• Sonuç bulunamadı

19. yüzyıl sonunda kadın hakları:Selma Rıza'nın ''Uhuvvet''i 107 yıl sonra yeniden yayımlandı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "19. yüzyıl sonunda kadın hakları:Selma Rıza'nın ''Uhuvvet''i 107 yıl sonra yeniden yayımlandı"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Selma R ızanın “Uhuvvet” i 107 yıl sonra

yeniden yayımlandı

19 . yüzyıl sonunda

kadın haklan

Selma Rıza “Uhuwet”le

roman sanatı açısından 19.

yüzyıl romancılığımızı aşan,

belki 20. yüzyılın ilk

yarısındaki geleneksel

romanımız çizgisini bile

tutturan bir eser yaratmış.

“Uhuvvet ”ten modem

anlatımını beklemek, yazarma

haksızlık etmek olur. Onun

önemi daha çok ele aldığı

konudaki “ ilericiliği ” dir.

Kadm hakları sorunsalını bir

roman somutluğu içinde,

bugünün okuyucusunu bile

saracak canlılıkta işlemeyi

başarmış Selma Rıza.

Prof. Dr. GÜRSEL AYTAÇ

yüzyıl romancılığımızın ni­ telikli ilk kadm romanı

• keşfedildi. Selma Rızanın

1892’de kaleme aldığı “Uhuvvet”. Kültür Bakanlığınca Aralık 1999’da yayımlanan “U huw et”i Nebil Fadıl Al­ san gün ışığına çıkarmış. Romanın ön sözünde Alsan “garip bir tesadüf’ sonu­ cu rasdadığı “eski okul defterine el ya­ zısı ile yazılmış Osmanlıca bir roman müsveddesi” ile arasına konmuş iki say­ fa yazıdan söz ederek b unlan sadeleşti­ rip Latin harflerine geçirdiğini belirti­ yor. Yine bu önsözden öğrendiğimize göre roman beş yılda tamamlanmış ve Selma Rıza Hanım ’ın ağabeyi Ahmet Rı­ za Bey, Paris’te “Meşveret” gazetesini ya- yımlıyormuş. II. Abdülhamit’in dayat­ masıyla “Meşveret”in İsviçre’ye nakli sı­ rasındaki sıkıntılı günler, Selma Rıza’nın

roman müsvettelerini defterler halinde bir bir köşede unutturmuştur. Sözü edi­ len defterlerin ilkinden Selma Rıza’nın şu sözleri naklediliyor:

"Uhuvvet’i yaratmak, namım teşhir et­ mek maksadıyla değil, ihvanıma bir yadi­ gâr olmak üzere yazıyorum! ”

“Uhuvvet”, 472 sayfalık, geniş oylum­ lu; kurgusu ve anlatımı ustalıklı bir ro­ man. Başlığından anlaşılacağı gibi Sel­ ma Rıza kardeşlik konusunu odak yap­ mış ama bugünün gözüyle değerlendiril­ diğinde “Uhuvvet” bir çağ romanı. Öte yandan Cumhuriyetin, daha doğrusu Atatürk’ün Türk kadınına sağladığı im­ kânların farkında olmayanların ibretle izleyeceği hayat manzaraları canlandır­ ması bakımından didaktik bir roman.

Selma Rıza, romanı bir siyasal döneme oturtmakla başlıyor anlatmaya. Sultan Mecit devri İstanbul’unun toplumsal manzarasında “taassup zinciri’nin kırıl­ maya başlamasını, Kırım savaşı sırasın­ da yardım vesilesiyle İstanbul’a gelen “Ingiliz, Fransız ordularının Türkiye ha­ vasına kanştırdıldan uygarlık kokusu”nu anıyor.

iki sayfa süren bu panoramanın ardın­ dan romanın asıl kahramanlan, merzu- kîzade’lerden Mürşid ve Adil kardeşler, “birbirinin zıddı ve aksi” yaratılışta genç­

ler olarak tanıtılıyor. Mürşid, şen, hovar­ da, bilgisi kıt bir ağabey iken Adil ağır­ başlı, sorumluluk ve ahlâk bilinci taşı­ yan, açık görüşlü “ilerici” kardeştir. An­ neleri Dilber Hanım, “saçı kaşı siyaha boyalı”, “40-55’inde görünse bile” yaşı yüzünden belli olmayan “Çerkez hala­ yıklıktan” gelme, kurnaz, kendini say­ dırmaya önem veren bir kadındır, iki oğ­ lunu aynı derece sevdiği gibi kendi çıka­ rı için A dile kötülük etmeyi bile göze alacak kadar analık vicdanından yoksun­ dur. Adil’in beğenip görücü gönderdiği Sabiha’yı, babası sürgüne gönderilmiş bir paşa oluşundan dolayı Adil’e benzer zihniyette olur da kayınvalideye bakkal­ d ım düşüncesiyle ona değil Mürşid e is­ ter, kurnazlık ve hileyle Adil’in Sabi- ha’dan soğumasını sağlar. Romanda o dönemin çeşitli gelenekleri, kişilerin ka­ rakter özelliklerini de yansıtacak biçim­ de ayrıntılarıyla işleniyor, işte Dilber Ha- nım’ın Sabiha’ya görücü gidişiyle ilgili bir pasaj:

"Türk kadınları, alışverişte usta olduk­ ları gibi, görücülükte de pek zalim olur­ lar. Oğullarının hoşuna gidip gitmeyece­ ğini, gelinleri olursa hüküm ve emirleri al­ tına girip girmeyeceğini, hep bu zaman içinde, kızın görünüşündeki halinden an­ lamaya çalışırlar.

İşte Dilber Hanım da böyle bir dikkat ve olağanüstü bir inceleme ile kahve fin ­ canını arada sırada dudaklarına götürür, yine çeker. Hep Sabiha’ya bakardı. Lâkin ne bakış!’’ (S.24)

Dilber Hanım ’ın Sabiha’ya uygun gör­ düğü büyük oğlu Mürşid, carivelerle gö­ nül eğlendiren, onları, çocuklarının an­ neleri olduğu halde kolayca gözden çı­ karabilen biridir Mahbube. M ürşid’in gaddarlığına uğrayan böyle bir cariye­ dir. O nun evden atılışını Selma Rıza M ürşid’in ağzından şöyle anlatır:

“Mahbube’y i satılığa çıkardım. Önce bir türlü razı olmadı! Ben yapamam, siz bu hizmeti başka birine yaptırın diye red­ detti. Fakat içlerinde ondan beceriklisi yok. Bunun için ısrar ettim. Bunun üze­

rine aldı götürdü. Güya kız konağın ka­ pısından çıkarken bayılmış... ilk gün iki gecedir ağlayıp ağzına yemek koymuyor- muş. ‘Efendimin yalısında kalayım da kö­ peklerden aşağı olayım!.. diye bayılıp ayı- lıyormuş. Bugün geldi bunları bana söy­ ledi. Cavid’e de Bir şey m i söylemiş, ne yapmış! Çocuk ‘süt anne’ diye kıyameti koparıyor!' (S.32)

Adil, ağabeyi M ürşid’in acımasızlığı karsısında M anbube’nin Cavid’in anne­ si olduğunu, çocuğundan ayrılmamak için böyle yalvardığını söyleyince M ür­ şid’in cevaoı şu olur:

“Kadınlar böyle işlerde evlâtlarını dü­ şünmezler. Öyle olmasa bile, evlât benim, o ne karışıyor. O bir cariyedir. İster sata­ rım ister kovarım, ne demeğe hakkı ola­ bilir? Evde kalmak istiyor... Beki, buna ben razı olayım, evin içinde kadın çok, bir de o bulunsun diyeyim. Fakat buna gelen hanım razı olur mu? Şehir kızlan öyle öy­ le çerkezler gibi ortaklan ile geçin emez- ler!” (S.33)

Sabiha'nın mutsuzluğu

Sahte mektuplaşma entrikalarıyla Sa- biha’dan soğuyan Adil, İstanbul’dan uzaklaşmak için yurtdışı görevlere talip olur. O n yıl sonra ailesinin yanma dön­ düğünde bu arada paşalığa yükselen M ürşid’in dokuz çocuğu olduğunu öğ­ renir. Sabiha’nın mutsuzluğu şöyle anla­ tılmaktadır.

"...bir taraftan kayınvalidesinin sıkış- tırmalan, bir taraftan Paşa’nın emirleri, bir taraftan da cariye güruhunun tahrik­ leri arasında dünyasını kaybetmiş, haya­ tı dayanılmaz bir yük haline getirmişti. Bu matem dolu yaşamıyla, sahilhanenin üst katında, deniz tarafmda bir daireye çekil­ mişti. ” (S. 88)

“Kayınvalidenin sıkıştırmaları”nın ne boyutlarda olduğunu ise romanın aynı bölüm ünde öğreniyoruz. Sabiha güler yüzlü olmadığı konusunda kendisine yö­ neltilen eleştirileri “biraz neşelendiğim

zamanlar... ‘paşanın yalısı çengi evine döndü’ diye haberler, tembihler gönderen zat’t aliniz değil miydi acaba?“ sözleriyle

karşılarken ve “insanın bir günü, diğeri­

ne uyar mı?.. İstediğim zaman gülmek, is­ tediğim zaman ağlamak bir kabahat mi imiş?” derken "- Evet ya pek büyük ka­ bahat. Madem k i paşanın karısı bulun­ muşsun. • ■ madem k i paşanın sayesinde

yaşıyorsun, onun mahzun olduğu zaman ağlamaya, onun sevinçli zamanında gül­ meye mecbursun!..” (S.91)

Selma Rıza, romanın kurgusunda fi­ gürlerin yerleştirilmesini önemsemekte, meselâ evlilik konusunda kayınvalidenin yukarıdaki alıntıyla özetleyebileceğimiz tutumunu, Mürşid’in düşüncesini aynı doğrultuda pekiştirirken Adil ve Sabi- ha’nın sözlerini işitmediği halde destek­ ler kanıda konuşur. M ürşid’le Adil ara­ sındaki bir diyalog, yazarın romancılık sanatına vakıf olduğunu sezdirir nitelik­ te. Mürşid, kardeşi Adil’in otuz beşine kadar bekâr kalışını onun evlenme konu­ sunda fazla seçici olmasına bağladığında Adil bekâr kalmakla pişman olmak ara­ sındaki farka değinerek “Bekâr kaldım-

sa, hiç olmazsa pişman olmadım. Ben ev­ lenseydim kuşkusuz mutlu olurdum "

(2)

Der ve sözünü şöyle açıklar.

Çünkü çocuklarımın mutluluklarını sağlamak için, karımın itibarı için, bir ka­ dınla yetinirdim. O da ne kadar düşünce­ siz, vurdumduymaz olsa da, sadece ken­ dine bırakılmış bir aile başkanlığını etra­ fında hiçbir rakibi olduğunu görmeksizin

çok mükemmel bir şekilde yönetmeye ça­ lışır ve gayret gösterirdi.

- Biz de öyle yapmadık mı? Nikâhla bir kibar kız aldım. Daireme hanım yaptım. Cariyeler bulunuyor ama, hiçbirini bu rütbeye çıkardım mı? Yine kendinisaydı- ramadı. Halaylıklarla başa çıkamayan bir hanım, nasıl aileye başkanlık yapabilir?”

(S. 102)

Adil’in İstanbul’a dönüşünden bir yıl sonra Mürşit ile Sabiha’nın dördüncü çocukları dıinyaya gelir. Bebeği gördü­ ğünde Adil, Sabiha’ya çok benzeterek duygulanır, adını Zeliha koyduklarını öğrenince güzelliğini dile getirecek Me­ liha adını teklif eder ve bebeğin adı Ze­ liha Meliha olur. Yazar, romanında kişi­ lerin adına önem vermektedir ve bu ad­ lara roman dokusu içinde bir işlev yük­ lemektedir. İlerleyen safhalarda Meliha adının Sabiha’yla anlamdaş olduğunu belirtmesi, Adıl’in Sabiha’ya duyduğu yakınlığını devam ettirdiğine işarettir, öte yandan da Sabiha’nm uğradığı ifti­ rayla evden kovulması sonucu Melıha’vı önce öğrenci sonra evlat edindiğinde adını Zeliha olarak değiştirerek ona ye­ ni bir kimlik kazandırırken aynı zaman­ da ailesiyle tekrar buluştuğunda eski köklerine yeniden kavuşmasını sağlamak ister.

Adil henüz M ürşid’in ve annesinin evindeyken M elihanın eğitimini üstlen­ miş ve ona musiki, Arapça, Farsça, Fran­ sızca dersleri vermiştir. Meliha’nın öğ­ rendikleri ve yaşadıklarıyla yaşından beklenmedik bir olgunluğa, bilgeliğe ulaştığından, bebeklerle oynayacak yaş­ tayken bile kardeşlerine annelik ettiğin­ den söz edilir. Ne varki Meliha’nın k ü ­ çük yaşta Tanrıya isyan ederken bile ge­ tirdiği felsefi düşünceler olsa olsa yaza­ rın onun ağzından ifade ettiği düşünce­ lerdir ki romanın gerçekliğine büyük öl­ çüde gölge düşürmektir. Eserin ilerleyen bölümlerinde Meliha Fransa’ya felsefe öğrenimi için gönderilip başarılı bir dok­ tor ünvanıyla döndüğünden söz edilir. Küçük yaşta bir kızken getirdiği felsefi düşünceler belki bu çağında ondan bek­ lenebilirdi.

Meliha 'nın romanı

Meliha’nın yurtdışında öğrenimini mümkün kılan, amcası ile birlikte Bey­ rut’ta varlıklı ve kimsesiz bir dostun sev­ gisini kazanmalarıdır. Bu dostun miras­ çısı olmaları, amcanın ölümünden son­ ra Meliha’nın İstanbul’a zengin bir Arap kimliği ve Zeliha adıyla yerleşmesini sağ­ lar.

“Uhuvvet”, çok sayıda kahraman kad­ rosuna teğmen, denebilir ki asıl Meliha (Zeliha)’nın romanıdır. Bu figürün arka­ sında Selma Rıza’nın bulunduğu, kendi' sinin roman kişileri arasında en çok onunla özdeşleştiği bellidir. Meliha, an­ nesinin başına gelenleri, dönemin kadın ve evlilik konusundaki sakat görüşlerini ve hayat deneyimleri ve edindiği Avrupa eğitimi ışığı altında değerlendiririr. O günlerin şartları altında yapabildiği tek şev yalnızca kendi hayatmı düzenlerken dikkatli olmaktan ibarettir. İstanbul’a yerleşerek büyük bir konakta bekâr ola­ rak yaşamaya kendini kardeşlerine ada- maya kararlıdır. Sema Rıza kahramanı­ nın tutumunu romanın anlatıcısını şu yo­ rumuyla dile getirir.

“(...) evlenm e gibi insanların ihtiyacın- dan olan esirliklere atılır kadınlardan ol­ mayıp, gayet fe yleso f ruhlu bir şey oldu­ ğundan (...)” S. 242)

Meliha, yazarın neredeyse idealize et­ tiği, olgun, bilge, iyiliksever, bilgili, var­ lıklı, güzel... bir roman kişisi. Onun şah­ sında belli ki kadın hakları savunuculu­

ğunun öncüsünü yaratmak istemiştir Selma Rıza. Bugünün roman ölçüleriyle değerlendirersek bu, tabiidir ki yazann başarı hanesine yazılmaz. Aynı şekilde masalımsı tesadüfler, iyilerin ödullendi- rildiği, kötülerin sonunda cezasmı bul­ duğu bir “ilahi adalet”, romanın olaylar zincirinde bugünün okuyucusuna pek yalın geliyor.

Meliha’nın düşünce ve davranışları­ nın yanı sıra “U huw et”te yazann kadın hakları konusuna dikkat çekme niyetini belirten bir söylem var. Roman kişilerin evlilik, boşanma, geçimsizlik vb. konu­ lardaki konuşm alannda devrin kadın imgesi çok belirgin bir şekilde erkek ege­ men toplumu yansıtırken dile yerleşmiş atasözlerinden de bu zihniyeti açığa vu­ ranlar, roman dokusunda kullanılmış. Dilber Hanım oğlu mürşidi karısının ihanetine inandırdıktan sonra Sabiha “Evlat babaya-lanet anaya” atasözüyle kovulur ve boş düşer. Çocuklarını anne­ lerinden ayırmamalarını isterken söyler bu sözleri mürşid.

“-Evlat babaya-lanet anaya!., diye ce­ binden bir kese altın çıkarıp Sabiha’nın önüne attı.

- İşte nikâhın! Bundan başka benden alacağın yoktur!.. Varsa git m ahkemeye dilekçe ver!., (s. 136)

Yazan» romancılık gücü

“U huw et”i keşfedip Osmanhca el yaz­ malarından Latin harfine aktaran Nebil Fazıl Aslan, önsözünde Selma Rıza’nın hayat hikâyesi hakkında bilinen pek az şeyden bahsediyor. Bu bilgiler arasında, eserde arapça, Farsça ve Fransızca keli­ meleri yerli yerinde kullanmış oluşun­ dan iyi bir eğitim görmüş olması gerek­ tiği düşüncesi yer alıyor. Benim buna ek­ leyeceğim, Selma Rıza’nın muhtemelen felsefe ve filoloji eğitiminden gelmiş ol­ ması. Kahramanı M eliha’nın donanı­ mında felsefenin yerine değinmiştim. Dil öğrenimiyle anlatıcının şu sözleri de fi­ loloji bilgisinin yüzeysel olmadığım gös­ teriyor.

“Gerçi Fransız grameri ile Ingiliz dili­ nin grameri arasında çok farklı değişiklik­ ler vardı ama yine ae baza kelimeler iki dilde de aynen Latince'den alındığı için, Meliha İngilizce’yi çok kısa zamanda sök­ tü. Arapçası da gittikçe gelişiyordu. ” (s.

188)

“Uhuvvet” te yazann romancılık gücü­ nü kanıtlayan manzara tasvirleri, ruh ha­ li çözümlemeleri var. Geniş oylumlu bu toplum ve dönem romanım keşfedip La­ tin harflerine, dolayısıyla basıma hazır­ layan Nebil Fazıl Aslan’a teşekkür edi­ yoruz, ne var ki tanıtıcı önsözündeki son değerlendirme sözlerini yadırgadığımı belirtmek zorundayım. Aslan şöyle di­ yor:

“Uhuvvet (...) çağının erkek yazarları ile karşılaştırıldığında ise, her yönüyle on­ ların romanları ile asla kıyaslanamayaca­ ğını itira f etm ek zorundayız. ” (S. X II)

Nebil Fazıl Aslan, bu sözlerin hemen ardından yargısıyla çelişen bu kez de hayli iddialı bir başka değerlendirme ya­ pıyor.

“Uhuvvet 19. yüzyılın sonlarına doğru yazıldığı halde çok az bir istisna ile 20. yüzyıl romancılığı ile her yönden eşitlik taşımaktadır. ” (S. XII)

Bence Selma Rıza “U huw et”le roman sanatı açısından 19. yüzyıl romancılığı­ mızı aşan, belki 20. yüzyılın ilk yarısın­ daki geleneksel romanımız çizgisini bile tutturan eser bile yaratmış. “Uhuv­ vet ”ten modem anlatımını beklemek, ya­ zarına haksızlık etmek olur. O nun öne­ mi bence daha çok ele aldığı konudaki “ilericiliği”dir. Kadın haklan sorunsalı­ nı bir roman somuduğu içinde, bugü­ nün okuyucusunu bile saracak canlılık­ ta işlemeyi başarmıştır.

Eseri keşfeden Nebil Fazıl Aslan’a ve basımım gerçekleştiren Kültür Bakan­ lığına teşekkürler!»

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Dünyada ve avrupada kadınların haklarını kazanabilmeleri için ne gibi girişimlerde bulunduklarına kısaca göz attıktan sonra Türkiye‟de Osmanlı döneminden

seyahatin  kolaylaşmasının,  ayrıca  matbaanın  ve  basma  kitapların  yayılmasının  Türk   lehçelerinin  birbirine  karışıp  ortak  bir  edebî  dilin

kaçırılmamalıdır. Bu araştırmada 'kadın hakları' .sözcüğü ile kastedilen kadının suf kadıı+ olduğu için erkekten farklı olarak ve erkeklerin sahip olmadığı

ESER İNCELEMESİ VE BULGULAR Tarım ve Orman Bakanlığı Kütüphanesinde bu- lunan 1915-1916 yıllarında basılmış olan “Ka- dınlara Amelî Sanayi-i Ziraiye Dersleri”

Milas’a bağlı Selimiye’de Ziraat Lisesi, Güllük’te Uçak Lisesi, Koru’da ise Veterinerlik Lisesi için olumlu görüş verilirken; Ören Mesleki ve Teknik Anadolu

In this report, we present a rare case of multiple splenic abscesses with nonspecific clinical symptoms caused by S.Typhi in a previously healthy child and review the literature

Türkiye’de işçi sınıfına dair bütünsel bir saha çalışmasının aktarımı ise hem bilimsel çalışmalara alandan özgün verilerle katkı sunulması hem de sınıf

Her darbe kendi döneminin şartları ve özelliklerini taşısa da çalışmada; darbe kültürüyle birlikte var olan modern iktidar anlayışının ortaya konması,