• Sonuç bulunamadı

"Mektup Aşkları"nı yayımlayan Leyla Erbil'e göre aşk:Gerçek aşk, devrime bağlı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ""Mektup Aşkları"nı yayımlayan Leyla Erbil'e göre aşk:Gerçek aşk, devrime bağlı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜLTÜR-YAŞAM

T T - ^

“Mektup Aşkları”nı yayımlayan Leyla ErbiVe göre aşk:

Gerçek aşk, devrime bağlı

CAN KARTOĞLU

Bilmem, mektuplarınıza nasıl başlarsınız? Ya da nasıl başlardı­ nız? Daha ilk satırda nasıl sarıp sarm alardınız karşınızdakini?

Mektup Aşklan’nda “ Jalem” di­

ye başlıyor çoğu mektuplar. Ki­ mi. “ Sevgili dost” diye. “ Güze­

lim benim, meleğim” diye başla­

yan da var, “ Dostcuğum" diye de... “ Yegâne dostum" diyen,

“ Sevgili ben’im ” d iy en ,

"Sevgilim” diyen, hiçbir şey de­

meden başlayan mektuplar. “ Ta­

rihsiz, kültürsüz, zamansız ve örgütsüz" bir ortam da orta sınıf­

tan “ korunmasız" yedi insanın mektupları. Ahmet, Sacide, Fer- hunde, İhsan, Zeki, Reha. Hepsi Jale’ye yazmışlar. Jale de kitabın sonunda iki mektupla çıkıyor kar­ şımıza. Bu yedi genç neyin tem­ silcisi acaba?

“ Çok derinde bu yedi gencin, aslında romanın ya da bireyselli­ ğin, yazarın temsilciliğini ettikle­ rini bilmem söyleyebilir miyiz?”

diyor Leyla Erbil. Ve sürdürüyor:

“ Birçok yüzlerinden okunabilir Mektup Aşkları.” Dinliyoruz: “ En eski aşk söylencesinden ge­ tirerek örneğin, Adem'in kabur­ ga kemiğinden yaratılan Havva söylencesiyle anabiliriz İhsan’ı. Üzerinden koptuğu o büyük göv­ denin ötesi yansını (karanlığından fışkırdığı rahmi) arıyor olabilir. Nâzım’ın ‘Elmanın yarısı sen ya­ rısı ben’ dediği bütünü. İhsan'ın Jale’ye ‘Yarı ben'im' demelerin­ den açıkça anlaşılıyor bu.

Jale’yse ‘Aşk, insanın karşı cins tarafından istendiğinin isteğidir’ (Hegel) biçimde de okunabilir. Sacide’nin, -bilinçsizce gene- va­

roluşçu (Sartre) bir çizgi izlediği; aşkın özgürlüğü engelleyeceği, se­ venin bağlanacağı ve kendisini bir model olarak sunma sorumlulu­ ğunun, bağlanmayı kaldırmaya­ cağı düşüncesiyle de okunabilir. Diyelim Ferhunde’nin melan­ kolik, Ahmet’in isterik, Zeki’nin şizofrenik bir parçalanmayla ken­ dileri ve toplum için el yordamıyla kurtuluş yolları aradıkları, aşka sığınmaktan başka olanakları el­ de edemedikleri, yani aşkın bir yoksunluk alanı olarak içinde bu­ lundukları, inşa etmek istedikle­ ri kültürün toprağım Zeki’nin ba­ bası Abdullah'ın temsil ettiğini, bu dilin birbirlerini anlama ola­ naklarını yitirmiş olduğu, koptu­ ğu, boşluktalığı, zaten çağdaş in­ sanın tümünde de varolabilecek bu hastalıklarla bu insanları bağ­ layamayacağımız için ruhlarının sosyo-ekonomik-politik boyutla­ rıyla, yaşamın diyalektiğine bak­ mamız gerektiği biçiminde de okuyabiliriz metni.”

Başka? “ Ayrıca yazarın, bu in­ sanları haftanın yedi günü olarak düşlediğini; tanrının da dünyayı yedi günde yarattığını, önce söz

Acaba Leyla Erbil, mutlu

aşklar için ilk neyin

değişmesini ister? Erbil’in

yanıtı kısa, kesin: “Aşk

için, kapitalist üretim

ilişkilerinin değişmesi

koşuluna inanırım. Gerçek

aşkın da devrime bağlı

olarak, orada bizi

beklemekte olduğunu

yineleyeceğim. ”

vardı dendiğini, romanın da söz olduğunu, yazarın da insanlığı kurtaracak olan kendi kitabını in­ dirdiğini, her insanın bir tanrı ol­ duğunu, her insanın yaratıcı oldu­ ğunu, sistemin buna izin verme­ diği sürece kötülük ve acıyla bo- ğuşulacağı gibi çağrışımlarla da okunabilir metin” diyor Erbil.

Bir arayış. Mektuplar boyu sü­ ren arayış. Beklentiler, tutkular, aşklar, dostluklar. Ve düş kırık­ lıkları, çıkmaz sokaklar. Sorun, asıl sorun nerede peki?

Şöyle anlatıyor Erbil: “ Kitap­

ta, sınıflı toplumlardan söz etti­ ğimiz; insan yaşamım yok edici, insan ahlakını ve onurunu çürü- tücü bütün koşulların ortada ol­ duğu izlenebiliyor sanırım. İnsa­ nın aşkta da bütün öteki alanlar­ daki yalanı, uyduruk olanı yaşa­ dığı bilinsin isteniyor sadece. Bu­ nun bilinmesi, zamanla sağlana­ cak olan bilinç, özellikle genç kuşakların gerçeği kavramalarını kolaylaştırır sanıyorum. Bu yüz­ den, insan beynini soyut sevgi ve dostluk imajlarıyla yıkamanın; her şeyin sevgiyle düzelebileceği- ni sezdirip, onları gerçek bilinç­

ten uzaklaştırıcı vehim edebiyatıy­ la oyalamanın sol kesimden gel­ se bile gerici bir tavır olduğuna inanırım.”

Öyleyse, böyle bir toplum da yaşadıkları sürece, sürekli bir ara­ yışa m ahkûm bu yedi genç.

“ Evet, bir anlamda öyle” diyor

Erbil. “ Toplumsal koşullar yeri­

ne gelene kadar. İnsanlar sevinç­ lerini, acılarını, yalnızlık ve kor­ kularını tek başına yaşamak iste­ mezler. Gövdelerinin isteklerini, ruhlarının gereksinimlerini arar­ lar. Kendilerini vekarşılarındaki- ni kandırmaya çok uygun olan bu ortamda her bulunanın, o aranan olmadığı, kısa bir süre sonra bel­ li olur! Her şeyin paramparça ol­ duğu, insansal buyurganlığın, kö­ leliğin kol gezdiği günümüzde sa­ natçının yaşamda olmasını istedi­ ği şeyleri varmış gibi göstermeye kalkması, gerçeğin dışına düşmesi demektir. Bu nedenle, ‘Aşk M ektupları’ yerine ‘Mektup Aşkları’ dedik.”

Peki, nedir aşk? Schopenhau- er’in tanımını aktarıyor Erbil:

“ Schopenhauer, aşk, neslin beka­ sı için tabiatın insanı bir aldatma­ casıdır, diyor. Diyalektiğin bir cil­ vesi de denebilir.”

Ya korunm ası?.. Erbil’e göre, aşkın korunması, karşılıklı çıkar­ ların korunm asından başka bir şey değil. Bu çıkarlar ille de eko­ nomik olm asa da!

Sonunda L ondra’ya gider Sa­ cide. Çıkmaz sokaktan çıkmayı başarabilen bir tek o mu? Ya da gerçekten kurtuldu mu Sacide? Erbil, “ Denizaşırı bir başka kül­

tür edinmekle kurtulmanın olası­ lığını sezdirmemek için Sacide’nin ağzından, şöyle yaptım böyle ba­ şardım diye bilgiler aktarmakla yetindim romanda. Batı’da ya­ bancıların kaçıncı sınıf vatandaş sayıldığı bir yana, kendilerinin kurtulup kurtulmadıkları da tar­ tışma konusu. Üstelik, Sacide’nin ne ölçüde güvenilir biri olabileceği sorusunu okura bıraktım. Günün birinde onun, lüks bir genelev sa­ hibi olarak yurduna döndüğünü, kadın ticaretinden kazandıklarıyla yurdunda da benzer iş alanları aç­ tığını, yukardakilerle elbette uz­ laştığını, her çevreden insanları­ mızın onu bir kahraman gibi kar­ şıladığını görsek şaşar mıydık?”

diyor.

Batı’da mutlu aşk var mı diye sorunca da, “ Batı’da da sınıflı

toplum düzeni varlığını korudu­ ğuna göre mutlu aşktan riasıl söz edeceğiz” diyecektir Erbil. Dinle­

yelim: “ Mutluluğun toplumsal bir

olgu olduğu biliniyor, insanın tek başına mutlu olması beklenemez. Zekeriya Sertel’e bir gün, Nâzım Hikmet'in aşk yaşamını sormuş­ tum. Bana, kadınların onu rahat bırakmadığını, onun da coşkulu, çapkın bir adam olduğunu, hatta hercai sayılacağını anlattıydı. Evet ama, aşktan kastımız bunlar de­ ğil, değil mi? Etin eti çekmesi var­ dır, uzun süren saygın birliktelik­ ler de... Örneğin Rosenbergler benim hayranlık duyduğum mut­ lu bir çifttir. Erkenden öldürüldü­ ler. İsterseniz, şimdilik onlarınki gibilere aşk diyelim.”

A caba Leyla Erbil, mutlu aşk­ lar için ilk neyin değişmesini ister? E rbil’in yanıtı kısa, kesin: “ Aşk

için, kapitalist üretim ilişkilerinin değişmesi koşuluna inanırım. Be­ ni çok demode bulacaksınız bel­ ki, ama gerçek aşkın da devrime bağlı olarak orada bizi beklemek­ te olduğunu yineleyeceğim.”

Bilmem, siz mektuplarınızı na­ sıl bitirirsiniz? Ya da nasıl bitirir­ diniz? Jale, “ Senin Jale” diye bi­ tiriyor mektuplarını. Ve, “ Bil­

mem ki, belki de sadece mektup­ larda kalmaya mahkûm bir aşk vardır; mektup aşkları!” diyor.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi ‘ Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Okulu bir hapishane, fabrika, ofis gibi gören araştırmacıya göre bu yerlerde öğrenciler beklemeyi, sabrı ve gecikme, inkâr, kesinti ile kendi istek ve arzularını

(PM) in the systemic distribution of pharmacokinetics (PK) profiles via 3 dose (40 ug.. DNA/150 uL) of jugular vein injection (IVJ), tail vein injection (IVT) or oral..

transposon mutagenesis,本實驗建構了 Salmonella 的 insertional library,使我們可以了解哪 些基因可能與 type 1 fimbrial phase variation

ROLE OF HEPATIC CYTOCHROME P450 2B1/2 IN PROPOFOL METABOLISM 中文摘要 Propofol

Y-12 ve gaz diffüzyonu tesisle- rindeki gecikmeler karfl›s›nda, Philip Abel- son, do¤al uranyumun termal diffüzyonla biraz, %0,71’den %0,89 düzeyine zengileflti- rilmesini,

Bu konuda AİHS’nin genel kurallar dışında özel bir duru- mu yoktur ama örneğin, işkence yasağı (m. 3) gibi uluslararası huku- kun buyurucu kuralları (jus cogens)

The proposed use of MSCs in the treatment of pulmonary diseases, such as acute lung injury, pulmonary fibrosis, and COPD is based on the capacity of these cells to modulate

Bass ve Avolio (1994), dönüşümcü liderlik, etkileşimci liderlik ve tam serbesti tanıyan liderliğin özelliklerini birleştirerek, etkin liderin özelliklerini ölçmeye