17nci asırda 9ngiHse
Bir nöbetçi çevresini saran ufukları arandı. Üstünde mavi gök kubbe, beyaz bulut kümecik leriyle benekliydi. Aşağıda yine beyaz köpüklü dalgalarla benekli mavi bir deniz sathı bulunu yordu. Yunanistanın batısında bulunan Zante adasmda yüksek bir tepenin üstündeki bîr ku lenin tepesinde ayakta duruyordu, en ufak bir ihtiyatsızlık hayatına mal olabilirdi. Yaklaşan gemileri haber vermek bu nöbetçinin vazife- siydi: Yelkenli gemiler için dört köşe bayrak, kadırgalar içinse flândıra asmak suretiyle bu vazifeyi yapıyordu.
Ansızın ilerde, yavaş yavaş yaklaşan 60 gemi belirdi. Bunun üzerine nöbetçi, pürtelâş, olanca bayrağım direklere asmıya başladı. Nihayet bir nefes almak için durduğu zaman yanındaki Ingi- lize dönerek izahat verdi: Bu gelen Kaptan Paşanın donanması idi, senede bir defa vergi leri toplamak, korsanlan batırmak, ve Padişahın hususî denizlerine girmiye cesaret eden İspanyol, Maltah ve Floransak savaşçılara saldırmak mak- sadiyle bu ziyaret yapılırdı.
Türk Amirali Zanteden, Padişahın kuş av larında kullanılmak üzere senelik 200 şahin he diyeyi ve 1000 Venedik altım tutarındaki hibeyi alacaktı. Adada bulunan Venedik garnizonu
göstii ile Ûslanbul
Türk gemicilerine cömertçe kumanyalar, arma ğanlar ve kızlar dağıtmaya hazırlanmıştı.
îki gün sonra 14 Eylül 1610 da Kaptan Pa şanın donanması Ragusalılara, Padişaha olan aşağı yukarı 14,000 Venedik altım tutarındaki borçlarım ve her sene vermeleri matlup zift yüklü bir gemiyi hatırlatmak üzere şimale doğ ru yol almıya başladı. Diğer, taraftan demin bahsettiğimiz İngiliz de «The Great Exchange» adh bir ticaret gemisiyle Cenup istikametinde yola çıktı. Bu ingilizin ismi George Sandys, gi deceği yer İzmirdi.
1610 nun İzmıri 1950 nin İzmırinden apayrı bir şehirdi.
Sandys burada esasen karşılaşacağını um duğu bir alay yabancı tüccardan başka harikü- lâde bir kütüphane, bir çok ilm-ü irfan mües- seseleri ve bir hayli de ham pamuk bularak hay rete düşmüştü. İncirlerden, üzümden, palamut meşesi, zımpara, balmumu yahut meyan kökün den ise eser yoktu.
\ ine İzmirde Sandys 17 nci asır İngilizce siyle «Angra» tarzında telâffuz ettiği Ankara- dan gelen ve kendisinin «Chamolet ve Grega- ram» 1ar diye bahsettiği garip bir de esvaplara rastlamıştı, bunlar için «son çıkan asiler beyaz,
12 TÜRKİYE TURİNG ve OTOMOBİL KURUMU yumuşak ve uzun tüyleri çekelenip uzatılarak bu
hale getirilen keçileri öldürmeden evvel îzmire getirmişti» diye bahseder.
Sandysin gemisinin îzmirden onbeş gün sonra kalkacağı anlaşılmıştı. Sandys, hâtıratın- da «ben de bu arada İstanbul şehrini görmeye heves ettim» diye yazmaktadır.
Bunun üzerine yamna kırık dökük biraz în- giüzce bilen bir Rumu mütercim diye alarak «Kasımın 20 nci günü akşam saat dördü on geçe Armado of Simo adındaki sünger yüklü gemiye bindim» demektedir.
Çanakkale Boğazından içeri girdekten iti baren Rum tayfalar işi tembelliğe ve ihmalcili ğe dökmüştü, «Zira, der Sandys, hiç bir korsan gemisi hisarların arasından geçmiye cesaret edemezdi.» Marmaris adası açıklarına gelince Armado of Simo demir attı, ve Sandysin anlat tığına göre gemiciler ertesi günü süngerlerin rüsupunu temizlemiye hasrettiler.
«Bu gemicilerden pek memnun kalmadık» diyen George Sandys ve tercümanı, o günü bir
■HRCSpf---- ...;-r --- --- --- ; --- jMnrng , ,
’ ■ v ”■ '-"A
Sivas — Güdük M inarede Şeyh Haşan Bey Türbesi Mausolée de Cheyh Hassan Bay au Guduk Minaré à Slvaa
dağ başında geçirdiler. Sandys orada Istanbul- da inşa edilmekte olan muazzam bir cami için Hristiyan esirlerin her gün taş yontmakta ol dukları gayet güzel mermer taş ocakları gör düklerini söyler.
Bir müddet sonra bir takım Türkler gelerek Sandyse gemisinde işlerin pek iyi gitmediğini haber verirler. Bunun üzerine Armado of Si- monun demirli bulunduğu kuytu koya dönen Sandys ve tercümanı bir de ne görsünler, kaptan bir kayanın üstüne mecalsiz bir halde yüzü ko yun uzanmış, Sandysin anlatışıyla «sırsıklam, bir kelime lâf etmeden ve adeta can çeki şiyör müş gibi bir hal içinde» yatıyor. Bir çoğunun vücudu çıplak, bazısı ise kanlar içinde olan Rum tayfalarsa sahilde toplanmışlar, bir boğuşma, bir haykınşmadır gidiyor.
«Bir yumruk yiyen kardeşinin feryadı üze rine, adamcağız, kulak yardımile sesin geldiği tarafı kestirip kardeşini döven adama vurduğu nu sanarak sopasını öyle bir kuvvetle indirdi ki, karşısında havadan başka bir şey bulamayınca o hızla denize yuvarlandı. Bir müddet sonra kaptan ansızın hayata yeniden avdet etmiş gibi yerinden doğruldu ve korsanların hücumuna uğradığını sanarak hemen oradaki bir Türk pa lasım kaptı.
— «îstanbula şarap sokmak ölümle cezalan dırılır, böyle nefis bir içkiyi denize dökmek fikri ni ise hiç doğru bulmadıklarından, kendi karın larım şarap yüklü birer tekne haline sokmayı tercih ediyorlar.»
— «Yedikulenin biraz berisinde demir attık, ve sabah erkenden de gümrüğe ulaştık, sonra ben limandan geçip karaya çıktım, oradan da Pera Dağlarına gittim.
York Baş Piskoposunun küçük oğlu ve Kral 1 inci Charles’in müstakbel maiyet erkâ nından olması hasebile İngiliz Elçisi Sir Thomas Glover kendisini gayet iyi karşılamıştı.
Sultan Ahmet tarafından At meydanının Güney - Doğu cephesinde inşa ettirilmekte olan camiye hayran kaldı; esasen Marmaris adasın- dayken hazırlanışını gördüğü taşlar da bu cami içindi. Sandysin anlattığına göre Sultan şişman lığından ötürü endişeye düşmüştü. Onun için, manevî huzurunu düşünerek bu camiyi inşa et tirmekteydi. Temel atılırken ilk kazmayı o vur muş ve kendisi de üç saat inşaatta çalışmıştı.
Sandys Sultam şöyle tasvir eder: «Kendisi 1610 yılında 23 yaşında bulunmaktadır. Gayet kuvvetli ve sağlam yapılı olmakla beraber,
şiş-HAZİRAN 1950 13 ma.n1a.miya. bir hayli müsaittir. Yüzü dolgun
ve gayet mütevazidir, yalnız gözleri gayri tabiî derecede büyük olmakla beraber bu da Türkler ce güzellikte kemaü ifade etmektedir,”
Sandys de Türk kadınlarına ayni sebepten ötürü hayran kaldığım şöyle anlatır: «Kadınlar için burada en makbul şey büyük büyük gözler dir, zira Hazreti Peygamber, cennetinde böyle gözlü kadınlar vaad eder.”
Ingilizin burada en çok mahrumiyetini his settiği şey Londra meyhaneleri olmakla beraber
unutmayınız ki, 1610 dan bahsedilmektedir; meyhanelerin yerini tutacak kahvehaneleri var dır. Günün büyük bir kısmım bu kahvehanelerde çene çalmakla geçirir ve küçük fincanlar içinde ağzın dayanabileceği sıcaklıkta, (imâl edildiği nesneye atfen) kahve adı verilen şeyden içerler di. Bu şey kurum kadar kara olup tadı da on dan pek farklı değildir. «Sandys bu garip içkinin kendisine hoş gelmiyen lezzetine rağmen, hazmi ve insanı canlandıran bir şey olduğunu itiraf eder.»
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi