<—- X f . í
T İ Y A T R O
O
L~!~ { yt
^
945-46 tiyatro mevsimini, geçen ekim ayı bağında, gene İstanbul §ehir Tiyatrosu açtı: dfam kısmında, güzel bir geleneği devam ettirerek, gene Shakespeare'dn Ccmolanua’m u;komedi kısmında da Gogol’ün Mü- fettiş’ ini sahneye koydu. Cariola-
nus, Shakespeare’in sahnemizde ilk defa görülen eserlerinden bi ri ise de, M üfettiş, tam on yıl ön ce, gene aynı sahnede, bir başka tercümeden oynanmıştı. Bu sefer sahneye konulan metin Erol Gün- ay’la Melih Cevdet Anday’m, bu yıl Milli Eğitim Bakanlığının klâ sikler serisinde çıkan, yeni tercü- meleridirw İki hafta öncesine ka dar süren bu temsillerden sonra dram kısmında Cariolanus’ un ye rini Vedat Nedim Tör’ün Sanat
kâr Aşkı adlı yeni telif eseri, ko
medi kısmında M üfettiş’ in yerini de ünlü Fransız vodvilcisi, Eu- gene Labiche ile Duru’nün 1872 de yazıp oynattıkları Söylemeli
■mi? (Doit on le dire?) adlı kome
dileri aldı.
Şimdi temsillerine devam edi len bu eserlerden Vedat Nedim Tör’ün piyesini geçen yıl, birkaç sanatçı arkadaşla beraber, kendi evinde, kendi ağzından dinlemek fırsatım bulmuştuk. O zamanlar müellif piyesine, eserin sık sık sö zü edilen ve çalınan bir musiki parçasının adını vererek, Apasio
na ta demişti. Türk seyircisine
pek yabancı kalacak bu adın Sa
natkâr Aşkı şeklinde değiştirilme
si yerinde olmuş; hela sanatkâr yerine artık yadırgamadan kul lanmağa alıştığımız sanatçı den geydi daha da iyi olurdu.
Vedat Nedim Tör yeni piyesin de, hatırımda kaldığına göre, bü yük bir musikicinin, bir virtuose’- un, talebesi olan bir genç kıza duyduğu aşkı; bu aşk karşısında karısının ruhi durumunu, tevek külünü; onun ölümünden sonra sanatçıma iç dünyasında meyda na gelen büyük değişikliği; bu değişiklik karşısında genç kızın yavaş yavaş bütün kudretini kay bederek, hocasına, pek sevdiği sa natına bile nasıl isyan ettiğini anlatıyordu. Dinlediğimiz metin
Üç kişi arasında da, A'ör’de oldu
ğu gibi, lüzumsuz sözlerden, uzun luklardan temizlenmişti; kıvrak bir diyalog içinde bize bir buhran anının, perde perde gelişmesini gösteriyordu. Vedat Nedim Tör’e yeni eserinde ancak çok dar bir çevrede, bizde hemen hemen yok denebilecek bir çovrede, geçen bir vakayı konu olarak ele almasın dan başka bir itirazımız yoktur. Bu da, telif bir eser için, ehem miyetsiz bir itiraz olmasa gerek. Bununla beraber, şunu da söyle meliyim ki müellif, müsveddesini okumak fırsatım bulduğum bir başka eserinde, heıjüz oynanma mış olan Halıcı A'ız’da çok yerli ve daha geniş çevreleri kucaklı- yan bir konuyu da, kuvvetli tek niğiyle, canlandırmasını bilmiştir. Tiyatro yazıcılarımız arasında ti yatronun iç bünyesine yakından vakıf olan Vedat Nedim Tör’ün bize daha yakın, bizim için daha ortaklaşa ilgi ve heyecan kayna ğ ı olabilecek konulara dönmesini temenni ederim.
Komedi kısmında çıkarılan ye ni esere, Söylemeli mi?’ye gelin
ce, Antoine’m bu piyes için “ so nunda Labiche’i akademiye götü recek çok kuvvetli bir hiciv...” de miş olmasına rağmen, hayli eski bir vodvildir. Şehir Tiyatrosunun komedi kısmında, 1870 sonrasına ait vodvillerin tercümesine muh taç olması, bu çeşit eserlerden ya na çok darda olduğunu gösterir. Bu darlığın, biraz da komedi sah nesinde belirmesine özlediğimiz, yeni yeni tekliflerle giderileceğini görmek ümidindeyiz.
Y a e a n :
m — mLûtfi AY
lâ doldurulamamış. Bununla yeni yetişenler içinde istidatlı gençler yok, demek istemiyorum. Meselâ pek genç olmadığı halde Celâl Süruri, sonra Ali, Gülriz, arap taklidi, ile Hüsmeıı rolünü oynı- yan adım bilmediğim aktör (1), pekâlâ oynuyorlar. Ama heyetin üst tarafı bir 'operet heyeti ola rak çok zayıftır. Hemen hemen hiçbirinde orkestraya adım uydu rabilecek ses yok, hele kadınlar da, Orkestra sözünü de dil alış kanlığı ile söylüyorum; çünkü or tada böyle bir şey yoktur. Belli başlı aletlerden birer tane olmak üzere 8-10 kişilik bir takım, ö y leyken koro, korist bir araya ge lip var kuvvetleriyle bağırdıkları zaman bile bu aletlerin gürültü sünü bastıramıyorlar.
Hele operet diye oynanan o e- serleı-in hali nedir? Bir sürü aca. yip tekerleme ki bunun arasında esas vakayı, olup biteni keşfede- bilene aşkolsun! Ya o ikide bir bacak sallamağa çıkıp kalçalarını kaldıramayan baletler! Seyircide utanma duygusundan başka bir duygu uyaııdıramıyan o kabaca kıyafet değiştirmeler, kadın kıya fetine girmeler, sonra her vesile de o bellere kadar etek kaldırma lar, şıkır şıkır oynamalar! Bun ları gördükçe eski kantoların, ye ni yeni şekillere bürünerek, hort ladığına hükmetmemek elden gel miyor. Hele bir sahne, benim gibi birçok seyircileri de, o gece hak lı olarak sinirlendirdi: sahneye çıkması değil, tiyatroya seyirci olarak alınması bile caiz olmıyan, dört beş yaşlarında küçük bir kız çocuğu, boyuna göıe dikilmiş allı
( i ) Reklâm faslına bir hayli
para sarf etmekten çekin nıiyen o- peret heyetleri nedense seyircile rine temsillerde rol ala uların kim
ler olduğunu gösterir bir “tevziat”
ilânı bastırıp dağıtmağı, hattâ
parası ile satmağı, hâlâ lüzumsuz sayıyorlar.
¥
ENÎ tiyatro mevsimi İs tanbul’da bu şekilde iler lerken, Ankaramız, hâlâ devamlı 'bir tiyatroya, mütevazı bir şehirtiyatrosunun devamlı temsillerine olsun, kavuşamadığı için eski e- serleri tekrarlamakla yetiniyor.
Devlet Konservatuvarı, İzmir Fuarı dönüşü, 1945-46 mevsimine adım atmamış olmamak için, ge çen yıl çıkardığı Bizim Şehir pi yesiyle La Boheme operasını, ekim ayı içinde, hirkaç defa tekrarla dı. Bu temsillerin arkasından başşehrimiz, meydanı boş bulan bazı revü ve operet heyetlerinin akınına uğradı. Onlar da İstan bul’da aylarca oynanmış, görül müş şeyleri burada, tiyatroya su samış Ankara halkının hoşgörür lüğünü tüketmekten de çekinmi- yerek, temcit pilâvı gibi tekrarla yıp durdular. Bu heyetlerden son gelen “ Halk Opereti” temsillerine devam ediyor. Bizde operetin ge lişmesine çok çalışmış olan Lût- fullah Süruri ile kardeşlerinin i* dare ettikleri bu opereti yakından görmek için geçen akşam Halke- vi’nde verdikleri temsillerden bi rini, görmeğe gittim.
Bütün arzum “ Süreyya Opere tin d e n beri bu alanda gerçekleş tirdikleri ilerlemeleri görmekti. Hayal kırıklığına uğranıldım dersem yalan söylemiş olurum: ilerleme şöyle dursun, temsilin bütünü bakımından, eski günleri bile aramamak elimden gelmedi. Orkestranın başında, elindeki değ neği, musikici olsun aktör olsun, falso edenlerin başına fırlatıve- ren Muhlis Sabahattin'den tutun da Kapoçelli babaya, rahmetli Sa lâh Oehdı’ye, Ömer Aydm ’a, Su- zan Lûtfullah’a, şimdi Şehir Ti yatrosuna geçmiş olan Şevkıyo’ye, Kemal Refik’e varıncıya kadar birçoklarının yeri ne yazık ki
hâ-"T"T__l
pullu oyun elbiseleriyle ortaya çıkarılıyor, bir karış boyu, bu g i bi oyunlarla gayritabii bir şekil alarak dışarıya fırlamış çıplak karıncığı ile, dakikalarca, insana hüzünden başka bir şey vermiyen, bir raks tutturuyor. Bütün bun lara sanki ne lüzum var? Operet mi seyrediyoruz, yoksa bir barda varyete numaraları mı?
|E) ÜTÜN bu tenkidlere veri
li)
lecek cevabı şimdiden du yar gibi oluyorum: ne yapalım, halk böyiesinden hoşlanıyor. Saz sız, sözsüz, hele çıplak bacaksız “ oyunlara kimse gelmiyor,” Ben öyle sanıyorum ki bu mazeret ko lay kazanç peşinde koşanlanıı uydurmasıdır; sanat’larını değil îfflnaot’larım yürütmek istiyenle- rin buldukları bir bahanedir. Bir operet temsilinde “ çıplak bacak” da olur, balet de. Bunu bilmiyor değiliz, ama bunların da estetik şartlara uygun olması, bir sanat tarafı bulunması şarttır. Kaldı ki halk, aynı şehirlerde, aynı sah nelerde çok daha ciddî eserleri zevkle dinlemiş, zevkle seyretmiş tir. Böyle olmasa bile hem kendi mizi aldatmağa, hem halkın zev kini bozmağa ne lüzum var? Halk hoşlanmasa, rağbet etmese bile biz işi ciddî tutup, ancak hakkiy- le başarabileceğimiz işlere gjriş- meli, sanata da, halkın zevkine de hizmet etmeli değii miyiz?Böyle düşününce bütün bu hu susi teşekküllerin, opertt, revü, komedi v.s. gibi türlü adlar altın da şehir şehir, kasaba kasaba do laşan bütün bu heyetlerin geçi mini sağlamak, ilk zamanlar için halkın ilgi ve rağbet göstermeme si tehlikesine karşı onları sigor ta etmek gerekli olur. Onun için memleketimizde tiyatro sanatım, bütün şubeleriyle, geliştirmek, halk tiyatrosunun çekirdeğini teş kil edebilecek bu gibi heyetlerin sanat zevkini düzeltmek istiyor sak önce onları maddi, mânevi geniş bir himayeye kavuşturalım, sonra sıkı bir baskı altında hal ka faydalı kılalım. Böyle olursa, her fırsatta gördüğümüz gibi, yaymağa çalıştığımız tiyatro ve sanat zevkini baltalıyacak man zaralarla karşılaşmamış oluruz.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi