• Sonuç bulunamadı

Haliçte bir gezinti:Geçmişten günümüze Altın Boynuz 5:Haliç'in bir ucu:Ayvansaray

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Haliçte bir gezinti:Geçmişten günümüze Altın Boynuz 5:Haliç'in bir ucu:Ayvansaray"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

6 NİSAN 1991

Haliçte bir gezinti

M illiyet

«■¡■E ZD1ZI YAZUA

ç f f ilr T Y N § 3 I

LONCA, MEYHANELERİ VE ÇİNGENELERİYLE ÜNLÜ BİR

15

SEMTTİ. SULUKULE KADAR YOĞUN BİR ÇİNGENE

’KOLONİSİ" VARDI

HALİC'İN BİR UCU:

AYVANSARAY

Doç.Dr.JİLH DEXO»

Anlatıldığına göre son derece renkli yaşantıları olan ve "b o h e m " âlemin en

zengin saz ve söz takım larını çıkaran bu çingeneler, kendi gelenek ve

görenekleri İçinde yoğrulurlar, aralarına yabancıları hiç aln

Imazlardı

U

SKUMRUUUUUU...”

Artık tipiye çevrilen karda yankılanmaktadır ba­ lıkçının çağrısı. Haliç'ten Eğrikapı'ya, oradan da Ay- v a n s a r a y 'a d o ğ ru e se n keski gibi ayaz ayaz taşır ya­ rım yüzyıl geride kalmış bu sesi. Dar kıv­ rımlı sokakların taş taş denize döküldüğü köşe başlarına tezgâh kuran ve kömür ate­ şinde pişirdiği kahveyi yolculara sunan deri önlüklü, kaba sakallı ihtiyar, elinde pi­ rinç terazisiyle kışın baharat, yazın hurma satan “balmumu bıyıklı" külhanbeyi orta­ lıktan çekilmiştir. Eğrikapı önünde Hazreti Hafız, az ötesinde Abdullah el-Kadari, Ay- vansaray yolunda Mehmed Ensari, Atik Mustafa Paşa Camii önünde Hazreti bin Ab­ dullah Cabir ve nihayet Ayvansaray'da Ebuzeri Gaffar'ın türbelerini örtmektedir kar. Tümü de 7. yüzyılda İstanbul'u fethet­ meye çalışan Emevi donanmasının asker­ leridir...

Çocukluğumdan bir anı, bir gezi gö­ rüntüsü. Ne zaman seyyar balıkçıların çağrılarını duysam, hele akşam vaktiyse, sokak lambaları yanm ışsa ve bembeyaz kar üstüne düşüyorsa sesler ve gölgeler, babamla artık çok uzaklarda kalan bir dem­ lerde yaptığım o Haliç gezintisi gelir gözle­ rimin önüne. Ve biliyorum, ne balıkçı kaldı ne de baharatçı ama o eski Emevi türbeleri bugün ne âlemdedir acaba diye sormaktan da alamam kendimi, İstanbul'a çok yaklaş­ mış ama girememiş o insanların anısını yaşatıyorlar mı hâlâ, yoksa (neredeyse tüm İstanbul'u esir alan) kültür erozyonundan ve yıkım furyasından paylarını mı aldılar?

Bugünü bırakıp eskilere dönelim ve Haliç'in (sazıyla ve sözüyle) “Haliç" olduğu demlere keyifli bir göz atalım:

"Meyhaneye serdik postu

Bir daha ver, bir daha ver aman Kostl Aman Kostl, kuzum Kostl

Gücendirme kuzum dostu, dostu Bir daha ver..."

Şevki Bey'in bu dizeleri, Lonca mey­ haneleri için mi söylenmiştir bilinmez ama Ayvansaray deyince akla ilk gelen yörenin Lonca olduğu da kuşku götürmez. O Lonca kİ romanlara konu olmuştur, meyhaneleri Galata harabathaneleriyle aşık atar... He­ men söyleyelim, Lonca meygedeleri Çıtkı­

r ıldım Tarçın B e y 'le re ve N an em olla Zencefil Bey'lere göre değildi, bugün Bo­ ğazkesen tabir edilen mahallenin balozla­ rını andırırdı, şarabıyla olduğu kadar da kabadayısı ve kavgasıyla meşhurdu. S a ­ zendesi hünerli parmaklarını lavtasının telleri üzerinde gezdirirken, külhanisi Bur­ sa işi bıçağının işlemeli sapını okşardı usul usul. Kısacası, her akşam yazılıp bir sonra­ ki dem vaktinde bozulan, sonra (barbasıy- la, müdavimiyle, kabadayısı ve çalgıcısıy­ la) yeniden yapılan senaryolarıyla binbir filme mekân olabilirdi Lonca meyhaneleri. Çatladıkapı'yla Sulumanastır meygedeleri ve Akıntıburnu şaraphaneleri onların ya­ nında sönük kalırdı...

İstanbul'un eski gedikli meyhaneleri­ nin en ünlülerinden ikisi Lonca'da bulunur­ du: Ayvalı ve Yavaşko. Patronları (keza barbaları) Yahudi'ydi. ÇaylakTevfik üstadı­ mızın risalesinde yer aldıklarına bakılırsa, yüzyıl önce bile şarap sunuyorlardı. Ay- valı’nın yerinde daha önce (19. yüzyıl başla­ rı, hatta 18. yüzyıl sonları olmalı) bir atlı araba ahırı vardı, fayton değil de karoça de­ dikleri tipten. Sonraları Yavaşko'nun Ay- v a l ı 'y ı da a ld ığ ı s ö y le n ir , y a n i iki meyhanenin sahibi de tek kişi olmuştur. Re­ şat Ekrem Koçu, bir vakitler Lonca meyha­ nelerinin 1934 Belediye Şehir Rehberi'nde Esnaf Loncası Caddesi adıyla anılan yol bo­ yunca olduğunu, 1947 yılının Nisan ayında gerçekleştirilen bir gezideyse burada kay­ da değer bir meyhaneye rastlanmadığını yazar...

Bu noktada Lonca meyhanelerini bir kenara bırakıp yöreye geniş “perspektif­ ten bakalım. Lonca (Karabaş gibi) Balat'ın Ayvansaray’la paylaştığı büyük bir mahal­ ledir. Kendine özgü kültürel yapısıyla ne tam Balatlı olmuştur ne de Ayvansaraylı.

r A ^ 4- ■— --- - — - — — ■■■ ■ ■

Ama İstanbul'un “has” dokusu içindeki ye­ rini yüzyıllar önce almıştır, kent mozayiği- nin renkli bir taşıdır. Moise Franco, “Essaie sur l'HIstolre des Isralites de l’Empire Otto­ m an" (Kökenlerinden Günümüze OsmanlI İmparatorluğu Yahudileri Tarihi Üstüne Bir Deneme) başlıklı çalışmasında, 17 Mayıs 1874 tarihinde Balat'ın Lonca yakasında bir sinagogun yandığını bildirir. Lonca Sinago­ gu (ve Yahudileri) konusunda fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu sinagogun bir za­ m anlar A yv a n sa ra y C a d d e si’yle H isar Sokağt'm n kesiştiği noktada bulunması muhtemeldir. Yine Franco'ya göre, aynı yangında 7 ev, 22 dükkân ve 37 bina kül ol­ muştur. Marie-Christine Varol, “Balat” adlı kitabında, Lonca’nın yalnızca birkaç soka­ ğında mukim olan Yahudilerin Arabacılar Hamamı'na “El Banyo de la Lonca” (Lonca Banyosu) dediğini yazmaktadır...

Lonca çingeneleriyle de ünlü bir semt­ ti. Sulukule kadar yoğun bir Çingene “ko- lo n fs i vardı. Anlatıldığına göre son derece renkli bir yaşantıları olan ve “bohem " âle­ min en zengin “saz ve söz takımlarını çıkaran bu Çingeneler” kendi gelenek ve görenekleri içinde yoğrulurlar, aralarına yabancıları hiç almazlardı. Mekânları kah­ vehane ve meyhaneydi. Lonca'nın anlı şanlı, allı pullu Çingeneleri yaylı sazları ve darbukalarıyla biraz daha "lü k s " olan kıra­ athanelere de giderler ama pek yüz gör­ mezlerdi. Yeşiltulumba'daki Giritli Necati Efendi ve Dilhuşa kıraathaneleri, Koska'- daki Azmi Bey Kıraathanesi, Aksaray'daki Ihsan Bey ve Kuşçu Arif kıraathaneleri, Lonca Çingenelerinin uğrayamadığı yerler arasındaydı. Ama kahvehanede ve meyha­ nede, orta halli düğünlerde ve sünnet şen­ liklerinde pek sevilirlerdi...

Yıllarboyu Tarih dergisinin Mayıs 1981 Ayvansaraylı Çingenelerin yaşantıları çok renkliydi.

sayısında yer alan ve Ihsan Birinci imzasını taşıyan “Eski İstanbul Batakhaneleri” baş­ lıklı yazıda, Lonca Çingeneleri ağalarından Topuklu Ispir'in kızı Çakır Esm a'dan söz edilir. 19. yüzyılın ilk demlerinde yaşayan ve "muhabbet tellalı” olduğu söylenen Ça­ kır Esma nın yaşantısı Edirnekapı da nokta­ lanm ıştı. Y a ş lılığ ın d a falcılık yaptığı yazılıdır,

Refik Ahmed Sevengil, “İstanbul Nasıl Eğleniyordu” adlı kitabında Lonca Çinge­ nelerini şöyle anlatır: “ö ze l eğlenceler, düğünler düzenleyen kimseler, kadın top­ lantılarında çengiler bulundurmak İstedik­ le ri z a m a n , k e s e le r in e g ö r e L o n c a kolbaşlarından en ünlüsünün veya bir diğe­ rinin evine gidip pazarlığa girişir, ücrette uyuşma olunca kolbaşı çengi heyetini alır, düğün evine giderdi. Kolbaşı kadın çengi İle yardım cısı çengi b aşlarına yaşmak, ayaklarına sarı çizme giyerler, ellerinde bir yelpaze bulundururlardı. Ç en giler İnce yaşmaklar tutunurlar, allı morlu, sarılı, ren­ gâre n k fe race ler giyerlerdi. B ir çen gi kolunun sokaktan geçişi hayli eğlenceli olurdu.”

Osman Cemal Kaygılı’nın “Çingene­ ler” başlıklı romanından uzunca bir alıntı yaparak, hem bu insanların ilginç yaşantı­ larına, hem de bir zamanların Lonca sına derinlemesine göz atalım:

“Çingenelerin asıl görülecek hayatı

Kâğıthane kıyılarında Lonca Çingeneleri...

harman yerlerinde, çergelerde, sepetler­ de, sepetler, maşalar, sacayaklar, ayılar, maymunlar, heybeler, fal çıkınları, sıpalar, kısraklar arasında değilmiş... Asıl görüle­ cek ve hoşlanılacak Ç igan hayatı, Reha Bey'in, beni yeni alıştırmaya başladığı yer­ lerde İmiş...

Bizim Yenlkapı'ya göç ettiğimizin haf­ tasında Reha Bey, kendi evinde bazı arka­ daşları ile birlikte bana bir çalgılı ziyafet verdi. Fakat hani, alaturka ziyafet de bu ka­ dar olur. Sofra İçkinin, mezenin binbir türlü­ sü İle dolu İdi. S o n ra sekiz k işilik bir incesazla kadınlardan beş kişilik bir hanen­ de ve çengi takımı vardı. Saz takımı, başta Edirne’den İstanbul'a yeni gelm iş olan ke­ mancı Bülbüll Selim olmak üzere Ayvansa- ray’ın an gözde çalgıcılarından mürekkepti. Hanende kadınların üçü Ayvansaray'dan ve köçeklik eden İki kadın da Sulukule’den- dl. Fakat ‘efendim nerede, ben nerede' dedikleri gibi, öteki çergicller, harmancılar nerede, bunlar nerede? Hele bunların er­ kekleri pek kibar insanlardı. Misafirlerle hiç 'bendeniz'slz, 'zatıallniz’slz konuşmuyor­ lar. Hepsinin de elbiseleri, ayakkabıları yepyeni ve son moda. Hepsinin de yelekle­ rinin cebinde altın ve gü m üş birer saat. Parmaklarında pırıl pırıl yanan elm as yü­ zükler. Içteklerl clgaralar hep birinci sınıf clgaralar. Çalgılarının kutu ve kılıfları hani, diyebilirim kİ benim çok kıymetli kemanı­

mın ku tu su n d an d ah a şık. B u n la rd a n Kemani Ralf İsminde birinin kemanına bak­ tım, sokağa atsanız elli lira eder su içinde. Kadınlardan da Ayvansaraylılar pek kalan­ tor şeyler. Kılıkları biraz alaca bulaca olmakla beraber, parmakları pırlanta, züm­ rüt yüzükler, kulakları aynı çeşitten küpeler ve gerdanları sapsarı beşibiryerdeler ve ziynet altınları İle dolu. Yalnız Sulukule’den getirilmiş olan çok genç ve çok güzel İki çengi kız, bu cihetlerden bunların yanında oek sönük, pek s?de suya kalıyorlar...

Zavallıların allı pullu, morlu sarılı ve yepyeni entarilerinden, ayaklarındaki pem­ be püsküllü yepyeni terliklerden başka üstlerinde göze çarpar bir şeycikleri yok. Vakıa İkisinin de kollarında altın suyuna ba­ tırılmış İncerek birkaç bilezik var ama belki de onlar yetmiş-seksen kuruşluk şeyler...

Reha Bey, benim, Ayvansaraylı kadın­ ların altınlarına, elmaslarına, pırlantalarına pek dikkatli baktığımı görünce:

- Daha, dedi, bunlar hiçi Sen bunları eskiden bir cuma günü Kâğıthane'ye, Ç a ğ ­ layan K ö şk ü ’nün arkasına, kapalı kupa arabaları İle gezmeye gittikleri zaman bir görmeli İdin, şaşar kalırdın) Şimdi ara sıra, hâlâ da giderler ama eskiden, daha bundan on beş yıl önce o canım feraceler, yaşmak­ larla mükellef kupa arabalarına kurulup gerdanları beşibiryerdelerle dolu olarak Kâğıthane’ye gittikleri vakit herkes bunları orada Ayvansaraylı değil, gerçekten birer saraylı sanırlardı.,..

( ...)

Geçen yazı nasıl çergeler, çadırlar, harmanlar, köpekler, ayılar arasında hoş geçirdikse, bu kışı da meyhaneler, sazlar, zurnalar, klarnetler, çifte naralar arasında daha hoş geçirdik. Geçen yaz, Nazlı'lar, tir­ şe gözlü kızlar, Topal G ü llü ’ler, falcılar gönlümü yelpazeliyordu, bu kış İse, hanen­ de Ziynet’ler, çengi Seher'ler, Benli Kühey- lan’lar yanık yüreğimizi tazeliyorlar. Oooh, İşte kış da geçti, yakında bahara giriyoruz. Iki-üç gün sonra üçüncü cemre düşeceği İçin, Reha Bey’in evinde o gece bir kıştan çıkış âlemi yapılacak. Ve bu âleme Ayvan- saray’ın en maruf sazcı ve okuyucuları işti­ rak edecekmiş. Gel keyfim gel!”

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Darüşşafaka’nın Çemberli taş Sanat Galerisi’nde geçenlerde açılan Türkiye Ressamlar Cemi­ yetinin İstanbul 39. sergisi, sa­ nat çevrelerince ilgiyle izlenmiş

Uyuşturucu ve silah kaçakçı­ lığı merkezi olan, aynı zamanda Ermeni Terörizmine yataklık eden yerlerde çalışmış diplomat­ larınız, daha sonaki tarihlerde başka

68’liler Vakfı tarafından düzenlenen törene S H P milletvekilleri Salman Kaya, Atilla Hun, Naci Tarhan, Deniz Gezıniş’in babası Cemil Gezmiş, Hüseyin

Manço ailesi ve Bülent Manço’nun ablaları, merhum Eczacı Sait Sakarya’nın eşi, Safiyettin, Betül ve Şenol Sakarya’nın anneleri, Yasemin Öncel, Selahattin ve

Destandan yüzyıllar sonra Oktay Rifat da sıradan bir çocuk olarak meme emişini “Su Gibi Geçen Günler” şiirinde şöyle dile getirir:. Ben de beşikte yattım Salıncakta

em- cek (emecek, emcik, emçek) “meme”, emeğen “iyi emen, çok emen”, emerce (emer) “memeden kesilmemiş, meme emecek yaşta olan”, emikdaş, emükdaş,

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

Tez çalışmasında dünyada ve Türkiye‟de film gösterimi yapılan mekânların tarihi gelişimi, kent kültürü içinde sinema olgusu, seyircinin filmi sinemada