• Sonuç bulunamadı

Başlık: EVRENSEL KARŞILAŞMA HIRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLARYazar(lar):BİLGİN, BeyzaCilt: 34 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000796 Yayın Tarihi: 1995 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: EVRENSEL KARŞILAŞMA HIRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLARYazar(lar):BİLGİN, BeyzaCilt: 34 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000796 Yayın Tarihi: 1995 PDF"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EVRENSEL KARŞıLAŞMA

HIRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLAR

Prof. Dr. Beyza BİLGİN

GİRİŞ

,

19-21

Haziran

1992

de, Almanya'nın Kuzey Ren Vestfalya eya-lerinin Maı'l şehrinde, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında düzen-lenen geleneksel Diyalog toplantılarından, hüyük çapta alanlarının ikincisi gerçekleştirildi. Toplantının adı, bu yazının başlığı olan "Evren-sel Karşılaşma-Müs~ümanlar ve Hıristiyanlar Görüşüyorlar" idi. Ben bu toplantıya davet edilmiş1im. Yaşadıklarımı özetlemek istiyorum. Toplantının günleri öyle seçilmişti ki, ilk gün olan

19

Haziran Cuma, Müslümanların camiierde toplanıp birlikte ibadet ettikleri kutsal gün, son gün olan

21

Hazİlan Pazar ise, Hristiyanların kiliselerde top-' lanıp birlikte ibadet ettikleri kutsal gün idi. Cuma günü toplantının açılışı yapılırken, caminin de açılışı yapılıyordu. Programa göre, Hıris-tiyanlar ve Müslümanlaı camide buluşacaklar, görevlilerin cami ve Cuma ramazı ilc ilgili bilgiler vermelerinden sonra, minarcden öğle ezanı okunacak, Cuma namazı kılınacak, arkasından öğle yemeği yenecekti. Hıristiyanlar ve Mü'sliımanlar camide toplandılar, konuşmalar dinlendi, fakat mınareden ezan okunmadı. Önceden söz verildiği ve programa

. i

yazıldığı halde, yerel yönetOO gereken izni encümenden çıkaramamıştı. Belediye seçimleri de yakındı. Belediye Başkanı özür diliyordu, Durum Müslümanlar arasında hayal' kırıklığı yaratmıştı. Üçüncü gün Pazar ibadetinin yapılacağı kilisenin papazı söz aldı ve Pazar günü, bir saygı olmak üzere, kilisenin de çanlarının susacağını bildirdi. Gerçekten de Pazar günküibadet, çanlar çalınmaksızın yapıldı ve bu durum yerel gazetelerde yer aldı.

Cuma günü camide ezan içerde okundu. Biz kadınlar balkon kıs-mına çıktık, Müslütİıanlar, namaza katılmak üzere bir kenarda yer aldık, Hıristiyan hanımlar, namazı seyretmek üzere parmaklıklara yaklaştılar. İçlerinden bazıları, camiye saygı olarak başlarını örtmüş-lerdi. Asıl salonda ise hoca hutbeyi okuıken, Müslüman erkekler öne

(2)

S2 BEYZA BİLGİN

geçip saflan' oluşturuyor, Hıristiyan erkekler arkaya çekilip, namazı izlemek üzere yerlerini alıyorlardı. Cami kalabalıktı, çocuklar da vardı. Namazdan şoma alt kata inildİ. Burası yemek salonu olarak hazır-lanmıştı. İç salondaki masalara, cemaatten hanımların evlerinde pişirip getirdikleri yemekler dizilmişti. Herkes istediğini alıyor, masalara geçiyordu. Masalarda meyve sulan, gazozlar, su, ekmek ve peçeteler dizilmişti. Neşeli geçen yemekten sonra çay içildi, sohbet edildi.

Saat 15 .00 de tekrar camide toplanıldı. Mihrabın yanına masalar ve sandalyeler konulmuştu. Konuşmacılar oraya oturdular. Dinleyiciler yine halının üzerine, rahat bir şekilde oturmuşlardJ. Bu bölümde Belediye Başkanı bir selamlama konuşn;ıası yaptı. Caminin hocası ve Din ateşesi de caminin yapılmasına kadar yaşanan güçlükleri, Hıristiyan-Müslüman beraberliğinin, getirdiği deneyimleri anlattılar. Hıristiyan iki papaz da bilgi alışverişini içeren konuşmalar yaptılar, "Biz Hıristiyanlar neye inanıyoruz?" konusunda bilgi verdiler. Konuşmalar Türkçeye ve Almancaya çevriliyordu. Ben de Almanca ve Türkçe bir konuşma yaptım. Daha sonra sorulu cevaplı serbest konuşmalara geç~ldi. İlgi yüksekti. Akşam yemeği için verilen aradim sonra, saat 20 .00 de tekrar camide buluşuldu. Bu defa programda Hristiyan-Müşlüman müziği vardı. K.ur'an'dan ve İncil'den ckumalar, Yunus Emre'den şiirler ve ilahiler, kasideler okundu. Rewier-Glocken Korosu, kadın ve erkek elemanları ile Zebur'dan ilahiler seslendirdiler. Kıyafetleri, kadın ve erkek birölUak uzun kaftanlar şeklinde idi. Kadınlar camiye saygı olsun diye, başlarına yemeniler örtmüşlerdi. Çok beğeniIdiler, alkışlandılar.

İkinci gün sabahleyin 10.00-13 .00 arasında, dokuz ayrı grup, dokuz ayn yerde grup çalışmaları yaparak, birlikte yaşamanın çok yönlü somnlarını tartıştılar; çözümler için öneriler getirdiler. Saat 13 .00 de Kilisenin Cemaat-evinde öğle yemeği yendi.' Saat 15 .00 de aynı yerde yeni bir oturum başladı. Bu oturumun adı "iyi komşuluk; barış ve eşitlik için müşterek sorumluluğumuz" idi. 'Konuşmacılar, yabancılar sorumlusu bayan

J

acobsen, ben ve Vestfalya Protestan Kilisesi yüksek temsilcisi Dr. Beyer idi. Aradaki çaydan sonra, sorulara geçildi ve sabahki çalışma gruplarından alınan sonuçlar açıklandı. Akşam yemeği için görevlilere bir davet verildi.

Üçüncü gün, Pazar günü, saat 10 .00 da Protestan Paulus kilise-sinde toplanıldı. Burada normal ibadet düzeninin yanmra, cami hocası Cemal Öztürk de vaaz etti. Papaz

J

asper'in va azı Türkçeye çevrildiği gibi hoca Cemal Öztürk'ün va azı da Almancaya çevrildi. Bir de Katolik papaz misafir olarak davet edilmişti~ Bu da herhalde ender rastlanan

(3)

HIRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLAR 53

bir olaydı. Koro, çocuklar, gençler ve büyüklerden oluşan ~evimli bir topluluktu. İçlerinde Türk çocukları da vardı. Bitiş duası, Pı:otestan, Katolik ve Müslüman birlikte yapıldı. Barış, iyi komşuluk ve adalet için dua edile~ekti. Ben adalet için dua etmek üzere görevlendirildim ve öyle yaptım.

Kilisedeki ibadet bittikten sonra ccmaat-evine gelindi ve orada bir çay molasından sonra oturumIara devam edildi. Benim bu bölüm-deki konuşmam "Biz Müslümanlar neye inanıyoruz?" idi. Dilek ve temennilerin ardından, saat

13

.00 dekl kapanış yemeğinden sonra dağıImdı.

Ben burada, bir örnek olmak üzere, ilk gün camideki programın bir parçası olan konuşmamı, Türkçe ve Almanca olarak vermek isti-yorum. Türkçe ve Almanca metinler birbirinin fam tercümesi

değil-dirler, her ikisi ayrı ayrı yazılmışlardır, fakat özde aynıdırlar.

Camide biraraya gelen Müslüman-Hıristiyan cemaatin Müslü-manlarına:*

Muhterem kardeşlerim, değeıli Müslümanlar!

Al1ah'a şükürler olmn ki, gurbet elde evimizd~ gibiyiz. Bir camide biraradayız, mjnareli bir' camide -bir gün ezan da okunacaktır- ve mieafirlerimiz var. Müslümanla.r ve Hıristiyanlar birlikteyiz. Sizler çalı'i-tınız, bütün bunlara layık oldunuz ve Allah sizc verdi. Allah çalışana veriyor. Allah isteyene veriyor. Allah lialışarak isteyene, i~teyerek çalışana veriyor.

CamiIer, Allah sözünün edildiği, Allah sözünün öğrenildiği yerlerdir. Bizim sözümüz, Allah sözü ile hirlcşirse, süslenir, güzelleşir, dinlenip tutulmaya layık dur. Allah peygamberler aracılığı ile bize vahiyler gönd~rmiş, bize bizi ve kendisini anlatmıştır. Biz kimiz? Allah kimdir? Niçin yaşıyoıuz? Sonumuz 'ne olacak? Allah'ın sözleri-vahiyler, kutsal kitaplar şeklinde, bütün zamanlarda korunmuş, bütün zamanlarda en büyük saygıyı görmüştür. Onlar en güzel yazılarla yazılmışlar, en g~zcl ciltlerle eiItlenmişler, en güzel seslerle okunmuşlardır. Onların okunup öğrenildiği yerler, şimdi içinde bulunduğumuz bu ~ami gibi, hep en güzel şekilde yapılmışlardır. Ben öğrendim ki, bu 'caminin halıları, ahşap kısımları ile renk uyumu sağlasın diye, titizlikle seçilmiş, Belçika'da bulunup, alınmış getiriimiştir. Ne güzel! Cami bizim müşterek evimizdir. Bizler hepimiz Al1ah'a ait olduğumuz için, evimiz de Allah'ın evidir.

• 19-211 6/1992 tarihlerinde Almanya'nın Marl şehrinde yapılan "Müslümanlarla

(4)

54 BEYZA BİLGİN

CamiIerimize Allah'ın Evi dememiz bundandır. Oralar.a herkes kork-madan, çekinmeden, güvenle girer ..

Allah sevgisi ile yapılan işler her zaman h.er yerde kabul gorur, hiç eskimez, unutulmaz. insanlar yüreklerinde Allah sevgisi ile yaraııl. mışlardır. Çocuklar Allah'ı ne kadar çok severIcr! Allah'tan en çok korkanlar O'nu en çok sevenlerdir. Çünkü Allah'! sevenler Allah'ı bilirler, tanırlar. Allah'ı bilenler ve tanıyanlar, Allah'ın yarattıklarını bilenler ve tanıyanlardır. Allah'tan en çok korkanların bilginler olması bundandır.

Şimdi ben Kur'an-ı Kerim'in bir suresinaen söz etmek istiyorum. Sözüm bu sure ile güzelleşsin diye! Su~enin ismi Tın, yaniincir'dir. Tın suresinde iyi ile kötü arasındaki fark açıklanmakta,' iyinin, ~ğer koruDup gözetilmezsenaf.ıl kötüye dönüşebileceği anlatılmaktadır. Sure şu anlamdaki ayetlerle başlamaktadır:

Bismillahirr ahmanirrahi m! İncire, zeytine, Sina dağına ve bu güvenli şehre yemin ederim ki, biz insanı en güzel şekilde yarattık,

sonra onu aşağıların aşağısı kıldık. (Ayet

1-5)

İnsan, en güzel şekilde yaratıldığı halde: aşağıların aşağısı .kılınıyol' ve bu olay, incir, zeytin, Sina dağı ve güvenli şehir mi~alleri ile birleş-tiri1İyor. Bu dört değer arasındaki ortak özelliIder neler olabilir acaba? Ben bu misalleri biraz açıklamak istiyorum.

İncir, tazeside kuru su da çok değerli olan bir meyveclir. Değer onun içinde gizlidir. Eğer bakım görür~e, yurt içinde ve dışında pazar bulan, mükemmel bir ürün olur. Fakat bakıpı görmezc.e: yahanileşir, küçük çekirdekler ve kurtçuklarla dolu, değersiz, yenilcmez bir hale dönüşür. Zeytin, içinde değer taşıyan, değerli bir üründür. Bakım görürse, lezzetli bir yiyecek olur; yağı çıkarılırsa~ vazgeçilerneyecek fa) dalar sağ-lar. Zeytinyağının faydaları e~ki çağlardan beri bilinir. Hastalıkların tedavisiilde, aydınlanma için kandillerde, bağış olarak ibadetlerde de-ğerlendirilmiştir.

Sina dağı, herhangi bir dağ iken, MUf.a peygambere orada vahiy gelmesi ile, dünyaca saygı gösterilen, kutsal bir dağ olmuştur. Hal-buki, Musa peygamber dağdan inmekte gecikince, aynı dağın ete-ğinde insanlar; Musa peygamberin kendilerini terkettiğini sanarak tekrar eski dinlerinl( dönüp yaptıkları inek heykeline tapabilmişlerdir.

(5)

HıRISTIYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLAR 55

Güvenliği ile ünlü şehirlerden biri olan Mekke ise Peygamberimizin. doğduğu şehir olmasına rağmen, Peygamberimizin kendisi için güvenli olamamış, Peygamberimiz Mekke'den gizlice göç etmek zorunda kal-mıştır. -Meclineliler Peygamberimizi korumuşlar, Medine bu sayede Medine olmuştur. Verilen' dört misalin ortak yönlerinin böylece ortaya çıktığı kanaatindeyim. İncir ve zeytin ürünleri, Sina dağı ve güvenli Mekke şehrinde olduğu gibi, her şey, her yer ve herkes korunmaya, geliştirilmeye, bakılmaya muhtaçtır. İçlerinde ne kadar mükemmel kabiliyetler taşırlarsa taşısınıar, kendi. hallerine bırakılırlarsa, bo£ula-bilirler, yozlaşabilirler, aşağıların aşağısına indirilebilirler. İnsan da böyledir. Şimdi surenin bir sonr~ki ayetini okuyorum. Anlam olarak şöyle:

Bismillahirrahmanirrahim!

"Yalwz inawp yararlı işler işleyenler bunun dışındadır". (Ayet 6). İnsanlar inawp yararlı işler işlerlerse, Allah'ın kendilerini yaratmış olc;luğu en güzel şekli koruyabilirler. İnsanların, en güzel şekilleri ile korunması, onların yararlı işler yapmalarına ve bu işleri inauçla yap-malarına bağlanmıştır. Eğer işlerimizi inançla yapmazsak, kendimizden başkalarını ve çevremizi ihmal edersek, meydana gelecek bozulma ve yozlaşma sonunda bize dönecektir. çağımızdaki çevre sorunu bu değil midir? Aşağıların aşağısına indirilmemek için, inanıp' yararlı işler işle-mekte yardımlaşmalıyız. yarışırcasma çalışmalıyız.

Ben burada, Müslümanlar ve Hıristiyanlar olarak toplanmamızı bu açıdan değerlendirmek istiyorum. Müslümanlar ve Hıristiyanlar, bütün diğer insanlar ve bütün yaratıklar, hepimiz Allah'a aitiz. Allah'a ait olmakta eşitiz. Allah bizİeri en güzel şekilde yarattığını söylemek-tedir. Öyleyse bu en güzd şeklimizi tanımaya çalışmalı, onu daima yeniden öğrenmeliyiz. Ancak o zaman onu korumanın yollarını bula-bi~riz. Bu~un için yardımlaşmalıyız.

Birlikte çalışmak ve yardımlaşmak ıçın, barış ve güven ortamına ihtiyaç vardır. Barış ve güven ortamı bozuldu mu, veya böyle bir ortam hiç kurulamadı ını, çatışma başlar, savaş başlar. Savaş ise, güzel ve iyi olan, zorlukla kazanılmış olan şeyleri kolayca yok eder. Dün-yamızın bir çok yerinde halen böyle acılar yaşanmaktadır. İslam dünyam. için de, Hıri~tiyan dünyası için de benzerdurum söz konusudur. Sadece Müslümanlarla Hıristiyanlar değil, Müslümanlarla Müslümanlar, Iİıris-tiyanlarla Hıristiyanlar savaşıyorlar. Zaten artık İslam v~ Hıristiyan dünyalan ayrımı kalmadı. İmanlar birbirine yaklaştı, ibadet evleri

(6)

56 BEYZA BİLGiN

birbirine yaklaştı. İnşaallah hep birlikte, Allah sevgisi ile, iyiliklerde yardımlaşarak Allah'a daha da yakın olacağız.

Ökümcnik,yani evrensel çalışma bugün için zor görünüyor. Diya-loğu ve ökümenik çalışmayı başarmak kolay değildir. Fakat imkansız da değildir; İnanarak ve Allah sevgisi ile çalışılırsa, hiç bir şeyin im-kansız olmadığı görülecektir. Ben bu gorüşümü İncil'den bir söz ile desteklemek istiyorum. Hz. İsa diyor ki: "Eğer .iz gerçekten inanır-sanız, şu dağa, ,kalk, bulunduğun yeri değiştir, şu tarafa geç! diye emredersiniz ve dağ kalkar, sizin istediğiniz yere gider". (Matta 17, 20) Ben iki ay kadar önce Güneydoğu Anadolu 'daki' Urfa şehrimize gitmiştim. Urfa çok sıcak, susuz çölovaları ulan bir şehirdir. Şimdi Urfa'da büyük bir b araj ın yapı,mı tamamlanıyor. Dünyanın en büyük barajlarından biri Urfa'da olacak. Bu barajı görmeyi çok istiyordum. Gördüm ki, şinidiye kadar boşa akan sulann toplanması için. bölgede birçok değişiklik yapılmış. Bazı yerler kazılıp alçaltılmış, bazı yerler doldurulup yükseltilmiş. Bana bir dağı gösterdiler. Şu dağı görüyorsun ya, dediler, o buı~da dei~ildi, şu tarafta idi. Onu oradan kaldırdılar, buraya getirdiler! Halbuki bana hiç de öyle görünmüyordu. Dağ hep oradaymış gibi görünüyordu. O zaman İncil'deki bu sözü hatırladım ve yanımdaki arkadaşlara anlattım.

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in bir hadisi şöyledir: "Bir dağın yerinden kayıp değiştiğini duyarşanız, inanın. Fakat bir insanın huyunda değişiklik olduğunu duyarsamz inanmayın." (Ahmed b, Hanbel, Müsned) Demek oluyor ki, uğraşılması en zor ursur, insan unsurudur. İnsan kendisi istemedikçe, ona. zorla bir şey yaptırılamaz. İnsana anlatmak ve onu ister hale getirmek zaman 'alır, fakat imkansız değildir. İnançla yapılan çalışmalar gecikebilir, fakat hiç bir zaman boşa gitmez.

Birbirimiz'i korumalı, geliştirmeliyiz. Özellikle çocuklarımızı ve gençlerimizi, zamanın gereklerine göre yetiştirmeliyiz. İnsanlar ve yararlı işler yapanlar, hep en güzel şekilde yaşamalı, h!mayelerinde olanlarıda en güzel şekilde yaşatmalıdırlar. .

CHRISTEN UND 1iUSLIME BEGEGNEN SICH* Liebe Sehwestern und Brüder,

Herzlieh willkommen in unserer Fatih Moschee. ıhr Christen seid hier unsere Güste. Aber wir sind drau~en Eure Güste. Hier seid ilır

,

(7)

HIRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLAR .17

uns anvertraut. Au~erhalb der Moschee sind aber wir Eueh anvertraut. Im Grunde genommen sind wir also aıle einander anvertraut worden. Wir Memeherı wurden ersehaffen als verstandige Wesen und als Ver-antwnrtliehc. Verantwortlieh sind die Menschf ndarum, weil sic aıle Gesehöpfe, die Gott gesehaffen hat, gebrauehen können. Sic könneıı sic zeıstören oder aueh besehützen und pflegen. Wenn sic ~je zer~törcn, so ist das aueh fiir sie ~elbst zerstöreri~eh. Wenn ~ie siehesehützen und pflegen, ist das wicderum aueh gut für sic sellıst.

Man sprieht öfter im Koran von der Sehöpfung dcr Mensehen. Dazu gehört die Sure vom Feigenb?um (al-Tin)

9.'>,1.

+

5. Dort wird erklart:

"Wir haben den Memehen in sehömter, ehenma~iger Gestalt ersehaffen. Dann haben 'wir ihn in den niedrigstender niedrigen Stande gehraeht." i Die Meschen werden in den niedrigsten Stand gebnieht,

ohwohl sic in sehönstcr, eLenma~iger Ge3talt erschaffen sind. Nieht nur die Menseheıı, aueh alle anderen Gesehöpfe können verderLen, selbst wenn sic die besten Mögliehkeiten und die 8ehönsten Talente besitzen. AIle Mensehen und alle Dinge haben es nötig, gepflegt zu werden, heseh~tzt zu werden und besser zu werden. Sie aıle werden am schönsten, wenn sie gepflegt, beschützt und besser werden. Im folgenden Vers der Surc vom FeigcnLaum wird dicser Zustand so erkllirt:

"Ausge~ommen die, die glauben und die g';lte ",;rerke tun" (Vers 6). Der Sehutz dcr Mensehen in ihrer sehönsten Gestalt wird verbunden mit ihrem Glauben und ihrf'n guten Werken. Dcr Glaube riehtet sieh auf Gott. Gutes tun hei~t, die Gesehöpfe Gottes zu pflegen, zu beselıützim und zu fördcrn. Damit riehtet sieh aueh diescsauf Gott. Wenn wir an die anderen Mensehen und anderen Gesehöpfe nieht denken, wird deren Zerstürung auf uns zurüekfallen. ıst das nieht das Um.weltprohlem unserer' Tage? Wir müssen einander bclfen, in dieser Hinsieht Gutes zu tun. Ieh möehte hier dieser llegegnung von Christen und Muslimen in dicser Binsieht Bedeutung geben.

Wir aıle, Christen und Muslime, andere Mesehen und alle Ges.' ehöpfe gehöreI! Gott. Gott hat nieht nur. gesagt, da~ 'cr uns in sehönsl'er Ge~talt sehuf, sondern sogaİ' in seiver eigenen. Wenn das so ist, soIlen wir diese sehöu'ste Gestalt immer wieder neu finden. Wir müssen Wege finden, diese Gestalt zu sehützen und sie einan dcr beilıringen. Wir sollen w('tteifern und einander helfen, da~ zu praktizieren, was w'ir sehon gelernt haben. Frieden und Vertraucn brauehcn wir, um zusammen zu arheiten und um einander zuhcIfen. 'Wenn der Frieden und das Vertrauen versehwinden, heziehungsweise

sİeh niemals gebildet haben, beginnen die Prolıleme, dcr Kampf und dcr Krieg. Der Krieg zerstört grausam das Sehöne und Gute und alles,

(8)

58 BEYZA BİLGİN

was nur schwer wieder aufzuhauen ist. Wir sehen heute vielen solchen KumrncI' in unse~er Welt. In der mu~limischen Welt wie, auch in der christlichen gilt das gleicherma~en. Nicht nur Muslime ka!Dpfen gegen Christen, sondem Muslime gegen Muslime und Chri~ten gegen Christen. Es gibt heute keine Trennung mehr zwischen der ehristlichen und der muslimi~chen Welt. Die Menschen sind einander nahergekommen, Auch die Gc,tter,hliuser sind einander nahergekommen. Wenn wir aıle zusamm~n im Glauben und in der Liehe dem Guten ~eiterhelfen, so hoffe ich, da~ wir aıle noch naher bei Gott steben werden. Die öku-men;scbe Arheit und der Dialog 'scheinen uns heute noch schwer und weit zu sein. Ökumenische Arbeit und Dialog zu erklaren ist schwer., Aber es ist auch nicbt unmöglich. W cnn wir im Glauben und in der Liebe zu Gott arbeiten, so wir d man sehen, da~ niehts unmöglicb ist.' Ich möchte dieses durch cin Wort Jesu unterstützen:

"Wenr ihr Glauhen habt wie cin Senfkoru, so könnt ihr zu diesem Berg sagen: Hehe dich von hinnen dorthin! so wird er sich heben; und euch wir d nichts unmöglich şein." (Matthaus

17,

20). Vol' zwei Monaten war ich in der Stadt Urfa in Südost-Anatolien. Urfa liegt mit se~nem hei~en Welteı' und seiner trockenen Erde in einer endlosen Wüstenlandschaft. Jetzt wird in Urfa der Bau cines Staudamms beendet. Er wird einer der grö~ten der Staudam-mc ~er Welt seİn. Die Landschaft um den Staudamm hat sich durch das Sammeln des Wassern sehr gelindert. Manche SteIlen sind tiefer gegraben und ahgesenkt worden, und manche sind aueh höher gclegt worden. Die Leute hahen mil' dort einen Berg gezeigt. Und sic haben mil' gesagl: "Guck mal auf diesen Bcrg. Siehsl du ilın? Der war mal dort. Dic Leu1c hahen ihn von dort dabin gt>hracht. Mil' sehicn, als oh, der Berg dalag wie immcr. Damals habe ich mieh iln d;esen Vers erinnert und habe ihn zu meinen Freunden gesagt.

Die Heiligen Schriften ~prcchen zu uns duıch Symbole. Wir sollen diese Symbole vestehen lernen, und wir werden noch viel Zeit brauchen dafür, aber wir werden es sehaffen.' Man kann im Glauhen und dureh ordenıliehe Arbeit aIlcs sebaffen. Wie gesagt, Wenn mım zu eınem Berg sagt, hebe dieh, dann hebt er sieh.

Wh sollen f,inander Sehü.tZfn und unsere Entwicklung gegenseıtıg fördem, und wir soIlen einander Liebe und Vertr~uen sehenkon. Wir soIl~n keinen Mensehen faIlen lassen.

Memehen, die glauben und Gutes tun, soIlen in sehönster Gestalt, ın Gotte~ eigener 'Gestalt Ieben und Ieben lassen.

(9)

HIRSITİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞ ÜYORLAR 59

Adalet, Barış ve İyi Komşuluk İçin Ortak Sorumluluklarımız. Sizleri saygı ile selamlıyor ve bu güzel toplantıdan dolayı kutlu- . yorum. Sizler burada iyi komşuluk. barış ve adalet içinde, birlikte .yaşamanın şartlarını araştırıyor~unuz. BU'lok arzulanan bir durumdur. Böyle bir duruma, aynı bir tek dünyada yaşayan insanlar olarak he-pimizin, hatta sadece in&anların değil, bütün yaratikların ihtiyacı vardır.

Yaratılış bir bütündür ve yaratılışın bütünlüğü içinde herkes ve her şey için bir yer vardır. Herkes ve her şey sevilmeye, korunmaya

ve öğretilmeye değerdir. '

Dini inanç kendiliğinden bir eğitim yolu çizer. Yeter ki insanlar. davranışlarını inançları doğrultusunda değiştirsinler ve geliştirsinler.

Marl'daki Müslüman-Hıristiyan Diyaloğu ile ilgili olarak .bana gönderilmiş olan dökümanları okudum ve öğrendim ki, Almanlar ve Türkler burada, birlikte yaşamak ve birbirine yardım etmek açısından epeyce' yol katetmişlerdir. Sizler sohbetlerinizde birbirinize, samimi olarak sorular yöneltebilmişsiniz. Kanaatimce bu, güçlükleri aşmakta çc.k önemli bir aşamadır. J3u sorulardan benim ilgimi en çok çek~n ikisi üzerinde biraz du~mak isti)'orum.

Sorulardan biri bir Hıristiyandan geliyordu ve şöyleydi: "Niçin .Hıristiyanlara hep kafir deniliyer? Halbuki Kur'an'da kafider ve puta tilpanlarla Ehlikitap arasında açık ~ir ayrım yapılmıştır." Bu önemli bir sorudur. Kafil'ler ifadesi, çok ciddi, ağır ve olumsuz bir anlam toşı-maktadır. Kur'an 'da bu isimle, yani "Kafirler" diye kısa bir 8ure vardır. Bu surl'yi TÜJkçe bir Kur'an tercümesinden okuyalım: (Sure 9)

Bismillahirrahmanirrahim

Deki: Ey Kafirler! Ben sizin taptıklarınız~ tapmam. Benimtaptığıma da' siz tapmazsınız.

Ben sizin taptığınıza tapacak değilim, Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.dır.

Burada Hz. Muhammed'in -Allah'tan alarak tabii-, Kafirleı! diye hitabettiği kimseler kimlerdi? Onlar Mekk'eliletdi. Mekkeliler ise kafir değil, müşriktiler. Mekkeliler Allah'a in"nıyor ve O'na saygı gösteriyorlardı. Fakat onlar Allah'ın yanısıra putlara da inanıyor ve onlara da Allah'a gösterdikleri saygı gibi saygı gösteriyodardı. Putlara

• 19-21 Hazİran 1992 de Marl (Almanyarda, Müslüman.Hınsıiyan Diyaloğıında, Cemaaı.Evi'ndeki Panel'den biı konuşm,?

(10)

60 BEYZA BİLGİN

"ilah" diyorlardı. Kuı'an bu tutuma ka~şı şöyle söylemiştir: "Allah'tan başka ilah yoktur. ilahınız sadeco bir tek ilah'tır".

Mekkeliler putçuluktan pek çok menfaatler ~ağlamışlardı. "Allahın Evi" denilen eski Kabe ve çevresi kutsal sayılıp korunduğundan, kabi-leler putlarını buraya emanet ediyorlar, onları ziyarrt için belli günleı'de buraya geliyorlardı. Kabe ve çevresi putlarla dolmuş, bir hac yeri olmuştu. Hac için gidiş gelişler çok önemliydi, Mekke1ilere büyük gelir ve itibar sağlıyordu. Mekkeliler bu büyük imkanları kaybetmek iste-, miyorlardı.

İlerigelenlerden Lir heyet Allahın Elçisi'ne geldiler ve bir antlaşma yapmak istedilt'T. Hz. Muhammed mal, güzel kadınlar, yüksek mevki gibi teklifleI'in hiçbirini kabul etmedi. Bunun üzerine onlar çok farklı, son bir teklifleri daha olduğunu söylediler. Allahın Elçisi ümitlendi ve sordu: "Nedir?" Anlattılar: "Bir yıl sen bizim ilaWanmıza tap, bir yıl biz senin ilahına tapalım. Bizim dinimiz f>eninkinden doğru çıkarsa, bun-dan sen faydalanırsın. Senin di'nin bizimkinden doğru çıkarsa, biz bun-dan faydalanırız." Allahın Elçisi böyle bir teklif karşısında şoşırdı ve titreyerek şöyle söyledi: "Ey Kafil'ler!' Ne istiyorsunuz? Bir tck olan Allah'ın yanısıra putlara tapmarnı mı! Allah beni korusun! Bir Pey-gamber vahiyler üzerinde değişiklik yapmak iznine sahip değildir."

"Kafirler" Suresi işte hu olay üzerine vahyolunmuştur ve Allah'ın Elçisi ertesi günü, sabahın erken saatinde, bu sureyi Kabe'de, Mekkt'-lilere oK,umuştur.

Mekkelilerin teklifi gerçekten korkunçtu. Onlar, dinin, inananlar için önemini hiçe saymışlardı. Herhalde gerçekte kendileri onu önemsemi-yorlardı. Eğer kendi dinlerine içtenlikle. gerçekten inanmış olsalardı, böyle bir teklifi aala getiremezlerdi.

Mekke1iler dinlerine önem vermiyor, onu menfaatlerine değişebili-yorlardı. Bu yüzden onlara "Kafiıler" denilmiştir.

Burada sizler, Müslümanlar ve Hıristiyanlaı' olaıak, kendi dinlerinize dürüstlükle ve samimiyetle bağlısınız. Sizlerin karşılıklı olarak birbiri-nizi incitmeniz doğru olmaz. Km'an-ı Kerim'de böyle bir durum için şu uyarıda bulunulmuştur: (2 Bakara ll3)

"Allah, ihtilafa düşmekte oldukları bu davada, Kıyamet Günü'nde, , aralaıındahükmüı:ü verecektiı.

Diğer soru bir Müslümana aitti ve şöyleydi: "Sizi vicdanınızIa he-saplaşmaya davet ediyorum. Acaba siz, Hıristiyan olmayanları da, tıpkı

(11)

HıRiSTIYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜVORLAR 61

kendinizi gördüğünü~ gibi, barışa ve özgürlüğe özlem duyan, huzura ve güvene susamış İnsanlar olarak görüyormusunuz?"

Burada İncil'den birkaç ayet okumak istiyorum. Herkesi, düşman-ları bile s.evmek ile ilgili: (Matta 5, 43-47)

"Sen komşunu. sevecek ve düşmanından nefret edeceksin! denil-diğini işittiniz. Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı sevin ve size eza edenler için dua edin; böylece göklerde olan Babanızın oğulları ola-sınız. Zira 0, güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur; yağmuru salih olanların ve olmayanların üzerine yağdırır. Eğer sizi sevenleri se-verseniz, karşılığınız ne olur? Vergi mültezimleri de öyle yapmıyorlar mı? Yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz? Putpereııtler de öyle yapmıyorlar mı?"

Son olarak yine Kur'an-ı Kerim'den 'bir ayeti hatırlatmak istiyo-rum: (2 Bakara .111)

"Yah~diler ve Hıristiyanlar dediler ki: Yahudi ve Hıristiyan olan-lardan başkası asla cennete girmeyecek! Bu. onların kuruntularıdır. De ki: Sözünüz doğru İ8e delillerinizi getirin! HaYır, öyle değildir. İyilik yaparak kendini Allah'a veren kimsenin mükafatı Rabbinin ka-tm dadır. Onlara kmku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." .

Adalet, barış ve iyi komşuluk için ortak sorumluluklaumızla ilgili öğütler dinlerimizde bize verilmiştir. Bize düşen daha dindar olmak, dindarca hareket etmek ve yeni yetişenleri bu doğrultuda terbiye et-mektir.

Saygılarımla.

Unsere gemeinsame Verantwortung für Gerechtichkeit, }'rieden und gute Nachbarschaft*

Ieh grü~e Sie aIle herzlich und gratuliere Ihnen zu dipser schönen Tagung. Sie suchen mcr in eurem Teil naeh Folgerungen £Ürdas Zmam-menleben in guter Nachbarschaft Frieden und Gereehtigkeit. Da~ ist sehr begehrenswert. So was brauehen wir für all in der einen Welt leben-den Menschen, und nicht nur für Menschcn, für alle Kreaturen aueh. Der Schöpfung ist ein Ganzcs. Innerhalb der Ganzheit derSehöp-fung gibt es Platz für jeden und alles. Jeder und alles ist wert, geliebt zu werden, geschützt zu werden und gelehrt zu werden. Der religiöse • Ein V ortrag İn Gemeindehaus heim Begegnungstagung vom 19 his 21Jum 1992 in Marl

(12)

62 BEYZA BİLGİN

Glaube ist sehon vonsieh aus gewissermassen cin Erziehungsweg. Die Mensehen müssen in ihrem Verhalten gemass diesem Glauben entwie-kelt und verandert werden.

Ieh habe die Dokumente über den Christlieh-Islamisehen Dialog und über die evangelisehen Beratungstelle für Islamfragen gelesen und gelernt, dass dıe Deutsehen und Türken hier einen langen Weg hinter sieh h~beiı, im Versuch zusammen zu leben und gegeneinander zu ertra-gen. Sie haben in d~n Gespraehen offene Fragen einander stellen können. Meiner Meinung naeh, das ist eine wiehtige St~fe, die Sehwierigkeiten zu überwİnden.

Eine der offenen Fragen lautete so: "Waruın werden die Christen als Unglüubige genannt, 'obwohl der Koran eine klare Unterscheidung zwisehen Unglaubigen und Götzendienern und den Völkern des Buehes macbt?" Diese Frage hat mich sehr interessiert. Denn dcr Aus-druek Unglaubige i.,t von einer sehr ernsten, schweren und negatieven Bedeutung. Im -Koran steht eine kurze Sure mit dicsen Namen,also "die Unglaubigen". Le!>en wir die Bedeutung dieser Sure in einem deutsehen Koranübersetzung: (SU:re109, die Unglüubigen)

Namen Gottes, des Erbarmers, des Barmherzigen.

Sprieh: O ihr Unglaubigen, ieh verehre nieht was ihr verehrt, aueh ihr yerehrt nieht, was ieh verehre.

Weder ieh werde verehren, was ihr verehrt haben, noeh ihr verehren, was ieh verehre.

Ihr habt eure Religion, und ieh habe meine Religion. Wer sind hier die Leute, denen der Prophet Mohlimmed vom Gott erhaltend als Unglaubige anspraeh? Sie waren Mekkaner. Mekkaner waren aber keine UngHiubigen. Sie waren Polyteisten. Sic glaubten an Gott und verehrten ihn. Aber sie glaubten neben Gott aueh manche Gottheiten an und verehrten ı;ie, wie sie Gott verehrten. Sic nannten Gott "Allah" und die Gottheiten ""Ilah". Der Kuran sagte dagegen' Es gibt keinen Gott oder Gottheit ausser Allab. Ihro Gottheit ist nur einen einzigen' Gottheit, Allah.

Die Mekkaner hatten inzwischcn viele verschie"dene Vorteile aus dem Götzendienst. Das uralte Gotteshl,lus Kaaba und 'scine Umgebung wurde voll von den Götzenbilder. Weil Kaaba und srine Umgebung heilig gesproehen war, 'brachten die Völkerschaften ihre Götzenbilder hierher, und kamen sic dann ab und zu, sic zu verehren. Das war cin _ gro~es Ereignis, ein gro~cr Handel und eine grü~e Aehtung. Die Mek. kaner wollten nieht wlehe grosse Beziehungen vollstanding zerstören. "

(13)

HlRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLAR 63

Hochgestellte Persöolichkeiten kamen zu Prophet und suchten eine Vereinbarung. Prophet Mohammed nahm keinen Vorschlag an, wıe Reichtum, schöoe Fraueo, Prasidentschaft usw.

Sie brachten dann einen ganz Versehiedeneo Vorsehlag. "Das ist unser letzter Vorsehlag" sagten sie. "Was ware es"? fragte Mohammed. Sie ertzalteo: "Bete Du ein Jahrlang gema~ unserer Religion, beten wir ein Jahrlang gema~ deiner Religioo. Ware unsere RcIigion richtiger als deioe Religion, dann ziehst Du Vorteil daraus; ware dein(' Religion richtiger als unsere, daon zİehen wir Vorteil daraus". Dcr Prophet ers-taunte so einen Vorschlag und sagte zitterod: "O ihr' Heidnisehen! Was möchten Sie? Soll ich neben den einzigeİı Gott die Götzenbilder verehren! Gott bewahre michl.'.. Ein Prophet durfte keine Veranderung über den Offeobarungen zu maehen."

Die Sure "die Unglaubigcu" ist über diesem Gesprach offcnbart worden, und der Prophet las ihn morgen früh den Mekkaner vor. .,

Mekkaner Vorschlag war in dcr Tat eı'sehreekend. Sie habcn so gerechnet, als ob die Religion den Glaubigen gleichgültig ware. Sic waren sieherlich so. Falls sil' aufrichtig und herzlich an ihrer Religion und Verehruog waren, würden sic keio en solchen Vorschlag bringen. Sic konnten ihre Religion gegen ihre Vorteile eintauschen. De~wegen wurden sie als Unglaubigen, angesprochen.

Sie sind aber hier ah; Musıime und Christeo aufrichtig und herzlich an ihrer Religion festgebunden. Es ware ungereeht, wenn sie gegenCin-ander beleidigen. "Gott wird am Tage der Auferstehung zwisehen euch das urtcileo, worüber sit> uneins waren. So müssen Sic zu den guten Dingen um die Wette cilen." (2 Bakara 113).

Für mıch war auch eine andere Fr~ge interessant, diesmal von einer Muslim, und sie lautete so:

"So möchte ich Sil' auffordern,' .. , sieh im Gewissen Reehenschaft zu geben,' ob Sic in deo Nicht-Christcn bereits die gleiehen Meo-sehen entdeekt haben, mit der gleieheo Sehnsucht naeh Friıden und Freiheit, nach Ruhe und Sicherheit, dessen Erfüllung Sic für sieh selb!!t 80selbstverbtandlieh beaıu.ıpruchen." Jetzt möehte ich dazu f'ioige Verse am dem Evangelium nach Matthaus voılesen. Liebe zu den Feinden, also Liebe zu den alien:

(5, 43-47)

"ılır habt gehört, dass gesagt worden ist: Du sollst deinen Naehsten .lieben und deinen Feind hassl'n. Ich aber sage eueh: Liebt euere Fcinde

(14)

64 BEYZA BiLGİN

und betet für die, die euch verfolgen, damit ilır Söhne eures Vaters im Himmel werdet; denn Er llisst seine Sonne aufgehen über Bösen und Guten, und er lasst regnen über Gerechte und Ungerechte. Wenn ih,' nlimmlich nur die liebt, die euch,1ieben, welchen Loho könnt ilir dafür erwarten? Tun das nicht auch die Zöllneı'? Und wenn ilir nur eme Brüder grüsst, was tut ilir damit Besünderes? Tun das nicht auch die' Heiden ?"

"

Als letztes wieder aus dem Koran:

Sie sagen: Es werden das Paradies nur die betl'eten, die Judcn oder Christen &ind. Dal' &ind ihre Wüosche. Bringt her eueren Beweis, so ilir die Wahrheit sagt. Nein, wer sich völlich Gott hingibt,

1-,a

dabeİ rechtschaffen iı;t, der hat seinen Lohn bei st'inem Herm. Diese haben nichts zu befürchten, und sie werden nicht traurich &eio'." (2 Bakara

. Ili, Il2).

Uosere gemeinsame Verantwortung für Gerechtigkeit, Frieden und gute Nachbarschaft, aIle diese &ind in unseren re1igiösen Erziehung anwesend. Bloss sollen wir mehr religiös handeln und die Heranwach-senden dafür zu erziehen.

Hochachtungsvoll.

DUA

Sevgili Rabbimiz! Yüce Tannm!

Ey uçsuz bucaksız gökleri ışıklı yıldızlarla,

Azgın denizleri köpüklü dalgalarla süsleyen Allah! Ey bizleri yoktan vareden Yaratıcımız!

Bizlere, Senin yüceliğini tanımak üzere akıl verdin, gönül verdin. Bizler, Senin yolunda başeğmiş müminleriz.

Seni Yüceltmek için, Senin sevginle, Müslümanlar ve Hıristiyanlar olarak biraraya geldik.

Bizler ancak Senin büyüklüğünle, Senin adaletinle ve Senin hoşgörünle büyüyebiliriz.

Şüphesiz yanlışlar yaptığımız olmuştur. Sıkıntılar da çekmişizdİr.

(15)

HIRİsTİY ANLAR VE MÜSLÜMANLAR GÖRÜŞÜYORLAR 65

Fakat Sen, Sonunda bizleri hep bağışlamışsındır. Bugün yine sıkıntılarımız vardır.

Sana iıı~nanlar, yine sr..na müracaat ediyoruz. Bizleri, eriştirdiğin yücelikten indirme Allahımı Birbirimize adaletle davranmamız için,

.

Çevremizi koruyup iyileştir,memiz için, Bizlere anlayış ver, güç verı

Ver ki, yüreklerimizdeki sevgin hiç kaybolmasın.

Bilmeden yaptığımız günahlarımız varsa, Bağışla Allahımı Bağışla ki, kederli yüreklerimiz yıkansın, aydınlansın;

Yüreklerimizi yıkayıp aydınlatmak sana güç değildir. Ey yüceler yüce~i Rabbimiz.

Sen bizleri terketme, bizleri koru, bizleri bağışla! Amin.

DAS GEBET Unser lieber Herr Gott! Unser 'erhabener Gottl

Den endlosen Himmel ~it Stemen, die wilden Meere mit schaumenden Wellen geschmückt erschaffender Gottl

O uns von nichts erechaffender Gottl

Du .hast uns Verstand und Seele gegeben, um Deine Erhabenheit zu verstehen.

Wir sind die Glaubigen, die vor Dir den Kopf beugen. Um Dich zu crheben, sind wir hier durch deine Liebe als Muslime und Christen zusammen gekommen.

Wir können nur mit deiner Erhabenheit, mit dciner Gerechtigkeit und mit deiner Toleranz aufwachscn. Ohne Zweife1 haben wir FeWer begap.gen.

D~ hast uns aber am Ende verziehen. Wir haben heute noch Sorgen

(16)

66 BEYZA BİLGİN

Wir wenden uns Dir wieder an!

Bitte wende deİn Gesİcht von uns nİchto ab! Bİtte gİb uns Kraft und Verstandnİs, um unsere Umwelt zu Echützen und gegeneinander gut und gerecht zu verhalten.

Gib uns dİese Kraft, so da~ unsere Liebe zu Dir nİcht verschwindet.

o

Gott, vel"zeİchc uns, wenn wir ohne Bewu~tseİn Sünde begangen haben! Verzeİche uns, da~ unsere sorgevolle

Herı:en abgewaschen und beleuchtet werden können. Es ist Dİr nİcht so schwer, unsere

Herzen sauberr und erhellen. Up.ser erhabener Gott! La~ UDS nİcht alleİne!

Schützt uns und verzeiche uns! Amİn.

Referanslar

Benzer Belgeler

11 — Türk ceza hukuku sistemimizde «zaruret kavramı»nın düzenleniş şekli: Buraya kadarki araştırmada, zaruret ve zarurî fiile ilişkin bazı koşullardan hareketle zaruret

Kamulaştırmaya karşı korunmanın çok yönlü olarak genişle­ tilmesi : Bir yanda, çoğu zaman sadece dolayısıyla yapılan müda­ haleler, hattâ bazı özel hallerde

Beharrt man nâmlich auf dem (klassischen Begriff des Herz— und Atmungstodes, so gilt bis zu dessen Eintritt nach deutschem Recht unverbrüchlich: Der strafrechtliche Lebens-

- Ancak, tıbbî ve teknik gelişmeler ve yeni bilgiler sonucu, Al­ man tıp ilmi ve ceza hukuku klâsik tariften ayrılmış, ölüm zama­ nı olarak beynin ölümünü

Diese (engere) Deutung des gesetzlichen Begriffs «Schvvangere» kann sich darauf stützen, dass die Umstellung der weiblichen Funk- tionsablâufe bei einer Schwangerschaft nach

Eğer, Fransız karı-koca İngiltere'de yaşarlar ve Fransız hukukunun «communaute des biens» (mal ortaklığı) re­ jimine, bütün hüküm ve sonuçları bakımından tâbi

Tout comme en Suisse, en Turquie les effets juridiques de la convention collective en ce qui concerne les rapports individuels de travail ne se manifestent qu'entre personnes liées

.< her şeye el uzatıyordu, çünkü Majeste kıral, kurulun başkam sıfatiyle, onun faaliyetlerine sadık kalmakta idi 1 0. Cos Gayon'un daha sonra söylemiş olduğu