16 ARALIK 1979
D
İŞARDA hava kapalı, soğuk ve haşin ohırsa, insan evinin için; daha bir sevmeye başlar. Sıcağın eksikliğini evdeki sobası, güneşin yokluğunu iç ısıtacak kitabı, plağı ile unutmaya çalışır. Soğuk ve kapanç Kuzeyin ev-içi sevgisini oldu ğu gibi, sanat zevkini de geliştirdiği söylenir ki, çok doğrudur. Sanatın can sıkıntısından kaynaklandığını id dia eden düşünür de galiba başka bir yoldan dönüp dolaşıp yine buraya gelmiş oluyor.Sanatın kaynağı için türlü iddialar Var. Sanatı daha İyi tarif edebilmek için somut benzetilere başvuranlar da var. Bunların en güzellerinden biri, sanatçıyı “ Doğacak güneşin ilk ışınla
rını alnında hisseden adam" olarak
tanılayanıdır. Dağlar arasındaki bir vadide bir kent düşünün. Sanatçı dağa çıkmış, dağın öbür yanında doğmakta olan güneşe bakıyor. Kent- tekiler bulundukları çukurdan güneşi henüz göremezlerken, onu şimdiden gören sanatçıya baktıkları zaman alnında sabah güneşinin ışıltısını görüyorlar. Hiç de fena bir benzeti değil.
B
ENİM başka bir benzetim var. Bazı trenlerin kompartımanın da küçük bir ampul yanar. Gün ışığında onu farketmezsinlz. Ancak bir tünel geçerken kompartı manınızın niye karanlıkta kalmadığını araştırırken, onun varlığını saptarsı nız.İşte ben sanatı bu ampule benze tirim bazen. Karanlık günlerde İnsanı büsbütün karanlıkta bırakmayan bir ışıktır o. “Bu adam da şimdi en olmayacak ortamda edebiyat yapıyor” demeyin.
İkinci Dünya Savaşı Avrupası’nın ateş altındaki ülkelerini bir hatırlayın. O füze ve bomba cehennemi altında geçirilen günleri, sığınaklarda uyku suz ve ertesi sabaha sağ çıkmama kuşkuları içinde geçirilen geceleri... O, gıdasız, yakıtsız, çoğu malını mülkünü yitirmiş insanların hal-i pür melalini... Bütün o insanların bütün bu koşullar içinde konserlere, tiyat rolara neden her zamankinden daha büyük coşku ile can attıklarını, bu konserlerin ve temsillerin neden her zamankini aşan bir coşku ve kaliteye vardığını hiç merak etmediniz mi?
Uygar insan, kendini ilk İnsanın atavik korkularının içine atmak isti dadı gösteren her felâketten kurtul manın —hiç değilse bir süre onu unutmanın— yolunu, hep kendine uygarlığını hatırlatan insancıl ve barışçı sanat ürünlerine el atmakta buluyor da ondan. Düşmanca bir ortamın, onda da düşmanlıklar ya ratma toksinine böylece bir panzehir yaratmış oluyor içinde de ondan. İlkel insanın kaotik korkularından sıynlıp sanatın o, insandaki yüce damara seslenen denge'i ve huzurlu evrenin de kendini artmak, güçlendirmek, kendi içinde bir denge sağlamak istiyor da ondan... Bu niteliği ile
sanat, insanda sade estetik bir
ihtiyaca cevap vermiyor, onun varlığı nı koruması için bir kendini savunma aracı da oluvor.
K
ÖTÜ günler geçiriyoruz. Ay dınlığa tez elden çıkmak zo rundayız dostlar.işte bu tünel karanlığında gazete ler yalnız kanlı manşetler vermiyorsa, Türkiye’de sanatı teşvik etmek için yarışmalar açıyor, vakıflar kuruyor larsa, televizyonlar sade silahlı çar pışmaları, banka baskınlarını değil, haftada bir de olsa sanat saatinde haftanın sergilerini, konserlerini, il ginç sanat olaylarını da yansıtıyor larsa, tünel geçen katarın kompar- tımanlanndaki küçük ampuller büs bütün sönmemiş demektir.
G
e ç t iğ im iz hafta Sedat sima-vi Vakfı ödüllerinin dağıtıl ması, olağan sanat haberle rine yeni bir revnak kattı. Rahmetli Sedat Simavi, benim ilk patronum sayılırdı. İlk hikâyelerimi takma adla onun Yedlgün dergisine yolladığım zaman beni arayıp buldurmuş, gerçek kişiliğimi öğrenmek istemiş ve sanat yolunda beni ilk olarak o yüreklen- dirmişti. Ünlü bir gazeteci olmadan önce bir edebiyat ve sanat adamı olan, roman ve piyesler yazan Sedat Simavi'nin adına bir gazetecilik değil de bir sanat vakfı kurulmuş olması,ilk günden beri onun bugünkü
kuşaklarca az bilinen bu kişiliğine daha yaraştığı muhakkaktı, önceki yıllar bu vakfın edebiyat ödülünü büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, Peride Celâl ve Melih Cevdet Anday almışlardı. Bu yıl da aynı ödül Adalet Ağaoğlu’na verildi. Edebiyatta adını ilkin radyo skeçleri, sonra da (Evcilik Oyunu) adlı ilk piyesi ile duyuran Adalet Ağaoğlu’nun anlatım gücünü neyi bırakıp neyi, hangi vurucu detayı seçeceğini çok iyi bilen ekonomisini, ödünsüz kişiliğini ve kadın-erkek yazar aynmına çok kızmasına karşın, yine de, gerek piyeslerinde, gerek romanlarında Türk kadınının toplum daki durumunu, bu durumun geliş mesini en iyi izleyen yazarlardan biri oluşunu, ben, herkes gibi sonradan değil de, o adını henüz yeni yeni duyurmaya başlarken keşfettiğim için, izin verin de bunun böbürünü biraz tadayım. Adalet Ağaoğlu, bu gün artık gerek romanları, gerek piyesleri ile ama bunlardan çok, asıl bundan sonra yapacaktan ile edebi yatımızın en güçlü, verimli potansla- rından biri gibi görünüyor bana. Varlığı ile övündüğümüz bu yazarı mızın değerini, kararı ile bir kere daha teyit eden Sedat Simavi jürisi, iki önceki yılın uzantısında ince eler sık dokur bir titizliği ve dikkati aynı yoğunlukta sürdürmüş oluyor.