• Sonuç bulunamadı

Kelam ilmi açısından Kur'an ve sünnette kibir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kelam ilmi açısından Kur'an ve sünnette kibir"

Copied!
142
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

KELAM BİLİM DALI

KELAM İLMİ AÇISINDAN KUR’AN VE SÜNNET’TE

KİBİR

Selim DEMİR

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Durmuş ÖZBEK

(2)

i

 

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin Adı Soyadı

(İmza) SELİM DEMİR

(3)

ii

 

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

SELİM DEMİR tarafından hazırlanan “KELAM İLMİ AÇISINDAN KUR’AN VE SÜNNET’TE KİBİR” başlıklı bu çalışma 03/12/2010 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Yrd. Doç. Dr. DURMUŞ ÖZBEK

Danışman

İmza

Prof. Dr. SÜLEYMAN TOPRAK Üye

İmza

Doç. Dr. SEYİT BAHÇIVAN

Üye

İmza

(4)

iii

ÖNSÖZ

Sevilen şahsiyetlere ölümümden sonra da saygı gösterilmesi, sevenlerinin onu unutmaması için bedeninin iç organları alınır ve mumyalama yapılırdı. Bakıldığında mumyalama neticesinde sevilen kişi öylece durmaktadır, fakat aynı kişi değildir. Çünkü o, canlılığını kaybetmiş, içi boşaltılmış, özü gitmiş bir haldedir. İşte bu örnekte olduğu gibi insanın her zaman canlı olabilmesi için özü sözü bir olması veya diğer deyişle içi dışı bir olması gerekmektedir. Bedeni oluşturan her bir hücrenin canlılığını devam ettirebilmesi için oksijene ihtiyacı ne kadar önemli ise, imanın canlı kalabilmesi içinde her bir hücreye ulaştırılmaya ihtiyacı vardır. Ancak böyle bir özelliğe sahip olan kişi Allah katında değere ulaşır. Bu husus imanın amel boyutunu ve imanın ahlaki boyutunu karşımıza çıkarmaktadır. Kelam ilmini, ana konuları itibariyle incelendiğimizde, ahlak ilmiyle pek ilgisi yokmuş gibi görünmektedir. Aslında ahlakın, imana ulaşma noktasında ve imanın korunmasında çok değerli olduğunu düşündüğümüzde kelam ilmiyle ahlak ilmi arasındaki ilişki kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunun için günümüzde kelam uzmanları, kelamın ana konularıyla ilgilenmekle birlikte kelam ilminin diğer ilimlerle ilişkilerini ortaya çıkartmalılar ve topluma farklı bir ışık tutmalıdırlar. Çünkü günümüzde yaşayan insanların bir çoğunun Kur’an’ın mahluk olup olmadığı, Allah’ın görülüp görülmeyeceği gibi kelam konularına pek ilgi duymadığı açıktır. Buna mukabil olarak, inandım demekle iman ettiğini zanneden fakat imanın ne olduğundan habersiz olan insanların sayısı çoğalmıştır. İşte bu nedenle kelam ilminin günümüze taşınması ve herkesin dikkatini çekecek hususlarda inceleme yapması gerekir.

Biz bu çalışmamızda, kelam ilminin ana konusu olmamakla birlikte, ahlak ilminin konusu olan kibir duygusunu ele alarak, onun imana giden yolları kapatan bir engel olduğunu ayetler ve hadisler ışığında belirtmeye çalıştık. Bu nedenle çalışmamızın giriş kısmında kibir kavramının, sözlük ve terim manalarını aldıktan sonra türevlerini, eş anlamlılarını ve zıt anlamlılarını inceledik. Çalışmamızın birinci bölümünde Kur’an’da kibirle ilişkilendirilen kavramları ele alarak başladık. Daha sonra, Kur’an’da kibrin sebeplerini, kibrin çeşitlerini, kibrin sembolü olmuş şahısları, ayetler ve onların Taberi’nin, Razi’nin, Kurtubi’nin, İbn Kesir’in ve Yazır’ın tefsirlerinde açıklamalarıyla birlikte değerlendirdik. Çalışmamızın ikinci bölümünü ise, Peygamber

(5)

iv efendimizin konumuzla ilgili hadislerini Kütüb-i Sitte’den ağırlıklı olarak faydalanarak ve kelamcıların konumuzla ilgili görüşlerini alarak tamamladık.

Bu konuyla ilgili daha önce yapılmış çalışmaları incelediğimizde biri Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde tefsir alanında 1999 yılında Şükrü Aydın tarafından yapılmış ‘Kur’an’da Kibir’ isimli yüksek lisans tezinin, diğeri Marmara Üniversitesi’nde 2006 yılında Mustafa Çakmak tarafından yapılmış ‘Kibrin İman Hayatına Olumsuz Etkisi’ isimli kelam alanında yapılmış yüksek lisans tezlerinin var olduğunu gördük. Bizim çalışmamız, kibir ve tevazu ilişkisine ve sünnette kibrin incelenmesine ve tefsir açıklamalarına ve kelamcıların görüşlerine yer verilmesi bakımından bu tezlerden farklılık arz etmektedir.

Tezimin hazırlanması aşamasında yardımlarını esirgemeyen danışmanım Yrd. Doç. Durmuş ÖZBEK’e ve bana görüş ve düşünceleriyle katkılarda bulunan Prof. Dr. Süleyman TOPRAK ve Doç. Dr. Seyit BAHÇIVAN hocalarıma teşekkür ederim.

Selim DEMİR Konya - 2010

(6)

v

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı SELİM DEMİR 074244051001 Numarası:

Ana Bilim/Bilim Dalı TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI/KELAM BİLİM DALI

Ö

ğrencinin

Danışmanı YRD. DOÇ. DR. DURMUŞ ÖZBEK

Tezin Adı KELAM AÇISINDAN KUR’AN VE SÜNNET’TE KİBİR

ÖZET

İslam ilimleri ele aldıkları konular itibariyle birbirleriyle ilişki içerisindedirler. Ahlak ilminin konusu olan kibir, soysal hayattaki sonuçları yönünden kelam ilminin ilgi alanına girebilmektedir. Ancak bilinmelidir ki, iman etmeye engel olan, peygamberlerle alay etmeye neden olan, Allah’ın emirlerine itaatsizliğe neden olan kibir, kelam ilmi tarafından incelenebilir. İnsanlar kendilerine Allah tarafından verilen mal ve mülk ile, giyim-kuşam özellikleriyle, güzellikleriyle, ilim seviyeleriyle, maddi ve manevi konularda kendilerini ihtiyaçsız hissetmeleriyle ve hepsinden daha etkili olan şeytanın vesvesesiyle kibre düşmektedirler. Mesela Şeytan, Allah’ın Hz. Adem’e yapılmasını emrettiği secdeyi kibrine yenik düşerek gerçekleştirmemiş, Firavun, Nemrut ve Karun’da kibirlerine mağlup olarak kendilerine gelen peygamberi alaya almışlar ve iman etmemişlerdi.

Allah’a karşı yapılan kibir insanı doğrudan doğruya küfre sürüklemekte, Peygamberlere karşı yapılan kibir ise alay etme, yalanlama ve inkar etme şeklinde sosyal hayata yansımakta ve sonuç olarak kişiyi küfür bataklığından kurtarmamaktadır. Allah Kur’an’da kibirlenenleri, müstekbirleri, mütekebbirleri, kendileriyle övünüp duranları sevmediğini bildirmektedir. Peygamber efendimiz ise hadislerinde kibrin sonuçlarından haber verirken kıyamet günü onların yüzlerine Allah’ın bakmayacağını

(7)

vi bildirmiştir. Kelamcılar ise konuyla ilgili olarak kibrin büyüklenme isteği olduğu ve bunun kişiyi kafir olma neticesine getireceği, insanlardan yüz çevirmenin kibir duygusundan kaynaklandığını, iman etmeye engel olan hususlardan birinin de inadi kibir olduğunu söylemişler ve cennete mütevazilerin girebileceği müjdesi verilmektedir. Ahretini kazanmak isteyen kişiler imanlarını sağlamlaştırmak zorundadırlar. İmanı kalbe tam olarak yerleştirmek için, onun ahlaki hastalıklardan uzak tutulması gerekmektedir. İşte kibir hastalığı da kalbi yaralayan, imanın kalpte yayılmasını engelleyen bir durumdur. Bundan dolayı mü’min büyüklenenlerden değil, mütevazilerden olmak için çaba harcamalıdır. İmanı korumak, güzelleştirmek ve Allah’ın rızasına erebilmek için bu husus çok önemlidir.

(8)

vii

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Name Surname SELİM DEMİR ID: 074244051001

Department/Field TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI/KELAM BİLİM DALI

Student’s

Advisor YRD. DOÇ. DR. DURMUŞ ÖZBEK

Research Title KALAM QURAN AND SUNNAH IN TERMS OF ARROGANCE

SUMMARY

The Islamic sciences are in relationship with themselves with the subjects that they engender. Arrogance is one of the subject of the science of morality, and it introduces theology because of the social life’s consequences. However, you should know that arrogance, which prevents you from believing, which drives you to make fun of prophets and which prevents you from obeying to God can be studied by the theology science. God gives to people goods and properties so that they don’t need to anything else. Indeed, they have beauty, particular features and they are given some intelligence level but with the delusion of the devil, they unfortunately fall into arrogance. For example, the devil, because of his arrogance, has not achieved what God has ordered to the prophet Adem. At the same time, Pharaoh, Nemrut and Karun have also been defeated to their arrogance so that they made fun of the prophet instead of believing in him.

Being arrogant towards Allah drives you directly to insults, and if you are arrogant towards Prophets, that leads you to make fun of others, to lie and to deny. Those actions influence your social life and consequently, it does not protect you from insults. Allah has clearly precised in the Koran that he does not like people who are arrogant or who act pretentiously. On the other hands, our Prophet has mentioned in his hadiths that on doomsday, Allah will punish those people who had such a behaviour.

(9)

viii Theologians precise that the consequences of arrogance can make people non-Muslim. They also mention that ignoring people is an action that is caused by arrogance which also prevent you from believing in God. Only modest people have the chance to enter Paradise.

People who want to be awarded have to guarantee their place in the other world by praying and believing in God. To put your belief in your heart you have to be far from bad behaviours. Indeed, arrogance is like a disease; it injures your heart and it prevents your belief from expanding all over your heart.

That is why, believers have to fight not in order to be pretentious but to be modest. This point is very important to protect and to embellish your belief, but above all, to have the consent of Allah.

(10)

ix

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI...i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ...ii

ÖNSÖZ...iii ÖZET ...v SUMMARY...vii İÇİNDEKİLER...ix KISALTMALAR ...xii GİRİŞ...1 KİBİR KAVRAMI ...1

A. KİBRİN LUGAT VE ISTILAH ANLAMI ... 1

A. 1. SÖZLÜKTE KİBİR... 1

A. 2. ISTILAHTA KİBİR... 2

B. KİBİR KAVRAMININ TÜREVLERİ ... 3

B. 1. İSTİKBAR ... 3

B. 2. TEKEBBÜR ... 4

C. KİBİR KAVRAMININ EŞ ANLAMLILARI ... 4

C. 1. UCB ... 4 C. 2. ULUVV ... 5 C. 3. İSTİNKAF ... 5 C. 4. BAĞY ... 6 C. 5. İSTİHZA... 6 C. 6. İSTİĞNA ... 6 C. 7. GURUR ... 7

D. KİBİR KAVRAMININ ZIT ANLAMLILARI ... 7

D. 1. TEVAZU ... 7

BİRİNCİ BÖLÜM 1. 1. KUR’AN’DA KİBİR... 10

(11)

x 1. 2. 1. Küfür ... 13 1. 2. 2. İman... 15 1. 2. 3. Kizb ... 19 1. 2. 4. Cehl ... 19 1. 3. KUR’ANDA KİBRİN SEBEPLERİ ... 22

1. 3. 1. İlim Sebebiyle Kibre Düşmek ... 22

1. 3. 2. Amel ve İbadetin Çokluğu Sebebiyle Kibre Düşmek ... 24

1. 3. 3. Soy Üstünlüğü Sebebiyle Kibre Düşmek... 26

1. 3. 4. Ekonomik Güç Sebebiyle Kibre Düşmek ... 27

1. 3. 5. Giyim Kuşam ve Güzellik Sebebiyle Kibre Düşmek... 28

1. 3. 6. Yaratılış Maddesinin Farklılığı Nedeniyle Kibre Düşmek... 30

1. 3. 7. Beden ve Maddi Hayat Gelişimi İtibariyle Kibre Düşmek ... 31

1. 4. KUR’ANDA KİBRİN ÇEŞİTLERİ ... 32

1. 4. 1. Allah’a Karşı Kibirlenmek ... 32

1. 4. 2. Peygamberlere Karşı Kibirlenmek ... 38

1. 4. 2. 1. Hz. Nuh Peygambere Karşı Kibir ... 41

1. 4. 2. 2. Hz. Hud Peygambere Karşı Kibir ... 44

1. 4. 2. 3. Hz. Salih Peygambere Karşı Kibir... 48

1. 4. 2. 4. Hz. İbrahim Peygambere Karşı Kibir ... 50

1. 4. 2. 5. Hz. Şuayb Peygambere Karşı Kibir ... 55

1. 4. 2. 6. Hz. Musa Peygambere Karşı Kibir ... 57

1. 4. 2. 7. Hz. Muhammed’e Karşı Kibir ... 63

1. 4. 3. İnsanlara Karşı Kibirlenmek ... 75

1. 5. KURANDA KİBRİN SEMBOLÜ OLMUŞ ŞAHISLAR... 81

1. 5. 1. Şeytan ... 81

1. 5. 2. Nemrut... 90

1. 5. 3. Firavun... 91

(12)

xi İKİNCİ BÖLÜM

2. 1. SÜNNETTE KİBİR... 100

2. 1. 1. Sünnette Kibir İle İlişkilendirilen Kavramlar... 100

2. 1. 1. 1. Kibriya ... 100

2. 1. 1. 2. İman ... 101

2. 1. 1. 3. Gurur ... 102

2. 1. 2. Sünnette Kibrin Sebepleri ... 103

2. 1. 2. 1. Güzellik Sebebiyle Kibre Düşmek... 103

2. 1. 2. 2. Soy Üstünlüğü Sebebiyle Kibre Düşmek ... 107

2. 1. 2. 3. Gururlu Yürüme Sebebiyle Kibre Düşmek... 108

2. 1. 3. Kibirlenenlerin Akıbeti... 109

2. 1. 4. Hadislerde Şeytan’ın kibri... 113

2. 2. KELAMCILARA GÖRE KİBİR ... 116

2. 2. 1. Ehli Sünnet’e Göre Kibir... 117

2. 2. 1. 1. Ebu Hanife’ye göre Kibir... 117

2. 2. 1. 2. Maturidi’ye göre kibir... 117

2. 2. 1. 3. Eş’ari’ye göre kibir ... 120

2. 2. 1. 4. Taftazani’ye göre kibir... 120

2. 2. 1. 5. Gazzali’ye göre kibir... 120

2. 2. 2. Ehli Sünnet Dışındakilere Göre Kibir ... 121

2. 2. 2. 1. Şia’ya göre kibir... 121

2. 2. 2. 2. Mutezile’ye göre kibir... 121

2. 2. 2. 2. 1. Kadı Abdulcebbar’a göre kibir... 121

2. 2. 2. 2. 2. Zemahşeri’ye göre kibir ... 121

SONUÇ...124

BİBLİYOGRAFYA ... 126

(13)

xii

KISALTMALAR

a. g. e. :Adı geçen eser a. g. m. : Adı geçen madde a. g. y. :Adı geçen yer b. :bin-ibn

bkz. : Bakınız c. :Cilt

çev. ;Çeviren

DİA :Diyanet İslam Ansiklopedisi Haz. :Hazırlayan

Hz. :Hazreti İst. :İstanbul

ltd,şti. :Limited Şirketi mad. :Maddesi

ö. :Ölümü

r.a. Radıallahu anh / Radıallahu anha s. :Sayfa

sad. :Sadeleştiren

s.a.v. :Sallallahu Aleyhi ve Sellem şerh. :Şerheden

tahk. : Tahkik

TDV. :Türkiye Diyanet Vakfı TDK. : Türk Dil Kurumu trc. :Tercüme,tercüme eden ts. :Tarihsiz

vb. :Ve benzeri,ve benzerleri vd. :Ve devamı

(14)

GİRİŞ KİBİR KAVRAMI A. KİBRİN LUGAT VE ISTILAH ANLAMI A. 1. SÖZLÜKTE KİBİR

Kibir, arapça (K-B-R) kökünden türemiş olup mastardır. Kibir kelimesinin ve türevlerinin arap dilinde çok farklı kullanım alanları vardır. Şimdi bunlara kısaca göz atalım.

1. Kibir: Büyük olmak, iri cüsseli olmak anlamındadır, bunun için mazi kalıbındaki ‘kebure’ kelimesi kullanılmıştır.1

2. Kibir: Soy bakımından daha büyük olmaktır ki, bu mana için ‘kubbur’ sigasının kullanıldığını görmekteyiz.2

3. Kibir: Büyüklük, şeref ve zorbalık manalarında kullanılmıştır. Bu manalar için el-kibr ve el-kibriya ifadelerinin kullanıldığını görmekteyiz. İnsanın kendisini başkasından büyük görmesi3;büyüklenmek, ululuk, insanın kendinden başkasına nefsinin büyük görünme arzusuyla oluşan bir hali4; onur, gurur5; büyüklük, ululuk, azamet, kendini beğenme, büyüklük satma6 manaları verilmiştir.

Ayrıca kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması7; insanların kendilerini, Allah’a ihtiyaç hissetmeden isyankar etmeleri8 manalarını içermektedir. Ayrıca ‘tekebbür’ ve ‘istikbar’ kelimelerinin de bu ifadeler için kullanıldığı görülmektedir.

1 İbn Manzur, Cemalüddin Ebu’l-Fadl Muhammed b. Mükerrem , Lisanü’l – Arab, Beyrut, 1955, V, 126 2 Firuzabadi, Mecduddin Muhammed b. Ya’kub, el-Kamusu’l - Muhit, 3. Baskı, Müessesetü’r-Risale,

Beyrut, 1993, s. 602

3 İsfehani, Ebu’l-Kasım Hüseyin b. M. Ragıb, el – Müfredat, (thk: Safvan Adnan Davudi), Daru’l Kalem,

I.baskı, Dımeşk, 1992, s. 637

4 Zebidi, Seyyid Muhammed Murteza Huseyin, Tac’ul - Arus min Cevahiri’l- Kamus, Daru’l Fikir, I.

Baskı, Beyrut-Lübnan, 1994, VII, 431

5 TDK. , Türkçe Sözlük, II cilt, Yeni Baskı, Ankara, 1988, II, 870

6 Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Beyan Yay. , IV. Baskı, İst. , 1986, s. 650 7 Çağrıcı, Mustafa, ‘Kibir’: DİA, Ankara, 2002, XXV, 562.

(15)

A. 2. ISTILAHTA KİBİR

Kibir, insanların kendilerini, Allah’a ihtiyaç hissetmeden isyankar bir tavır içerisine girmeleri ve başkalarını küçük görerek tahkir etmelerine neden olan bir ahlaki durumdur.

Kibir, ihtiras ve aşktan mahrum olmaktır. Kendini vermesini bilmemek, nefsi fedanın zevkini hiçbir zaman duymamaktır. Herkesin ona hizmet etmesini beklemek ve kendini alemin merkezi zannetmek, bütün kapıların onun için açıldığını, bütün insanların onun hesabına işlediğini hayal etmektir.9

Genellikle inat sıfatıyla birlikte bulunan kibir, insan fıtratının yaratıcıya açılan pencerelerini perdeler. Aslında kibir insanı Allah’a itaatten alıkoyan batıl inançlara ve taklide yol açan psikolojik bir hastalıktır. Bu hastalık kişide sıfat haline geldiği zaman, onun iradesini elinden alır, düşünme yeteneğini perdeler, Hakk’ı şiddetle inkara ve Hakk’ın varlığının delillerini örtmeye ve batıl tasavvurlara bağlanmaya sevk eder. Çünkü kibir ve sırf kendi görüşünü beğenmek, kişiyi fikri kaymalara, batıl inançlara saplanmaya ve onun uğruna mücadele sarf etmeye sevk eder.10

Kibrin bir başka yönü de kişinin çirkin işlerini güzel görmesi güzel gördükçe kibirlenmesi ve nasihatı kabul etmemesidir. Müşriklerin tavır olarak sergiledikleri davranış biçimi budur. Kibir bilhassa toplumların yönetiminde etkili olan kişilerde, halkı kendilerine hizmetçi eyleme, onlara hükmetme hususunda eşitliği kabul etmekten kaçınma davranışlarıyla kendini hissettirir. İşte bu durumda insanların tabiatında mevcut olan kendini ilah görme fikri ortaya çıkar.

Fert ve toplumları Allah’a karşı kibirlenmeye sevk eden başlıca nedenler, Kur’an’da değişik değer yargısı anlayışları ile zikredilmiştir. Bunlar, cehalet, küfür, kizb, yaratılış maddesinin farklılığı, üstün ırk olma, ilmi yetkinliğe sahip olma, ekonomik güce sahip olma, amel ve ibadetin çokluğuna aldanma, güzellik ve giyim kuşam zenginliğine sahip olma değer yargılarıdır. Kibre neden olan bu değer yargılarını

9 Pak, Zekeriya, Kur’an’da Kulluk, Kayıhan Yayınları, İst. , 1999, s. 242

(16)

tezimizin ilerleyen bölümlerinde inceleyeceğiz. Şimdi kibir kavramının türevlerine geçelim.

B. KİBİR KAVRAMININ TÜREVLERİ B. 1. İSTİKBAR

İstikbar:(K-B-R) fiilinin (İstifal=Altı harfli) babından mastar, ism-i faili de ‘müstekbir’dir. Kur’an’da istikbar kavramı kırk dokuz yerde geçmektedir.11 Büyüklenme kendini büyük görme12; Kibirlenme, gururlanma13 anlamlarına gelir.

İstikbar, kibir ile aynı anlamda olup kendini büyük görmek, sırf inat yüzünden gerçeği kabule yanaşmamak,14 kibir duygusunun eyleme dönüşmesi anlamlarını taşır.

İstikbar, kendini büyük addetmek hoyrat, küstah, mağrur olmak anlamına gelir.15 İstikbar duygusuna sahip kişilere ve guruplara büyük olmak manasına müstekbir denilir.16

İstikbarın iyi ve kötü olmak üzere iki yönü vardır. İyi olanının insanın büyük ve değerli bir kişi olmayı istemesi ve bunun için gerektiği şekilde davranması, gerekli niteliklerle donanması; kötü olanının ise kişinin sahip olmadığı meziyetlerle övünerek kendini olduğundan farklı göstermesidir.17

‘Dini anlamda istikbar, kişinin kendisini büyük ve güçlü görmesi, ilahi mesaja ve dini telkine karşı istiğna göstermesidir. Mal, mülk ve makam gibi bazı şeylere güvenerek haksız yere fertlerin kendilerini dinden müstağni, bağımsız ve diğer insanlardan üstün görmesidir. Şüphe, tereddüt, iki yüzlülük nasıl münafıkların tutulduğu inkar hastalığı ise, istikbar da servetle şımarmışların tutulduğu inkar hastalığıdır.’18 İstikbar, Allah’a ve dine karşı olduğunda küfürle eşdeğerdir.

11 Çağrıcı, a. g. m. , ‘Kibir’ DİA. XXV, 562

12 Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, Doğuş Ltd. Şti. Matbaası, Ankara, 1970, s.

549

13 Doğan, a. g. e. , s. 544 14 İbn Manzur, a. g. e. , V, 126

15 Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar,( trc. : Selahattin Ayaz), II. Baskı, Pınar yay. ,

İst. , 1991, s. 106

16 Devellioğlu, a. g. e. , s. 893 17 Zebidi, a. g. e. , VII, 432

(17)

B. 2. TEKEBBÜR

Bu kelime de istikbar kelimesi gibi K-B-R fiilinin sülasisinden türemiş olup hakkı kabule yanaşmamak, yaratıcıya boyun eğmemek ve ibadet etmemektir.19 Kibir gösterme, büyüklük taslama anlamlarına gelir.20

İsm-i faili olan Mütekebbir ise, kibirlenen kişi, kibirli21; büyüklük taslayarak halka zulmeden isyankar22; kibirlenme, büyüklenme, çalım, kurum23 anlamlarına gelmektedir. Ayrıca tekebbürü kibir duygusunun eyleme dönüşmesi şeklinde yorumlayanlarda vardır.24

Tekebbür kelimesinin de istikbar kelimesi gibi iyi ve kötü yanları vardır. Kimsenin sahip olmadığı gerçek meziyetler ve erdemler ölçüsünde kişinin kendi değerinin farkına varmasında bir sakıncanın olmadığı ve bu durum mütekebbir kelimesinin iyi tarafı, hak etmediği halde zorlayarak, elindeki bazı imkan ve güçleri kullanarak kendisini büyük ve erişilmez olarak göstermek olduğu ve bu niteliğin genelde insanlarda bulunduğu algısı da kötü tarafıdır.

C. KİBİR KAVRAMININ EŞ ANLAMLILARI C. 1. UCB

U-C-B kökünden türemiştir. Kibirlenmek, övünmek, iyi olsun kötü olsun kendisinde bulunan ile övünüp, kendini beğenmek ve üstün görmek25 anlamına gelir.

Ucb’un, kişinin işlediği günahları unutmasına ve önemsememesine sebep olacağı, bu yüzden kişinin yaptıklarını hatırlamayacağı, hatırladığını ise küçümseyeceği, onların telafisi için ise hiçbir çalışma yapmayacağı, hatta bu yaptıklarından dolayı

19 İbn Manzur, a. g. e. , V, 126 20 Devellioğlu, a. g. e. , s. 1278; Doğan, a. g. e. , s. 1073 21 Devellioğlu, a. g. e. , s. 923 22 İbn Manzur, a. g. e. , V, 125 23 TDK. , a. g. e. , II, 1440

24 Çağrıcı, a. g. m. , ‘Kibir’, DİA, XXV, 562 25 İbn Manzur, a. g. e. , I, 581

(18)

bağışlanacağını zannedeceği ve yaptığı ibadet ve iyilikleri ise gözünde büyüteceği, onlarla övüneceği söylenmiştir.26

Nitekim kişinin kendi görüşünü, kendi amelini ve kendi aklını beğenmesi, başkasına danışmasına ve kendisinden daha bilgili olanlara sormasına engeldir. Sonuç olarak ucb kişinin kendi görüşü hatalı bile olsa o görüşte ısrar etmesine, başkalarının bu konudaki öğüt ve uyarılarını dinlememesine, kendisinden başkasına cahil gözüyle bakmasına neden olur. 27

C. 2. ULUVV

U-L-V kökünden gelmektedir. Uluvv, Ala kelimesinden türemiştir. Yükseklere çıkmak, üstün ve galip gelmek, en yüksekten haber getirmek, şeref ve haysiyet28; Yücelik, yükseklik29 anlamlarına gelmektedir. Ala kelimesinin Aliye şeklindeki kullanılışı övme manasında kullanılmıştır. Bu yüzden yüceliği ifade eden ‘Teala’ fiilide sadece Allah için kullanılır.

Yüksek anlamında bir sıfat olan el-Ali ve onun yalın hali olan uluvv, azamet, zorbalık, yeryüzünde kibirlenmek, fesat ve taşkınlık yapmak30 anlamına gelir.

C. 3. İSTİNKAF

N-K-F kökünden türemiştir. Bir şeyden çekinmek, tiksinmek, kabul etmemek, yanaktaki yaşı parmağıyla silmek ve bir yerden bir yere çıkmak31; Çekinme, geri durma, kabul etmeme, reddetme, imtina32; çekinme, geri durma, sakınma33 anlamlarına gelir.

26 Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumi’d-Din,( terc: Ahmet Serdaroğlu), Bedir

Yayınevi, İstanbul, 1992, III, 791

27 Gazzali, a. g. e. , IV, 177 28 İbn Manzur, a. g. e. , XV, 88-89 29 Doğan, a. g. e. , s. 1118 30 İbn Manzur, a. g. e. , XV, 85 31 İbn Manzur, a. g. e. , IX, 340 32 Doğan, a. g. e. , s. 545 33 TDK. , a. g. e. , I, 724

(19)

C. 4. BAĞY

B-Ğ-Y kökünden türemiştir. Beğa, bir şeyin ne olduğunu anlamak için iyice bakmak, araştırmada aşırı gidip haddi aşmak, bir şeyi aşırı derecede istemek, arzu etmek34; haksızlıkla üste çıkmak35 anlamlarına gelir.

Ragıb el-İsfehani (ö. 502/1108) bağyın, adaleti aşıp, onunda ötesi olan ihsan derecesine ulaşmak ile Hak’tan tecavüz edip, batıla girmek veya şüphelere düşmek, şeklinde iki türlü olduğunu belirtmiş, bunlardan birincisinin övüldüğünü ikincisinin ise yerildiğini söylemektedir.36

C. 5. İSTİHZA

H-Z-E kökünden türemiştir. Bir kimseyi alaya alarak maskaralık etmek, şeref ve haysiyetini kırmak istemek37; alaya almak, eğlenmek38; gizli veya ince alay39 manalarına gelir. İstihzanın altında kibirli bir insanın yattığını görebilmekteyiz. Ancak her istihzanın da kibirden kaynaklanmadığı bilinmelidir.

C. 6. İSTİĞNA

Ğ-N-Y fiil kökünden türemiştir. İhtiyaç hissetmeme, doygunluk, gönül tokluğu, önerilen bir işe karşı hafife alma ve basit görme ile birlikte nazlanma40; fakir olmanın zıttı41; olanla yetinme, mevcuda kanaat etme, tenezzül göstermeme, gönül tokluğu, tok gözlülük42; önerilen bir işe karşı nazlanma, nazlı davranma, doygunluk43 manalarını ihtiva etmektedir. İstiğna yaptığı her işte kendisini mutlak anlamda serbest addeden, tamamıyla bağımsız olan ya da sadece kendisine bağımlı olan bir kişinin tutumunu anlatmaktadır.44

34 İsfehani, a. g. e. , s. 136

35 Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (Sad. :İsmail Karaçam, Emin Işık, vd.), X cilt, Azim

Dağıtım, İstanbul, 1992, VI, 4463

36 İsfehani, a. g. e. , s. 136 37 Devellioğlu, a. g. e. , s. 548 38 Doğan, a. g. e. , s. 544 39 TDK. , a. g. e. , I, 723 40 İsfehani, a. g. e. , s. 615-616 41 İbn Manzur, a. g. e. , XV, 136 42 Doğan, a. g. e. , s. 543 43 TDK. , a. g. e. , I, 723 44 Izutsu, a. g. e. , s. 108

(20)

İnsan, refaha kavuştuğu ve tabii sebepler istediği şekilde neticelendiği zaman kendi gücünün kendine yeterli geleceği inancıyla beğenmişlik duygusuna kapılır ve Allah’ı görmez olur. Bu durum insanın en temel özellikleri arasındadır. Nitekim kendine sonsuz güven duyan, kendisinden son derece memnun olup hiçbir minnet duygusu taşımayan insan bağımsızlık düşüncesiyle kendisini ilahmış gibi görebilmektedir.

İnsanın azmasında en fazla etkili rol oynayan faktör istiğnadır. İnsanın kimseye ihtiyacı olmadığı hissine kapılması, insanı bilerek veya bilmeyerek inkar noktasına getirir.45

C. 7. GURUR

Ğ-R-R kökünden türemiştir. Sözlükte aldatıcı dünya metaı, insanı aldatan boş şeylerle avutan batıl şeyler 46; aldatma, kandırma, aldanma, kapılma; gaflet bilgisizlik47; kendini beğenme, üstün tutma, aldanma, aldanış, boş şeylere güvenmekten doğan aldanış48; kendini beğenme, büyüklenme, kibir, övünme, çalım49 anlamlarına gelir.

Şeytan kimi insanı malla, kimini ilimle, kimini hükümranlıkla, kimini şehevi istek ve arzularla aldatıp gurura sevk eder. Böylece insan kendinde bulunan bu özelliklerden dolayı kendini beğenme hastalığına kapılır ve insanlara tepeden bakmaya başlar. Ancak kişilerin bulunduğu konum aldanma konusunda farklılık arz eder. Kiminin gururu diğerine göre daha açık ve şiddetli olabilir.

D. KİBİR KAVRAMININ ZIT ANLAMLILARI D. 1. TEVAZU

Tevazu kelimesi sözlükte; Alçak gönüllülük gösterme50; alçak gönüllülük, insanın nefsini Hakk’ın huzurunda kulluk mevkine koyması, halka karşı şefkatli olması,

45 Yolcu, Mehmet, Kur’an’da İnkar Psikolojisi, Çıra Yay. , İst. , 2004, s. 137 46 Cemalüddin Ebu’l-Fadl Muhammed b. Mükerrem, a. g. e. , V, 13

47 Mustafa Çağrıcı; ‘Gurur’, DİA, İstanbul, 1996, XIV, 212 48 Doğan, a. g. e. , s. 414

49 TDK. , a. g. e. , I, 578 50 Devellioğlu, a. g. e. , s. 1322

(21)

kibir ve gururlu olmaması, Hak karşısında eğilmek, hakkı kabul etmek51; büyüklenmeme, alçak gönüllülük, gösterişsizlik52 anlamlarına gelir.

Istılahta ise; her şeyi hak ettiği yere koymak demektir. Günümüzde ise daha çok alçakgönüllülük, kendini diğerlerinin yanında küçük görme şeklinde tanımlanmıştır. Aslında bu tevazu değil, hakkın iade edilmemesidir. Bir padişahın sırf tevazu olsun diye yerine bir hizmetliyi geçirmesi, bir ilim meclisinde sırf tevazu olsun diye bir cahilin hak etmediği şekilde övülmesi bu duruma birer örnektir. Tevazu insanı doğruya sevk ettiğinden övülen bir tutumdur. Zira peygamber efendimize tevazu sahibi olmayan yani hakkı yerine vermeyen müşriklerin inanmadıkları görülmüştür. Bunlar tevazunun ne olduğunu bilselerdi, her şeyi hak ettiği şekilde değerlendirselerdi, peygamber efendimize hak ettiği değeri verecekler, O’nu peygamber olarak kabul edeceklerdi.

Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan olsun, hakkı duyduğun vakit ona boyun büküp kabullenme olarak; dünyalıkta senden daha aşağıda olan kimseler yanında onlardan fazla bir şeyin olmadığını senden daha çok servete sahip olanların senden fazla bir şeyleri olmadığını gösterir tavır takınma halidir.53

Tevazu hakkında söylenilenlere baktığımızda tam olarak karşılığının verilemediğini görmekteyiz. Çünkü tevazunun konusu çok geniştir. Oturmadan kalkmaya, yemeden içmeye, konuşmadan susmaya, vb.’lerine varıncaya kadar her konuyu tevazu ilişkisiyle değerlendirebiliriz.

Peygamber efendimizde tevazuyu insanlara çok tavsiye etmişlerdir. Bu konunun önemini anlatan rivayetlerden bir kaçı şunlardır;

‘Enes bin Malik (r.a.) şöyle demiştir: ‘Şüphesiz, Medine halkından cariye durumundaki yaşlı kadın bile Resulullah (s. a. v.)’in elinden tutar ve kendi ihtiyacı için istediği Medine'nin her hangi bir semtine götürünceye kadar Resul-i Ekrem (s. a. v.)

51 Uludağ, Süleyman, Tasavvufi Terimler Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İst. 2001, s. 350 52 Doğan, a. g. e. , s. 1089; TDK. , a. g. e. , II, 1466

(22)

mübarek elini yaşlı kadının elinden çekip çıkarmazdı, yani bu derece üstün tevazu gösterirdi.’54

‘Enes bin Malik (r.a.) şöyle söylemiştir: ‘Resulullah (s. a. v. ) hastayı ziyaret eder, cenazeyi takip eder, kölenin davetine icabet eder ve merkebe binerdi. O, Kurayza ve Nadir savaş günü bir merkep üstünde idi. Hayber savaş günü de burnuna hurma yaprağından yapılma bir yuların takılı bulunduğu bir merkep üstünde idi ve altında hurma yaprağından mamul bir semer vardı.’55

‘Iyaz bin Himar (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) onlara bir konuşma yaparak şöyle buyurmuştur: ‘Allah, birbirinize karşı alçak gönüllülük ediniz ki hiç kimse hiç kimseye üstünlük taslamasın, diye bana vahiy etti.’56

‘Cübeyr b. Mut’ım (r.a.) babasından rivayetine göre şöyle demiştir: ‘Bende

büyüklenme olduğunu söylüyorlar halbuki ben eşeğe bindim, kıldan yapılmış elbiseler giydim, koyundan süt sağdım. Rasulullah (s.a.v.): ‘Kim bunları yaparsa o kimse de kibirden bir parça yoktur.’ buyurmuştur.’57

‘Abdullah bin Büsr (r. a.) şöyle demiştir: ‘Ben bir kere Peygamber (s. a. v.)’e bir koyun kesip yemesi için ikram ettim. Resulullah (s. a. v) dizleri üstünde oturup yedi. Bir bedevi de; ‘Bu ne biçim oturuştur?’ dedi. Bunun üzerine Resuli Ekrem (s. a.v.); ‘Allah, beni mütevazı bir kul etti ve beni kibirli ve büyüklenen bir kimse etmedi.’ buyurdu.’58

Bu hadisler Peygamber efendimiz (s. a. v.) Allah’ın en sevgili kulu olmasına rağmen ümmeti için eşsiz tevazu örneği olduğunu gözler önüne sermektedir. Tevazu sahibi olan kişi, bu hadislere göre kibirli olanlara göre, kendisi için daha hayırlı bir iş yapmış demektir. Şimdi Kur’an’da kibir konusuna geçelim.

54 İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Sünen-i İbni Mace,( trc: Haydar Hatipoğlu), X cilt,

Kahraman Yay. , İst. , 1983, Zühd, 16, 4177 no’lu hadis, X, 452

55 İbn Mace, a. g. e. , Zühd, 16, 4178 no’lu hadis, X, 452 56 İbn Mace, a. g. e. , Zühd, 16, 4179 no’lu hadis, X, 453

57 Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen-i Tirmizi ve Tercümesi, (trc: Osman Zeki

Mollamehmetoğlu), VI cilt, Yunus Emre Yay. , İst. , ts. , Birr, 60, 2069 no’lu hadis III, 405-406

(23)

BİRİNCİ BÖLÜM 1. 1. KUR’AN’DA KİBİR

Kainatı yaratan yüce Allah kullarını hiçbir zaman yalnız bırakmamış, karanlık yolları aydınlatan bir ışık gibi rehber olan ilahi vahyi ile her zaman kullarına seslenmiştir. Kıyamete kadar koruma altında olan Kur’an Allah’ın kullarına yapmış olduğu seslenmedir. İçinde bir kula lazım olan her şeyi bulunduran Kur’an kibir konusunda da biz kullara rehberlik etmektedir. Şimdi imana engel olan, kalbe perde indiren, Allah’ın rızasını kaybetmeye vesile olan kibrin kelime anlamı olarak Kur’an’da yüklendiği anlama bakalım.

‘Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa ve onlara bir ayet getirmek

için yere bir tünel kazmaya veya göğe bir merdiven kurmaya gücün yetiyorsa yap. Allah dileseydi onları, hidayette birleştirirdi. O halde sakın cahillerden olma.’59

Taberi, tefsirinde bu ayette geçen ‘kebüre’ kelimesi için ağır manasını vermiştir.60

Razi, bu ayette geçen ‘kebüre’ kelimesiyle ilgili rivayeti şöyle aktarmıştır: ‘İbn Abbas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Hars İbn Amir İbn Nevfel İbn Abdülmenaf, kureyşli bir toplulukla beraber Hz. Peygamber’in yanına getir. Onlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: ‘Ey Muhammed, diğer peygamberler gibi, sen de bize Allah’tan bir mu’cize getir. O zaman muhakkak seni tasdik edeceğiz.’ derler. Allah Teala, onlara bir mu’cize göndermeyince, Resulullah'tan yüz çevirirler. Bu da Hz. Peygamber (s.a.v.)’e çok ağır gelir.’61

Muhammed Hamdi Yazır, tefsirinde ‘kebüre’ kelimesini sabır ve tahammül edilmez olarak açıklamıştır.62

59 En’am, 6/35

60 Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l- Beyan an Te’vili Ayi’l- Kur’an, (ihtisar ve tahk:

Muhammed Ali es-Sabuni, Salih Ahmed Rıza; trc: Mehmet Keskin), VI cilt, Hikmet Neşriyat, İst. 2006, II, 112-113

61 Razi, Ebu Abdillah M. b. Ömer el-Hüseyin, Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l-Gayb), (trc: Suat Yıldırım -

Lütfullah Cebeci -vd. ), XXIII cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991, IX, 406

(24)

‘Onlara Nuh’un kıssasını oku. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: ‘Ey kavmim, aranızda bulunmam ve Allahın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa, bilin ki ben, sadece Allah’a güvenmekteyim. Siz de ortaklarınızla bir araya gelerek yapacağınızı kararlaştırın. Sonra yapacağınız iş, sizi üzüntüye düşürmesin. Ve nihayet bana hiç mühlet vermeden, hükmünüzü uygulayın.’63

Ayette geçen ‘kebüre’ kelimesine Taberi, tefsirinde gücüne gitme64 manasını vermiştir.

Razi bu ayette geçen ‘kebüre’ kelimesi için, Nuh’un kavminin batıl dinlerine iyice alıştıklarını, başka bir dine davet edilmeleri oların inandıkları dinin yanlış olduğunu gösterdiğinden ağır geldiği açıklamasını yapmıştır.65

Kurtubi ise, eğer size ağır geliyorsa, ifadesine sizin için büyük bir iş manasını vermektedir.66

Ayrıca kibir: Yaşça büyük olmak, ihtiyarlamak anlamına gelmektedir. Bu mana için mazi sigası olan ‘kebire’ ifadesi kullanılmıştır. Kur’an’da bu kullanımını örnekleyen ayet şudur;

‘Sizden herhangi biriniz ister mi ki, altından ırmaklar akan, içinde her türlü meyvenin de bulunduğu üzüm ve hurma bahçesi olsun ve kendi üzerine ihtiyarlık çökmüş olsun, ayrıca aciz, zayıf çocukları da bulunsun. Sonra da bu bahçeye ateşli bir kasırga İsabet etsin de yansın? İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki düşünesiniz.’67

Bu ayette geçen ‘kebire’ kelimesine Razi, son derece yaşlı, çalışıp çabalamaktan aciz kalan,68 Muhammed Hamdi Yazır ise, ihtiyarlık çökmüş69 manasını vermiştir. 63 Yunus, 10/71 64 Taberi, a. g. e. , II, 473 65 Razi, a. g. e. , XII, 435-437 66 Kurtubi, a. g. e. , VIII, 558 67 Bakara, 2/266 68 Razi, a. g. e. , IV, 500- 502 69 Yazır, a. g. e. , II, 191-196

(25)

Bununla birlikte Allah kibir kelimesinin büyüklenme anlamını şu ayette gözler önüne sermektedir;

‘Kendilerine verilmiş hiçbir delil olmadan Allahın ayetleri üzerinde münakaşa edenlerin kalplerinde, ulaşamadıkları büyüklenmeden başka bir şey yoktur. O halde sen Allaha sığın. Şüphesiz o, her şeyi işitendir, görendir.’70

Taberi bu ayetle ilgili, ‘Ey Muhammed senin, rabbinin katından getirmiş olduğun ayetler hakkında kendilerinde, Allah katından hiçbir delil bulunmadığı halde tartışan o insanların tartışma sebebi, kalplerinde kibrin bulunmasıdır. Bu kibirden dolayı sana tabi olmayı ve senin, Allah katından getirdiğin dini kabul etmeyi gururlarına yediremezler. Onlar, Allah’ın sana verdiği üstünlüğü kıskandıkları için böyle yaparlar. Fakat onlar bu davranışlarıyla Allah’ın sana verdiği üstünlüğe asla erişemezler. Zira bu, Allah’ın, kullarından dilediğine verdiği Iütfudur. Kulların istekleriyle elde edilecek bir şey değildir. O halde sen bunların şerrinden ve kalbine kibir gelmesinden Allah’a sığın. Allah, bu tartışmaya girişenlerin sözlerini çok İyi işiten ve davranışlarını çok iyi görendir. Onlara layık oldukları cezayı verecektir.’71 açıklamasını yapmıştır.

Razi ise, onları bu batıl mücadeleye sevk eden şeyin kalplerindeki kibir olduğunu, kibrin, senin nübüvvetini kabul etmeleri halinde, senin elinin altına, emir ve yasaklamanın altına girmelerini gerektirmesinden neşet ettiğini, onların göğüslerinde ise, peygamberin hizmetinde bulunmaya razı olmayan bir kibrin yattığını söylemektedir.72

Kurtubi bu ayetle ilgili yaptığı açıklamada Allah’ın ayetleriyle tartışanların kendi görüşlerine göre Peygamber'e uyacak olurlarsa, yüksek mertebelerinin azalacağını, durumlarında bir eksilme olacağını, O’na tabi olmayacak olurlarsa, yükseleceklerini zannettiklerini söylemiştir. Kurtubi, buradaki ‘kibir’den kastın, büyük iş anlamında olduğu nu da söylenmiştir.73

70 Mü’min, 40/56

71 Taberi, a. g. e. , V, 141-142 72 Razi, a. g. e. , XIX, 318 73 Kurtubi, a. g. e. , XV, 280-281

(26)

Yazır ise, bu ayetin tefsirini şöyle yapmıştır; ‘Yetki ve delil olmaksızın Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenlerin, sinelerinde, gönüllerinde kibirden başka bir şey yoktur. Hakkı kabule tenezzül etmek istemeyen bir büyüklük davası, kuru bir azamet kuruntusu, fakat bir kibir ki onlar, ona yetişecek değillerdir. Hadlerinden çok aşkın ne şimdi, ne ilerde, gereğine erişmeleri ihtimali bulunmayan bir kibir, çünkü Allah’ın ayetlerinin üstüne çıkılmaz. Allah’ın vermediği değer ve mertebe zorla alınmaz. Peygamberliğe çalışıp çabalamakla yetişilemediği gibi, Allah vergisinden fazla, bir selahiyete de erilmez. İşte Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler, sırf böyle bir kazanç ile mücadele ediyorlar. Delili ortada olan Hakk’a karşı, taassup, bağnazlık ile mücadele edenlerin hepsi bu hükme dahildirler. Hepsi böyle sinelerinde yetişemeyecekleri bir kibir taşıdıklarından dolayı mücadele ederler.’74

1. 2. KUR’ANDA KİBİR İLE İLİŞKİLENDİRİLEN KAVRAMLAR 1. 2. 1. Küfür

İnsanın özünde bulunan ve yaratılıştan gelen inanma yeteneğini yok eden ve imana götüren yolları kapatan bazı nedenler vardır. Bu nedenler arasında kibir insanın kalbini, gözünü ve aklını perdeleyerek onun mantıklı düşünmesine büyük bir engeldir. Küfrün temelinde insandaki gurur, bağımsızlık ruhu, beşeri veya ilahi hiçbir otorite önünde eğilmeyi kabul etmeyen şiddetli bir şeref duygusu yatmaktadır. Bunun en belirgin bir örneğini cahiliye araplarında görmekteyiz.75 Küfür kavramının mana yapısında en önemli öğe tepeden bakma veya küçük görmedir ve bu durumu Kur’an en güzel şekilde vurgulamaktadır.

‘İlahınız tek bir ilahtır. Bununla beraber, ahrete iman etmeyenlerin kalpleri inkarcı, kendileri kibirlidir. Gerçekten ibadet edilmeye layık olan ilahınız tek bir ilahtır. Ne var ki öldükten sonra dirilmeye, Allah’ın orada gerçekleştireceğini vaat ettiği cezalandırma veya mükafatlandırmaya iman etmeyenlerin kalpleri, Allah’ın kudretini, büyüklüğünü ve birliğini inkar etmektedir. Onlar, hakkı kabul ve Allah’ın birliğini ikrar etmekten kibirlenen kimselerdir.Şüphesiz ki Allah, gizledikleri ve açığa vurdukları her

74 Yazır, a. g. e. , VI, 528-531

75 İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, (trc. Süleyman Ateş), Kevser Yayınları, Ankara, ts., s.

(27)

şeyi bilir. Muhakkak ki Allah, büyüklük taslayanları sevmez. Şurası bir gerçektir ki Allah, müşriklerin gizlemiş oldukları kibirlenmeyi de, açığa vurdukları inkar ve iftiralarını da bilir. Ve Allah, putları bırakıp ta kendisine ibadet etmeyi gururlarına yediremeyenleri sevmez.’76

Taberi’ye göre bu ayet, Allah’ın, müşriklerin gizlemiş oldukları kibirlenmeyi, açığa vurdukları inkar ve iftiralarını bileceğini, putları bırakıp ta kendisine ibadet etmeyi gururlarına yediremeyenleri sevmeyeceğini bildirmektedir.77

Razi bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapmıştır; ‘Bil ki Allah, daha önce putlara ve heykellere tapanların yollarını ve inançlarını çürütüp gittikleri yolların yanlışlığını kesin delillerle ortaya koyunca, ‘sizin tanrınız, bir tek tanrıdır.’ buyurmuştur. Daha sonra da, kafirlerin niçin şirke düşüp, tevhitten uzaklaştıklarını anlatarak, ‘Ahrete inanmayanların kalpleri, bunu inkar edicidir. Onlar, mağrur kimselerdir.’ buyurmuştur ki bu, ‘Ahrete inanıp, ebedi mükafatı elde etmeyi arzulayan ve ebedi azaba düşmekten korkan kimseler, delilleri, teşvikleri ve sakındırmaları duyup dinlediklerinde, azaba düşmekten endişe duyarlar da, duydukları şeyler üzerinde inceden inceye düşünür, tefekkür ederler ve böylece delilleri duymaktan istifade ederek, batıldan Hakk'a dönerler, ama ahrete inanmayan, onu kabul etmeyen kimseler, mükafat elde etme arzusu duymaz ve cezaya uğramaktan endişe etmezler, böylece de, kendi görüş ve inançlarına uymayan her sözü reddeder, başkalarının sözüne kulak verme hususunda kibir gösterir, cehalet ve dalalette ısrar edip, saplanır kalırlar. Daha sonra Allah, ‘Şüphe yok ki Allah, onların gizledikleri şeyleri de açıkladıkları şeyleri de bilir.’ buyurmuştur. Buna göre mana, ‘Allah, onların, o bozuk ve yanlış yollarında tasavvur ettikleri herhangi bir şüpheden veyahut da hayal ettikleri bir müşkilden ötürü ısrar etmediklerini, tam aksine bu ısrarın taklitten, hakka müracaat etmeden nefret etmekten ve atalarının inançlarını destekleme tutkularından, tekebbür ve kibirlerinden dolayı olduğunu bilir.’ şeklinde olur. İşte bundan dolayı Allah, ‘Gerçekten O, kibirlileri sevmez.’ buyurmuştur ki, bu tehdit bütün tekebbür edenleri içine alır.’78

Kurtubi bu ayetle ilgili yatığı açıklamada şunları söylemiştir; ‘Sizin ilahınız tek

76 Nahl, 16/22-23

77 Taberi, a. g. e. , III, 230-231 78 Razi, a. g. e. , XIV, 196-197

(28)

bir ilahtır.’ Şanı yüce Allah, kendisine şirk koşmanın imkansızlığını açıkladıktan sonra, hak mabudun bir ve tek olduğunu, O’ndan başka bir Rabb, O’ndan başka bir ilah olmadığını beyan etmektedir. ‘Ahrete inanmayanların ise, kalpleri inkar edicidir.’ Yani, onların kalpleri, verilen öğüdü kabullenmez. Öğüt ve hatırlatmanın kalplerine bir etkisi olmaz. Bu ise kaderiyenin görüşünü reddetmektedir. ‘Hem onlar, büyüklük taslayanlardır.’ Yani onlar, hakkı kabul etmeye yanaşmayarak, ona karşı büyüklük taslayan, böbürlenen mütekebbirlerdir. ‘Muhakkak O, müstekbirleri sevmez.’ Yani onları mükafatlandırmaz, onlardan övgü ile söz etmez. İlim adamları der ki: ‘Her bir günahı saklayıp gizlemek mümkündür, kibir müstesna. Çünkü kibir açıklanması kaçınılamaz bir fısk’dır. Bütün isyanların da asıl esası odur.’79

Günümüzde insanın kendini, kendine yeterli görmesi inkarcılığın tezahürüdür. Böylece insan nefsinin tutkularına kul olup tevhide baş kaldırır. İnsanlar bağımsızlık duygusunun etkisiyle ölçüsüz bir gurur ve büyüklenme içerisine girerek kendilerini Tanrı yerine koyarlar.80 Görülüyor ki, Allah’ı, kendilerine İlah olarak kabul etmeyenlerin gönüllerinde yatan gurur ve kibir duyguları, onları ilahi rahmetten uzak tutmaktadır.

1. 2. 2. İman

İman kelimesi, eman ve emniyet güven anlamındadır. ‘E-M-N’ masdarından türetilmiş olup korkunun zıddıdır. Sözlükte iman, tasdik81; itimat, huzur ve emin kılma82 anlamlarına gelir. Istılahta iman, Allah tarafından getirdiği şeylerde Hz. Muhammed’i tasdik etmektir. Diğer bir deyişle Hz. Peygamberin Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen ve zarurat-ı diniye diye bilinen İslami esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmaktır.83

Ebu Hanife(v. 150 ) imanın kalple işlenen bir fiil olduğunu, kalbin tasdiki ve dilin ikrarından meydana geldiğini beyan etmiştir. Kişinin imanı sayesinde Rabb’ını

79 Kurtubi, a. g. e. , X, 150-151

80 Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, TDV. Yayınları, Ankara, 1993, s. 206-208 81 İsfehani, a. g. e. , s. 26.

82 İbn Manzur, III, 22-26

83 Gölcük , Şerafettin - Toprak, Süleyman, Kelam Tarih Ekoller Problemler, Tekin Kitabevi, 5. Baskı,

(29)

bilebileceğini söylemiştir.84 O’na göre sadece dil ile ikrar etmek ve sadece kalple tasdik etmek iman olmaz.85 İmam Şafi(v. 204)’ye göre ise; İman, ikrar, tasdik ve iyi iş işlemektir.86 Ebu Mansur-i Maturidi( v. 333)’de, imanın kalple tasdik olduğunu dil ile ikrarın sadece dünyada Müslüman ahkamının yürütülmesi için gerekli olduğunu söylemiştir.87 Ebu’l-Hasan El-Eş’ari(v. 324 ) iman hakkında, Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu ve haber verdiği şeylerde doğru olduğunu tasdik etmek, tasdik etmenin ise, kalp ile olduğu ve bunların imanın esas rükünlerini oluşturduğu görüşene sahiptir. O dil ile ikrarı ve ameli, imanın esas rükünleri olarak kabul etmemiştir. Bu nedenle imanın içinde ikrara yer vermediği gibi amele de yer vermemiştir.88

Sa’du’d-Din Taftazani (ö.1390)’nin de iman hakkında, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği şeyleri tasdik ve ikrar etmek olduğu ve ikrar etmenin sadece dünyevi hükümlerin tatbik edilmesi için gerekli olduğu görüşüne sahip olduğunu görmekteyiz.89

Oysaki insan, sadece Allah’a inanmak O’na kulluk ve ibadetle giderebileceği manevi bir açlık içindedir. Onun bu açlığını, maddi olanaklar, geçici makamlar ve bunların sağladığı büyüklük duygusu gibi başka yollarla gidermeye çalışması faydasızdır. Bunlar, kendilerini beğenip kendi dışındaki insanlara değer vermezler, başkalarının en mantıklı delillerini bile kabul etmezler. Böylece hem Allah’ın, hem de kulların hakkına tecavüz etmiş olurlar ki, onların ortak özellikleri zorba ve zalim oluşlarıdır. Kur’an’da kibir ilişkisini ele alan ayetler şunlardır;

‘Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım.

Onlar, her ayeti görseler yine ona iman etmezler. Doğru yolu gördükleri zaman onu kendilerine yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu gördüklerinde onu kendilerine yol edinirler. Bunun sebebi ise, ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil

84 Ebu Hanife, Numan b. Sabit, Fıkhı Ekber , (şerh:Allame Aliyyül Kari; Mütercim:Hüseyin S. Erdoğan;

haz: Mevlüt Karaca), Hisar Yayınevi, İst. ts. , s. 67

85 Öz, Mustafa, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Marmara İlahiyat Fakültesi Yayınları, 5. Baskı, İst. , 2009, s.

60

86 Yörükan, Yusuf Ziya, İslam Akaidine Dair Eski Metinler, (Tevhid ve Akaid Risaleleri), Ankara

İlahiyat Fakültesi Yay. Milli Eğitim Basımevi. İst. 1953, s. 22

87 Sabuni, Nureddin, Maturidiyye Akaidi, (trc: Bekir Topaloğlu), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, ts. ,

s. 179

88 Eş’ari, Ebu’l-Hasan, İslam İnanç Esasları, ‘el-İbane an Usulid-Diyane’ (çevr; Mehmet Kubat), İşrak

Yayınları, İst. 2008, s. 14

89 Taftazani, Sa’du’d-Din, Kelam İlmi ve İslam Akaidi; Şerhu’l-Akaid, (haz: Süleyman Uludağ), Dergah

(30)

kalmalarıdır.’90

Taberi bu ayetle ilgili yaptığı açıklamada, Allah’ın, yeryüzünde haksız yere böbürlenerek itaat etmeyenlerin gururlanmalarının cezası olarak, yüceliğini gösteren delillerini anlamaktan onları mahrum edeceğini haber verdiğini söylemiş ve açıklamalarına şöyle devam etmiştir; ‘Onlar, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren herhangi bir delil ve alameti gördükleri zaman ona inanmayacaklar ona iftiralarda bulunacaklardır. Onlar, doğru yolu gördüklerinde onu takip etmeyecekler, sapıklık ve bozgunculuk yolunu gördüklerinde ise ona sahip çıkıp onu takip edeceklerdir.’91

Razi Allah’ın; ‘Yeryüzünde haksızlıkla kibirlenenleri, ayetlerimizden çevireceğiz.’ buyruğunun, onların kibirlenmelerine ve küfürlerine karşı bunun bir ceza olduğunu gösterdiğini söylemiş ve Allah’ın onları ayetlerden yüz çevirmesinin sonucu olarak, başlarına zillet ve küçüklük getirdiği yorumunu yapmıştır. O’na göre bu sonuç onların, inkarlarına ve Allah'a karşı tekebbür etmelerine karşı bir ceza yerine geçer. Halbuki tekebbür sıfatı Allah’a aittir. Çünkü O, hiç kimsede bulunmayan kudret ve fazl sıfatına sahiptir. Bundan dolayı gerçek mütekebbir sıfatına sahip olacak olan sadece Allah’ın zatıdır.92

Kurtubi bu ayette geçen, ‘Kibirlendiler’ kelimesinin kendilerini insanların en faziletlisi olarak görenler anlamına geldiğini, bunun ise batıl bir zan olduğunu ve onların, kibirleri dolayısıyla peygamberlere tabi olmadıklarını ve peygamberlere kulak vermediklerini söylemiştir.93

Yazır, bu ayetle ilgili şu açıklamaları yapmıştır; ‘O kibirlenme şu iki sebeple olur: Birincisi ayetlerimizi inkar etmiş olmaları, yani gidişlerinin fenalığını, hakkın aleyhlerinde olduğunu gösteren, hayr ile şerri, hak ile batılı ayırt etmek için indirilmiş bulunan objektif ve sübjektif delillerimizi, mucize ve alametlerimizi aslı olmayan birer hurafe gibi saymalarıdır. ikincisi de o ayetlerimizden gafil olmalarıdır. Yani okuyup araştırmadan, anlayıp dinlemeden uzak kaldıkları ayetlerimizi amellerinde dikkate

90 Araf, 7/146

91 Taberi, a. g. e. , II, 261-262 92 Razi, a. g. e. , XI, 64-67 93 Kurtubi, a. g. e. , VII, 456-457

(31)

almamaları, hem bilgi alanında, hem uygulama alanında onlardan gafil olmaları, uzak kalmalarıdır.’94

Görülüyor ki, kibir duygusu, gerçeklerle karşı karşıya gelindiğinde hakkı inkar ederek, Allah’ın, doğuştan iman etme yetisine sahip olarak yarattığı kalbin doğru bir inanca sahip olmasını engellemektedir. Bu kibir duygusunun inatla birleşmesi sonucu meydana gelen bir hadisedir.

Konumuzla ilgili, ‘Size ayetlerim okunmadı mı? Siz, büyüklük tasladınız ve

suçlu bir kavim oldunuz değil mi?’95 ayeti hakkında ise Taberi; ‘Dünyada iken Allah’ın

birliğini inkar eden ve hanlığın sadece ona ait olduğunu kabul etmeyen kafirlere, kıyamet günü şöyle denilecektir. ‘Dünyada iken sizlere ayetlerim okunmadı mı? Evet, okunmuştu, fakat sizler onları dinlemeyi gururlarınıza yediremediniz. Ve sizler suçlu bir kavim oldunuz. Allah’ı inkar ediyor, öldükten sonra dirilmeye inanmıyor ve çeşitli günahlar işliyordunuz.’96 yorumunu yapmıştır.

İmanla ilgili yapılan tanımlara baktığımızda imanın, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve imanı dışa yansıtan amel boyutunun olduğunu görmekteyiz. Bunların üçünün bir araya gelmesiyle kişide imanın oluşabileceği gibi, sadece kalple tasdik unsurunun meydana gelişiyle de bir kişi hakkında imandan bahsedilebilir. Ancak böyle bir iman, temelleri sağlam atılmamış bir binanın ufak bir zelzelede yıkılma tehlikesine maruz kalması gibi her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bununla beraber amel ile desteklenmiş olmasına rağmen, kalp ile tasdik hususunda sıkıntılara sahip olan imanda yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nitekim tezimizin konusunu oluşturan ve kalbi hastalıklardan biri olan kibir, kalpteki tasdiki zedeleyebilmektedir. Burada şunu söylenmesi gerekir ki, her kibir küfür değildir. Ancak, Rahman’ın emrine karşı gelmeye neden olan kalpteki kibir hastalığı inat duygusuyla birleşerek, inkara neden olmuş, şeytanı cennetten çıkarmış, ilahi rahmetten uzaklaştırmıştır. O halde iman için öncelikle kalbin tasdikinin çok kuvvetli olması gerekmektedir ki, en güçlü bir fırtınada bile suyun üzerinde kalarak yüzmeyi başara bilen bir gemi gibi olabilsin. Bu nedenle kalp

94 Yazır, a. g. e. , IV, 131-132 95 Casiye, 45/31

(32)

hastalıkları tedavi edilmelidir. Kainatta meydana gelen ilk kalbi hastalığında kibir olduğunu ve meydana getirdiği neticeleri tezimizin ilerleyen bölümlerinde ele alacağız.

1. 2. 3. Kizb

Kizb, gerçeği olduğu gibi yansıtmamak, gerçek hakkında inkar yolunu seçmektir. İnsanoğlu bazen, kibrinin esareti altına girerek yalana başvurabilir. Nitekim Yüce Allah, Kur’an’da bu hususa şu ayetle dikkat çekmektedir;

‘Ey Muhammet, kıyamet günü, Allah’a karşı yalan uyduranların yüzlerinin simsiyah kesildiğini görürsün. Kibirlenenler için cehennemde yer mi yok?’97

Taberi, Allah hakkında yalan söyleyenlerin çocuk isnad ederek yalan söylediklerini bunu Allah’a karşı böbürlendiklerinden dolayı yaptıklarını ve cehennemin onların hapsini alacak kadar geniş olduğunu söylemiştir.98

Razi ise bu ayetin kıyamet günü yüzleri kararan kimselerin, kibir taslayan kimseler olduğunu gösterdiğini, kibrin, ‘Ben yaratmaya, diriltmeye ve var etmeye kadir değilim. Çünkü bunlara kadir olan ancak Allah’tır.’ diyen kimselere uygun düşmediğini söylemiştir.99

Yalan söylemek kişinin doğruları bildiğini gösterir. Zira yalan ancak doğruları bildikten sonra söylenebilir, aksi halde yalandan bahsedilemez. Bu ayetler gösteriyor ki, onlar kibirlerine mağlup oldukları için yalan söylemişlerdir ve akıbetleri ateşten başka bir şey değildir.

1. 2. 4. Cehl

Cehl ilmin zıttı olup, karşı tarafı onun hak ve hukukunu hafife almak önemsememek100; bir nesneyi olduğunun dışında bilmek ve görmektir.101

İslam öncesine cahiliye ismi verilmesinin nedeni olarak zulum ve haksızlığın hakim olmasıdır ki onlar kız çocuklarını beğenmeyerek canlı canlı toprağa gömebilecek 97 Zümer, 39/60 98 Taberi, a. g. e. , V, 105-106 99 Razi, a. g. e. , XIX, 211-212 100 İbn Manzur, a. g. e. , XI. 129 101 İsfehani, a. g. e. , s. 209

(33)

kadar kibirlenerek zulumlerini göstermişlerdir. Yüce Kitabımız Kur’an cehalet ve kibir ilişkisini şöyle açıklamıştır;

‘İnkar edenler, kalplerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da peygamberinin ve müminlerin kalplerine huzur ve sükunet indirdi. Onları, takvaya götüren sözden ayırmadı. Onlar ise buna hakkıyla layık ve ehil kimselerdi. Allah, her şeyi çok iyi bilendir.’102

Razi, onların kalplerine yerleştirdikleri taassup nedeniyle, islam’a teslim olmayacaklarını, cahilliklerinin taasuplarıyla birleşerek daha kötü sonuçlara neden olduğunu söylemiştir.103

Kurtubi, onların hamiyetlerinin sonuçlarını şöyle açıklamıştır; ‘Birincisi, peygamberin risaletini ikrar etmeme, ikincisi, ‘Rahman ve Rahim Allah’ın adı ile diye başlamayı kabullenmeme, üçüncüsü, müslümanların Mekke’ye girmekten engellemeleridir.104

Yazır ise bu ayetle ilgili, o cahiliyye hamiyyeti, cahiliyye milletinin hamiyyeti veya cahiliyyet hamiyyeti yani cahillik hamiyyeti veya cahilane hamiyyet ki, yerinde olmayan manasız hamiyyet yahut hakkı kabule mani olan hamiyettir, dedikten sonra ayetin iniş nedenini şöyle haber veriyor; ‘Rivayet olunur ki, Kureyş, Süheyl b. Amr el-Kureyşi'yi ve Huveytıb b. Abdiluzza'yı ve Mükriz b. Hafsı Ahyef'i, gelecek yıl Mekke Kureyş tarafından üç gün boşaltılmak üzere bu senelik geri dönmesini Resulullah'a bildirmek için göndermişlerdi. Resulullah da kabul etti, aralarında bir antlaşma metni yazdılar. Resul-i Ekrem (s.a.v.), Hazret-i Ali’ ye, ‘Bu, Resulullah’ın Mekke’lilerle yaptığı antlaşma şartlarıdır.’ buyurdu. Onlar: ‘Biz senin Allah’ın elçisi olduğunu bilsek seni Beytullah’tan men etmez, harbe kalkışmazdık. Fakat ‘Bu, Muhammed b. Abdullah'ın yaptığı antlaşmadır.’ yaz dediler. Peygamber Efendimiz: ‘Ben şehadet ederim ki, ben Allah’ın elçisiyim ve ben Muhammed b. Abdulah’ım, yaz arzularını buyurdu. Müslümanlar bundan üzüntü duydular, onların tekliflerini kabul etmek istemediler, herifleri tutuvermeyi kurdular, derken yüce Allah üzerlerine sekinetini

102 Fetih, 48/26

103 Razi, a. g. e. , XX, 173-174 104 Kurtubi, a. g. e. , XV, 206-207

(34)

indirdi de hilm ve vakar ile yumuşadılar, yatıştılar. İbnü Cerir’in zikrettiğine göre; Resulullah tavaf etmek için Kabe'nin boşaltılması şartını teklif etmişti, Süheyl, sıkışmışlar diye Arab'a söz ettirmeyiz, bu sene olmaz fakat gelecek sene dedi, yazıldı. Sonra Süheyl şu şartı teklif etti: ‘Bizden sana bir adam gelirse senin dininde dahi olsa bize geri gönderirsin,’ dedi. Müslümanlar: ‘Sübhanallah, müslüman olarak gelen bir adam müşriklere nasıl geri gönderilir?’ dediler. Bunun görüşülmesi sırasında Süheyl’in oğlu Ebu Cendel kendisine vurulmuş olan ayak zincirleriyle sekerek Mekke’nin altından çıkmış, kendisini müslümanların arasına atmıştı, babası Süheyl, ‘Ya Muhammed! İlk önce ben bunun bize geri verilmesini isterim.’ dedi. Resulullah, ‘Gel bunu benim için kurtar.’ buyurdu. ‘Senin için kurtarmam.’ dedi. ‘Etme yap!’ buyurdu. ‘Yapmam dedi.’ Ebu Cendel de öteden, ‘Ey müslümanlar! Ben size müslüman olarak gelmişken müşriklere geri mi iade edileceğim? Görmüyor musunuz ne haldeyim?’ dedi, Allah yolunda çok azab çektirilmişti, bu noktada Hz. Ömer dayanamamış, Hz. Peygamber’e gelmiş, demişti ki: ‘Biz hak üzere değil miyiz?’ Resulullah, ‘Evet.’ buyurdu, ‘O halde niçin dinimizde bu zillete söz veriyoruz?’ dedi. ‘Ben Allah'ın Resulüyüm, O’na asi olmam, O benim yardımcımdır.’ buyurdu. ‘Sen bize Beytullah’a varacağız, onu tavaf edeceğiz demiyor muydun?’ dedi. ‘Evet ama, bu sene varacağız dedim mi?’ buyurdu. ‘Hayır.’ dedi. ‘Öyleyse yine varacaksın, tavaf edeceksin.’ buyurdu. Sonra Ebu Bekir’e varıp: ‘Bu gerçekten Allah’ın Peygamberi değil mi?’ dedi, Ebu Bekir ‘Evet.’ dedi. ‘Biz hak üzere değil miyiz?’ dedi, ‘Hakk üzereyiz dedi.’ ‘O halde dinimizde bu zillete niçin söz veriyoruz?’ dedi. Ebu Bekir demişti ki: ‘Be hey adam, O Allah’ın Resulüdür, Rabbine isyan etmez, sen ölünceye kadar onun eteğine iyi yapış, vallahi o şüphesiz hak üzerindedir. Bize Beytullah'a varacağımızı ve tavaf edeceğimizi söylemiyor muydu?’ dedi. ‘Evet ama sana bu sene varacaksın dedi mi?’ ‘Hayır.’ dedi. ‘O halde varacaksın ve tavaf edeceksindir.’ dedi. Rıdvan Bey’ati de böyle bir heyecanla yapılmıştır. Fakat Allah bu barışı yaptırmakla birçok erkek ve kadın müminleri kurtaracak ve bunu apaçık bir fethin başlangıcı yapacaktır. Bunun için o kafirlerin hamiyyeti, cahiliyye dürtüsü ile İslam'a karşı gösterdikleri inada karşı Yüce Allah, hem Resulünün, hem müminlerin üzerine sekinetini indirerek bu heyecanları yatıştırdı. Görülüyor ki burada hamiyyet, halkın fiili gösterilmiş, sekinet, Allah’a ait

(35)

kılınmıştır. Bununla o cahilane hamiyyetin, yapılmış kötü bir fiil, buna karşı sekinetin ise ilahi ve kutsi bir ihsan olduğu anlatılmıştır.105

Ayetler, kişinin cahilliğiyle birlikte gururuna kapıldığını bildirmektedir. Ancak islamiyetin gelişiyle insan hayatı tamamen değişmiştir. Çünkü kişi, Müslüman olmadan önce cahil idi, İslam dinini seçmesiyle cahiliyyenin gurur, kibir ve kendini beğenmişlik duygularından sıyrılarak bir tek olan Allah’ın iradesine teslim olmuştur.

1. 3. KUR’ANDA KİBRİN SEBEPLERİ 1. 3. 1. İlim Sebebiyle Kibre Düşmek

İlim, sahibini mütevazi olmaya davet eder. Çünkü ilim adamı gerçekleri görmeye başladıktan sonra kendisinin bir hiç olduğunu anlamaya başlar. İlminin sayesinde aklını kullanabilen kişi Yüce Allah’a daha çok inanmaya ve kul olmaya gayret eder. Kur’an ilim kibir ilişkisine şu ayetler ışığında bilgi vermektedir;

‘…….Kulları içinde Allahtan hakkıyla korkanlar ancak alimlerdir. Şüphesiz ki

Allah, her şeye galiptir, çok affedendir.’106

Taberi bu ayette, Yüce Mevla’nın kudretinin büyüklüğünü ancak alim kullarının idrak edeceğini, bu sayede Rabb’lerinden hakkıyla korkabileceklerini beyan etmektedir. Bunun da ilmin ve alimlerin faziletini gösterdiğini ve bizleri ilme teşvik ettiğini söylemiştir.107

Kurtubi, Yüce Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilen bir kimsenin, günah dolayısıyla cezalandırılacağına kesinlikle inandığını söylemiş ve İbn Mes’ud’un şöyle dediği nakledilmiştir: ‘İlim olarak yüce Allah’tan korkmak, cahillik olarak da gurura kapılmak yeterlidir.’ Bu buyruk ile, Allah’ın kudretinden korkan ilim adamları kas-tedilmektedir. Yüce Allah’ın herşeye kadir olduğunu bilen bir kimse günah dolayısıyla cezalandıracağına da kesinlikle inanır.’108

Muhammed Hamdi Yazır, Allah saygısını sürekli duyup da Peygamberin

105 Yazır, a. g. e. , VII, 167-176 106 Fatır, 35/28

107 Taberi, a. g. e. , IV, 478- 479 108 Kurtubi, a. g. e. , XIV, 335-339

(36)

uyarmasından yararlanacak ve dolayısıyla temizlenip korunacak olanların, Allah’ı celal, cemal ve kemal sıfatıyla bilen ilim sahipleri olacağını söylemiştir. O’na göre bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve bilginin derecesiyle uyumlu olur ve bir kulun da Allah'a dair ilmi ne kadar mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur.109

Görülüyor ki Allah’a en güzel şekilde kul olmak için, dini en güzel şekilde bilmek gerekmektedir. Dolayısıyla alim olanlar gerçeği daha iyi görebildikleri için Allah’tan en çok korkanlardır. Cehalet ilmin yokluğu olduğundan kibirle birleştiğinde tedavisi zor hastalık olmaktadır.

‘……..Biz, dilediğimizi derece derece yükseltiriz. Her bilenin üstünde daha iyi

bilen biri vardır.’110

Taberi bu ayette yaptığı yorumunda, ilim sahibi olanların, ilimleriyle böbürlenmemeleri gerektiğine dikkati çekildiğini söylemiştir.111

Muhammed Hamdi Yazır bu ayetle ilgili, ‘Allah'ın kullara ihsan ettiği derecelerin en üstünde ilim derecesi vardır. İlim en yüksek mertebedir. Yusuf’un kardeşlerine üstünlüğü ona verilen bilgi sayesindedir. Gerçi kardeşleri de az çok ilim ehli sayılırlarsa da bu işin hakikatini onlar bilmiyorlardı, Yusuf ise bilerek hareket ediyordu. Bununla beraber ne kadar yüksek ilim derecesinde bulunursa bulunsun her ilim sahibinin üstünde bir alim vardır ki, o da Allah’dır. O’nun ilmine kimse erişemez.’ açıklamasını yapmıştır.112

İlim adamlarının kibir hastalığına yakalanmalarının asıl nedeni, bakışlarını sadece kendilerinden daha cahil olanlara çevirip, kendilerinden daha bilgili olan ilim adamlarına bakmayışlarındandır. Oysa o kişinin ulaşmış olduğu seviye en son nokta değildir. Anlaşılıyor ki ilmin sonunun olmadığını anlamak gerekmektedir. İlmiyle övünerek inkar yolunu seçenlerin sonunun azap olduğunun bilinmesi gerekir. Dolayısıyla ilim sahibi ilmiyle kibirlenmek bir yana ilminin kendisini doğru yola sevk etmesini dilemelidir. 109 Yazır, a. g. e. , VI, 385-386 110 Yusuf, 12/76 111 Taberi, a. g. e. , III, 109-110 112 Yazır, a. g. e. , V, 72-79

(37)

1. 3. 2. Amel ve İbadetin Çokluğu Sebebiyle Kibre Düşmek

Salih amel genel olarak sahibini her iki dünyada da mutluluğa ve huzura kavuşturan, Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaya vesile olan her şeydir. Zira imanın arkasından salih amel gelmektedir. Salih amel ve ibadetin temel hedefleri arasında sahibini kibirden ve kibre sevk edecek davranışlardan uzaklaştırmış olması yatmaktadır. Bu niteliği elde edememiş insanlar suya yazı yazmış gibidirler. Yaptıkları her şey koskoca bir hiç olarak karşılarına çıkacaktır.

‘İbadetin esas gayesi kibri yok edip istiğna duygularını sıfırlamaktır. İnsanın en değerli varlığı olan beynini ve yüzünü yere koyması, eğilmesi vs. davranışları esasen bu kibri yok etmeğe yöneliktir. Kibirli ve müstağni tavırlar içinde yapılan bedeni hareket ve davranışlar, Kur’an okuyuşlar, oruç tutuşlar, zekat verişler, kişiye hiçbir yarar sağlamayacağı gibi, bazan kibir ve istiğna duygularını artırdığı bile olur. Oysa bu tip duygular ve bu duygulardan kaynaklanan tutum ve davranışlar kafirlere özgüdür.’113 Konumuzla ilgili ayetler şunlardır;

‘ Veyl o namaz kılanlaradır.’114

Kurtubi, bu ayette riyakarlığın tarifini yapmış, onun gerçek mahiyetinin, ibadet yolu ile dünyalık elde etmek isteği olduğunu söylemiştir. Bunun kökü de insanların kalplerinde yer edinmek arzusu olduğunu söylemiştir.’115

Halbuki namaz ibadetinde kibrin zıttı olan tevazuyu sembolize eden ruku ve secde gibi iki önemli farz bulunmaktadır. Bu farzları yerine getirdiği halde kibrine yenik düşerek yaptığı ibadetin kazanımlarını elde edemeyen kişinin namazı boşa çıkmıştır. Kişi geceleri namaz ibadetiyle meşgul olur, gündüzleri oruç ibadetiyle meşgul olur ve bu yaptıklarıyla kendini diğerlerinden üstün görmeye başlarsa gerçekleştirdiği salih davranışlarının faydasını görememiş demektir. Bu da ibadetlerin ve salih amellerin önemli fonksiyonunun alçak gönüllülüğü sağlamak, dolayısıyla kibri izale etmek olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

113 Sülün, Murat, Kur'an-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, I. baskı, Ekin Yay. , İst. , 2000, s. 246 114 Maun, 107/4

(38)

‘Ey iman edenler, malını insanlara gösteriş için harcayan ve AI-lah’a, ahret gününe iman etmeyen kimse gibi başa kakarak ve eziyet yaparak sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Böyle bir kimsenin durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet eder, üzerindekini götürür, çıplak bir taş bırakır. İşte bunlar da kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah, kafir bir topluluğu hidayete erdirmez.’116

Taberi bu ayetle ilgili, ‘Ey iman edenler, malını Allah rızası için değil de insanlar kendisini methetsin ‘Çok cömert adam’ desinler diye harcayan, Allah’ın birliğine ve öldükten sonra dirileceği ahret gününe iman etmeyen münafık bir insanın yaptığı gibi başa kakarak ve eziyet ederek sadakalarınızı boşa çıkarmayın. İkiyüzlü olan böyle bir insanın durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir taşa benzer ki ona şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde toprak kayıp gider. İşte bu kaygan taşın üzerinde bulunan toprağın kayıp gitmesi gibi, yardımı yapıp sonra da onu başa kakan insanların yaptıkları hayrın karşılığı kaybolup gider. Bunlar, kıyamet gününde amellerinden dolayı hiçbir sevaba erişemezler. Çünkü bunlar, yaptıklarını, insanlara gösteriş için ve kendilerini övmelerini istedikleri için yapmışlardır. Allah, böyle bir kafir topluluğun hakka ve doğruya ulaşmasını nasip etmez. Onları, sapıklıkları içerisinde bırakır, bocalar dururlar.’117 açıklamasını yapmıştır.

Kurtubi bu ayette Allah’ın sadakasını başa kakan ve ondan dolayı eziyet veren kimseyi, Allah rızası için değil de insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak edene ve cömert denilsin, çeşitli şekillerde övülsün diye infakta bulunan kafire benzettiğini söylemiştir.118

Elmalılı Hamdi Yazır bu ayeti, ‘İnfak ve sadakaların kabul şartları bilindikten sonra, Ey müminler! Sadakalarınızı yüze vurmak, başa kakmakla iptal etmeyiniz, bunlardan biriyle sevabını kesmeyiniz, başa kakma ve eza karışan sadakalar sevapsız kalır. Ne Allah’a ve ne de ahret gününe inanmayıp, malını insanlara gösteriş, iki yüzlülük için harcayıp infak eden münafığın sadakası gibi hiçe gider. Çünkü bunun hali, üzerinde az bir toprak varken başına şiddetli bir yağmur yağmış da cascavlak bırakmış,

116 Bakara, 2/264

117 Taberi, a. g. e. , I, 231- 232 118 Kurtubi, a. g. e. , III, 533-535

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırmada Vefikuluçay (2008) tarafından geliştiri- len "Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği" (YATÖ) ve Lawrence, Shaw, Baker, Baron-Cohen ve David (2004)

TAYLAN, Muhammet, (1999), Kehf Suresinde Anlatılan Kıssaların Tarihi Edebi ve Dini Açıdan Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal

Meselâ eski veziriazamla­ rın hal tercümelerini muhtevi olan lladikatülvüzera ile muh­ telif zamanlarda ayrı ayrı zat­ lar tarafından yazılmış olan zeyilleri

Bozkır Çevresinin Erken Çağları 109 Hamur Rengi Hamur Katkısı Astar Rengi Yüzey Dokusu Bezeme Pişme Durumu Yapım Tekniği Form ÇizimNo Envanter No Buluntu Merkezi

• Uygulanan bibliyometrik analiz yönteminden elde edilen verilere göre, hesaplamalı tasarım alanında üzerinde en fazla çalışılıp yayın yapılan tasarım yöntemleri

Öztürk (2001) yaptıkları çalışmada, endüstriyel bir atık olan Tunç bilek termik santral linyit kömürü uçucu külü ile Kılıçoğlu kiremit - tuğla fabrikasından

Consequently it can be hypothesized that visible light spectrums will assist the ethanol fermentation process but as the wavelength of visible light spectrums decrease, the assistance

Devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran işverenler, Sosyal Sigortalar Kurumunca sağlanan tedavi hizmetleri dışında kalan, işçilerin sağlık durumunu ve