• Sonuç bulunamadı

Son durak İstanbul:Diplomatlarımızın emeklilik yaşamı:Turgut Menemencioğlu:Bir büyükelçi hep kendi evini özler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Son durak İstanbul:Diplomatlarımızın emeklilik yaşamı:Turgut Menemencioğlu:Bir büyükelçi hep kendi evini özler"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

B M isliye«

Son durak Istanbul

Diplomatlarımızın emeklilik yaşamı /

sadun

taimjû

T u rg u t M enem encioglu: "Bir

büyükelçi hep kendi evini özler"

“Sefaret evlerinde

8888s$8söi8saiissaaasa8«^^

m-Kssisssssftsij

Genç bir diplomat olarak Kahire Konfe-

ransı'nm kendisini çok etkilediğini söy­

leyen

T u rg u t

M enem encioğlu,

"Demokratik liderlerin de diktatörler­

den farksız olduğunu orada gördüm"

diyor

BM'de Türk delegesi selim sarper, Rus

delegesi Vishinsky e öyle bir komik Rus­

ça ile "paranoyak" diye bağırdı ki, o sert

vishinsky bile konuşmasını kesip kahka­

halarla güldü

Turgut Menemencioğlu

kimdir?

Anadolu Ajansı eski Genel Müdürlerinden Muvaffak Me- neraencioğlu’nun oğlu, eski Dışişleri Bakanlarından Nu- man Menemencioğlu’nun yeğenidir. Şimdi 69 yaşında olan Turgul Menemencioğlu, 41 yıllık meslek hayatının 28 yılı­ nı dış hizmetlerde (bunun 14.5 yılını da toplam olarak Ame­ rika’daki memuriyetlerinde) geçirmiştir. 8 yıl Birleşmiş Milletlerde, ayrıca Kanada ve Amerika’da Büyükelçilikler­ de, dört yıl da Cento Genel Sekreterliği’nde görev yapan Menemencioğlu, 1972-1978 yıllan arasında Londra Büyiik- eiçiliği’nde bulunmuş, yurda döndükten sonra bir süre Yük­ sek Müşavir olarak çalışıp emekliye ayrılmıştır.

“ Sefaret evleri güzel olmakla beraber, İnsanın kendi evinin sıcak­ lığını taşımazlar” diyen Turgut Menemencioğlu ve eşi, bu fotoğ­ rafla yıllar öncesini yeniden yaşıyorlar.

Çok zengin bir araştırma kitaplığı bulunan Turgut Menemenci­ oğlu, tüm hayatı boyunca Türk tarihine, sanatına, kültürüne ve sosyal hayatına ait yabancı kaynaklı eski kitapları bir araya toplamış.

---1ILLARCA önce, b ir A m e rik a lı d ip lo m a t --- dostunun çalışm a ma­ sasının üstünde, tâ lik yazılı bir levhanın duvara asılı oldu- unu görünce ço k şaşırm ış

urgut Menemencioğlu. “ Bu­ nun ne işi var burada, nere­ den b uld un ? ” d e m iş . A m erikalı diplom at anlatm ış:

“Bir eskicide gördüm. Ho­ şuma gitti. Ne yazıyor dedim. Söyledi. Tam bizim mesleğe göre dedim, hemen aldım, ça­ lışma masamın üzerine as­ tım.”

Levhada “ BU DA GEÇER

YAHU!” yazıyorm uş. “ Düşünebiliyor musun?”

dedi Amerikalı dostum , “İnsa­

nın çalışma hayatında da, özel hayatında da yığınla kriz anı yaşanıyor, sanki dünyanın sonu gelmiş gibi, asla çözül­ mez bir noktaya varılmış gibi bir duyguya kapıldığımız olu­ yor, kaldır başını ve duvarda okuyamadığın bir yazıyla “ Bu da geçer yahu”yu gör, nasıl bir ferahlığın içine dolduğunu hisset.”

Turgut Menemencioğlu

güldü:

“ Hemen ben de buldum bir tane, çerçeveletip çalışma odama astım” dedi.

Şu bizim Doğu — haydi te­ levizyoncuları da kızdırmaya­ lım, Ş ark— te k n o lo ji ü re ti­ m inde pek çağa ayak uydu­ ramamıştır ama, felsefe d e di­ niz mi, her zaman üretkendir, İslam eczahanelerinde insan ruhuna iyi gelecek epeyce ilaç satılır.

TAKSİM DE BİR APARTMAN

Cum huriyetin ünlü bir dip ­ lom at ailesinden gelen Tur­

gut M en em en cio ğ lu ile T a k s im ’de, eski Park O te l’in tam karşısındaki bir apartm a­ nın be şinci katında b ir akşa­ m üstü sohbet ediyoruz. Bu daireyi yedi-sekiz yıl önce al­ mışlar. “Emeklilik yaklaşıyor­

du, artık devamlı oturaca­ ğımız bir yerimiz olmalıydı”

diyor. Ve hemen ekliyor: “ Dip-

lomatiann içinde hep kendi evlerini kurmak, orada yaşa­ mak özlemi vardır. Gittiğiniz her yerde şartları iyi bir ika­ metgâh bulursunuz, dayalı döşelidir de. Ama duvarlar çıplaktır, vitrinler boştur, gi­ den kendine ait eşyayı alıp götürür, siz tablolannızı bib­ lolarınızı daha çok anı değeri taşıyan eşyanızı şuraya bura­ ya yerleştirerek oraya kendi havanızı vermeğe çalışırsınız, az çok muvaffak da olursu­ nuz, ama itiraf etmeli ki, yine de bir şeyler eksik kalır.”

Bütün büyükelçi evleri b i­ raz da bunun için güzel, özen­ li, zevkli b ir a tm o s fe r yansıtı­ yo r herhalde. Y ılla rca kolay taşınır ama değerli eşya b irik ­ tiriyorsunuz, bu arada görerek yaşayarak ev kültürünüzü ge- liştiriyorsü nu z, y aşlılık y ılla ­ rında da hayatınızın en olgun, en zevkli çevresini yaratıyor­ sunuz.

“Sizde de koleksiyon me­ rakı var galiba” dedim . V itrin ­

le rd e n e fis “ B eykoz” lar, duvarlarda çerçeveleri de da­ hil, çok güzel ta b lo la r vardı.

“Dediğim sebeple, gittiği­ niz yerde evinizi süsleyecek küçük güzel eşya ile ilgileni­ yorsunuz. Görüştüğünüz çev­ relerde rafine bir zevk var, öğreniyor ya da ilham alıyor­ sunuz. Zaman içinde bir biri­ kim oluyor. Bu kata yerle­ şirken 170 küsur parça eski cam eşyayı koyacak yer bula­ madım, müzeye hediye et­ tim.”

Bu arada henüz duvara asılm am ış b ir tab loyu gös­ teriyor:

"Paris’ten yeni geldi bu Fikret Mualla. Uygun bir çer­ çeve arıyorum. Bakın ne ka­ dar Paris havası var bu tabloda değii mi?”

YENİ BİR YAŞAM RİTMİ

Çalışm a odasından salo­ na taşan büyük b ir k ütü pha­ nesi var Turgut Menemen-

cioğiu’nun. Uzun yıllar boyun­

ca, Türk tarihine, sanat ve kültürüne, sosyal hayatına ait yabancı kaynaklı eski kitapla­ rı b irik tirm iş , çok zengin bir araştırm a kitap lığı o lu ş tu r­ muş. Dış gö rü n ü şle riyle bile harikulade güzel c iltle r duvar­ ları süslüyor. İkinci Dünya Sa­ vaşı y ılla rın a a it n o tla rın ı topluyorm uş. kaynakları göz­ den geçiriyorm uş, anılarını yazmaya hazırlanıyormuş Tur­

gut Menemencioğlu, Kahire

Konferansı zabıtlarını o yaz­ mış. “26 yasında, mesleğinde

yeni, çok heyecanlı bir harici­ ye memuru idim” diyor. G eçi­

ci b ir görevle ilk dışarı çıkışı im iş. Am cası ona (Numan

Menemencioğlu) “ Genç bir diplomat için en yararlı çalış­ ma yeri, savaş koşulları İçin­ de burasıdır, A nkara’d ır”

derm iş hep. “Gerçekten de” diyor Turgut Menemencioğlu,

“Mesleğe girdiğim 1939 kışın dan İtibaren Ankara'da çok hareketli ve heyecanlı bir ha­ yat yaşadık. Bütün ülkeler en

değerli, en tecrübeli diplo­ matlarını Ankara’da bulundu­ ruyorlardı. Savaşın önemli diplomatik merkezlerinden bi­ rinde olduğumuzu hissedi­ yorduk. Kahire’ye gidiş bu bakımdan, benim için eşsiz bir tecrübe fırsatıydı.”

DEMOKRASİNİN

DİKTATÖRLERİ

“ Şim di, yıllarca sonra söy­ ler m isiniz, genç bir diplom at olarak orada, K ahire'de sizi en fazla etkileyen ne o ld u ? ”

“ Demokratik liderlerin de diktatörler gibi başına buyruk, acımasız olabildiklerini ilk kez orada gördüm. Bu beni dehşete düşürdü. Milyonlar­ ca insanın bugünü ve gelece­ ği hakkında hiç tereddütsüz, kesin kararlar söylüyorlar, kimseye de danışmıyorlardı. Bizim heyet, başta İnönü ol­ mak üzere, dünyanın savaş sonrası alacağı manzara ile çok ilgili idi. Siyasal harita na­ sıl olacaktı? Mesela Roman­ ya bölünecek miydi? Avus­ turya ne olacaktı? Ben niha­ yet genç bir tercümandım orada, ama tavırları, davranış­ ları görüyordum. Demokratik liderler, birkaç sözle, bir jest­ le, milletlerin hayatını ilgilen­ diren konularda “o önemli d eğ il” , “halletmesi kolay” , “şöyle yaparız olur biter” gi­ bi görüşler belirtiyorlardı. Her şey kafalannın içinde, her ka­ rar dudaklarının uçundaydı. Bu kadar serbest kullanılan bir güç, genç ruhumda nasıl bir iz bırakmış ki, bütün haya­ tım boyunca oradaki sahnele­ ri unutamadım.”

“ Öyle anlaşılıyor ki savaş yılla rı notlarınız kitap haline g e ld iğ i zaman İlg iyle okuya­ cağız. Biraz bugünkü hayatı­ nızdan söz edelim m i?”

“ Resmi görevlerinizden ayrılıyorsunuz, ama eski alış­ kanlıklarınızdan, meşguliyet­ lerinizden de tamamiyle ko­ puyorsunuz anlamına gelmi­ yor bu. Hayatın bir bölümü eski temposuyla sürüyor. Es­ kiden de yaptığım gibi, sa­ bahları BBC’yi mutlaka dinli­ yorum. Gazeteleri hâlâ sanki rapor yazacakmışım gibi dik­ katle okuyorum. Dış ve iç me­ seleler ilgimi çekiyor, üzer­ lerinde düşünüyorum. Geç­ mişte benzer bir olay olmuş­ sa, hele ben de onu görmüş ve yaşamışsam, yeni olayın nerelere varabileceğini tah­ min etmeye çalışıyorum. Ya­ ni, yaşadıkça, hayatın akışına sırt çevirmeniz mümkün de­ ğil. Ama tabii, artık bir takım zorunluluklar ve sorumluluk­ lar içinde de değilsiniz. Bu ra­ hatlatıcı bir şey. Daha bol zamanınız var. Size bir şey söyleyeyim mi, onun da pek doğru olduğunu sanmıyorum, sanki zaman yapacaklarıma hiç yetmeyecekmiş gibi.”

GERİDE KALAN YILLAR...

“ A m erika’da uzun yılla r kaldınız.”

“Çeşitli dönemlerdeki hiz­ metlerimi toplarsanız, 14.5 yıl. Bunun 4.5 yılı Washington’da sefir olarak, sekiz yıldan faz­ lası New York’ta Birleşmiş M illetler'de.”

“ Cento Genel S ekre terli­ ğiniz de var.”

Hep derdim, şu yabancı diplomat statüsü ile insanın kendi memleketinde görev yapması kim bilir ne hoş olur! Pek gönülden istemiş olaca­ ğım ki, günün birinde bana Cento Genel Sekreterliği’ni teklif ettiler. Dış görev iyi, gü­ zel de, memleketinizden hep uzakta kalıyorsunuz, zamanla bu sizde bir eksiklik duygusu yaratıyor. Nasıl kİ, ben emekli olduktan sonra, büyük bir aç­ lık duygusuyla memleketin pek çok bölgesini gezip gör­ mek istedim. Geziler yaptım. Ülkemi tanıdım. Eski gördük­ lerimle bugünü karşılaştırın­ ca büyük bir değişme ve ge­ lişme gördüm, çok sevindim. Evet ne diyordum, Cento Ge­ nel Sekreterliği yıllarımı bü­ yük bir zevkle hatırlarım. Bir kez ilgilendiğimiz konular il­ ginçti. Cento’nun siyasal ya­ nını bırakın, ama ekonomik ve sosyal konulardaki işleyişi çok canlı idi. Görevimi sevi­ yordum. Hem kendi memle­ ketimde yabancı diplomat olma merakım da tatmin olu­ yordu, törenlerde, kabullerde filan ben hep yabancılar ara­ sında yer alıyordum, protokol icabı böyleydi. Sayın Cumhur­ başkanı Cevdet Sunay da “ni­ çin oradasın?" diye şaşıyor­ du.”

“ Bir d ip lo m a tla konuşur­ ken sık sık geriye g itm e k ka­ çınılm az oluyor, hareketli b ir m esleğinizvar; şim d i yaşamı biraz durgun bulm uyor m usu­ nuz?”

“Bilakis, dedim ya, zaman yetişmiyor. Meslek hayatınız boyunca iyi ilişkileriniz ol­ muş, onların büyük bir bölü­ mü şimdi de sürüyor. Seya­ hatten hoşlanıyorum. Bod- rum’daküçük bir yerimiz var, doya doya tatil yapabiliyo­ rum. Geçen yaz tam dört ay kaldık. Denizi severim. Görev­ deyken istediğim gibi tatil ya­ pamazdım. Memlekete gel­ mek ailece çok pahalıya mal olurdu. Yabancılarda devlet ödüyor, ama bizde kendi ke­ senizden. Her zaman göze alamazdık. Birleşmiş Millet- ler’de uzun yıllar kaldım. New York’tan fazla uzaklaşamazsı- nız.”

“ Neden uzaklaşamıyorsu­ nuz?”

“ İbret verici bir örnek var­ dır önünüzde. Konsey her za­ man toplantıya çağırılabilir

ve Ruslann başına gelen sizin de başınıza gelebilir. Olay meşhurdur. Kore harbi sıra­ sında, ani bir toplantı çağırı­ şı, müdahale kararı alınacak, Rus delegesi tatilde, pek kı­ lını da kıpırdatmıyor, nasıl ol­ sa benim bulunmamam “ve­ to” anlamına gelir diyor, veto olunca da karar çıkmaz! Fa­ kat toplantı yapılıyor ve birde yorum getiriliyor: Veto hakkı­ nı kullanabilmek için toplan­ tıda hazır bulunmak lazımdır. İşte o günden beri, görevliler New York’tan pek fazla uzağa gidemezler.”

VISHINSKY NİN KAHKAHASI

“ B irle ş m iş M ille tle r, Gü­ ve n lik K onseyi gib i u lu sla ra ­ rası çalışm a yerleri büyük çoğunluğun merakını uyandı­ rır, çünkü böyle çalışm a yer­ leri dünyada sınırlıdır, bizler için kapalı bir âlem d ir.S izora­ da 8.5 yıl kaldınız, ç e ş itli hiz­ m etler gördünüz, kim b ilir ne ilg in ç olaylar yaşadınız.”

“Şimdi bir tanesini anlata­ yım. Selim Sarper başdelege. Ben yardımcıyım. Türkiye NA- TO ’ya girmiş. Soğuk harp günleri. Toplantı¡arda sert tar­ tışmalar oluyor. Özellikle Sov­ yet Başdeiegesi Vishinsky çok sert mizaçlı bir adam. O gün de, NATO'ya yeni girmiş olanlara sert bir çıkış yaparak, saldırıyor. “ NATO’nun Rus­ ya’ya karşı saldırgan emeller beslediğinin ispatı” filan, öy­ le bir nutuk ki, hazmedilir şey değil. Neyse o bitiriyor, bu kez sözü Sarper alıyor. Onun ce­ vabı da aynı sertlikte. Söyle­ dikleri özetle şöyle: “ Ruslar herkesi tecavüz emeli besle­ mekle suçlayacaklarına, ken­ di açık tecavüzlerini izah etsinler; kendi sınırlarındaki pek çok ülkeye yaptıkları te­ cavüzler meydanda.”

Bu kez Vishinsky yeniden söz alıyor. Bir şeyi hatırlata­ yım. Rus Başdeiegesi Rusça, Sarper İngilizce konuşuyorlar. Tabii konuşmalar anında çe­ şitli dillere tercüme ediliyor. Vishinsky son konuşmasını yaparken, Rusça kelimeler arasında geçen “ Paranoya” sözü Sarper'de öyle bir öfke yaratıyor ki, oturduğu yerden “paranoyak sensin!” diye ba- ğınyor. Ben Sarper’in arkasın­ da oturuyorum. Herkes şaşır­ dı, kimse ne olduğunu anlaya­ madı. Çünkü Sarper biraz Rusça bitirdi, hatibe Rusça bağırmıştı ve ne dediği anla­ şılmamıştı. Fakat Vishinsky konuşmasını kesip de kahka­ ha ile gülmeye başlayınca bü­ tün salondakiler büsbütün şaşkına döndüler. Ne oluyor­ du? Oturum başkanı Sarper’ den tarafa baktı, o da müte- bessimdi. Genel Kurul’un elektrikli havası birdenbire neşelenmişti. Başkan “böyle- ce bu iş tatlıya bağlandı” der gibi bir konuşmayla oturumu kapattı ve biraz sonra herkes Vishinsky’nin o kahkahayı ne­ den attığını öğrendi.

Soranlara şunları söylü­ yordu Vishinsky:

“ Sarper öyle komik bir Rusça ile paranoyak sensin dedi ki, buna can dayanmaz!”

YARIN:

VEYSEL VERSAN

Amerika'da uzun yıllar çeşitli görevlerde bulunan emekli Büyük­ elçi Turgut Menemencioğlu, birçok Amerikan cumhurbaşkanıyla da diplomatik görüşmeler yapmak fırsatını bulmuştur. Fotoğraf­ ta. Menemencioğlu. Nixon’la birlikte görülüyor.

Türk-Amerikan münasebetlerinin hayli gergin olduğu bir dönemde, İsmet Paşa’nın Amerika ziyare­ ti, bizim için büyük bir diplomatik olaydı, 0 günlerin faal yorgunluğunu Turgut Menemencioğlu, (ayakta duran) bu resme bakarken, yeniden yaşar gibi oldu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunlar›n gezegen yap›s› denklemlerinin öngördü¤ünden daha fliflkin olabilmeleri, ancak derindeki katmanlar›na daha fazla ›s› girifliyle mümkün olabilir.

Her iki eserde de mü~terek olan, aln~n uzun ve dar olu~u, çehrenin geni~li~i, saç, sakal ve b~y~~~n hilâ1 ~eklinde üst üste simetrik ve birbirinden sert çizgilerle ayr~lan

Aksine, kristalli katıların içerisinde birbirlerine göre yönelimleri farklı çok sayıda kristal bulunur ve dü- zenli kristal yapıların aralarında kalan sınır bölgele-

Especially cytogenetic prenatal diagnosis using analysis of cultured cells from the amniotic fluid at mid- trimester was introduced in 1966 by Steele and Breg (4).. Most

Tarihî roman yazarı olarak büyük beğeni toplamış olan Sepetçioğlu, “Bugünki Türkiye” üçlemesinde kendisinin de tanık olduğu bu yıllara kendi bakış

Sır altı tekniğinde yapılmış olan çini süsle­ mede, lâcivert zemin üzerinde beyaz renkte sülüs yazı yer alır.. Harflerde firuze renk dolgular

ANA RENKLER İnsan gözü renkleri üç farklı kanala ayırır: Kırmızı, yeşil, mavi Gerçek görüntü Gerçek görüntü KIRMIZI YEŞİL MAVİ Ana renklere örneğin

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.. Ebî Vakkâs tarafından kurulmuştur. Yeni kurulan bu şehrin ilk dönemlerinde en çok Fars unsurlarıyla mücadele edilmiş