fakat, Vedat Türkali, demek gerçekten aramızda değilmiş ki, A ziz Bey'in bu esprisine o an verilm iş bir yanıtı anımsamıyorum doğrusu.

Am a, bu espriyi mutlaka duymuş olm alı ki Türkali, nice sonra da olsa yanıtlam ıştı. Aziz Nesin'in, artık Türkiye'de, Flonence Nightingale Hastanesi'nde ameliyat olmaya karar verdiği günlerdeydi.

Vedat Türkali de, nice önce Londra'ya yerleşmişti. Arada bir gidip geliyordu ya, genellikle yurt dışındaydı. Aziz Bey'in ameliyat olacağını duyar duymaz, Londra'dan telefon etmişti bir akşam:

"Hayrola Demirtaş, dedi, Aziz Türkiye'de mi by-pass ameliyatı olacakmış?"

"Evet, dedim. Hem yalnız kalbe giden atar damar değil, boyun damarına da by-pass yapacaklarmış."

"Yahu hastanenin telefonunu biliyor musun?" dedi. "N'apacaksın ağbi?"dedim.

"Doktoruna telefon edeceğim, dedi. Çünkü onun yalnız iki daman bozuk değildir ki... Ar damarı da bozuktur... Ar damarı da bozuktur..."

Gerçekten de, Aziz Bey, genç kızlarla birlikte olmaya, onlarla şakalaşmaya, onlara hikâyeler anlatmaya bayılırdı... Kız arkadaşlarıyla birlikte oldukları zaman da, inanılm az denli kıskançtı. Am a, yakın arkadaşlarının bu konularda yaptığı şakaları, taşlamaları da alabildiğine hoşgörüyle karşılardı. Hatta katkılarda da bulunurdu onlara. Yani, hoşlanırdı bu konularda konuşmaktan, bu konuların konuşulmasından. Hele hele, gerçekten çok saygı duyduğu dostu 1911 doğumlu, değerli bilim adamı O rd. Prof. D r. Ekrem Akurgal'la, benim tanık olduğum Türk - Yunan Dostluk Demeği Yönetim Kurulu

toplantılarında karşılaştıklarında da bu konuda öyle güzel anlaşırlardı ki, sohbetlerine gerçekten doyum olmazdı. Vedat Türkali de, bu yanını mı anıştırıyordu, kim bilir?..

Adını bir tiyatro sahnesine verdiklerinde

mutlu olmuştu. Ama bu tabela uzun süre

asılı kalamadı. Değişen yerel iktidar tam da

“Aziz Nesinlik” bir “icraat” yaptı ve tabeladaki

ismi de değiştirdi!

BAKIRKÖY B ELED İYESİ

T İ Y A T R O L A R I

(3)

Dizi

VAKFIN HEVESLİ İSÇİLERİ!

Her gün birkaç kişi ziyarete geliyormuş. Kimi, Vakti görmeye geldiğini söylüyormuş: Kimi, emekli maaşımı bağışlayacağım da, Vakti yalandan bir tanıyayım dedim diyormuş; kimi, güya iş istemeye geliyormuş.

Marko Pasa tanıttı

Kenan Pasa küstürdü

1

983 yılı Kasım'ında beynindeki bir kılcal damar çatlamış ve olmadık işler açmıştı başına. Ağzı sağ yana çarpılm ış, sağ eli ile sağ ayağı hiç tutmaz olmuştu. Aziz Nesin'in beynindeki bu kılcal damarın tam bugünlerde çatlamış olmasında, 12 Eylül'ün ve cunta lideri Kenan Paşa'nın gerçekten bir rolü olmuş mudur, belki bilimsel olarak açıklanabilmesi olanaksızdır. Ama bence hiç kuşku yok, mutlaka olmuştur.

Çünkü, 12 Eylülün ilk günlerinde, sanki rastlantıyla karşılaşmış da içki içiyorm uş gibi Gazeteciler Cemiyeti'nin Cağaloğlu'ndaki lokalinde yaptığımız yasal olmayan ilk TYS yönetim kurulu toplantısı'ndakı konuşmasını anımsıyorum da... Neredeyse hepimiz, bu darbeyi, M eclis'in aylardır bir cumhurbaşkanı bile seçememiş olmasına, askeri bir tepkisi olarak değerlendiriyorduk. Am a Aziz Bey, şiddetle karşı çıkıyordu bizlere. "Bunlar ülkeyi çöle çevirecekler. Kolay kolay gitmezler!" diyordu. Hatta, TYS'nin nesi var nesi yok, bir an önce vakfa (Nesin Vakfı'na) taşımamız konusunda karar alm am ızı öneriyordu. "Yarın sendikamızı da kapatır, her şeyimize el kor bunlar!" diyordu. Gerçekten de, kısa bir süre sonra, hâlâ kimin çıkardığı bilinmeyen bir yangında Tepebaşı'ndaki sendika merkezinde nemiz var nemiz yok, yandı. Bu olayla, bizi yargılayan Sıkıyönetim Mahkemesi de hiç ilgilenmedi anımsadığım kadarıyla.

Yani, 26 Kasım 1983 Cumartesi günü öğleye doğru, Nişantaşı'ndaki evinde salata yaparken, beynindeki kılcal damarlardan birinin böyle ansızın çatlayıvermesinin nedeni, bizce hiç kuşku yok, ne aşırı yorgunluk, ne fazla yemek, ne fazla içkidir, ülkeyi gerçekten tam bir çöle çeviren 12 Eylül darbesi olsa gerektir.

A ZİZ N ESİN A S K E R D İR

Bilindiği gibi Aziz Nesin de askerdir. Harp Okulu'nu bitirmiştir. Ve ilginçtir, ta 1944 yılında ordudan ayrılm ış olduğu halde, bütün yaşamı boyunca

unutmamıştır asker olduğunu. Hatta, dönem arkadaşlarının aylık

toplantılarına, fırsat buldukça katılmıştır. Kenan Evren kendileriyle aynı dönemden değildir, ama çok çok bir dönem sonra olsa gerektir.

Biraz da bu yüzden midir, kimbilir? 5 general, hem vakıf konusuyla, hem de özel olarak Aziz Nesin'in vakfıyla, gerçekten de çok yakından ilgileniyorlardı gördüğümüz kadarıyla. Gelen haberlere göre, "çocuklara komünist eğitim verdirdiği" suçlamasıyla vakfı kapatmaya çalışacaklardı. En çok da buna öfkeleniyordu. Nitekim, öğleden sonra vakıftan gelecek çocuklara yemek hazırlarken beynindeki kılcal damar azizlik etmişti kendisine de...

Gerçekten de, sözcüğün tam anlamıyla felci iradesiyle yenip, kısa sürede ayağa kalkmış ve kapı kapı dolaşarak ünlü "Aydınlar Dilekçesi"ni hazırlamaya başlamıştı. Bu nedenle, her an tutuklanabilirdi. Vakıf üzerindeki baskı da her gün

Aydınlar Dilekçesi Davası'nda aralarında Nesin'in bulunduğu “sanıklar'' hakkında üç aydan 1 yıla kadar hapis cezası isteniyördu.

biraz daha artıyordu. Bu nedenle, biz de bir grup aıkadaş, Aziz Nesin'in yalnız olmadığını göstermek için, bir gece düzenlemeye karar verdik. Rahmetli Egemen Bostancı da aramızdaydı.

Ama, durup dururken Aziz Nesin için gece düzenlemeye kalkışırsak, "bayram değil, seyran değil" deyip, cuntanın hem Egemen Bostancı'yı, hem de bizleri cezalandırmasından korkmuyor da değildik doğrusu. En iyisi, yaş günü olan 3 Aralık 1984'te bu toplantıyı yapmaktı. Ancak, Aziz Nesin 69 yaşına

basıyordu ama geleneğe göte böyle kutlamalar yuvarlak rakamlarda yapılırdı. Bu nedenle, düşündük taşındık, "Aziz Nesin'e de bu yakışır" deyip, 69. yaş gününde 70. yaşını kutlamaya karar verdik. Şayet fark ederlerse de, "Yaaaa, öyle mi? Yanılmışız" deyip geçiştiririz diye düşünüyorduk.

6 9 UNDA 7 0 İNİ K U T LA D IK

Toplantı, gerçekten de, çok görkemli gerçekleşmişti. Hele hele, Fevzi Tuna'nın, Aziz Nesin’in yaşamı ile ilgili "Çağımızın Nasreddin Hoca"sı adlı belgesel film inin gösterimi...

Geceye vali ile belediye başkanını da çağırması için Aziz Bey'e ısrar etmiş, hatta Nevzat Ayaz'ı davet etmesi için randevu alıp zorla göndermiştik kendisini. Ev sahipliği görevini de ben üstlenmiştim. Vali Bey, programın ikinci bölümünü Aziz Nesin'le birlikte izleyip, ara verilir verilm ez ayrıldı salondan. Bedrettin Dalan ise ikinci bölüm başladıktan sonra gelmişti.

Hep birlikte salona girdiğimizde, geceden önceden görme fırsatı bulamadığımız Aziz Nesin belgeseli gösteriliyordu. Gözüm bir an perdeye takıldı, gerçekten inanılır gibi değildi gördüklerim. Taksim kızıl bayraklardan geçilmiyordu. Binlerce insan coşkuyla. 1 Mayıs marşını söylüyordu ellerinde M arx'ın, Engals'in, Lenin'in, Stalin'in posterleri. Perdede 1977 yılındaki o kanlı 1 Mayıs törenleri gösteriliyordu. Aziz Bey de, TYS flaması altında, öteki yazar arkadaşlarıyla birlikteTaksim 'e yürüyordu. İlginçtir, salondaki 1500 kişi de şaşırmış olmalı ki, çıt çıkmıyordu kimseden. Neyse ki gerçekten de on dakika sonra, Bedrettin Dalan belki perdeye bile dönüp bakmadan, Aziz Bey'den yeniden özür dileyerek kalktı. Doğrusu sevinmedim değil. Onları yolcu edip döndüm. Biraz sonra film biter bitmez korkunç bir alkış koptu salonda. Önceden seyretmiş olsam, göstermezdim film i. Beklenilmedik bu olay iyi mi olmuştu, kötü mü, karar veremiyordum.

Ama kötü haber tez geldi: Daha film biter bitmez, polisler koşup el koymuşlardı. Hemen ardından da, öteki haberler sökün etti. Salon sorumlusu, "Aman Demirtaş Bey"diyordu, "Bizim filmle, geceyle bir ilgimiz yok. Bir de salonumuzu kapattırmayın lütfen." Kim i, kanter içinde gelmiş, "Aman abi, yarın Avrupa'ya gideceğim, beni karıştırma Allah aşkına" diyordu. Şaşa kalmıştık Aziz Bey'le, göz göze bakışıp.

Nasıl unuturum: "Aziz Abi" demiştim, şaşkın şaşkın, "Tamam da, polis bu filmi nereden buldun diye sorarsa, ne yanıt vereceğimi bilemiyorum. Bari

12 Eylül'ün ünlü Aydınlar Dilekçesi'nde başı çekm işti Nesin. Yıllar süren dava beraatle sonuçlandığında da "sanıklar” birbirini böyle

kutlamışlardı.

sizden almış olayım." "Tamam" demişti, "Benden aldın. Birlikte gideriz."

Kim bilir, vali ile belediye başkanının da geceye gelmeleri mi korumuştu bizi? G aliba, geceyi izleyen gazetecilerin vali ile birlikte çıkmaları yüzünden bu olay ertesi günü gazetelere de yansımamıştı hiç. Bu nedenle olsa gerek, hakkımızda bir soruşturma da açılm am ış, olay örtbas edilmişti.

Cuma, 14 Temmuz 1995

Müslüman

kardeşlerimiz...

u

“ Kırmızı akıyor sular, Güller kurşunlandı,

Bosna'da çiçekleri vurdular...”

★ ★ ★

Şairler çığlık çığlık... Dünyanın her köşe­ sinde sanatçılar, yazarlar, demokratlar, ana­ lar, çocuklar, Bosna için ağıt yakıyorlar...

“ İslam âlemi”nden hk yok...

Suudi Arabistan'dan Güney Afrika'ya, Ku­ veyt'ten Mısır'a, İran'dan A rap Emirlikleri'ne kadar... İslam âlemi, bir avuç Müslümanın yavaş yavaş boğulmasına seyirci...

Müslüman kardeşlerimizin kılı kıpırda­ mıyor...

Petrol borulannın üzerine oturmuş, A m eri­ kan dolarlan ile keyif çatıyorlar...

Sesleri çıkmıyor...

★ ★ ★

Niçin?..

Çünkü o Müslüman ülkelerde söz sahibi

“ şeriat” gibi gözükse de, ülkeleri asıl yön e­ tenler Hıristiyan Batı...

Görünürde sakalını sıvazlayan Müslüman kardeşlerimiz, perdenin arkasında Batılı ajanlar...

Nasıl kıpırdasınlar?..

Kutsal toprakları Am erikan askerleri beklerken, İslam âleminin Bosna Müslüman- lanna sahip çıkması olası mı?..

★ ★ ★

Erbakan Hoca, “Müslüman kardeşle­ rimize bir dönüp bakalım...” diyor...

Bakalım:

“ Çıt” yok...

Koca İslam âlemi, Bosna faciası karşısında ketum... Oralı bile değil..

Petrol var mı, var... Dolarlar geliyor mu, geliyor...

Hıristiyan askerleri mübarek topraklan ko­ ruyor mu?..

Koruyor...

★ ★ ★

Gerçek Müslümanların içi sızlıyor- dur...

A m a şeriatta kamuoyu yok, halk iradesi yok... Demokrasinin olmadığı yerde, kitlele­ rin vicdanındaki Bosna tepkisini kim ta­ kar?..

İnançlı kitleler Bosna'ya ilgi duysalar da, kıçının yansı havada, yan gelmiş Am erikan dolarlan ile oynaşan emirlerin, kralların, şeyhlerin umurunda mı?..

Müslüman kardeşlerimize bir dönüp bakalım...

★ ★ ★

Bosna katliamı karşısında yine de çırpınan tek Müslüman ülke var:

Türkiye...

Onur duyacaklarına, utanmadan yıkmak istedikleri Mustafa Kemal'in laik Cumhu­ riyeti...

A ZİZ N ES İN İ

BANA BİR PASA

TANITTI

G

E C E N İN esprisini de bence İlhan Selçuk yapmıştı: “Aziz Nesin’in sanatçı kişiliği, mizahçılığı ve oyun yazarlığı” başlıklı oturumdaki konuşmasında.

12 Eylül’ün ortalığı kasıp kavurduğu, generallerin ağzından çıkan her sözün yasa sayıldığı o yasadışı günlerde; “Aziz N esin’i bana b ir paşa tanıttı” diye söze başlayıp, susuvermişti bir an. Nasıl olmuştu? Sanki bir nötron bombası düşmüştü salona, “Paşa” sözcüğüyle birlikte. İlhan Selçuk bu hınzırca susmadan

sonra, gene tane tane: “Aziz Nesin’i bana M ark o P aşa tanıttı” deyince de, alkıştan yer yerinden oynamıştı salonda, sözcüğün tam anlamıyla.

Aziz N esin’i, gerçekten de 1946 yılında Sabahattin Ali ve Rıfat İlgaz’la birlikte

çıkarmaya başladıkları “M ark o Paşa” adlı mizah gazetesinin Türk halkına tanıttığını yadsıyabilmenin de olanağı yoktu doğrusu.

Ne garip... Asker Aziz Nesin’in yazar olduktan sonraki yazgısı da sanki hep paşalarla ilgili olmuştu. 1946’da bir paşa fendini Türk halkına tanıtmıştı. 1980’den sonra da gene bir paşa yüzünden halkına düşman olmuştu. ^ a e u e . ^ M is /M Bi r. . DAKİKA *9 ' S A K IM ^ C İD D İ °O A A S ıu l B u ? . o îzTa ü5 Ta (JüUOP-'TA <OWUŞMA-ASUMDA BU PRO GRAM IM SUNUCUSU A Ş P & YUKARI BELLİ OLDU-/

S B

MfM \ / S e Z T T f P K \ / y E R Ê C e ô l M l > DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ. İÇİM KüV U YD S U L A N D I R M A Y A J A M A A R u K A ¿ TAM AM I

/ d .

\ Ğ B L D I

-DEĞİŞİM RÜZGARI

Necdet ŞEN

Ingmar BERGMAN

14 Tem m uz 1918'de is v e ç li sin e m a yönetm eni ve se n a risti Ingm ar B ergm an U p p sala'd a doğdu.

B erg m an , “Y e d in ci M ühür”, “K u rtla rın S a a ti”, “T e m a s”, “So nb ahar S a n a tı” gibi film le riy le ta n ın ır.

İbrahim

ÇALLI

13 Tem m uz 1882'de R e ssa m İb rahim Ç a llı, D e n izli Ç al'd a doğdu. İzle n im ci gö rüşün İlk ve önem li s a n a tç ıs ıd ır, (ö lü m ü : İstan b ul 22 M ayıs 1960) mmmMmmmammımmmmmmmmmm

JŞ o lıto n _sa ğ a _^ ^ J [^^^rukanda^a^ağı^a__^

1- EtH olan kökü ve filizleri sebze olarak kulla­

nılan otsu bir b itki (iki kelim e), 2- Fiyat, pa­ ha... Edebi bir yapıt türü, 3- Kaldırm a, yükselt­ m e, yukarıya çıkartm a (eski «SI)... Dik, çıkılm a­ s ı ve geçilm esi g iiç, 4- Dağ kırlangıcı da deni­ len k u ş... Muğla'nın bir ilç e si, 5- İnce heh şek­ linde bir yaygı çe şid i... Bedeninin bir uzvu ku­ surlu veya eksik (sakat), 6- Binek hayvanı oturm ahğı... Bir konut çe şid i... Bir soru eki, 7-

Donuk ren kli, parlak olma­ yan... Sıcak ülkelerde yetişen bir ağacm ağır, se rt va siyah renkli tahtasın a (kerestesin e) verilen ad, 8- Bir besin türü... Uluorta ve gizlem eden, 9- Bir

İşi başarm ak için uğraşm ak, 10- Gizil kalan, gizli tutulan şe y ... İsim den “küçültm e veya okşam a, sevgi belirtm e İsim ­ leri’’ türeten eklerden b iri... Tungsten elem entinin sim ge­ si, 1 1 -Sıcakla soğuk arası...

Uğur sayılır, 12- Caddeye 10 oranla daha dar va kısa olan 11 yol... Bir n o ta .12

Dünkü çözüm

1- K a rs d o layların d a oynanan b ir h alk dan­ s ı... S e d a (ü n), 2 - E d e b iy a t d e rsi o ku tan ö ğ retm en , 3 - K e fillik ... Tem iz v e s a f, 4 - E rk e n ... B ir s a y ı... A vrup a B irliğ i ni sim g e­ leye n h a rfle r... B ir n o ta , 5 - G üm üş (E sk i d il)... Ü zeri h a sır ve ya d a lla rla ö rtü lü bağ, b o stan k u lü b e si, 6 - B irb irin e yak ın ad alar top lulu ğu (ta k ım a d a )... E b e m e sle ğ i, eb e­

n in iş i, 7 - A sk e ri yazışm ad a “K o lo rd u ” k e lim e sin in k ıs a lt ­ m a sı... K o la y lık la kan d ırılab i- len ve ya a ld a tıla b ile n k im se ­ le rin b ir s ıf a t ı, 8 - İçin d e s ıv ı h alin d e ila ç bulunan küçük cam tü p ... H afif ısla k lık ve ru tu b e t... N um aranın k ısa y a z ılış ı, 9 - Lan tan ın sim g e­ s i... T u ru n çg illerd en b irin in ş e rb e ti, 1 0 - T u rşu su yap ılan b ir tü r yab an i so ğ a n ... D iyar­ b akır'ın b ir ilç e s i.

(4)

Dizi

.E

Cumartesi, 15 Temmuz 1995

1

1

ı

mm«

KİMMİŞ SAKALIM 6 U SEMİM TePK/

sösTePE-CSgİAA SUNİUCU , ^ B O Y U J, N POSLU, SEKSİ. ÜFTAOE. ADIN! DUYDUM MU \ W i 7. y

Metin ATE

Hüseyin BARADAN

15 Tem m uz 1932'de sin e m a ve tiya tro oyuncusu H üseyin B arad a n İzm ir'd e doğdu, ö n ce g a ze te le rd e foto m u h ab irliğ i ya p tı. S o n ra sin e m a ya g eçti. D aha so n ra da H ulusi Kentm en ve Ş ah in T e k 'le tiyatro kurup tu rn e le re ç ık tı. 91 y ıl ö nce 15 Tem m uz 1904'te ta n ın m ış R u s ro m a n cıların d a n Anton Ç eho v ö ldü.

A Ç IK LA M A

Sevgili Demirtaş, Yazı dizisinde anlattığın benimle

ilgili olaya bir açıklık getirmek yararlı olur diye düşünüyorum. O layın geçmişi şöyle: A ziz Bey'insevgilisinin değiştiğini, benden adını verdiği yeni bir ■ bayan için "B ir Gün Tek Başına" I

imzalamamı istemesinden anlardım. İyi değinmişsin, hep

gençlerdeydi gözü. Nişantaşı'ndaki evinde gene böyle bir imza için genç bir bayanla tanıştırdı beni. Eğildim 8

kulağına, "N e yazacağız?" dedim. "A ziz'in sevgili torununa

m ı!" Yan yan baktı, ama kötü değil; gözlerinin içi gülüyordu. Ar damarı çatlam ış esprisi o günlere dayalı bir takılmadır. Birlikte gittiğimiz, Teşvikiye'deki Ş yeni evinde; "Doktor'a telefonda

ar damarının çatlak olduğunu söyledimdi. Umarım onu da m

dikm iştir" dedim, çok güldü. VEDAT TÜRKALİ Kendini bütün bu ulusal zenginliklerin sahibi değil, am a

doğal koruyucusu sayardı.

Dinlenmeye

hakkım

yok mu?

I

İsmet Sezgin İçişleri Bakanı'yken, sormadan bir koruma ekibi gönderince, karşı çıkm ış, eve bile sokmamıştı onları. "İsmet Sezgin, istemediğim halde bir koruma ekibi veıdi. Şimdi onlar yaz-kış gece gündüz demeden evin önünde bir minibüsün içinde nöbet tutuyorlar. Hem onlara, hem devlete acıyorum vallahi. Bunca insana boş yere maaş ödeniyor" diyordu, hayıflanarak.

Bu nedenle, M İT'in gönderdiği işçilerin hakkını tam ödediği kanısındaydı. Çünkü, gerçekten de bu gizli görevli işçilerin Vakıfta ortalığı kırfacana ederek yarım yamalak yaptıkları işler için de, galiba daha fazla ücret verilemezdi zaten.

... ., --- --- İl

12 Eylül'de Vakıfla çocuklara komünist eğitim verildiğinden kuşkulanıyor olmalılar ki, birden ziyaretçi sayısı artmıştı, Aziz Bey'in dediğine göre.

Eylül generallerinin

% M üzerinde en çok

J durdukları konulardan biri de, galiba Nesin Vakfı idi. Vakıfta çocuklara komünist eğitim verildiğinden

kuşkulanıyor olm alılar ki, birden ziyaretçi sayısı artmıştı, Aziz Bey'in dediğine göre.

Kim i, Vakfı görmeye geldiğini söylüyormuş: Kim i, emekli maaşımı bağışlayacağım da Vakfı yakından bir

tanıyayım dedim diyormuş; kim i, güya iş istemeye

geliyormuş. Aziz Bey, gelen giden yüzünden doğru dürüst çalışamadığı için, dehşetli şikâyetçiydi bu ziyaretçi sayısının birden artmasından. "Galiba, bir yandan Vakıflar Genel Müdürlüğü, bir yandan Milli Eğitim Bakanlığı, bir yandan da MİT, ziyaretçi kılığında ardı ardına gizli müfettişler gönderiyorlar" diyordu sinirli sinirli. "Demek beni hâlâ tanımamışlar ki, Vakıfta çocuklara Marksist dersler verdirdiğimi sanıyorlar. Hiç öyle bir göz var mı bende yahu?

Devletin okulu yanı başımızda dururken, bir de öğretmen ücreti verecek kadar enayi miyim? Hıh..." Böyle bir şeyi düşünebilmek için, gerçekten de Aziz Nesin'i hiç tanımıyor olmak gerekti doğrusu. Nitekim, daha ilk günden Çatalca'daki okullara göndermeye başlamıştı çocukları. Ama hemen şunu da belirtelim ki, kesinlikle böyle bir

suçlamadan korktuğu için değildi çocukları Çatalca'daki okullara göndermesi, şayet öylesi bir eğitimin daha yararlı olacağına

inansa, eminim V akıfta okul da kurardı hemen. Ama, hem Vakıftaki çocukların da öteki çocuklarla aynı eğitimi görmesini istiyordu, hem de çocukları küçük yaşlarda belirli yönlere koşullandıracak bu tür eğitimlere şiddetle karşıydı. Bu nedenle, çocuklara derslerini hazırlamalarına yardımcı olması için bir etüt öğretmeni bile almamıştı V akıfa. Kendisi de, gerekince kolları sıvayıp lavaboları tem izlerdi, akan muslukların contalarını değiştirirdi, hatta tıkanan tuvaletleri bile açardı da, çocuklara öğretmenliğe kalkışmazdı kesinlikle.

YAZAR ÇOK A Ş Ç I YOK

İlginçtir, 12 Eylül döneminde, dediğine göre Vakfa işçi bulmakta da oldukça güçlük çekiyordu. Birden bırakıp kaçıyorlardı işi, her nedense...

Kendisinden dinlem iştim ; gene böyle aşçının işi bırakıp kaçtığı günlerde,

kendisini ziyarete gelen bir Yugoslav Türkolog dostuna yemek hazırlam ak için önlüğü takıp mutfağa girince, çok şaşırmış kadıncağız. "Ne o Aziz Bey" demiş, "Şimdi bir de aşçılığa mı başladınız yoksa?"

"N'apayım, başka çarem yok" demiş Aziz Bey, "Aşçımız kaçtı, gazetelere iları verdim, ama nicedir bir aşçı

bulamıyorum."

O ara yazar dostları lopluca Vakfa gelmişler, ziyarete.

Aziz Bey; "Tanıştırayım" demiş, "Romancı bilmem kim, şair bilmem kim, öykücü bilmem kim, eleştirmen bilmem kim, oyun yazarı bilmem kim..."

"Anladım ben" demiş bayan türkolog, o şirin türkolog Türkçesiyle, "Sizde yazar çok, ama aşçı yok..."

Gerçekten, arada bir Cumhuriyet Gazetesi'ne ilan da vermiyor değildi Vakfa işçi bulmak için.

Kâh bir şoför arıyordu, vakfın minibüsü için, kâh aşçı arıyordu sık sık, kâh tem izlikçi bir kadın arıyordu.İlanlarda, çalışacak işçinin Vakıfta yatmasının zorunlu olduğu belirtildikten sonra, verilecek ücret de açıklanıyordu. Ama öylesine düşüktü ki rakam lar... "Aman abi" diyorduk, "Bu paraya kim çalışır Allah aşkına?"

"Ama elbisesini de vereceğim..." "Aman abi..."

"Ama Vakıfta yatıp kalkacak, kamını doyuracak. Yani yemek masrafı olmayacak, yatak masrafı olmayacak..."

DOĞRU RAPOR YAZSINLAR

O lanaksız. Nuh diyor peygamber deniyordu. Ama ilginçtir, işçi de buluyordu bu ücretlerle, gerçekten.

Ama bir de farkına vardık k i... İşçiler belirli bir Süre çalışıp, aniden ortadan yitiveriyorlar. "Sakın, birileri gönderiyor olmasın bunları?"

Tıpkı Arşim ed'in "Evreka!.. Evreka!.." diye bağırarak hamamdan dışarı fırlaması gibi, koştuk: "Abi!... Yoksa bunlan MİT mi gönderiyor?" dedik dehşet içinde. H iç şaşırmadı: "Olabilir..." dedi sakin sakin. "Daha iyi değil mi? Nasıl olsa izleyecek burayı. Görevi. Öyle, uzaktan bakıp uydurma raporlar düzenleyeceklerine, gerçeği yakından görüp doğru rapor yazsınlar." Meğer, Aziz Bey nicedir, yok pahasına ücretlerle M İT görevlilerini çalıştırırm ış da bizim haberimiz yokm uş... M İT görevlisi işçi, görev süresi dolup da ortadan yşok olunca, meğer M İT görsün diye gazeteye ilan verirm iş.

Bazı bağnaz görevliler, işi bırakırlarken kasıtlı olarak ufak tefek zararlar da verm iyor değillerdi ya, olsun... MİT işçisi ile İşçi Bulma Kurumu işçisi, ücret açısından hiç karşılaştırılabilir mi Allah aşkına...

Yazdıkları raporların ücretini ise devletten alıyorlardı. H iç kuşkum yok, içi rahattı. Ne cim riliktendi bu davranışı, ne de bir açıkgözlülükten... Her şey ulusal zenginliğimize« onun için ve kendini bütün bu ulusal zenginliklerin, kesinlikle sahibi değil, ama doğal koruyucusu sayardı. Ama oğluna bile anlatamamıştı demek kişiliğinin bu yanını ki, bir gün;

"Demirtaş, bilirsin, bana gelen mektupların zarflarını bile yırtıp atamam. Ali'ye de, son mektubumu böyle ters çevrilerek yapılmış bir zarfın içinde göndermiştim. Çok bozulmuş. Bana Amerika'dan 'Baba Allah aşkına, sana gelen mektupların zarflarını özenle söküp ters çevirerek yeniden zarf yanmak için harcadığın zamana acımıyor musun?' diye yazmış. Yahu, benim hiç dinlenmeye hakkım yok mu? Oğluma bile anlatamıyorum" demişti.

7 7 C O C U ^

j İ M D İ Ü K B

l M B Ü Y Ü C Ü M Ü Z E . •

u

BEKİR COŞKUN

Siyasetin

Mirkelam'ı

M irkelam ’ın o hızla sahnede koşması halinde, salondakilerin on a hiçbir zam an yetişem eyeceğini hesaba katan yapımcılar, nasıl ki sa h n eye koşubandı yerleştirdi ler... Mİrkelam koşuyor, koşuyor, am a bir yere gitm iyor...

Siyasetin Mirkelam'ı Hikmet Çetin, o yazgıyı paylaşıyor...

H e r sabah koşuyor, C H P 'n in oylan yüz­ de 10’ların altında. .

Koşuyor, C H P kıpırdam ıyor... Dün gazetelerde vardı:

“C H P geriledi...”

★ ★ ★

‘‘Ekonomiyle ilgilenen Devlet B a ­ kam ” O n u r Kum baracıbaşı, m em ura niye zam verem ediklerini ise Cum huriyete açıkladı:

“ Geçen ytlki yüzde 149.5'luk enf­ lasyon karşısında, m em ura yüzde 5 0 'ye varan zam verilm eli... Ancak IMF buna engel...”

Aslan sosyal demokratlar... A ferin...

M em ura zam verecekler, IMF izin ver­ miyor. ..

İşçilere öngörülen zam ne kadar?.. Yü zde 5 mi, ne...

IM F , onu da engelliyor...

Y ılla rc a m eyd a n lard a sağ iktidarları

“ IMF uşağı” diye suçlayan C H P , IM Fn in em rinden çıkam ıyor...

Çalışanlara alın terlerinin karşılığını vere­ cek, IM F 'n in ağzına bakıyor...

★ ★ ★

Çalışan kesim havasını aladursun...

Dördüncü Bayındırlık ve İskân B a­ kanı da istifa etti...

Sebep?..

Kim i m üteahhitlere haksız ve fazladan ö d e m e yapıldığından, hakkında soruşturma açılan bürokratlan görevd en almak isteyen

Erman Şahin'e Hikmet Çetin en gel ol­ duğu için...

İstifa eden bakanlar aynı şeyi söylüyor­ lar:

“ Burada vurgun var...”

Çalışanlara y o k ... A m a müteahhitlere var...

★ ★ ★

V e siyasetin Mirkelam'ı Hikmet Ç e­ tin, koşuyor...

Koşuyor, C H P 'n in oylan yüzde 10’lann gerisine gitti...

N e denir?..

Koş Hikmet koş...

H erkes koşuyor sansın...

DEĞİŞİM RÜZGARI

Necdet SEN

f

EVREN DEDİKODUMU Y A P M IŞ

^ £ "Yahu” diyordu sinirli sinirli, "Adama bak, s ı hakkımda taa Pakistan'da dedikodu yapmış. : *■ | | Güya bir de devlet başkanı olacak. Hı mı

' diyerek, iyidir filan diyerek geçiştirsene... | Birbirimizi sevip sevmememiz o yabancıya ne"?

B U L M

A C A

Yukarıdan aşağıya

|

1- “Kim senin Haberi olm adan, g id ice ” anla­ mında bir deyim (iki kelim e), 2 - B ir p irin ç ye­ meği ç e şid i... Alıcının görm esi, se çm e si için yayılıp d izilm iş şeylerin tümü ve bunların se ­ rildiği yer, 3- Bir işi yapm a, yerin e g etirm e... Yum urtanın beyazı... V ilaye t, 4 - Ş aşk ın bir duruma düşm ek, h ayrette kalıp ne yapacağı­ nı kestirem em ek, 5- Yetm ez m iktard a... Bir ilim iz, 6- Plajlarda soyunm a y e ri... Cehennem (eski d il), 7- B içilm iş ekinin tarlad a kalan kökhi sa p ı... Tantal in sim ge­

si... İplik eğirm e a le ti (eğir­ men, kirm en), 8 - İle risin i ge­ risini düşünmeden davranan,

rastg ele konuşan, 9 - S ıcak ­ lık ... O rtodokslarda ta h ta pa­ no üzerine yapılan dini resim ­ lere verilen bir ad, 10- Cim ri, eli sık ı... Tırpana balığının di­ ğer bir ism i, 11- D esim etre­ nin k ısa y a zılışı... Satran ç oyununda taraflardan birinin

yen ilg isi... Yerip çe k iştirm e 10 (halk d ili), 1 2 -B ir sin ek türü 11 (iki kelim e). 12

Dünkü çözüm

1- “D ü şü n ce li, k a y g ılı” anlam ında b ir d e­ yim (ik i sö zcü k ), 2 - Ç o k ko n uşan, g eve­ z e ... K e n t iç i b ö lg e lere v e rile n b ir ad , 3- K ü lh a n b e y i... “K ıs a v e tık n a z” anlam ında b ir k e lim e , 4 - B ir n o ta ... T elefo n a le tin in s e s i kulağ ım ıza veren k ısm ı (a lm a ç)... Tem bih sö zü , 5 - M eydan v e ya sa h a ... K o­ n u şu lan d il, 6 - Ö le n le rin kılın m am ış n a­ m azları v e tu tu lm am ış o ru çla rı iç in v e ri­

len sa d a k a ... K e re s t e s i ço k b eğ en ilen b ir sıc a k ik lim a ğ a c ı... B ir c e tv e l a d ı, 7 - Ne­ on g azının sim g e si... Boğa g ü re şç isi, 8 - D o kto r sö zcü ­ ğünün k ısa y a z ılış ı... A vu ç iç i... D ü rin e s a y ıs ı, 9 - A m ip G ü ven lik ve İşb irliğ i K o n fe­ ra n sı nı sim g eleye n h a rfle r... İta ly a da b ir k e n t, 1D- A fri­ ka'nın ünlü ırm a ğ ı... Ç o k uzun ve k ıvrık b oyunlu, g e n iş ka­ n a tlı za rif b ir su k u şu ... Z eh ir (sem ).

1

2

3

4

5

6

7

8

9

1 0

1

2

3

% 4

5

8

...

i

.

■■

Q

1 0

1

<<

1 2

1

: :

İstihbaratçıları ucuza çalıştırdı

(5)

Dizi

İSMET PASA SAH DEDİ

İsmet İnönü'nün “son hakemliği" denebilecek “12 Eylül Beyannamesi" yakın tarihimizde bir siyasi uzlaşmanın belgesidir. Cumhuriyet Tarihi'nin bu önemli belgesine gelen süreci bilinmeyen yönleriyle İsmet Bozdağ yazdı.

Hakkımda dedikodu yapmış

K

Vakfı kapatmak ENAN Evren'in, için uğraştığından hiç kuşkusu yoktu. Bütün

düşüncelerini, inançlarını her zaman, her yerde açık açık söylediği gibi, bunu da açık açık söylüyordu. "Şayet Vakfı kapatmaya kalkışacak olursa, vallahi gözünün yaşına bakmam, alnının çatından vurur öldürürüm onu" diyordu öfkeli öfkeli. Öteki generalleri ciddiye bile alm azdı. Varsa da yoksa da Kenan Evren. . M İT görevlilerinin Vakfa işçi olarak girmelerine de, ziyaretçi kılığındaki ajanların verecekleri bir uydurma rapora dayanarak Vakfı kapatmaya kalkışm asınlar diye mi özellikle göz yummuştu, kimbilir?

T Ü Y L E R İ D İK EN

D İK EN O LD U

Gene, anımsadığım kadarıyla, tam o günlerde Pakistan'daki çevirmeninden aldığı bir mektup da Kenan Evren'e olan öfkesini iyice körüklemişti.

Mektubunda verdiği habere göre, "aziz biraderi" Ziya-ül Hak'ı bir ziyaretinde Kenan Evren'e dilm aç olarak Aziz Bey'in çevirm enini görevlendirmişlerdi.

Çevim ıen mektubunda, "Gezi sırasındaki bir protokol boşluğunda otelde baş başa kaldığımız bir an Kenan Evren'e sizi sordum. Ekselans, çok büyük bir yazarınız var. Ben şimdiye kadar bilmem kaç kitabını Urduca'ya çevirdim ve yayımlattım. Hatta, kendisini daha yakından tanıyabilmek için önce mektuplaştık, sonra kaildim taa İstanbul'a gittim, gerçekten dünya çapında bir yazar. Bilmem tanıyor musunuz? Aziz Nesin deyince, birden nasıl oldu? Diken diken oldu sanki tüyleri. Tanırım, aynı okuldan mezunuz, ama dünya görüşlerimiz farklıdır, birbirimizi sevmeyiz, dedi" diye yazıyorm uş.

Bunları okuyunca öylesine öfkelenmiş ki Aziz Bey...

"Yahu" diyordu sinirli sinirli, "Adama bak, hakkımda taa Pakistan'da dedikodu yapmış. Güya bir de devlet başkanı olacak. Hı mı diyerek, iyidir filan diyerek geçiştirsene... Birbirimizi sevip sevmememiz o yabancıya ne? Yoksa, derdi o adamı da ürkütüp, kitaplarımın bir daha Urduca'ya çevrilmesini önlemek, aklı sıra... Hıh..."

Sanırım , o günlerde biraz daha sıkça katılmaya başladığı bu "aylık toplantılar" aracılığıyla haber gönderip, haber alıyordu.

Gene o günlerde, artık bu toplantılardan birinde aldığı bir habere bozulduğu için mi, yoksa bir kişinin halkın karşısına çıkarak, "Bu anayasaya ben kefilim" diyebilmesini işitmiş olmanın akıl alm az şaşkınlığıyla mı? "Yahu" demişti, gene öfkeli öfkeli, "Herkes kendini bir bok sanır, ama bu adam galiba kendini iki bok sanıyor."

Kenan Evren'e bunca düşman kesilmesinde, galiba 12 Eylül öncesinde tanıdığı Kenan Evren'le 12 Eylül sonrasının Kenan Evren'i bir türlü özdeşleştirememiş olmasının da önemli bir rolü vardı.

Sıkıyönetim'deki TYS Davalan'nın sonraları “sanıklar” ın

istenen cezalar üzerine gır-gır şamata saatleri başlardı...

hakkım ızda istenilen cezalara,

verilen hapislere geldi dayandı. Herkes daha önceki yargılanmasını anlatıyor ve hakkında TCK hangi maddesinden ne kadar ceza istenildiğini veya ne kadar ceza verildiğini belirtiyordu. Kimi 141 'den, kimi 142'den, kimi 159'dan, kimi 163'ten, kimi 311 'den, kimi 312'den yargılanmış ve hakkında bilmem kaç yıl hapis cezası istenmişti veya verilm işti. Sanki bir yarıştaym ışız veya açık artırmadaymışız gibiydik.

AZİZ NESİN YAŞIYOR

Hayır, büyük yazar Aziz Nesin ölmedi, sağır ve kör

halkım bir büyük yol göstericisini daha yitirdi. Artık

her zaman uyaramayacak halkını. Çaresiz, onun romanlannı, öykülerini, yazılannı, konuşmalannı, mektuplannı tekrar tekrar okuyarak yönümüzü bulmaya

çalışacağız.

Halkını bugüne dek en iyi ve en doğru biçimde kavramış büyük yazar.1... Sana çok şey

borçluyuz... Sağol.

D em irtaş C EY H U N

Birden, aramızdan biri; "Yahu" demişti, "Gördüğüm kadarıyla hepimiz Türk Ceza Yasası'nın bilmem kaçıncı maddesini çiğnemekten, bilmem kaç yıl hapis cezasıyla

yargılanmışız ve bilmem kaç yıl hapis cezasına çarptırılmışız. Acaba bir insan şu ceza yasasındaki maddelerin hepsini birden çiğnese ne olur?"

Aziz Nesin, gene her zamanki hazı rcevapl ılığıyla yanıtlayıvermişti hemen. "N'olacak" demişti, "Olsa olsa devlet başkanı olur!.."

Asker de olsa, birinin elindeki

silaha ve silahlı güce dayanarak böyle bir zorbalığa kalkışm asını, hele hele karşısına kimsenin rakip çıkmasına da izin vermeden göstermelik seçim lerle kendisini cumhurbaşkanı seçtirmesini, hazırlattığı anayasa taslağını ben kefilim diyerek saydam harfler içindeki oylarla zorla onaylatmasını içine bir türlü sindiremiyordu.

Gerçekten de tek başına savaşıyordu. Bu nedenle de; "Biz 12 Eylüle layığız. Ne üniversite, ne basın, ne yazarlar gerektiğince bir tepki gösterdiler" diyordu öfkeli öfkeli.

"Aydınlar D ilekçesini im zalayanlar için devletin televizyonundan, radyolarından bağıra bağıra "Vatan hainleri!" diyen Kenan Evren hakkında dava bile açmıştı tek başına: 'Yek başıma açmak istemedim. Ben istiyordum ki, 2 bin kişi birlikte dava açalım. Ama olmadı Kimler olduğunu, neler

dediklerini söylemeyeceğim, ama bir sürü gerekçeyle karşı çıktılar. Ben de yalnız açtım davayı" diyordu. Ama öte yandan, halkın, baskı altında da oy kullanmış olsalar, 12 Eylül Anayasası'nı yüzde 92 (yüzde 91,37) oranında onaylam ış olmasını da b*r türlü

kabul edemiyordu Yani, bu generaller yüzünden, çok sevdiği halkıyla da arası açılm ıştı. "Aptallar" diyordu sinirli sinirli, "Ben halkın yüzde 60'ı aptal demiştim ya, eksik söylemişim, yüzde 90'ı demeliymişim" diyordu. Ve, bir yandan da sevecen yüreğiyle, niçin aptal olduklarını açıklayacak, onları aptal bırakanları suçlayacak gerekçeler arıyordu. Bu am açla, içhizmet yönetmeliğinin, orduya ülkeyi koruma ve kollama görevi veren maddesini bile tartışmaya açm ıştı.

Demirtaş Ceyhun'un A ziz N esin’te ilgili bütün anıları önüm üzdeki günlerde " Yaşasın

A ziz N esin" adıyla Sis Çanı

yayınlarından çıkacak.

Aziz Nesin Vakfı'nın başlıca işi, çocuklann yetiştirilmeleri. Nesin öldü ama bu çocuklar onun ilkeleriyle büyüyecek...

iz Nesin Düşüncelerini “ düşünce yasaklan” na rağmen yüksek sesle söylemekte hiç imtina etmedi.

N ...

I ı esin ın gozu yaşlı çocuklan şimdi onlar için kurulan vakıfta onun boşluğuna alışmaya

çalışıyorlar

Y A N ILM IŞIM İŞ T E ...

Çünkü, nasıl unutulur, 1978 yılı Haziranı'nda, Ankara'da TYS adına Başbakan Bülent Ecevit ve bazı hükümet üyeleriyle yaptığı bir görüşmeden dönüp de, bir yönetim kurulu toplantısında bizlere, M illi Eğitim Bakanı Sayın Necdet Uğur'un "Ülkede demokratik düzen hâlâ sürüyorsa, unutmayın ki Genelkurmay Başkanı Sayın Kenan Evren sayesinde sürüyor" dediğini aktarmış ve kendisinin de Kenan Evren'le görüştüğünü söyleyerek, onun hakkında çok olum lu konuşmuştu. G aliba, 12 Eylül öncesinde ülkedeki demokratik düzenin koruyucusu diye nitelediği bir kişinin 12 Eylül'de birden bir cunta lideri kesilmesini bir türlü içine sindiremiyor ve bunca yanılm ış olmasına sinirleniyordu.

Bu sözlerini, 12 Eylülden sonra sık sık başına kakmamış da değildik doğrusu. "Yanılmışım işte.."derdi sinirli sinirli.

Türkiye Yazarlar Sendikası davasının duruşmalarından birinden dönüyorduk. Topluca bir minibüse binmiş, tıpkı yatılı okul öğrencileri gibi, bağırış çağırış duruşmalarla, hakkımızda istenilen cezalarla gırgır geçiyorduk, birbirim izle şakalaşıyorduk.

Nasıl oldu, söz döndü dolaştı, daha önceki yargılanm alarım ıza,

V Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın temel ilkelerine yan çi­ zen zamanın devletlilerini kırk sekiz yıl önce bu sa­ tırlarla uyaran Aybar’a verilen ödül, Zincirli Hürriyet’i

değer bulunan Süheyl Ünver'e 1 mil­ yon liralık parasal ödülü ön ü -,. müzdeki günlerde d ü zen len ip cek bir törenle v erilecek

nazesi Çarşam ba günü Şişli ca-“ miinde öğle namazı kılındıktan sonra gazetemize getirilecek ve burada kendisine son saygı du­ ruşu yapıldıktan sonra

Hat­ tâ, (Resimli Kitabın) bir fotoğrafçısının elinden makinesini bile aldılar. Fakat ben işi bir çalımına getirdim. Bir ağaca tırmandım istediğim gibi

bfl- * “ ■ hassa roman, hikâye dışında •debiyat üzerine İleri sürülmüş ö - klrlerin, terüddleria kitap halinde pek az müşteri buluşa bir çok

Bu çalışmada; orta tabakada okume yerine kızılağaç yada kayın kaplama kullanılması durumunda okume kontrplakların bazı özelliklerindeki değişmeler ile

doğmuş, Bahriye mek­ tebinden mülâzım ola­ rak çıkmış, sonra İs­ tanbul Sanayii Nefise Mektebini de

The aim of this paper is to investigate the cost of workforce loss caused by the accidents in construction building sites by using the statistics of three building