• Sonuç bulunamadı

TURKEY'S SECURITY POLICIES RELATED TO SYRIAN REFUGEES

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "TURKEY'S SECURITY POLICIES RELATED TO SYRIAN REFUGEES"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

©Copyright 2020 by Social Mentality And Researcher Thinkers Journal

SOCIAL MENTALITY AND RESEARCHER THINKERS JOURNAL Doı: http://dx.doi.org/10.31576/smryj.668 SmartJournal 2020; 6(37):2081-2096 Arrival : 18/11/2020 Published : 27/11/2020

SURİYELİ MÜLTECİLER ÖZELİNDE TÜRKİYE’NİN

GÜVENLİK POLİTİKALARI

1

Turkey's Security Policies Related To Syrian Refugees

Reference: Çoştan, U. & Yaylı, H. (2020). “Suriyeli Mülteciler Özelinde Türkiye’nin Güvenlik Politikaları”,

International Social Mentality and Researcher Thinkers Journal, (Issn:2630-631X) 6(37): 2081-2096

Ufuk ÇOŞTAN

Kırıkkale Üniversitesi İ.İ.B.F. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Dr. Öğrencisi, Kırıkkale/Türkiye (Sorumlu Yazar) ORCID: https://orcid.org/0000-0002-8701-4119

Prof. Dr. Hasan YAYLI

Kırıkkale Üniversitesi İ.İ.B.F. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Kırıkkale/Türkiye ORCID: https://orcid.org/0000-0002-9567-6382

ÖZET

Türkiye, tarihsel süreçte göç almış, göç vermiş ve transit geçiş ülkesi olmuştur. Üç farklı göç tipinin bir arada yaşanması Türkiye için kapsamlı göç politikaları oluşturmayı zorunlu hale getirmiştir. Ayrıca göç olgusu, 2011 yılında Suriye krizi sonrasında yaşanan kitlesel göç ile ayrı bir önem kazanmıştır. Türkiye’deki geçici koruma statüsüne sahip Suriyeli sayısı günümüz itibarıyla 3,6 milyonun üzerindedir. Türkiye’de bulunan Suriyelilerin geleceği belirsiz olup, Suriyelilerden kaynaklanan siyasal, sosyal, ekonomik yükler ve güvenlik maliyetleri her geçen gün artmaktadır.

Suriyeliler ile ilgili politikalar başta geçicilik temelinde inşa edilmiş olsa da ilk göçten bu yana 9 yılın geçmesi ve her geçen gün Türkiye’ye giriş yapan Suriyeli sayısının artması, geçicilik algısının yerini kalıcılık algısına bırakmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda, Suriyeliler özelinde göç yönetimi konusunda yeni kamu politikaları oluşturulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışmada, Suriyeli mülteciler özelinde Türkiye’nin güvenlik politikaları ele alınmakta ve göç yönetimi alanında yeni kamu politikaları oluşturma sürecine katkıda bulunmak amacıyla güvenlik politikalarına ilişkin birtakım önerilerde bulunulmaktadır. Kalıcılık üzerine inşa edilmiş uzun vadeli bir uyum eylem planı yapılmasının güvenlik anlamında önemli faydalar sağlayacağı değerlendirilmektedir.

Anahtar kelimeler: Göç, Suriyeli mülteciler, geçici koruma,

göç politikaları.

ABSTRACT

Turkey has both sent and received immigrants and been a transit port for them in the course of history. The fact that all these three types of immigration have been experienced has necessitated Turkey to develop extensive immigration policies. In addition, the phenomenon of immigration gained a special importance with the mass migration after the Syrian crisis in 2011.

The number of Syrians in Turkey with temporary protection status as of today is over 3.6 million. While the future of Syrians in Turkey remains unclear, the cost of political, social, economic and security related issues regarding the Syrians has been increasing substantially.

Although the policies about Syrians were once developed on the basis of temporariness, the facts that it has been 9 years from the first migration and the accelerating number of Syrians entering Turkey have caused a shift in the perception of this policy from temporariness to permanence. In this context, it is necessary to formulate new public policies on migration management specifically for Syrians.

This study discusses Turkey's security policies regarding the Syrian refugees, which made a number of recommendations regarding the security policies in the field of migration management in order to contribute to the process of creating new public policy. Making a long-term adaptation action plan built on permanence will provide significant security benefits.

Keywords: Immigration, Syrian refugees, temporary

protection, immigration policies. 1. GİRİŞ

2011 yılında Suriye’de baş gösteren siyasi anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların iç savaşa dönüşmesi neticesinde, yaşadıkları yerlerden ayrılan Suriyelilerin güvenli sığınma arayışı, yakın dünya tarihinin en büyük göç hareketine yol açmıştır. 2011 yılında başlayan iç savaşın ardından ülkedeki merkezi yönetimin gücünü kaybetmesiyle birlikte yeni bölgesel güç unsurlarının oluştuğu Suriye; devlete bağlı olmayan unsurların güçlendiği, merkezi yönetim karşıtlarının yanı sıra terör örgütlerinin de bulundukları bölgelerde kendi çıkarları doğrultusunda davranış gösterdikleri bir ülke konumuna gelmiştir. Bu bağlamda Suriye meselesi; rejim taraftarları, rejim karşıtları, etnik ve dini motifli terör örgütleri, bölgesel ve küresel güç odaklarının karmaşık ilişkiler kurduğu bir hal almıştır. Yaşanan küresel kriz, Türkiye başta olmak üzere birçok ülkeyi düzensiz göç hareketlerine

1 Bu çalışma, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doktora Programı kapsamında Ufuk ÇOŞTAN

tarafından Prof. Dr. Hasan YAYLI danışmanlığında yürütülen doktora tezinden üretilmiştir.

REVIEW ARTICLE

(2)

maruz bırakmıştır. BMMYK Suriye krizi verilerine göre sadece Suriye’de 5 milyondan fazla kişi ülkesini terk etmek zorunda kalmış 13 milyondan fazla kişi ise ülke içinde yerinden edilmiştir. Suriye’den 252 kişilik bir grubun 29 Nisan 2011 tarihinde Hatay’ın Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısından Türkiye topraklarına geçişi ile başlayan toplu göç hareketi 9 yıldır devam etmektedir. Türkiye topraklarına Suriye iç savaşının başladığı tarihten bu yana 3,6 milyonu aşan Suriyeli giriş yapmıştır. Yaşadıkları yerlerden ayrılan Suriyelileri, uluslararası hukuka uygun olarak “açık kapı” politikası gereğince “geçici koruma” altına alan Türkiye, takip ettiği politikalar ve konumundan ötürü 2011 yılından itibaren dünyanın en çok mülteci bulunduran ülkesine dönüşmüştür. Bu sebeplerle mültecilerin durumu ile mevcut ve ortaya çıkabilecek sorunların çözümü önemli bir konu haline gelmiştir.

Türkiye Suriyeli mülteciler ekseninde uyguladığı politikalar sonucu 9 yılda, sınırları içerisinde bulunan Suriyelilerin sadece geçici barınma merkezlerinde (GBM) kalan azınlık kısmı üzerinde tam olarak denetim sağlayabilmiş, geri kalan ve ülkenin her köşesine dağılmış kesim ise bugünün ve yarının çözüm bekleyen sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Günümüze dek ekonomik, sosyal, toplumsal ve siyasal pek çok problem yaratan Suriyeli mülteci krizinin önümüzdeki dönemde de çözümlenmesi gerekecek pek çok potansiyel sorun barındırdığı bilinmektedir. Ayrıca, Suriyeli mültecilerin ülke içinde yarattığı güvenlik sorunlarının yanı sıra, başta DEAŞ ve PKK terör örgütleri olmak üzere, birçok etnik ve dini motifli terör örgütü üyesi Suriyeli mülteci gibi hareket ederek Suriye krizini fırsata çevirmeye çalışmış ve Türkiye’ye karşı terör eksenli güvenlik tehdidi oluşturmuştur.

Çalışma kapsamında Suriyeli mülteciler özelinde Türkiye’nin güvenlik politikaları ele alınmakta ve göç yönetimi alanında yeni kamu politikaları oluşturma sürecine katkı sağlamak amacıyla güvenlik politikalarına ilişkin birtakım önerilerde bulunulmaktadır. Göç politikası; güvenlik, sağlık, eğitim, istihdam, sosyal yardım ve sosyal destek politikaları gibi birçok bileşenden oluşan bir olgudur. Araştırma kapsamında Suriyeli mülteciler özelinde yalnızca güvenlik politikalarının ele alınması çalışmanın sınırlarını çizmektedir.

2. GÖÇ KAVRAMI, NEDENLERİ VE SONUÇLARI

Göç, tek bir kişinin veya bir insan grubunun çeşitli sebeplerle devlet sınırları içerisinde veya uluslararası bir sınırı geçerek yer değiştirmesidir (IOM, 2009: 22). Yaşam alanının isteyerek veya zaruri sebeplerle geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi göçten söz etmek için yeterlidir. Göç farklı zamanlarda farklı sonuçlar doğurabilmektedir. Bazen sorunsuz bir taşınma, sadece yer değiştirme olan göç hareketi, bazen İsrail örneğinde görüldüğü gibi yeni bir devletin oluşturulmasında başrol oynayabilmektedir (Öner, 2016: 13).

Tek kişiden, kitlesel hareketlere kadar geniş bir skalada gerçekleşebilen göçün en temel sebebi insanların rahat, güvenli ve refah içerisinde bir hayat sürdürme çabasıdır (Aksoy, 2012: 292-293). İklim koşulları, doğal kaynaklar, siyasi sebepler, yaşanılan baskı veya zulümden kurtulma isteği, daha iyi yaşam koşulları ve diğer zorunlu/keyfi sebepler göç hareketlerinin en önemli nedenlerini oluşturmaktadır (Ağır ve Sezik, 2015: 97).

Tarihi süreçte göç ilk defa doğal afetler, iklim koşulları, daha iyi yaşam koşulları ve savaşlar sonucu başlamışken, gelişen süreçte sanayileşme, eğitim, siyasi sebepler, dini sebepler, kültürel sebepler göçe itici güç oluşturmuştur (Samers & Collyer, 2017: 15).

İnsanın varoluşu ile başlayıp süreklilik arz eden göç (Fichter, 2001: 154) çok boyutlu disiplinler arası bir kavramdır ve sosyolojiden, siyasete, antropolojiden, psikolojiye kadar birçok disiplinin araştırma konusu olmuştur (Mutluer, 2003: 9). Göçün birçok disiplin tarafından farklı tanımlarının yapılmış olması, göçün sebep ve sonuçlarının birçok disiplini etkilemesi ve bu disiplinlerin göç konusunu kendi alanları ile sınırlı olarak ele almalarından kaynaklanmaktadır (Castles & Miller, 1998: 19-20).

(3)

Türk Dil Kurumuna göre göç; “ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, hicret, muhaceret” olarak tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu, 2020).

Uluslararası göç örgütüne (IOM) göre göç; “Uluslararası bir sınırı geçerek veya bir devlet içinde süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun insanların yer değiştirdiği nüfus hareketleridir. Buna, mülteciler, yerinden edilmiş kişiler, yerinden çıkarılmış kişiler ve ekonomik göçmenler dahildir." (IOM, 2009: 22) şeklinde tanımlanmıştır.

Her iki tanımdan da anlaşıldığı üzere göçün en basit ifadesi mekânsal bir yer değiştirme hareketi olmasıdır. Göç, bir ikamet yerinden başka bir ikamet alanına, sürekli veya geçici olarak yapılan her bir hareketin adıdır (Skeldon, 2017: 2). Göç; tek kişi tarafından veya topluca, bir veya birden çok defa, süreli veya süresiz olarak değişik zamanlarda yapılabilmektedir (Faist, 2003: 41). Özünde insan hareketliliği olan “göç” devamlı bir etkileşimi ve değişimi de beraberinde getirmektedir (Isayev, 2017: 9-10).

İnsan hareketleri sonucu oluşan göç olgusu, günümüzde farklı bir boyut kazanarak sadece bir veya birkaç ülkeyi değil tüm dünya ülkelerini ilgilendirmeye başlamıştır (Marshall, 2006: 1-2). Bu değişikliğe sebep olan en temel neden küreselleşmedir. Küreselleşme, coğrafi sınırların ortadan kalkması, sermayenin sürekli ve akışkan olması, üretim ve tüketimin küresel bir boyut kazanmasıdır (Scott, 2001: 814). Küreselleşme sonucu dünya küçülmüş, mesafeler ortadan kalkmıştır (Larsson, 2001: 9). Teknolojik gelişmeler, ulaşım araçlarının çeşitliliğinin ve hızlarının artması dünyada göç konusuna yeni bir boyut kazandırmıştır. Küreselleşen dünya insanları artık bir ülke vatandaşı değil, bir nevi dünya vatandaşı konumuna gelmişlerdir.

Yirminci yüzyılın sonlarında dünyada göç hareketlerinin sürekli olarak çoğaldığı ve ilerleyen zamanda da çoğalmaya devam edeceği değerlendirilmektedir (OECD, 2018: 9). Günümüzde göç artışındaki öncelikli sebep ulaşım teknolojilerinin ilerlemesi ile uzak mesafelere kısa sürelerde gidilmesidir (Constant, Nottmeyer ve Zimmermann, 2013: 55). İletişim teknolojileri ile insanların dünyanın başka yerlerinde meydana gelen olayları anında öğrenebiliyor olması, küreselleşme ile devlet sınırlarının önemini yitirmesine neden olmuştur. Küreselleşme sonucu göç olgusu ivme kazanmış, bunun sonucunda az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere olduğu gibi gelişmiş ülkeler arasında da göç hareketleri artmıştır (Aksoy, 2012: 293).

Göçün nedenlerini isteğe bağlı ve zorunlu nedenler olarak iki ana başlık üzerinden irdelemek mümkündür. İsteğe bağlı sebepler, daha iyi yaşam koşulları, eğitim, iş imkânları gibi alt başlıklardan oluşurken zorunlu sebepler, savaş/iç çatışma, doğal afetler, etnik/kültürel ve mezhepsel çatışmalar, baskı ve zulümden kurtulma gibi birçok alt başlıktan oluşmaktadır.

Göç etme düşüncesi insanların yaşadıkları ortamın koşullarını daha iyi hale getirmek istemeleri ile başlar. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel nedenlerden ötürü insanlar göç ederek kendilerine daha iyi imkânlar yaratmak isterler (Bali, 2011: 24). Zorunlu göçlerdeki kaçış durumunda da temel motivasyon, mevcut durumu iyileştirmek ve yeni fırsatlar yaratarak daha iyi bir yaşam sürmektir. En sık rastlanılan göç tipi, ekonomik nedenli göç tipidir. Bu göç çeşidinde göçün takip ettiği yol, gelir seviyesi ve yaşam standartlarının düşük olduğu bölgelerden yüksek olduğu bölgelere; çalışma olanağının bulunmadığı yerlerden, işgücüne ihtiyaç duyulan yerlere doğrudur (Karpat, 2010: 76). Yaşanılan ortamda çalışma ve kazanma imkânlarının olmayışı, hayat şartlarının zorluğu ve daha iyi yaşam koşulları arayışı bireyleri bulundukları ortamı terk ederek yeni yaşam alanlarına göç etmeye zorlamaktadır (Han ve Li, 2017: 68).

Dünyada sanayileşme ve teknolojik imkânların ilerlemesi, tarım ve hayvancılık sektöründe makine kullanımının çoğalması, kırsal alanda ikamet eden çoğu insanı köylerden şehirlere göç etmeye mecbur kılmıştır (Kartal, 1978: 7). Sanayileşme ve endüstri devriminin gerçekleşmesi göç hareketinin artmasına neden olmuştur. Sanayi kuruluşlarının şehirlerde bulunması köylerden şehirlere doğru olan göçü hızlandırmıştır (Keleş, 1983: 6).

(4)

Göç etmenin bir başka nedeni ise eğitim temelli göç hareketleridir. Genellikle üniversite eğitimi almak için bireyler çoğu zaman kendi başlarına bazen de aileleri ile beraber ihtiyaçlarını karşılayabilecek eğitim kurumlarının bulunduğu şehirlere ve ülkelere göç etmektedir.

Önemli bir diğer göç sebebi zorunluluktur (Demirhan ve Aslan, 2015:28). Zorunlu göçün nedenlerinin başında güvenlik sorunları (savaş, iç çatışma, terör, töre cinayetleri veya doğal afetlerden kaçma vb.) bulunmaktadır. Güvenlik sorunları nedenli göç, bazen kişisel ya da kitlesel kararlarla bazen de devlet kararıyla olabilmektedir.

Savaş ve iç karışıklıklar nedeniyle oluşan göç hareketlerine en yeni örnek Arap Baharı Süreci ve devamında oluşan Suriyeli mülteciler meselesidir (Taşçı, 2009:186). Suriye’deki milyonlarca insan iç savaş sebebiyle göç etmek durumunda kalmıştır.

Göç olgusu, ülkelerin demografik yapılarını değiştirebilen, kültür yapısını ve sosyo-ekonomik durumunu dönüştürebilen bir süreçtir (Akıncı, Nergis ve Gedik, 2015:61-62). Göç hareketi hem göçün başladığı yer hem de göçün yapıldığı yer itibarıyla başta ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi sonuçlar olmak üzere birçok değişimi beraberinde getirmektedir (Özer, 2004:11).

İnsanların ve toplumların hayatlarını devam ettirdikleri yerlerden başka bir çevreye gitmeleri çok boyutlu bir olaydır ve değişimin yanı sıra birçok sorunu da birlikte getirmektedir (Akan ve Arslan, 2008: 5-6).

Her göç hareketi kendi dinamiklerini oluşturarak hem göçün başladığı hem de göçün son bulduğu yer ve toplum için sonuçlar doğurmaktadır. Kontrollü gerçekleştirilen göç hareketlerinde tedbir alındığı ve oluşabilecek sorunlar öngörüldüğü için beklenmedik olumsuzlukların yaşanma ihtimali azalırken; plansız göç hareketlerinde beklenmedik sorunlar oluşmakta ve bu sorunların çözümü uzun sürebilmektedir. Plansız göçler:

✓ Gecekondulaşmanın artması ve çarpık kentleşme, ✓ Alt yapı hizmetlerinin yetersiz hale gelmesi,

✓ Eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetlerinin yetersiz hale gelmesi, ✓ Nüfus dağılımında orantısızlık,

✓ Yerel yönetimlerin bütçelerinin göç alan yerler açısından yetersiz kalması, yatırımların düzensizleşmesi,

✓ Kültürel çatışmalar ve toplumsal olayların meydana gelmesi,

✓ Güvenlik ve asayiş sorunlarında artış meydana gelmesi gibi sorunlara yol açmaktadır. Ülke dışına gerçekleştirilen göç hareketlerinde aynı ülke içerisinde meydana gelen göç hareketlerine göre farklı sorunlar meydana gelmektedir. Göçmenler öncelikle yerli insanların çalışmadığı, zor ve beden gücü ile yapılabilen işlerde çok düşük maaşlarla yasalara aykırı olarak çalıştırılmaktadır (Yavuz, 2013:615). Yurt dışına gerçekleştirilen göçlerde meydana gelen diğer bir önemli sorun ise göçmenlerin yeni yaşamlarını devam ettirdikleri toplumun diline ve sosyal hayatına alışamamaları durumudur. Bu problemler neticesinde, Türkiye’deki Suriyeli mahalleleri veya Almanya’daki Türk mahalleleri gibi gettolar oluşmakta, bu bölgelerde ikamet eden göçmenler yerli halktan kendilerini soyutlayarak farklı sorunların oluşmasına sebep olmaktadır.

Göç bir etkileşim süreci olarak karşımıza çıkmakta olup meydana getirdiği sorunlar ile beraber değişimi de getirmektedir (Sayın, Usanmaz ve Aslangiri, 2016:2). Göçün neticesinde değişik kültürlerin çatışması/kaynaşması ve tarafların alışma süreci karşımıza çıkmaktadır (Akıncı, Nergis ve Gedik, 2015:80). Kültürel çatışmaların asıl nedeni tüm toplumların kendi kültürünü doğru kabul etmesi, bunun sonucu olarak karşılaştığı yeni kültüre karşı olumsuz bir tutum sergilemesidir (Ügeöz, 2003:36). Göç edenler ve yerel halk aynı ülke vatandaşları olsalar bile aralarında kültürel farklılıkların olması doğaldır. Göç, hem göç edeni hem göç edilen yerdeki insanları ilgilendiren bir

(5)

uyum sürecini de beraberinde getirmektedir. Göç veren ve göç alan taraflar bu süreçten doğrudan etkilenmektedir (Castles ve Miller, 2008:29).

Göç eden insanların göç ettikleri bölgede sömürülmeleri çoğu zaman beklenen sonuçlar arasındadır. Ucuz işgücü veya cinsel sömürü öznesi haline gelen göçmenler (Yılmaz, 2014:1698-1699) zor şartlarda kanuni zorunluluklara uyulmadan düşük ücretlerle çalıştırılmakta veya yasa dışı işlerde kullanılmaktadırlar. Bu ve bunun gibi birçok olumsuz sonuç hem göç edeni hem de yerel halkı olumsuz yönde etkilemektedir.

Sonuç itibarıyla göç, bireyden devlete kadar her kademede etkileyen, değişimi ve etkileşimi beraberinde getiren bir olgudur ve bu yönleri ile ele alındığında göç yönetimi büyük önem arz etmektedir. Göç, hem göç edeni hem göç edilen yerdeki insanları ilgilendiren bir uyum sürecini de beraberinde getirmektedir. Göç veren ve göç alan taraflar bu süreçten doğrudan etkilenmektedir (Castles ve Miller, 2008: 29) Göç yönetiminin en önemli bileşeni de göçmenlerin uyumudur.

Göçmenlere yönelik uyum politikaları Zapata Barrero (2002) tarafından üç farklı modelde incelenmiştir: asimilasyoncu model, entegrasyon modeli ve çok-kültürcü liberal model (aktaran Öztürk, 2014:144). Asimilasyoncu modelde toplumların kültürel, etnik ve ırksal çeşitliliği tanınmakta fakat bu çeşitliliğin korunmasından ziyade egemen ulusal kültür içinde onu asimile etmek hedeflenmektedir. Entegrasyon modeli, fırsat eşitliğini öngören ve farklı kültürel gruplara mensup vatandaşların karşılıklı hoşgörü içerisinde yaşamalarını sağlayacak politikaları teşvik etmektedir. Bu kapsamda tüm bireylerin kültürel kimliklerini yaşayabilmeleri, özgür ve eşit vatandaş olarak kabul edilmeleri esastır. Çok-kültürcü liberal model ise kültürel çeşitliliğin yönetimine dayanmaktadır. Tek ulus ve tek kültürlü bir kimlik yerine, mevcut kültürel ve etnik çeşitliliği ifade eden resmi bir kimlik, çoğulcu bir vatandaşlık tanımlaması öngörmektedir (Öztürk, 2014:109).

Göç yönetimi ile toplumun güvenliğinin sağlanması, büyüme ve kalkınmanın planlı bir şekilde devam ettirilmesi, eğitim ve istihdam ihtiyaçlarının karşılanması, fakirliğin azaltılması, beyin göçünün önlenmesi, göçmen alınan durumlarda söz konusu göçmenlerin topluma problemsiz şekilde kaynaştırılması hedeflenmektedir.

3. SURİYE KRİZİ VE SURİYELİ MÜLTECİLER MESELESİ 3.1. Arap Baharı ve Suriye Krizi

Bütün Orta Doğu’yu kısa sürede etkisi altına alan Arap Baharı hareketi ilk olarak Tunus’ta başlamıştır. Tunuslu genç bir seyyar satıcı olan Muhammed Bouazizi el arabasına el konulmasına karşı çıkması nedeniyle gözaltına alınarak işkenceye maruz kalmış, bu olay Muhammed Bouazizi’nin 17 Aralık 2010 tarihinde kendisini ateşe vererek yakması ile sonuçlanmıştır (Aktaş, 2012:1). Bu vaka ile fitili ateşlenen Arap Baharı, Tunus halkını sokağa dökmüş, ülkeyi yönetmekte olan Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etmiş ve böylece Arap Baharı ilk olarak Tunus’ta iktidarı değiştirerek diğer Orta Doğu ülkelerine sıçramıştır (Boyraz, 2015:40). Arap Baharı, kısa zamanda Mısır, Libya, Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Yemen, Lübnan ve Suriye’nin de içinde bulunduğu diğer Arap ülkelerine yayılarak, iktidarlar ile orta ve alt gelirli halkın karşı karşıya kaldığı, statükoya karşı bir halk hareketine dönüşmüş (Ulutaş, 2017:41), Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarlar devrilmiştir.

Arap Baharının ilk bakışta Orta Doğu’nun baskıcı ve otoriter yönetimlerine sahip, ekonomik durumun iyi olmadığı, zengin ile fakir arasında farkın aşırı açıldığı ülkelerde bulunan eşitsizliğe ve düzene bir tepki olarak meydana geldiği düşünülmektedir. Fakat dünya üzerindeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının büyük bir kısmının bulunduğu Orta Doğu’da böyle geniş kitleleri harekete geçiren ve sonucu itibariyle rejim değişikliklerine neden olan bir harekette Batılı ülkelerin etkisinin de olduğu değerlendirilmektedir.

Arap Baharının yaşandığı Mısır, Libya, Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Yemen, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerin hepsinde baskıcı ve otoriter rejimlerin hüküm sürmekte olduğu, söz konusu ülkelerin

(6)

ekonomik durumlarının kötü olduğu (Sandal, Hançerkıran ve Tıraş, 2016: 462), işsizlik oranlarının yüksek olduğu, orta ve alt tabaka halkın yaşam standartlarının iyi olmadığı, enflasyonun yüksek olduğu, toplumun küçük bir bölümünü oluşturan zengin kesimin giderek daha da zenginleştiği görülmektedir (Dede, 2011: 23-24). Baskıcı yönetimlerin varlığı ve hayat koşullarının güçlüğü Arap Baharı adı verilen hareketlere zemin hazırlamış ve hareket ile bu olumsuzlukların nedeni olarak görülen yönetimlerin devrilmesi hedef alınmıştır (Çendek ve Örki, 2019: 44-45).

Arap Baharının başlamasını ve geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan en önemli faktör teknolojideki ilerlemelerdir. Neredeyse tüm gençliğin kullanıcısı olduğu Twitter ve Facebook uygulamaları ile hem sosyal medyada geniş kapsamlı protesto eylemleri yapılmış hem de halk hareketinin çabuk yayılması sağlanmıştır (Eldin ve Salih, 2013: 186-188). Teknolojiyi iyi kullanan Arap gençliği protesto gösterileri ve diğer rejimlere karşı hareketlerde en önemli rolü oynamıştır (Haran, 2016: 11).

Tunus’ta başlayan ve diğer Arap ülkelerine sıçrayan Arap Baharının etkilerini Suriye’de göstermesi 2011 yılının başlarında olmuştur (AFAD, 2017:11). Diğer Arap ülkelerinden etkilenen Suriye halkı zayıf da olsa Ocak ayında ilk gösteri/protesto hareketlerine başlamıştır. İlk başlarda çok etki yaratmayan bu gösteriler, Mart 2011’de Dera kentinde yaşanan olaylarla etkili hale gelmeye başlamıştır (Salihi, 2016:159). 15 Mart 2011 tarihinde iki öğrencinin duvara “halk rejimin yıkılmasını istiyor” yazması sonrasında tutuklanmaları (Kıvılcımı Duvar Yazısı Tetiklemişti, 2014) Suriye Arap Baharının başlangıç tarihi olarak kabul edilmiştir. Tunus ve devamında yıkılan rejimler Suriye’ye de örnek oluşturmuş, ilk başlarda barışçıl halk hareketleri olarak yapılan gösteriler, Beşşar Esad karşıtlarının silahlanmasıyla iç savaşa dönüşmüştür (Çapar ve Koca, 2018: 9). Dera kentinde gösteriler başladığı sırada ülkede yaşanan kuraklık ve artan işsizlikten dolayı gösteriler kısa sürede genişleyerek Banyas, Lazkiye, Hama, Deyrizor ve Humus’u da içine alarak yayılmıştır (Süer, 2012:9).

Tunus’ta başlayan ateş Suriye’de etkilerini göstermeye başladığında Beşşar Esad da (Interview With Syrian President Bashar al-Assad. 2011) dâhil olmak üzere hiç kimse sonu gelmez bir iç savaş ve göçün başlayacağını düşünmemiştir. Bölgede devam eden iç savaşa ABD ve Rusya’nın başını çektiği Batılı ülkelerin de dâhil olmasıyla Suriye meselesi içinden çıkılamaz bir sorun haline dönüşmüştür.

Muhaliflerin Suriye yönetiminden istekleri; var olan olağanüstü halin kaldırılarak ülkede normalleşmenin sağlanması, bakanlıkların tamamen sivilleştirilmesi, yasama-yürütme-yargı organlarının yeniden düzenlenerek yargının tam bağımsız bir yapıya kavuşması, güvenlik birimlerinin yeniden yapılandırılması, Suriye Kürtlerine vatandaşlık verilmesi, elit kesim ile halk arasındaki gelir eşitsizliğinin giderilmesi ve uzun zamandır iktidarda olan Baas partisinin yetkilerinin sınırlandırılarak demokratik siyasi bir ortam yaratılması olmuştur (Özdemir, 2016: 88-90; Canyurt, 2018: 1104-1106).

Dera’da başlayan eylemler kısa zamanda Hama, Humus ve Lazkiye gibi diğer şehirlere yayılmış (Koldaş ve Köprülü, 2011: 34), Beşşar Esad rejimi bazı önlemler alarak başlayan halk hareketini bastırmaya çalışmış ancak başaramamıştır. Eylemlerde rejim güçleri tarafından silah kullanılması ve insanların ölmesi protesto gösterilerinin dozunu artırmıştır.

Beşşar Esad ilk olarak halkın isteklerini yerine getireceği yönünde davranışlar sergilemiş, genel siyasi af ilan etmiş, yeni siyasi partilerin kurulmasına izin veren bir yasa çıkartmış, seçim, basın ve kısıtlamalarla ilgili iyileştirici yasalar çıkartmış ancak yapılan iyileştirmeler göstericiler tarafından yeterli görülmemiştir. İlk başlarda halkın %65-70 arası desteğini alan Esad zamanla bu desteği kaybetmiştir (Mahalli, 2012: 197).

Yönetimin muhalif hareketleri silah kullanarak bastırmak istemesi, şiddet hareketlerinin seviyesini daha da artırmış (Tyyskä, Blower, vd., 2017: 4-5), halkın Beşşar Esad’ın istifasını istemesine neden olmuş, rejim güçleri bu durum karşısında halk hareketini “muhalif çeteler” olarak niteleyerek silah ve aşırı güç kullanımına devam etmiştir (Rózsa, 2012: 20). Rejim yönetimi iletişimi keserek, dış

(7)

dünyanın yaşanan olayları öğrenmesini engellemeye çalışmış fakat başarılı olamamıştır (Acar, 2013: 132-133).

Nisan 2011’de muhalif grupların gösterilerinin ülkeye yayılması ile rejim unsurlarının halka uyguladığı şiddet artmış ve birçok kişi yaşamını yitirmiştir. İktidar, Rusya ve İran’dan aldığı siyasi destekle güç kullanımını şiddete dönüştürmüş ve bunun sonucunda ülkenin içerisinde bulunduğu durum geri dönülmez bir noktaya gelmiştir (Achiume, 2015: 695-696).

Muhalif gruplar zaman içerisinde tek bir çatı altında toplanmış, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı verilen silahlı yapıyı oluşturmuşlardır. Suriye ordusundan ayrılan çok sayıda askerin bulunduğu ÖSO silahlı muhalif grupların birleşerek rejime karşı savaştığı bir ordu halini almıştır. 2013 yılı ile birlikte Suriye’deki kargaşadan yararlanan DEAŞ, PYD ve Hizbullah gibi terör örgütleri hem bölgesel hem de küresel güvenlik için bir tehdit haline gelmiştir. Suriye’de yaşanan iç savaşın da aktörleri haline gelen bu örgütler bölgede toprak ve güç kazanma çabası içerisine girmişlerdir. Suriye iç savaşına müdahil olan ABD, Rusya, İran, Türkiye ve diğer Batı ülkeleri ise savaşın bir diğer yönünü oluşturmaktadır. İran ve Rusya hem bölgedeki çıkarları hem de Suriye rejimi ile olan ilişkileri nedeniyle rejime destek vermiştir. ABD ise dünya jandarmalığını bırakmayıp, terörle mücadele ettiğini beyan ederek Suriye’nin karşısında bir tutum sergilemiş ve bölgede hâkimiyet kurmaya çalışmıştır.

Türkiye 2002 yılı sonrasında Suriye ile iyi ilişkiler kurmak için olumlu bir siyaset uygulamıştır (Akgül, Kaptı ve Demir, 2015: 3). 2011 yılında Suriye Krizinin ilk başladığı Dera olayları sonrasında Türkiye, Şam yönetimine reform yapmaları yönünde telkinde bulunmuş, ancak Esad’ın göstericilere sert muamele etmesi ile Türkiye Esad rejiminin karşısında yerini almıştır.

Arap Baharı sonucu Orta Doğu’da ve Suriye Krizi sonucu da Suriye’de devlet dışı silahlı güçler, terör örgütleri çoğalmıştır. Birçoğu etnik ve mezhep kökenli olan bu güçler ülkede zaman zaman etkili olmuştur. Bu güçler ülkedeki önemli yerler ile doğal kaynakları silah zoru ile ele geçirmiş ve kendisini kabul etmeyen yerel halka aşırı şiddet uygulamıştır. Arap Baharı ile devlet kurumlarının güçsüzleştiği ülkede PKK, YPG ve DEAŞ gibi aktörler güç ve toprak sahibi olmak için çalışmışlardır (Yeşiltaş ve Duran, 2018: 9-13).

Arap Baharı sürecinin en dramatik bölümü Suriye’de yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir. Suriye, stratejik konumu ve ABD/İsrail karşıtlığı ile ABD karşıtlarının Ortadoğu’daki önemli kalelerinden birisi olmuştur (Adıbelli, 2012: 9-10).

Türkiye için Suriye’de devam eden iç savaşın bu kadar önemli olmasının önemli bir sebebi 911 kilometrelik bir kara sınırına sahip olmasıdır. Suriye’deki otorite boşluğu ve kaos ortamından dolayı bölgedeki istikrarsızlık her geçen gün artmakta ve Türkiye aleyhinde yeni tehlikeler oluşturmaktadır.

Suriye yönetimi, gelinen noktada Rusya ve İran’ın desteğiyle sahip olduğu gücü elinde tutmaya çalışmaktadır. Rusya’dan teknolojik ve askeri anlamda, İran’dan ise finansal anlamda destek almaktadır. Bölge, farklı siyasi etnik ve mezhepsel grupların, terör örgütlerinin ve iki blokta farklı ülkelerin çatıştığı bir duruma gelmiştir. Bugüne kadar yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş, kimyasal silah kullanılmış, milyonlarca insan yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakılmıştır (Muslu, 2018: 7). Böyle bir ortamda Türkiye, bölgede meydana gelen gelişmeleri yakından takip ederek; Suriye topraklarını terör örgütlerinden temizlemek, Suriyeli mültecilerin evlerine dönmelerini sağlamak ve ulusal güvenliğini korumak için operasyonlarını sürdürmektedir.

3.2. Suriyeli Mülteci Meselesi

2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı kısa zamanda tüm Orta Doğu’yu etkisi altına almış ve uluslararası bir krize dönüşmüştür. 2011 yılı ile birlikte Suriye’ye sıçrayan Arap Baharı Suriye rejiminin halka karşı sert tutumu ve silah kullanmasıyla iç savaşa dönüşmüş ve büyük bir göç

(8)

hareketinin fitilini ateşlemiştir (Özdemir, 2017: 115). Suriye Krizi sonrasında yaşanan Suriyeli mülteciler meselesi ilk olarak bölgesel bir krize ardından uluslararası bir krize dönüşmüştür.

Suriye Krizi ile birlikte 5,5 milyondan fazla Suriyeli Türkiye, Lübnan, Ürdün ve diğer ülkelere sığınmak zorunda kalmış (Ostrand, 2015: 255), milyonlarca Suriyeli ise Suriye içerisinde göç etmek zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre Suriyeli mültecilerin ülkelere dağılımı Tablo 1’de sunulmuştur.

Tablo 1. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Verilerine Göre Suriyeli Mültecilerin Ülkelere Dağılımı

Türkiye 3.630.702

Lübnan 879.529

Ürdün 659.673

Irak 241.738

Mısır 130.085

Diğer (Kuzey Afrika) 31.657

Toplam 5.573.384

Kaynak: (The UN Refugee Agency, 2020).

“Açık kapı” politikası uygulayarak sığınmak isteyen hiçbir mülteciyi geri çevirmeyen ve onları geçici koruma statüsü altında kamplarda ve ülke sınırları içerisinde koruma altına alan Türkiye, 3,6 milyonun üzerindeki Suriyeliye ev sahipliği yaparak krizin en yoğun hissedildiği ülke olmuştur (Göç ve Uyum Raporu, 2018: 75). “Açık kapı” politikası, savaş ve çatışma ortamı başladığında pasaportu olsun ya da olmasın, mezhebi, cinsiyeti ve ırkı ne olursa olsun yardıma ihtiyacı olan herkesin kabul edilmesi ve temel ihtiyaçlarının giderilmesidir (Akbaş, Babahanoğlu ve Yelman, 2016: 99).

İlk olarak küçük gruplarla başlayan göç akımı ile ülkeye giren Suriyeliler öncelikle geçici barınma merkezlerine yerleştirilmiştir ancak, bir süre sonra göç hareketinin kitlesel boyuta ulaşması nedeniyle kayıt altına alınarak ülke genelinde özgürce yaşamaya başlamışlardır. Uygulanan politika nedeniyle özellikle ilk birkaç göç dalgasında Suriyeli mültecilerin yanında Türkiye’ye giren pek çok terör örgütü üyesi ulusal güvenlik açısından risk yaratmıştır (Koca, 2015: 220-221).

Türkiye, beklenmedik göç akımı karşısında süratle göç mevzuatını güncellemiş ve Suriyelilere ait işlemlerin Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ve Geçici Koruma Yönetmeliği (GKY) kapsamında yapılmasını sağlamıştır. Bu kapsamda Suriyeliler için geçici barınma merkezleri, çadır kentler ve konteynır kentler kurulmuştur. Bu merkezlerde Suriyelilerin insanca yaşayabilmesi için altyapıdan, temizliğe, sağlıktan eğitime, dini hizmetlerden sosyal desteğe kadar birçok alanda hizmet sunulmuştur.

Buna karşılık Avrupa ve diğer gelişmiş ülkeler Suriye krizinden kaynaklı kitlesel göç hareketine karşı dışlayıcı, yasakçı ve negatif yönde bir tutum sergilemiştir (Günay, Atılgan ve Serin, 2017: 56). Batı, Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya geçişini engellemek için yasal sınırlamalarını katılaştırmış, yeni sınır kontrolleri geliştirmeye başlamıştır. Bu durum Avrupa’ya gitmek isteyen Suriyelileri yasadışı göçe yönlendirerek insanlık dramlarının oluşmasına sebep olmuştur (Akkaya, 2019: 358-359).

Suriye’de durum 2020 yılı itibarıyla halen normale dönmemiş, iç savaş ve kaos ortamı çok uluslu aktörlerin dahil olduğu karmaşık bir hal almıştır. Suriye’deki kriz devam ettiği sürece Türkiye’ye yeni Suriyelilerin gelmesi olasıdır ve beklenmektedir (Korkmaz, 2016: 84).

4. SURİYE’DEKİ KRİZİN TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ ÜZERİNE TERÖR EKSENLİ ETKİLERİ

2003 yılında PKK/KCK’nın Suriye kolu olarak faaliyetlerine başlayan PYD, 2003 yılından 2011 yılına kadar durağan bir dönem geçirmiş, Suriye’de yaşanan otorite boşluğunun etkisi ve Suriye Rejiminin desteğiyle güçlenerek Türkiye’nin güneyinde etkili bir aktör olarak ortaya çıkmış ve Türkiye açısından bir tehdit olarak görülmüştür. PYD, PKK/KCK’nın uzantısı olmasına rağmen Batılı ülkeler tarafından bir terör örgütü olarak kabul edilmemiştir. Dahası PYD’nin, DEAŞ’a karşı

(9)

yürütülen mücadelede Batılı ülkelerce müttefik olarak kabul edildiği görülmektedir (Paasche, 2015: 77).

PKK/KCK terör örgütünün bir kolu olan PYD, uluslararası arenada kendisini meşru göstermeye uğraşmakta, Suriye’deki iç savaş ortamından faydalanarak bazı yabancı devlet ve aktörlerin siyasi ve lojistik desteğiyle bölgede güç kazanmaya çalışmaktadır. PYD, uluslararası arenada DEAŞ’a karşı verilen mücadelenin bir aktörüymüş izlenimi vererek meşruluk iddiasını pekiştirmeye çalışmıştır (T.C. İçişleri Bakanlığı, 2017b: 2). Suriye krizi ile birlikte PKK/KCK birçok terörist grubunu PYD’nin silahlı kolu olan YPG’de görevlendirerek Suriye’de etkin olma ve meşruluk kazanma çabasına girişmiştir (T.C. İçişleri Bakanlığı, 2017b: 32).

PYD yönetimi, ABD ve Rusya ile ortak hareket ederek Suriye’nin kuzeyinde devlet dışı silahlı bir aktör olarak güç kazanmaya çalışmıştır, ancak Türkiye’nin kararlı tutumu ve bölgede yürüttüğü operasyonlar ile emellerine ulaşamamıştır (Acun ve Keskin, 2017: 54).

Bölgede faaliyet yürüten diğer bir terör örgütü olan DEAŞ, 1999 yılında Afganistan’da kurulmuş, Suriye iç savaşı sırasında özellikle 2014 yılında adından sıkça söz ettirmiştir. 1999 yılında Ebu Musab el-Zerkavi tarafından Afganistan’da, Tevhid ve Cihad Örgütü adıyla kurulan DEAŞ, 2001 yılında Kuzey Irak’ta örgütlenmeye başlamıştır. 2003 yılıyla birlikte Irak topraklarında ABD ordusuna karşı birçok eylem yapan örgüt 2004 sonrasında Irak El Kaidesi olarak anılmaya başlamıştır. 15 Ekim 2006 yılında Bağdat, Anbar, Diyala, Kerkük, Selahaddin ve Ninova kentleri ile Babil’in bir bölümünü de içerisine alan (sözde) İslam Devletinin kurulduğunu ilan etmiştir. 2011 yılında ABD’nin Irak’tan çekilmesi ile bölgede güçlenen örgüt, 2013 yılında Suriye’nin Rakka şehrini ele geçirerek adını Irak Şam İslam Devleti (DEAŞ) olarak değiştirmiştir. DEAŞ, 2014 yılında Musul’u ele geçirmiş ve örgütün başındaki Ebubekir el-Bağdadi halifeliğini ilan ederek hilafetin yeniden geldiğini iddia etmiştir (T.C. İçişleri Bakanlığı, 2017a: 6). 2014 sonrasında DEAŞ çok hızlı bir şekilde güçlenmiş ve birçok bölgeyi kontrolü altına almıştır. Örgütün güçlenmesinde yabancı terörist savaşçıların katılımının büyük etkisi olmuştur (Yeşiltaş ve Öncel, 2017: 7).

Türkiye DEAŞ ile mücadele kapsamında oluşturulan uluslararası iş birliğinin önemli bir parçası olmuştur. Suriye’de DEAŞ unsurlarına karşı askeri operasyonlar düzenlenmiş, DEAŞ ile mücadele edecek yerel güçlere eğitim verilmiştir. Suriye ve Irak’ta uluslararası iş birliği ile mücadele edilen DEAŞ ilk başlarda otorite boşluğundan faydalanarak birçok bölgeyi ele geçirmiş ancak yürütülen mücadele sonucu büyük zayiatlar verdirilmiştir.

Göç hareketlerinin yarattığı tehditlere bakıldığında, yabancı ajanların ve yabancı terörist savaşçıların göçmen maskesi altında ülkeye sızmaları ön plana çıkmaktadır. Son dönemlerde devletleri en çok uğraştıran alan bu kişilerin sabotaj ve terör eylemi girişimleridir. Dünya üzerinde çok güçlü istihbarat teşkilatlarına sahip olduğu düşünülen ülkelerde bile insana dayalı istihbaratın teknolojik gelişmelerle yabana atılması nedeniyle acı terör olayları yaşanmaktadır. Yabancı terörist savaşçıların işlemiş oldukları terör eylemleri neticesinde binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Sonuç olarak, Suriye krizi ile birlikte Türkiye, PKK/KCK, PYD ve DEAŞ tehditlerine daha hassas hale gelmiştir. Bölgedeki otorite boşluğundan faydalanan terör örgütleri hem sınır güvenliğini tehdit etmiş hem de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde eylemler gerçekleştirmişlerdir. Suriyelilere uygulanan “açık kapı” politikası bu terör örgütü üyelerinin Türkiye’ye giriş yapmalarının hatta silah ve mühimmat sokmalarının kolaylaşmasına neden olmuştur (Ağır ve Sezik, 2015: 107-108). Bu bağlamda 2014 sonrasında Türkiye’de 14 farklı DEAŞ saldırısında 304 kişi ölmüş, 1.338 kişi yaralanarak kurtulmuştur. Irak, Fransa, ABD, Belçika gibi ülkelerde de çeşitli eylemler yapan DEAŞ en çok zararı Türkiye’ye vermiştir (T.C. İçişleri Bakanlığı, 2017a: 28).

5. SURİYELİ MÜLTECİLER ÖZELİNDE GÜVENLİK EKSENLİ UYGULAMALAR

Suriyelilerin yaşam tarzlarının Türk yaşam tarzı ile farklılığı, kentlerde gettolaşma türü yaşam tarzını benimsemek zorunda kalışları ve her geçen gün sayılarının artması yaşanan güvenlik eksenli toplumsal sorunları tetiklemektedir. Ayrıca, medyanın Suriyeliler ile ilgili yoğun haber yapma

(10)

gayreti, insan gücüne dayalı işlerde Suriyelilerin düşük ücretlerle çalışmaları, ekonomik maliyetleri, Suriyelilerin yoğun suç işlediği algısı ve kamuda yaşanan yoğunluk Suriyelilere karşı yaşanan tedirginliği, korku ve endişeye dönüştürmüştür (Karasu, 2018: 58-59). Toplumda Suriyelilere karşı oluşan korku ve endişenin sebebi, kalma sürelerine ilişkin geçicilik yanılgısı etkisiyle, Suriyelilerin çok kısa bir sürede denetimsiz bir şekilde Türkiye’nin dört bir tarafına yayılmaları ve topluma entegre edilememeleri olarak değerlendirilebilir.

Suriyelilerin yaşadıkları travmalar, Türkiye’de eski hayat tarzlarını devam ettirememeleri, maddi zorluklar yaşamaları, farklı bir dil, farklı bir kültür içerisinde bilinmezliklerle dolu bir hayat yaşamak zorunda oluşları Suriyelileri suç işlemeye ve suç örgütleri tarafından istismar edilmeye karşı tetiklemektedir (Karasu, 2018: 58). Bununla birlikte, suç işleme oranları arasında bir kıyas yapıldığında Suriyelilerin Türk vatandaşlarına göre daha az suç işlediği (Suriyelilerin Suça Karışma Oranı, 2018) görülmektedir. Bu noktada, Suriyeliler ile ilgili asıl sorun, bu süreçte rehabilite edilmeyerek topluma entegre olamamaları sonucu suç işlemeye ve suç örgütleri tarafından istismar edilmeye hassas durumda oluşlarıdır. Bu bağlamda, gelecekte Suriyelilerin karıştığı suçlarda artış görülmesi olasıdır.

Geçmişte yaşanan canlı bomba eylemleri ve terör olayları Türkiye’nin Suriyelilere yönelik uyguladığı açık kapı politikasının istismar edilmesinden kaynaklanan güvenlik sorunlarıdır. Günümüzde Türkiye’ye giriş yapan her Suriyelinin güvenlik kontrolünden geçmesi, kişisel verilerinin alınarak kaydedilmesi ve ilgili birimler tarafından takip edilmesi ile bu sorunun en aza indirileceği değerlendirilmektedir.

Türkiye’de kalmayı düşünmeyen, özellikle Yunanistan başta olmak üzere deniz veya kara yoluyla Avrupa ülkelerine yasadışı yollarla geçmeye çalışan Suriyeliler güvenlik sorunlarına yol açmakta ve sonu ölümlerle sonuçlanan dramlara sebep olmaktadır. 2 Eylül 2015’te Bodrum’da yasadışı yollarla Yunanistan’a geçmeye çalışan küçük bir botun içerisindeki 15 kişiden 5’inin hayatını kaybettiği olayda ölen “Aylan Bebek” olayı, meydana geldiği tarihte uzun süre dünya gündemini meşgul etmekle birlikte benzeri olaylar süregelmektedir (Anadolu Ajansı, 2020). Avrupa’ya açılan denizlerde güvenlik güçleri tarafından alınan tedbirlere rağmen Avrupa’ya geçmek için yasadışı yollara başvuran yabancıların sayısı gün geçtikçe artmaktadır.

Düzensiz göçle mücadele sadece denizde değil karada da devam etmektedir. Suriye uyruklu ve diğer yabancılar genel olarak doğu sınırlarından Türkiye’ye giriş yapmaktadır. Türkiye’yi transit geçiş ülkesi olarak kullanmak isteyen yabancılar batıya doğru kara yolunu izleyerek ulaşmakta, insan kaçakçıları aracılığıyla Avrupa’ya geçmeye çalışmaktadır.

II. Dünya savaşının ardından ekonomik ihtiyaçlar sebebiyle oluşan krizlerle ve büyük ölçekli kitlesel göçmen akınıyla karşılaşan Avrupa devletleri benzer durumlara güvenlik tedbirleri ile ülkeye girişlerde sıkı kontrol mekanizmaları uygulamak suretiyle karşılık vermiştir (Güllüpınar, 2014: 2). Ayrıca, göçmenlerin adi suçlar ile birlikte terör ile de bağlantılı olarak resmedildiği ve iç güvenliğin; vize ve giriş koşullarının sıkılaştırılması, kimlik kontrolleri ve takibin arttırılması gibi sıkılaştırıcı önlemler için de gerekçelendirme aracı olarak kullanıldığı görülmektedir (Mandacı ve Özerim, 2013: 123). Düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye girişini önlemek, göçmen kaçakçılığını engellemek ve kara sınırlarını kontrol altına almak Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik ile ilgili en hayati konu başlığıdır. Doğu ve güneydoğu sınırlarının çoğunlukla sahip olduğu dağlık yapı kontrolü büyük ölçüde güçleştirmektedir. Suriye krizi ile birlikte sınır güvenliği yeniden gündeme gelerek Türkiye için en hassas konulardan biri haline gelmiştir. Bu kapsamda, kolluk kuvvetlerinin düzensiz göç ile mücadele kapasitelerinin artırılması ve düzensiz göçmenlerin yurda giriş noktalarında ve izledikleri güzergâhta takip edilerek yakalanmaları önem arz etmektedir.

Sınır güvenliğini artırmak, Türkiye-Suriye sınırı boyunca yasadışı geçişleri engellemek, kaçakçılık faaliyetlerini durdurmak ve terör örgütlerinin geçişlerini engellemek amacıyla oluşturulan, duvar, gözetleme kuleleri, sensörler ve diğer yardımcı engelleyici silah sistemleri ile güçlendirilmiş Kayı Sınır Güvenlik Sistemi adlı sistem tamamlanma aşamasına gelmiştir (T.C. Cumhurbaşkanlığı

(11)

Savunma Sanayii Başkanlığı, 2020). Sistemin sınıra yaklaşan tehdit unsurlarının tespit edilmesinde, sınırların kontrolünün ve güvenliğinin sağlanmasında önemli faydalar sağlayacağı değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin güvenlik eksenli göç politikalarını incelerken ABD örneğinin faydalı olacağı düşünülmektedir. ABD göç politikaları güvenlik merkezli inşa edilmiştir. Bir kesim göçmen toplumun ve ulusun güvenliğine tehdit olarak kabul edilmiş ve mülteci politikaları bu eksende şekillendirilmiştir. Dünyada en fazla göçmenin yaşadığı bir göçmen ülkesi olan ABD kronolojik olarak İrlandalıları, Çinlileri, İtalyanları, Yahudileri, Japonları, Meksikalıları, 11 Eylül 2001 sonrası ise Müslüman asıllılar ile Arapları ülkeye bir tehdit olarak algılamış ve göç politikalarını bu çizgide şekillendirmiştir (Kutlu, 2020: 155-157).

ABD’de güvenlik riski bulunan veya terörist eylem yapacağı değerlendirilen göçmenler girişlerinden itibaren takip edilmekte, gerektiğinde sorgulanıp uzun süreli göz altına alınabilmektedir. Bu tedbirlerin bir adım ötesi ise sınır dışı edilmeleridir (Lee, 2006: 27). ABD açısından ulusal güvenliğe tehdit olarak algılanan kişiler mahkeme önüne dahi çıkartılmadan sınır dışı edilebilmektedir (Kutlu, 2020: 178). ABD’de göçmenlerin suça karışması sınır dışı edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları anlamına gelmektedir.

ABD göçmenlerin yanı sıra vize başvurusunda bulunan kişilerin de gerektiğinde biyometrik verilerini almakta, finansal bilgilerini kontrol etmekte hatta finansal bilgilerini kopyalamaktadır. 2001 sonrasında 16 yaş üstü Müslüman erkekler özelinde bu kontroller istisnasız yapılmıştır (Kumar, 2012: 142-143).

Göçmenler konusunda sıkı güvenlik politikaları izleyen ABD’ye iltica etmek için “green card” başvurusu yapmak veya “göçmen vizesi” almak gerekmektedir. Güvenlik eksenli göç politikası izleyen ABD, ülkesine göç alırken ekonomik kaygılar çerçevesinde göçmen almakta, belirli vasıfları olan veya ABD’de iş kuracak sermayesi olan kişileri tercih etmektedir (Kutlu, 2020: 184-185). Ne ABD ne de başka bir ülke Türkiye’de bulunan Suriyeli mülteciler örneğinde olduğu gibi toplumun her kesiminden insanı vasıflı vasıfsız diye ayırmadan, dinine, ırkına bakmadan, ulusal güvenliğini ikinci plana iterek ülkesine almamıştır. İnsani yönde ders verici nitelikte olan bu politika güvenlik yönünden pek çok risk barındırmaktadır.

3,6 milyonun üzerinde kayıtlı ve sayısı bilinmeyen kayıtsız Suriyelilerin yarattığı güvenlik/asayiş sorunları günümüz itibarıyla kontrol edilebilir bir noktadadır. Bu noktada yapılan çalışmalar göstermiştir ki kayıtlı Suriyeliler bağlamında suça karışma oranı Türk vatandaşlarının altındadır. Diğer yandan, Suriyelilerin özellikle 2016 yılına kadar sınırlı güvenlik soruşturması yapılarak alınmaları ve kitlesel halde giriş yapmaları, alınan kişisel verilerin beyana dayanması, karşı tarafta da yapılan beyanı teyit edecek resmi bir devletin olmaması gibi sebeplerle, mevcut ortam terör örgütleri ve organize suç örgütleri tarafından istismar edilmiştir.

Göç hareketleriyle yabancı ajanların hedef ülkelere sızması kolaylaşmakta, bu kişiler sızdıkları ülkelerde sabotaj ve propaganda faaliyetleri düzenleyerek kendi ülkeleri adına avantaj yaratmaya çalışmaktadır. Suriye krizi sonrası ortaya çıkan bu durumun ortadan kaldırılması için, istihbarat birimlerinin sınır geçişlerini kolluk güçleri ile beraber izlemesi, bu kapsamda giriş yapan bireylerin sorgulamalarına bizzat katılması ve onları yönlendirmesi, tehlike arz eden durumlarda ön alması, fayda sağlayacak kişilerin detaylı şekilde araştırılıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

Güvenlik bağlamında suça karışan Suriyelilerin durumu değerlendirildiğinde YUKK ve GKY gereği geçici koruma statüsündekilerin sınır dışı edilmesine ilişkin herhangi bir düzenlemenin yer almadığı görülmektedir. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti, Suriyelilere yönelik açık kapı politikası gereğince ülkeye koşulsuz kabul, geri göndermeme ilkesinin istisnasız bir şekilde uygulanması ile yükümlüdür. Suriyeliler, geri göndermeme ilkesi sebebiyle yalnızca güvenli bir üçüncü ülkeye gönderilebilmektedir.

(12)

Ayrıca, YUKK’un yürürlüğe girmesi ve GİGM in faaliyete geçmesiyle birlikte insan ticaretiyle mücadele ve mağdurların korunması alanında yeni düzenlemelere gidilmiştir. Düzensiz göç yönetimi kapsamında, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığının göçmen kaçakçılığı ve insan ticaretiyle mücadele kapasiteleri artırılmıştır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünü, kolluk kuvvetleri ve ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşlarının düzensiz göç, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti ile daha etkin şekilde mücadele edebilmesi için düzensiz göçmenlere yönelik veri tabanlarının kapasitesinin artırılması ve göç yönetimi amacıyla kullanılan sistemlerin geliştirilmesi ne ihtiyaç bulunmaktadır.

6. SONUÇ

Göçler, göç alan ve göç veren ülkeler açısından ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal olmak üzere birçok alanda birtakım sonuçlar doğurmaktadır. Suriye krizinde olduğu gibi zorunlu göçlerde ise bu etkiler artan oranlarda kayıp nesillerin ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Suriyeli mülteciler meselesi sadece Türkiye’nin sorunu olmamakla birlikte, inisiyatif alarak bölgede ve dünyada en çok mülteci kabul eden ülke konumundaki Türkiye açısından bu sürecin doğru yönetilmesi önem arz etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Suriyeliler özelinde büyük bir göç hareketi ile karşılaşmasına rağmen insani bir politika izlemiş ve Suriyelilerin ülkeye kabulünde herhangi bir kıstas belirlememiştir. Suriye krizinin Türkiye açısından en önemli etkisi 3,6 milyondan fazla Suriyelinin dokuz yıldır süren misafirlikleridir. Bu misafirlik eğitimden güvenliğe, sağlıktan istihdama birçok alanda etkileşimi ve değişimi beraberinde getirmiştir. Türkiye’deki Suriyeli sayısının çokluğu ve kalış sürelerinin uzunluğu, Türkiye’de doğan Suriyeli çocuklar, Türkiye’deki hayat tarzını ve kültürünü benimseme gibi sonuçlar birlikte değerlendirildiğinde, Suriye’de normalleşme yaşansa bile birçok Suriyelinin ülkelerine geri dönmeyeceği muhtemel görünmektedir. Bu bağlamda Suriyelilere yönelik kalıcı kamu politikaları oluşturularak uyum tamamlanmalıdır.

İlk olarak geçicilik algısı tamamen kırılmalı, Suriyelilerin Türk toplumuna uyumuna yönelik kalıcı kamu politikaları oluşturulmalıdır. Bu çözüm Suriyelilerin tamamen Türkiye’de kalacağı anlamına gelmemekte, kalıcılık ihtimalinde yaşanması muhtemel birçok problemin çözümü anlamına gelmektedir.

Suriyelilerin Türk toplumu tarafından kabul oranı gayet yüksektir. Bunda en büyük payın ortak dinsel ve kültürel değerlerin varlığı olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, toplumda Suriyelilere karşı bir önyargı ve hassasiyet bulunmaktadır. Günümüzün en önemli iletişim araçları olan görsel ve yazılı medya araçları toplumsal ayrışmayı önlemek ve Suriyelileri bilgilendirmek maksadıyla daha etkin kullanılmalıdır.

Suriyelilerin Türkiye’deki kalış sürelerine dair bilinmezlik kamu politikaları geliştirme noktasında negatif bir etki yaratsa da çift taraflı uyumu sağlamak için Türk toplumu ve Suriyeliler arasındaki etkileşimi geliştirmek ve her iki kesimin uyumunu sağlamak son derece önemlidir.

Güvenlik politikaları bağlamında ise Suriyelilere yönelik sıkı güvenlik politikaları uygulanması, kayıt altına alınmamış bütün Suriyelilerin kayıt altına alınması, ulusal güvenliği tehdit riski olanların sıkı takip ve kontrolüne ihtiyaç bulunmaktadır.

KAYNAKÇA

Acar, H. (2013). “Suriye Halkının Beşar Esad’a Direnme Hakkı: Üç Sözleşmeci Bakış”, Uluslararası İlişkiler Akademik Dergi, 10(37): 117-144.

Achiume, E. T. (2015). “Syria, Cost-sharing, and the Responsibility to Protect Refugees”, Minnesota Law Review: 687-761.

Acun, C. & Keskin, B. (2017). PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi PYD-YPG, SETA Yayınları, İstanbul.

(13)

Adıbelli, B. (2012). Emperyalizmin Oyununda İkinci Perde: Arap Baharı ve Suriye, ed. Barış Adıbelli, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.

AFAD (2016). Suriyeli Misafirlerimiz Kardeş Topraklarında: Güvenli Liman Türkiye, T.C. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Ağır, O. & Sezik, M. (2015). “Suriye’den Türkiye’ye Yaşanan Göç Dalgasından Kaynaklanan Güvenlik Sorunları”, Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi, 5(1): 95-123.

Akan, Y. & Arslan, İ. (2008). Göç Ekonomisi: Türkiye Üzerine Bir Uygulama, Ekin Yayınevi, Bursa.

Akbaş, Z.; Babahanoğlu, V.; Yelman, E. (2016). I. Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu (13-14-15 Ekim 2016) Asos Congress Bildiri Kitabı / Türkiye’nin Suriyeli Mültecilere Yönelik İzlediği Açık Kapı Politikasının Ulusal Güvenliğine ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri, der. Erol Asiltürk, Asos Yayınları, Elazığ.

Akgül, A.; Kaptı, A.; Demir, O.Ö. (2015). “Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz”, The Global A Journal of Policy and Strategy, 1(2):1-22.

Akkaya, Aysun, Y. (2019). “Avrupa’nın Mülteci Politikalarına Oryantalist Yaklaşımı: Suriye Krizi Sonrası Avrupa ve Türkiye İlişkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 74(2):357-359.

Akıncı, B.; Nergis, A; Gedik, E. (2015). “Uyum Süreci Üzerine Bir Değerlendirme: Göç ve Toplumsal Kabul”, Göç Araştırmaları Dergisi, 1(2): 58-83.

Aksoy, Z. (2012). “Uluslararası Göç ve Kültürlerarası İletişim”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 5(201): 292-303.

Aktaş, M. (2018). “Türkiye’deki Suriyeliler: Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 42: 129-154.

Anadolu Ajansı (2020). https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/aylan-bebegin-olumune-neden-olan-firari-3-sanik-adanada-yakalandi/1764507# (11.08.2020).

AYM Genel Kurul Kararı. 2014/13044. (11.11.2015), https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2015/12/20151217-9.pdf (06.11.2020).

Bali, R. N. (2011). Anadolu’dan Yeni Dünya’ya Amerika’ya İlk Göç Eden Türklerin Yaşam Öyküleri, İletişim Yayınları, İstanbul.

Boyraz, Z. (2015). “Türkiye'de Göçmen Sorununa Örnek Suriyeli Mülteciler”, ZfWT, 7(2): 35-39. Canyurt, D. (2018). “Kazananı Olmayan Savaş “Suriye İç Savaşı”: Neden Bitmedi, Barış Nasıl Gelebilir”, Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, Cilt 14, Sayı 4: 1103-1120.

Castles, S. & Miller, M. J. (2008). Göçler Çağı: Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri, çev. Bülent Uğur Bal, İbrahim Akbulut, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

Constant, A. F.; Nottmeyer, O.; Zimmermann, K. F. (2013). International Handbook on the Economics of Migration / The Economics of Circular Migration, ed. Amelie, F. Constant, Klaus, F. Zimmermann, Edward Elgar Publishing Limited, UK.

Çapar, S. & Koca, M. (2018). Düzensiz Göç Yönetiminde Mülki İdare Amirleri, TİAV Yayınları, Ankara.

Çendek, S. & Yüksel, Ö. A. (2019). “Arap Baharı Sürecinde Libya, Suriye ve Yemen’de Yaşanan İç Savaşlar: Karşılaştırmalı Bir Çözümleme”, Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi, 10(1): 42-58.

Dede, A. Y. (2011). “The Arab Uprisings: Debating the “Turkish Model””, Insight Turkey, Volume 13(2): 23-32.

(14)

Demirhan, Y. & Aslan, S. (2015). “Türkiye’nin Sınır Ötesi Göç Politikaları ve Yönetimi”, Birey ve Toplum Dergisi, 5(9): 23-62.

Eldin, K. & Salih, O. (2013). “The Roots and Causes of the 2011 Arap Uprisings”, Arab Studies Quarterly, 35(2): 184-206.

Faist, T. (2003). Uluslararası Göç ve Ulus aşırı Toplumsal Alanlar, çev. Azad Zana Gündoğan, Bağlam Yayınları, İstanbul.

Fichter, J. (2001). Sosyoloji Nedir, çev. Nilgün ÇELEBİ, Atilla Kitabevi, Ankara.

Göç ve Uyum Raporu (Uluslararası Koruma/ Geçici Koruma / Suriyeli Sığınmacılar) (2018). Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Mülteci Hakları Alt Komisyonu, 26. Dönem 3. Yasama Yılı Mart 2018.

Güllüpınar, F. (2014). “Almanya’da Göçmen Politikaları ve Türkiyeli Göçmenlerin Trajedisi: Yurttaşlık, Haklar ve Eşitsizlikler Üzerine”. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 14(1), 1-14.

Günay, E; Atılgan, D; Serin, E. (2017). “Dünya’da ve Türkiye’de Göç Yönetimi” Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 7(2):37-60.

Han, J. L. (2017). “Internal Migration and External Benefit: The Impact of Labor Migration on the Wage Structure in Urban China”, China Economic Review, 46: 67-86.

Haran, V., P. (2016). Roots of the Syrian Crisis, Institute of Peace & Conflict Studies, Special Report 181, India.

Interview With Syrian President Bashar al-Assad (2011). The Wall Street Journal, https://www.wsj.com/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894 (30.01.2020). IOM (Uluslararası Göç Örgütü) (2009). Göç Terimleri Sözlüğü, çev. Littera Çeviri ve Dil Hizmetleri Dnş.Ltd.Şti., ed. Doç. Dr. Bülent Çiçekli, İstanbul.

Isayev, E. (2017). Migration, Mobility and Place in Ancient Italy, Cambridge University Press, United Kingdom.

Karasu, M., A. (2018). “Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacıların Kentlerde Neden Oldukları Güvenlik Riskleri”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 36(2): 51-73.

Karpat, K. (2003). Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, İmge Kitabevi, Ankara.

Kartal, S. K. (1978). Kentleşme ve İnsan-Kentleşme Sürecinde İnsan Tutum ve Davranışlarında Meydana Gelen Değişmeler, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Yayınları, Ankara.

Keleş, R. (1983). 100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme Konut ve Gecekondu, Gerçek Yayınevi, İstanbul.

Kıvılcımı Duvar Yazısı Tetiklemişti (2014). http://www.hurriyet.com.tr/dunya/kivilcimi-duvar-yazisi-tetiklemisti-26010729 (28.01.2020).

Koca, B. T. (2015). “Deconstructing Turkey’s “Open Door” Policy towards Refugees from Syria”, Migration Letters, 12(3): 209-225.

Koldaş, U. & Köprülü, N. (2011). “Arap İntifadası mı?: Arap Dünyasındaki Toplumsal Hareketlerin İçsel, Bölgesel ve Uluslararası Dinamikleri”, Akademik Orta Doğu, 6(1): 23-61.

Korkmaz, A. (2016). “Suriyeli Sığınmacılardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Akademik Hassasiyetler, 3(6): 83-116.

(15)

Kutlu, A., G. (2020). “Göç ve Güvenlik Bağlamında ABD’nin Göç Tarihi ve Politikaları”, (Ed. Ahmet Cihan, İsmail Ermağan, Hamdi Genç), Dünyada Göç Yönetimi ve Türkiye’nin Göçmenleri: Göçü Nasıl Yönetmeli, ss.155-194, Akademik Kitaplar, İstanbul.

Larsson, T. (2001). The Race to the Top: The Real Story of Globalization, Cato Institute, Washington.

Lee, E. (2006). “A Nation of Immigrants and a Gatekeeping Nation: American Immıgration Law and Policy”, (Ed. Reed Ueda), A Companion to American Immigration, pp.5-35, Wiley-Blackwell, ABD.

Mandacı, N. ve Özerim, G. (2013). “Uluslararası Göçlerin Bir Güvenlik Konusuna Dönüşümü: Avrupa’da Radikal Sağ Partiler ve Göçün Güvenlikleştirilmesi”, Uluslararası İlişkiler, 10(39): 105-130.

Mahalli, H. (2012). Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Yedinci Baskı, Destek Yayınevi, İstanbul.

Marshall, B. (2006). The Politics of Migration, ed. Barbara Marshall, First Published, Routledge, Oxfordshire.

Muslu, F. (2018). “Suriye İç Savaşında Esed’in Rolü, Konumu ve Geleceği”, SETA, 236: 1-38. Mutluer, M. (2003). Uluslararası Göçler ve Türkiye, Çantay Kitabevi, İstanbul.

Norman, K. O.; Hintz, L.; Arar, R. (2017). Refugees and Migration Movements in the Middle East / The Real Refugee Crisis is in the Middle East, not Europa, Project on Middle East Political Science, USC University of Southern California, US.

OECD (2018). International Migration Outlook 2018, OECD Publishing, Paris.

Ostrand, N. (2015). “The Syrian Refugee Crisis: A Comparison of Responses by Germany, Sweden, the United Kingdom, and the United States”, Journal on Migration and Human Security, 3(3): 255-279.

Öner, S. G. I. (2014). “Türkiye’nin Suriyeli Mültecilere Yönelik Politikası”, Ortadoğu Analiz, Cilt 6: 42-45.

Özdemir, Ç. (2016). “Suriye’de İç Savaşın Nedenleri: Otokratik Yönetim mi, Bölgesel ve Küresel Güçler mi?”, Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 33: 81-102.

Özdemir, E. (2017). “Suriyeli Mülteciler Krizinin Türkiye’ye Etkileri”, ANKASAM Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 1(3): 114-140.

Özer, İ. (2004). Kentleşme, Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Ekin Kitabevi, Bursa.

Öztürk, Ö.G. (2014). “İspanya Göç Politikaları ve Göçmen Hayatlar: İspanya Örneği Türkiye İçin Bir Model Olabilir Mi?”, Nüfusbilim Dergisi, 36, 103-135.

Paasche, T. F. (2015). “Syrian and Iraqi Kurds: Conflict and Cooperation”, Middle East Policy Council, 22(1): 77-88.

Rózsa, E. N. (2012). “The Arab Spring: Its Impact on the Region and on the Middle East Conference”, Policy Brief, For The Middle East Conference On A Wmd/Dvs Free Zone, Academic Peace Orchestra Middle East, Nos. 9(10): 1-20.

Salihi, E. (2016). “Suriyeli Göçmenler Hakkında Yazılan Uluslararası Raporlara Dair Bir Değerlendirme”, Marmara İletişim Dergisi, 25: 159-164.

Samers, M. & Collyer, M. (2017). Migration, Routledge, Second Edition Published, Oxfordshire. Sandal, E.; Kaya, Hançerkıran, M.; Tıraş, M. (2016). “Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler ve Gaziantep İlindeki Yansımaları”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, 15(2): 461-483.

(16)

Sayın, Y.; Usanmaz, A.; Aslangiri, F. (2016). “Uluslararası Göç Olgusu ve Yol Açtığı Etkiler: Suriye Göçü Örneği” KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 18(31): 1-13.

Scott A. (2001). “Globalization and the Rise of City-regions”, Europan Planning Studies, 9(7): 813-826.

Skeldon, R. (2017). “International Migration, Internal Migration, Mobility and Urbanization: Towards More Integrated Approaches”, United Nations Expert Group Meeting on Sustainable Vities, Human Mobility and Internal Migration, Population Division Department of Economic and Social Affairs United Nations Secretariat, New York: 1-11.

Suriyelilerin Suça Karışma Oranı (2018). https://www.haberler.com/bakan-soylu-ulkemizdeki-suriyeliler-in-suca-11372665-haberi/ (07.10.2020).

T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (2020). Kayı Sınır Güvenlik Sistemi Projesi, https://www.ssb.gov.tr/website/ContentList.aspx?PageID=1085 (08.07.2020).

T.C. İçişleri Bakanlığı (2017a). Türkiye’nin DEAŞ İle Mücadelesi, Strateji Geliştirme Başkanlığı Yayınları, Ankara.

T.C. İçişleri Bakanlığı (2017b). PKK/KCK Terör Örgütünün Suriye Kolu: PYD-YPG, Strateji Geliştirme Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Taşçı, F. (2009). “Bir Sosyal Politika Sorunu Olarak Göç”, Kamu İş Dergisi, 10(4): 177-204.

The UN Refugee Agency (UNHCR) (2020)

https://data2.unhcr.org/en/situations/syria#_ga=2.136152882.246043135.1586857497-232557848.1583230676&_gac=1.190464729.1586857497.CjwKCAjwvtX0BRAFEiwAGWJyZL3 UXAXWWa1wXM2OnsW0abBEi9RHFpv41vlBNMhg_og2Ora5MFxOzRoCiOcQAvD_BwE (14.11.2020).

Türk Dil Kurumu (TDK). (Erişim),

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5cd2b83bbf6579.3 0293726, 08.10.2020.

Tyyskä, V.; Blower, J.; Deboer, S.; Kawai, S.; Walcott, A. (2017). The Syrian Refugee Crisis: A Short Orientation, RCIS Working Paper No: 2017/2, Ryerson University, Toronto.

Ulutaş, U. (2017). “Suriye Krizinin Mahiyeti”, Dış Politika Dergisi: 41-48. Ügeöz, P. (2003). Kültürlerarası İletişim, Üstün Eserler, İstanbul.

Yavuz, S. (2013). “Göç, Entegrasyon ve Din: Avrupa’da Yaşayan Türkler Bağlamında Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(26): 610-623.

Yeşiltaş, M. & Duran, B. (2018). Orta Doğu’da Devlet Dışı Silahlı Aktörler, SETA Yayınları, İstanbul.

Yeşiltaş, M. & Öncel, R. (2017). Yenilgiden Sonra DEAŞ: Yükselişi, Çöküşü ve Geleceği, SETA Yayınları, İstanbul.

Yılmaz, A. (2014). “Uluslararası Göç: Çeşitleri, Nedenleri ve Etkileri”, Turkish Studies-İnternational Periodical fort he Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 9(2): 1685-1704.

Zapata Barrero, R. (2002). L’Hora dels immigrants: esferes de justícia i polítiques d’acomodació. Edicions Proa, SA. Aktaran Öztürk, Ö.G. (2014). “İspanya Göç Politikaları ve Göçmen Hayatlar: İspanya Örneği Türkiye İçin Bir Model Olabilir Mi?”, Nüfusbilim Dergisi, 36, 103-135.

Referanslar

Benzer Belgeler

geliĢtirmiĢ bu Ģekilde sorunu çözebileceğini düĢünmüĢtür. Bush döneminde Irak‟ın tersine Ġran‟a askeri bir müdahale düzenlememiĢtir. Ancak Ġran rejiminin

giden göçmenler, Türkiye’ye uluslararası hukuk kurallarına bağlı kalınarak ve masrafları AB tarafından karşılanarak iade edilecektir. • Yunan Adaları’ndan

In order to understand the shift in Turkey‘s policy toward the Syrian refugees, we need to answer the question, ―Why state security outweighs human security in

2050’ye kadar bir “göç krizine” dönüşeceği uyarısında da bulunan Christian Aid, büyük kalkınma projelerine bağlı olarak yıllık mevcut 15 milyon göçe karşı 645

AB’nin üye ülkelerinde 20 yıl öncesine kıyasla genel bir eğilim olarak su yönetiminde kamu ve özel sektör işbirliği modeline doğru bir gidişatın olduğu

 Sistem dengesiz gelişmiştir.  Ana arterler karayolu, demiryolu, havayolu olarak sıkışık durumdadır. Kentlerdeki sorunlar daha ağırdır.  Toplum

Hüseyin Şeyhan- lıoğlu, Adnan Menderes ve Demokrat Parti, Türk Tarihinde Adnan Menderes, Adnan Menderes Üniversitesi Yayınları, Aydın, Cilt:1, s.. Bu CHP’li dört vekil

Halkı bilinçlendirme kampanyası, Siber güvenlik uzmanlarının sertifikasyonu ve akreditasyonu için çerçeve, Siber güvenlik alanında mesleki eğitim kursları, Siber