• Sonuç bulunamadı

Bir 'Balıkçı' vardı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir 'Balıkçı' vardı"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şadan GÖKOVAU

BİR «BALIKÇI» VARDI

e s e r l e r i

v e

ANISI YILLAR

YILI TAZELİĞİNİ

YİTİRMEYECEK

BİR SANATÇI:

CEVAT ŞAKİR

o

H alik am as B alıkçısının edebi kişiliği, eski Anadolu uygarlığı­ n a k a rş ı tu tk u su ve b u kon u d a­ k i renkli varlığı ve eserlerinin kalıcılığı yanında, anısı da yıl­ la r yılı elb ette tazeliğini yitirm e

yecektir.

Bu yazı dizisinde, H alik am as B alıkçısının hayat öyküsünden ren k li b irk aç çizgiyi b e lirttik ten so n ra, asıl onun yazam adığı can U öykücükleri sunacağız.

Yaşamı

H alik am as B alıkçısı ya da «Balıkçı» adiyle daha çok ta n ı­ n an bu saygıdeğer k işinin asıl

adı Cevat Ş ak ir'd ir. Soylu ve sa ­ natçı b ir ailenin çocuğu o larak - _ a® doğtnuşftır. Boğum yeri o larak bazı kaynaklarda G irit, bazı kay n ak lard a da Atina gösterilir. K endisinin söylediğine göre k e ­ sin doğum yeri G irit’tir. 2,5 ya­ şındayken de İsta n b u l’a gitm iş­ tir. Dedesi A fyonkarahisarlı K a- baağaçlızade Albay M ustafa A- sım Beydir. Amcası S adrazam ­ lık da yapm ış olan Ahmet Cevat P aşa, babası da S efir (B üyükel­ çi) M ehm et Ş ak ir Paşadır. G ö­ rüyoruz ki B alıkçı, adını am ca- sıyle babasından alm ıştır.

Bu essiz ve u ç a n sanatçının, uygarlık ta rih çisin in adı k ad ar kişiliği de babasiyle am casına bağlıdır. Bu nedenle kısaca b a ­ bası ve am casını tanıtalım .

Amcası

Amcası Ahmet Cevat P aşa, 1851 yılında babasının görevli b u ­ lunduğu Şam 'da doğm uştur. As­ keri Liseden sonra o dönem in H a rp O kulunda okum uş, o ra ­ dan da teğm en rütbesiyle k u r­ m ay sınıfına geçm iştir. A ka­ dem iyi 1871 yılında yüzbaşı o la ­ ra k b itire n Ahmet Cevat, o rd u ­ daki ilk yıllarında S aray ’ın ilgi­ sini çekerek binbaşılığa yüksel­ tilm iştir. Bu sırada R uslarla ya­ pılan «Ezerçe» savaşm a Aziz P aşanın K olordu K urm ay B aş­ kanı o larak k atılm ış ve K omu ta n ı Aziz P aşanın şehit olm ası üzerine K olordunun kom utasını üzerine alarak olağanüstü b a ­ şarı gösterm iştir.

B undan sonraki sav aşlard a da b a şa rıla r gösteren A hm et C evat, 1884’de Paşalığa y ü k sel­ m iş, yerli ve yabancı birçok devlet n işan ların ı k a z a n a n b ir a sk e r o lm u ştu r. Ve n ih a y e t yıl 1892: 41 y aşın d ak i C evat P aşa, A b d ü lh a m it’in en güvendiği ko­ m u tan o la ra k S ad razam lık m üh rü n ü alır. N am uslu, aydın ve d ü rü s t b ir adam olan C evat P aşa, bu vesveseli P ad işah ile acaba nasıl anlaşacak? O nunla zıt d üşüncelerdedir. K afiy eler ve ju rn a lle r dönem inde bu S ad­ razam , ancak 3,5 yıl görevde k alab ilm iştir. A bdülham it, Ce­ v a t P aşayı sa d ra z a m lık ta n u- z a k la ştırır ve evinde o tu rm ay a m ecb u r eder. S onunda 1898'de taşıdığı M areşal rü tb esiy le Ş am ’ d ak i 5. O rdu K om utanlığına yol la n ırsa cîa d o k to rla r deniz hava­ sı tav siy e ed erler. S aray, onun İs ta n b u l’a dönm esine izin ve­ rir. A rdından önem li eserler b ıra k a n C evat Paşa, 9 A ğustos 1900 tarih in d e N işan taşı’ndaki evinde ölür. Yazdığı eserlerin en önem lileri; T arih-i Askeri-i

O sm ani, Tarih-i A skeri H ülâsa­ s ıd ır . Y adigâr adlı b ir dergiyi de 24. sayısına k a d a r çık arıp y ö n eten A h m et C ev at P aşa, b in lerce ciltlik özel kitaplığını M illî K ü tü p h an ey e bağışlam ış­ tır.

Ve babası

S adrazam A h m et C evat P a ­ çanın k a rd e şi olan K abaağaç- h zad e M iralay (A lb ay ) M ustafa A sım B ey’in oğlu M ehm et Şa­ k ir P aşa, 1855 yılında doğm uş­ tu r . K üçük y a şta annesiyle ba­ b asın ı k ay b ettiğ i için ağabevsi ve k ızk ard eşiy le b irlik te y a k ın ­ la rın ın ko ru m asıy le b ü y üm üş, okum uş ve y ü k selm iştir. 1880’ de k u rm a y yüzbaşı o larak or­ d u y a k a tıla n M ehm et Ş a k ir de, o rd u d a çok b a şa rılı görevler y erin e g etirm iş, bazı ataşem ili- te rlik le rd e de b u lu n m u ştu r. 1908’ de K o rg en eral rü tb esin d ey k e n kendi isteğ iy le em ekliye a y rı­ lan M ehm et Ş a k ir P aşa, o sı­ ra la rd a «diplom at» u n v an ın ı al­ m ış, G alata saray S u ltan isin d e fa h rî ta rih ö ğ retm enliği yap ­ m ıştır. M ehm et Ş a k ir P aşa, e- m ekli o ld u k ta n sonra Afyonka- ra h is a r’da b ir çiftlik satın al­ m ış ve b u ra y a sık sık gidip gel m eye b aşlam ıştır. Yine böyle İs ta n b u l’a b ir gelişinde 1919 yı­ lının R am azan ay ın d a b ir kaza k u rş u n u ile ö lm ü ştü r. Söylen­ tiye göre Ş a k ir P a şa ’yı oğlu C evat Ş a k ir v u rm u ştu r. Zeke- riy a S e rte l’in «C evat’ın K utsal S ırrı» dediği olayın bu olay ol- tfuğu da b e lirtilir. B alıkçının Kılıç Ali ta ra fın d a n b e ra a t et­ tirild iğ i ve kendisine «Bir daha

HALÎKARNAS BALIKÇISI B İR ÇALIŞMA ANINDA

k arşım a çıkm a» dediği daha so n ra idam h ü k ü m lü sü as­ k e r kaçağı için yazdığı b ir ya­ zıdan dolayı İstik lâl M ahkem e­ sinde k arşısın a çıkan B alıkçıyı tan ıd ığ ı da b e lirtilen ler a ra ­ sın d ad ır.

B alıkçının B odrum 'a sü rü lü şü b u yazıdan ö türüdür.

B alıkçının babası M ehm et Şa­ k ir Paşa da çok değerli eserler b ırak m ıştır. E serlerinden birk a­ çı şunlardır: Yeni O smanlI Ta­ rih i (B eş cilt), Tarih-i İslâm ve O sm ani (O kullarda d ers kitabı o larak o k u tu lu rd u ), Selâhattin Eyyübî. B unun dışında b atılı ya­ zarlard an b irk aç çeviri de vardır.

Balıkçının öyküsü

K ısaca öykülerini anlattığım ız am cası ve babasının aile çevresi küçük Cevat Ş ak ir’in kişiliğini büyük ölçüde etkilem iştir. Çoğu dünya çapında ü n yapm ış san at­ çılar b u aileden yetişm iştir. Ö r­ neğin ressam P renses Fahrünni- sa Zeyt, N ejat ve Aliye B erger, Füreya... b unlardandır.

K üçük yaşlarda m ükem m el öğ­ retm en ler ve m ürebbiyeler elin­ de yetişen Cevat Ş akir ilk kez B üyükada'da m ahalle m ektebin­ de okum uştur. R esim ’e k arşı düş künlüğü hem en dikkati çekm iş­

tir. Bu okulu bitiren Balıkçı, İyi İngilizce bildiği için hazırlık sı­ nıfını okum adan R obert K olejin birinci sınıfına kabul edilm iştir. B urayı Pekiyi dereceyle bitiren Cevat Şakır, İngiltere’ye gönde­ rilm iş, o rada O x fo rd ’ta «Son Çağlar Tarihi» bölüm ünden me­ zun olm uştur. Bu üniversitenin kitaplığı Cevap Ş a k ir’e çok şey­ le r kazandırm ıştır. 1913 yılında Agnesia K afiera adlı b ir İtalyan kızıyle evlenen Cevat Ş ak ir’in h a ­ len sağ ve to ru n sahibi olan kızı M u tarra Agustina doğm uştur. Ce­ vat Ş a k ir’in bu kızı V atikan avu­ k atların d an biriyle evlidir. Agne­ sia K afiera adlı İtalyan kızıyle evlenm esi nedeniyle Cevat Şakir sık sık İtaly a’ya gidip gelm iş, ora da Latincesini ve İtalyancasm ı klâsikleri orijinallerinden okuyup ezberleyecek k ad ar geliştiı m is­ tir. Bu arad a R om a ve öteki İta l­ yan kentlerindeki san at başyapıt­ larım da iyiden iyiye incelem iş­ tir.

P ilar adlı b ir İspanyol kamiliyle de resm en evlenm eden yaşayan Cevat Ş ak ir’in ondan da b ir oğ­ lu olm uş, bu çocuk 17 yaşınday­ ken İspanyol içsavaşm da ölm üş­ tü r.

Cevat Ş akir’in resm en evlendi­ ği ikinci eşi b ir öğretm en olan

H am diye H anım dır. (Sina Kaba- ağaç’ın annesi). Fethiye’de de anaokulunda m ürebbiyelik yapan ve çok sevilen Ham diye H anım ­ la Cevat Ş ak ir çok m u tlu zaman­ lar geçirm iş, fakat kalebent o t duğu B o d ru m ’a giderken, Hamdi­ ye H anım kendisiyle gelmeyince boşam p ayrılm ışlardır.

Cevat Ş akir, İstan b u l’da Remi- de adlı çok güzei ve aydın bir kızla da önem li b ir gönül m acera sı yaşam ıştır. Balıkçı kalebent olarak gittiği B odrum ’da kendisi n e yeni b ir hayat ku rm u ştu r. Bu­ rada B o d ru m ’un karya çağındaki adı olan «H alikam as»ı kendisine takm a ad olarak alm ış, yazılarına H alik am as Balıkçısı im zasını koy m uştur. Balıkçının son eşi, ailesi G iritli olan H atice hanım dır. Bu evliliğinden 3 çosuğu olm uştur. İsm et, Aliye ve Suat.

Balıkçı, çocuklarım okutm ak için (çok sonraki yıllarda) Bod­ ru m ’dan İz m ir’e gelip yerleşm iş­ ti.

Y A R I N :

Sürgün yeri olan

Bodrum’a duyulan

ilk sevgi

(2)

Şadan GÖK0VAL1

BİR «BALIKÇI» VARDI

t-PALMİYE

1

YE

TIRMANMIŞ BİR

ADAM CEPLERİNE

AVUÇ AVUÇ TOHUM

DOLDURUYORDU

H

alik am as B alıkçısı’m n Anka­ r a ’d a İstik lâl M ahkem esinde m ahkûm olduktan so n ra s ü r­ gün o larak B o d ru m ’a gidişi ve B odrum ile ilk kueaklaşışı da ilgi çekicidir.

Bazı kişilerin sandığı gibi Ha- lik a m a s B alıkçısı’n m h içb ir aşı­ rı akım la ilgisi olm am ıştı. O nun te k ve gerçek ideolojisi «Hüma- nizma» idi.

D ünkü yazım ızda da b elirttiğ i­ miz gibi, Balıkçı A nkara’da İs tik ­ lâl M ahkem esinin ve (Kılıç Ali’ nin) k arşısın a d ö rt ask er kaça­ ğının idam ı için yazdığı yazıdan dolayı çıkarılm ıştı. Aslında ken­ d i yazdığı yazısı da değil, b u ya­ zıya başkalarının eklediği b ir söz­ den. Mavi Sürgün adlı rom anın­ da bu noktayı Balıkçı şöyle anla­ tır:

«Ben , İstiklâl . Nfahkemeşinip penceresinden m avi göklere dal­ m ıştım . D ışarıda bütün sevinçleri ve açıklıklariyle koca yaradılış vardı. B ir a ra Afyonlu Ali Bey’ın «Bakın şu son cümleye» dediği kulağım a çalındı. Yine m ahke­ meyi dinlem eye koyuldum . Son cüm leyi kâtip m i, M ahkem e K u­ ru lundan b iri m i, -her kim se ye­ niden okudu. O cüm lede idam olunan 4 kişiye «Kahraman» de­ niliyordu.

O cüm leyi herhalde ben yaz­ m ıştım . Ben sadece olayı an lat­ m ıştım . Ş ahıslara, bu adam ları iyi ya da fena gösteren b ir tek söz, b ir te k sıfat kullanm am ış­ tım .

Ne v ar ki, a rtık M ahkem e nu- zurunda, «Amanın!.. Bu sözleri ben yazm adım , şu yazdı, bu yaz­ dı!» diyerek çırpınm ak doğrusu pek ağrım a giderdi. Zaten olm uş tu olacak, kırılm ıştı nacak! Ben yazdım, dedim vesselâm!.»

Bodrum yolunda

«H eyy! A çılan kapı, b ird e n b i­ re gözlerim e ve gönlüm e açık denizleri, kıy ı ve a d a la rı v e r­ di. B atı göğünde, g ü n ü n ufk a veda edişi tu ru n c u ve k ıp k ızıl çizgiler çekm işti. O nların ü s­ tü n d e B odrum K alesi k a p k a ra b ir siluet kesinliğinde y ü k se li­ y o rd u . K ıyıda beyaz ev ler p em ­ beleşm iş, denizin m avisi de k o y u m enekşe o lm u ştu . D alga­ la r eve doğru gelirk en , tep ele­ riyle güneşin son ışığını k ap ­ lıy o rla r, u çların d an k ırm ızı k ır­ m ızı k ıv ılcım lar sa v u ra ra k k a ­ p ın ın ik i adım ötesinin pem be k ö p ü k leriy le y alıy o rlard ı. Kö­ p ü k le kapı ara sın d a kum ve güm üş te lle r gibi p arıld ay an k u ru y o su n lar vard ı.

Ç o cu k lu k tan beri ilk kez ço­ c u k gibi h ıç k ıra h ıçk if^ [ağtaV j y a ra k kap ıy a dizüstü 'd ü ştü m . Şiddetle h a y re t ettim . İçTnfae ’ h a y ra n lık ! G önül açıklığı! Ş ü k ­ ran .. K ıy am et kopuyor. P a r ­ m ak larım ı y o su n lara, k u m lara dald ırd ım . Güzel d ü n y an ın kum la rın ı, deniz ç a k ılla rın ı, y o sun­ la rın ı sanki inciym iş, p ırla n ta y ­ m ışlar gibi yüzüm e gözüm e sü r düm , ü stü m e başım a avuç avuç a k ıttım . O deniz, o a d a la r, gü­ z ellik le en a şırı hayalin cennet diye gözönüne getirebileceğin­ den b ir k a t daha güzeldi. Hele o b e rra k gök, u za k lık la rd a ne uy sald ı! Denizi, asm a y a p ra k ­ la r ın ın fısıltısını du y u y o rd u m . B u rad a ölm eyecek k a d a r k u ru ekm ek ve suyla y aşam ak m u t­ lu lu ğ u n u özlüyordum .

Halikarnp.s Balıkçısı hem anlatıyor, hem de sigarasından derin fesler çekiyordu...

Ü sk ü d a r’dan 6 ay önce a y rıl­ m ıştım . Ü sk ü d a r Ç arşısından om uzları çökük o larak geçen ad am d a n , ta a o k a d a r uzaktı k i... O idi, am a tep ed e n tırn a ğ a yepyeni.

C evat Ş a k ir’in, «Bodrum Ba­

lıkçısı» değil de, «H alikam as Balıkçısı» tak m a adını alm asının da b ir anlam ı, b ir nedeni vardır. H erşeyden önce o, m asm avi y u rt köşesine, zemin k atların ın loş ve k aran lık adı olan «bodrum » söz­ cüğünü yakıştıram az! S o n ra da, b u ilçemizin asıl adı Rodos Şö­ valyelerinin taktığı a d olan Pet- ru m ’du. Cevat Ş ak ir ise b u ran ın bu adını değil, b u ran ın d aha ön­ ceki yerli Anadolu b alk ı olan K aryalılarm buray a verdiği Hali- k a m a ş adını daha çok seviyor, benim siyordu.

Bodrum’da ilk gece

B odrum ’da ilk gecesi korkulu geçer. G eceyarısı avlusundaki şid detli b ir p atlam a ile uyanır. M üt­ hiş k o rk ar, ü rk er. H a tırın a s ü r­

güne yollanan H üseyin C ahit Y alçın’ın arabasının devrilişine d a ir söylentiler gelir. B irkaç da­ k ik a so n ra küçücük b ir ateşbö- ceğirıin ötm eye başlam ası Cevat Ş a k ir’i y üreklendirir. S onradan öğrenir ki, kaçakçılar boş san­ d ık ları o eve bom ba a tarak güm ­ rü k çü leri şaşırtıp başka b ir kı­ yıya kaçak eşya çık arm ışlard ır. K ısa zam anda B odrum ’la ve B od ru m lu larla kaynaşır. Çevre­ nin tarih i k ad ar to p rak ve iklim özelliklerini de öğrenir. B urada yetişebileceğini um duğu binbir çeşit bitkinin tohum larını büyük güçlüklerle başka ülkelerden ge­ tirte re k b u ra d a yetiştirm eye ko­ y ulur. Bu yolda başına gelen ü- ginç b ir olayı da anlatalım :

— A slında Cevat Ş a k ir’in ce­ Bizim Balıkçı B odrum 'a 1,5

yıllık sürgün cezasını çekm ek için yola çıkar. A nkara’dan Bod­ ru m 'a 6 ay sü ren m aceralı b ir yolculuktur bu. Yolda, ilden ile, karakoldan karakola havale edi­ le edile giderken kendisini şaşır­ tan birçok gözlem ler edinir.

B akışlarıyle y ü re k le rin i b ir­ b irle rin e a k ıta n gençler, tu tu l­ duğu k ad ın a aşk m ek tu b u yaz­ d ırm ak için C evat Ş a k ir’i g ün­ lerce alıkoyan ilgililer ta n ır. A sıl önem lisi Muğla - A ydın a ra sın d a k i G ökbel’in (şim di o güzergâh değiştirildi) dev b ir m eteo ru n p a rç a la rın ı an d ıran b irb iri ü stü n e binm iş y u v a rla k ve görkem li k ay a lık la rın ı gö­ rü p şaşkınlık içinde seyredişi ve A rşip el’le tan ışışıd ır.. B u ra­ la rd a n sonra n ih a y e t B odrum ! E v et B od ru m : 25 k u ru şa aylık k ira ile tu ttu ğ u ev ve o evin av­ lu su n d an denize açılan kapı.

C ev at Ş ak ir, B od ru m ’u çök sevm iş, b ir anda tu tk u y la ona bag lan ıv erm işti. İşte bu denize açılan kapıyı ve so n rasın ı ken­ disi şöyle a n la tır :

zası 3 yıldır. B unun 1,5 yılı ka­ leb en tlik tir ve bu süreyi doldur­ m u ştu r. İstiklâl M ahkem esi (Ma­ su m olduğu sezildiği için olacak) geri kalan 1,5 yıllık cezasını İs ­ ta n b u l’da geçirm esine k a ra r ve­ rir. Cevat Ş akir bunun için «A- sıl cezayı şim di görüyordum » der. B odrum 'a öylesine bağlan­ m ıştır.

1,5 yıl da İstan b u l’da geçirip b ir gün Polis M üdürlüğüne uğ­ ra r: «Benim kalebentliğim b itti. A rtık B odrum ’a gidebilir mi­ yim?» diye sorduğunda, kendisi­ ne gülerek şöyle cevap v e rirle r: «— Senin sürgün cezan 1,5 yıl önce bağışlanm ış ki, İstan b u l'a gelm ene izin verildi.»

B alıkçı şaşar!...

Bir tuhaflık daha..

B o d ru m ’a gitm e heyecanı için­ de İsta n b u l’dan ayrılacağı gün­ lerd e B üyükada’da Otel Ciyako- m o ’n un k arşısındaki «Sakallı Palm iye» den to h u m toplayıp B o d ru m ’a götürm eyi k u rar.

N e var ki başına gelecek var­ dır. Bu noktayı yine kendi ağ­ zından dinleyelim :

«... Palm iye yüksek, to h u m la n da yüksekteydi. T anrıya sığına­ ra k palm iyeye tırm an d ım . Doy­ m ak bilm ez b ir h ırsla ceplerim e avuç avuç to h u m larla d o ld u ru r­ ken, palm iyenin dibinde peydah­ lanan birkaç kişi se rt bakış ve sözlerle inm em i e m rettiler Me­ ğerse, palm iyesine tırm andığım bahçenin içindeki bu otel mi, ev m i neyse o rad a T roçki d u r u y o r ­ muş! Bu sert, bakışlı ad am lar b ana «Burada ne anyorsun?» de diler. T ohum topladığım ı söyle­ dim . (O nu sen b ın m kü lah ım ı­ za anlat!..) diye çıkıştılar. G eri­ sini tahm in edersiniz.»

is tik lâ l M ahkem esinin önüne çıkarılışım dan so m a Dir de Troç ki nin bulundurulouğu bahçede y ak ala n m ak ! H akkında binbir söylenti! D ost diye bildiği b ir­ çok kişi kendisinoen yüz çevir­ m iştir. F akat, ü stü n d e durm az bunların. Büyük b ir şevkle Bod­ ru m ’a döner ve B odrum ’u Bod­ ru m yapan çalışm alarına büyük bir şevkle başlar, « r t ’k güzellik­ lere güzellikler karacaktır. F ra n ­ sızca, İngilizce, İtalyanca k ita p ­ lardan, an sıslo p ed ı’e ıc e n ekm ek parasın d an kestiği parayla o rad a yetişecek bitki tohum larım getir­ tir b ü tü n dünyadan. G reyfurt u ilk o g e tirtm iştir Türkiye'ye.

Y A R I N :

Balıkçının yazmadıkları

ve hayatından

(3)

T-

!

BİR «

ba l

:IKÇI» VARDI

Şadan GÖKOVAL1

Balıkçıya göre sanatçı dediko­ ducu değildir elbette. Ama. duy­ duğu güzellikleri, ü stü n duygu­ ları in san lara anlatm an ister. Bir bakım a sanatın tem eı nedenidir bu istek. Balıkçı bu istekle b ir­ b irin d en güzel eserler, a ra ş tır­ m a la r k o ym uştur ortaya. F akat b ir de B alıkçının yazm adıkları v ard ır. İşte o öykücüklerden b ir kaçı:

Merhaba

«Merhaba» sözcüğü H alik am as Balıkçısının en çok sevdiği söz­ c ü k tü ve onun sevgili selâm ıydı. Söze başlarken de b itirirk en de, «M erhabaaa!» derdi. Hem de bu sözü büyük b ir içtenlikle, y ü ­ rek ten kullanırdı.

Çoğu kişi B alıkçının, «M er­ haba »ya niçin böyle sıkı sıkıya bağlı olduğunu m erak eder. Bu konuyu Balıkçı ile birkaç kez konuşm uştum . Balıkçının b ir ö- zelliği, b ir söylediğini tek rarlay ıp d u rm am ak tır. Bu özelliği yüzün­ den h er konuşm am ızda m erhaba n m ayrı ayrı anlam larını öğren­ dim . Balıkçının m erh ab a ko n u ­ su n d ak i görüşü, özetle şöyledir:

«H er şeyden önce erkekçe söy­ lenişi v ar m erhabanın. Ü stelik anlam ı da güzel: R ahat edin, ben den size kötülük gelmez dem ek­ tir. Sonra, aklım ızı işim izden ay-.rmamalıyız. Sabah şerifler mi diyeceğiz, akşam şerifler m i d i- jeceğiz, allahaısm arladık m ı d i­ yeceğiz, güle güle m i diyeceğiz, düşünm eye aklım ızı m eşgul e t­ m eye gerek yoktur. B unların ye­ rin e b asarım m e rh a b a y ı o lur b ite r.

B ir şey daha var. M erhaba sözcüğü eski h arflerle yazıldığı zam an yelkenliye benzer. Belki b u n u n d a etkisi var m erhabayı sevm em de. A yrıca m erh ab a b ir ululam a, b ir yüceltm e sözüdür.»

Tabam silinmiş

bulunca...

U nutam adığı, sonradan ü zü l­ düğü b ir anısı olarak şunu a n ­ latm ıştı:

«Bilirsin, H atice (son eşi) son derece titizdir. B odrum 'dayken b ir gün baktım evin tabanını si­ lecek.

«Sakın sileyim dem e, hava ru tubetli» dedim.

Geldiğim de taban tah taların ın yıkanm ış, silinm iş olduğunu gö­ rü n ce tepem attı. B ir şişe zey­ tinyağını aldım , zevkle yere dök tüm ...

O an çok keyıflenm ıştim . Ama, H atice’nin üzüldüğünü görünce yaptığım a pişm an oldum . Ben za te n övleyim dir. Çabuk öfkeleni­ rim , fakat öfkem de çok çabuk geçer...»

İnsanlara güven:

«Ağaçtaki file»

Balıkçının belirgin özellikle­ rin d en biri de in san lara sonsuz güvenidir. 1945’ten so n ra yer­ leştiği İz m ir’de insanlara güven­ cini gösterecek vtizlerce olay olm u ştu r. B unlardan kısaca bir tanesi şudur:

«Bir sabah zam anın hızlı ga­ zetecilerinden rahm etli O rhan R ahm i Gökçe ile karşılaşm ış. O sıra d a elinde dolu b ir file var­ m ış. Öğleye doğru o zam anlar kahvehane olan A nkara P alas'a ( K o n a k 'ta k i} girm iş. O rhan Rah mi Gökçe, o kahvehanede yazar­ m ış. Elinde file olm adığım gö­ rünce sorm uş:

«Cevat file nerede, yoksa bir yerlerde m i unuttun?»

«Pencereden b akarsan g ö rü r­ sün..»

G erçekten de dolu file A nka­ r a P aias’m k arşısın d a, tram vay durağının yanındaki ağacın yeni b u danm ış olan dalında asılıy­ mış.

Balıkçı bunu anlatırken ek ler­ di:

«Fileyi ne diye elim de dolaştı racağım . Ağaca a sa r bırakırdım . Tram vaya bineceğim zaman da (O zam anlar İzm ir’in G öztepe’­ sinde o tu ru rd u m ) ağaçtan file­ yi alırdım . Z aten ağaçta asılı fileyi kim görse, sahibinin o ra

-Merhabanın Öyküsü

KENDİNİ BÖYLE ÇİZMİŞTİ lard a olduğunu d ü şü n ü r. Ben

B o d ru m ’dayken, evim in k apısı­ n a kilit v u rdurm adım yahu!»

Müzik ve sevdiği

Bodrum türküleri

H alikarnas B alıkçısı şarkıyı pek sevmez, b u n a k arşılık t ü r ­ k ülere bayılırdı. H a tta ilk yazı­ larındaki şark ı sözcüklerini son rad an hep tü rk ü ile d eğ iştirm iş­ tir.

«Şarkının adı bile bizden de­ ğil, D oğuya ait. T ü rk ü öyle mi ya? Adiyle havasıyla bizden» der di. B ir gün şunu söylem işti: «Ah- lı vahlı olayları hiç sevm em (A şkın ile ta be sabah ağladım ) diyor adam söz gelim i b ir ş a r­ k ıd a. Be adam , kim dedi sana sabaha dek ağla diye? Uyu bre yahu, uyu!»

B odrum tü rk ü lerim çok sever, «Bunlar içim e işlem iş» derdi E n sevdiği B odrum tü rk ü sü şuy ou:

«Gidene bak gidene, Boyu dönm üş fidana H aydi benim şah boylum, Şah boylum , şebboy çiçek

başında.» Bu tü rk ü y ü «Yaşasın Deniz»de- ki «Denizeri Mahmut» adlı öykü­ sünde Sibirya’da esir olan Mah­ m ut'a söyletir. B ir de «Ötelerin Çöcuğu»nda H aydut K erim oğlu i- çin yakıldığını yazdığı şu tü rk ü ­ yü pek beğenirdi:

«Kerimoğlu kıyı boyu geliyor, P ıt pıt etsin zenginlerin yüreği.» T ürk müziği için de «Türk m ü­ ziğini seviyorum diyemem. Ç ün­ kü, T ürk müziği çeşitli bakım lar­ dan T ürk müziği olm aktan çık­ m ıştır. Batıa kalırsa T ürk müziği yapm ak isteyenler m ehter m üzi­ ğiyle halk müziğine eğilmelidir­

ler. Bizim şarkılarım ızda Bizans etkisi çok fazladır. Anadolu nice uygarlık ve efsanelerin yanı sıra

müziğin de anayurdudur. Müziğe adını veren Müz’ler (Sanat peri­ leri) A nadoluludurlar. İlk flüt

Keleinai’de (bugünkü Dinar do­ layları) yapılmıştır. İlk gitar kon serleri de İasos’ta (Milas’ta, Gül­ lük yakınında) verilmiştir. As­ lında öz T ürk müziği dünyanın en kaliteli, en güçlü ve en insancıl müziğidir. Önemli olan neyin ken di müziğimiz, neyin başkalarının müziği olduğunu kestirebilmemiz dedir. Hadi Merhaba.»

Faiz almadan da

tefecilik yapılır

Bir gün İslâmda faizin yasak ol duğu tartışılıyordu. İslâmda faiz almadan da tefecilik yapıldığım Balıkçı, şu güzel örnekle anlat­ tı:

«Yoksulun biri dindarlığıyla ün lü b ir ağadan borç istemiş. Diye­ lim ki 100 lira. Ağa borç verm e­ yi kabul etmiş adam, hangi şa rt­ larla borç aldığını sorunca, müslü man ağa şöyle demiş: «Ben faiz al mam. Şimdi sana verdiğim bu 100 lira, 20 kuzu parasıdır. Senin kuzu larm olduğuna göre, benim için 20 kuzu besliyeceksin. 2 yıl kadar sonra bana beslediğin o kuzuları vereceksin.»

Aradan iki yıl geçmiş, bu sür* içinde 20 kuzu kocaman birer ko yun olmuş ve zavallı yoksul, aldı ğı 100 liranın karşılığında 20 ko­ yun vermiş para babasma. Oysa, o zaman 20 koyunun parası 1000 lira ediyor. 2 yılda 900 lira faiz. Müslümanın faiz almaması da bu!»

Y A R I N :

Sokrates ve Plâton (Eflâ­

tun) dan insanlığın

çektikleri!

(4)

BİR «BALIKÇI» VARDI

Şadan GÖK0VAL1

... ... ...— ... ■ ■ ■ ■■ ■ ■ ... ... ....--- ---

---

...

... ►

Şimdi dünyamız

adı konmamış

olan Üçüncü

Dünya Savaşı

içinde bulunuyor

B alıkçının Sokrates E flatu n - A ristoteles üçlüsüne n eden içer­ lediği çeşitli yazı ve konuşm aların dan açıkça anlaşılır. 1972 ekim i­ n in o rta la rın d a b ir gün söyleşir ken söz dönüp dolanıp bu ölçüye gelm işti. B alıkçının gözleri p a r­ ladı, güm bür g ü m b ü r konuşm a­ ya başladı:

«Bu ad am lar sağ olsa d a k a r­ şım a çıksalar, insanlığı bin yıl yerinde saydırm alarının hesabım sorardım . E flâtunculuk yalnız H ıristiyanlığı değil, tasavvuf adı altında İslâm lığı da etkilem iş. Bence tasavvuf sözü T eosofist’ te n geliyor. B u da «Tanrıyı se­ ver» dem ek. Be adam lar, size T anrıyı sevm eyin diyen yok. Ama, bunu can'ı bedenden ayıra­ ra k yapm ak ş a r t m ı? S okrates insan, «canı bedeninden ayrılınca erdem e ulaşır» diyor. B unun İs­ lâm lıktaki «Mutlu kablelm evt» yani, «Ölmeden önce öl» sözüyle ne ayrıcalığı var. S o k rates’in bu sözüne bak arsak , onun ü stü n b ir bilge olduğu sav u n u lab ilir m i? H em sonra, S okrates A tina’da çıkarılm ış olan genel af dolayı- siyle vatana hainlik suçundan yar gılanam adığı içindir ki, T an rıla­ r a h ak aret suçundan yargılandı. T an rılara h a k a re t denen de ru h dolayısiyle insanın ötüm süzlüğü­ n ü savunm asıydı. Yani, İslâm - daki, «Fenafillah m ertebesi!» Yok sa ölürken bile;

«— K riton, Sağlık T anrısı Ask- lepios'a horoz adam ıştım . U nut­ ma!» diyen b ir adam , m evcut tan rıları yok sayıp tek T anrı fik­ rin i ortaya atm ış olabilir m i? Asıl ta n rıla ra h ak aret eden Ana­ dolulu (K ilizm anlı) Anaksagoras* tır. Zavallı A naksagoras. (Ay ve güneş tan rı değil, m adde k ü tle­ sid ir) dediği için idam edilecekti de araya P erik les’in girm esiyle k u rtu ld u . Onu, dönerse asılm ak kaydiyle A tina'dan sürdüler.»

Sözle davranış bir olmalı

H alikarnas B alıkçısının yazma- yıp da an lattık ların d an b iri d a ­ ha:

«Ukalâ düm beleği filozoflardan b iri konuşm a yapıyorm uş. Bir a r a şöyle demiş:

— Y aşam akla ölm ek arasın d a b ir fark yoktur!

B unu uzun uzun savunurken, b ir arsla n çıkagelm iş. A rslanın, kendi konuştuğu kürsüye yak­ laştığını gören filozof, korkuyla kaçm ış ve yakındaki b ir ağa­ ca tırm anm ış. O nu b u d u ru m ­ da gören dinleyiciler bağırm ış­ lar:

— H ani be ü s ta t, ölüm le ya­ şa m a k a ra s ın d a fa rk yoktu?.. B unun üzerine filozof, «O, ko n uşm ada öyledir. G erçekte ise böyiedir» dem iş.

Balıkçı b u hikâyeyi a n la ttık ­ ta n so n ra ekledi: «Demek is ti­ yorum ki, insanın sözüyle dav ra n ışı b irb irin i tu tm alı. Tutm az sa işte böyle alaya alırlar.»

Bitmeyen savaş

y atrosunu k u rm u ştu . M acbeth’i oynuyorlardı. Akşam ü stü eve doğru giderken san atçılar y an ı­ m a yaklaşıp, «Efendim M ac­ b e th ’i oynuyoruz. B uyrun ti­ yatroya» dediler.

«Yahu b en şim d i yorgunum , filem i aldım eve gidiyorum . H em ben M acbeth’i eskiden beri bilirim . B enim için yeni b ir y a ­ n ı yok. İn g iltere'd e b u piyesi, h erk es bildiği halde, sadece S hakskespeare u su lü konuşm a­ yı yani diksiyonu dinlem ek için gider. Ben de bu yaşım a k ad ar gittim . B unu bol bol dinledim » dedim se de dinletem edim . H ay ır dem eye alışm am ışız b ir kere, hep evet deriz iyi k i erkek doğ­ m uşuz.

G ittik o tu rd u k ve başladık pi­ yesi seyretm eye. B ir sü re so n ra ben uyuyup kalm ışım . B irdenbi­ re M acbeth oyuncularından b iri­ si «Merhaba!» dedi. B u bağırm a

(

1971’lerde H alik am as B alık­ çısından dinlediklerim den b iri de şuydu:

«Ben, 19. yüzyılda doğdum . 20. yüzyıla başladığım ız zam an 13- 14 yaşındaydım . Bu yüzyılın T ürkiye için önem li olan tü m olaylarım yaşadım . B alkan Sa­ vaşı, B irinci Dünya Savaşı, K u r tu lu ş Savaşı, C um huriyet, İk in ­ ci Dünya Savaşı vb..

B irinci Dünya Savaşı m üstem leke elde etm e ihtiyacından doğ du. İkinci Dünya Savaşı da ay­ nı am açtan doğdu. Savaşçı dev let ve yöneticiler am açların a u - ia ştıla r belki, am a, bu kez da m üstem leke olan ülkelerin, «M üstem leke olm am ak» savaş­ la rı çıktı ortaya. Bu nedenle na birinci savaş b itti, ne de ikinci sı... Şim di dünyam ız adı kon m am ış olan Ü çüncü Dünya S a­ vaşı içinde bulunuyor.»

Tiyatroda Merhaba

17 nisan 1972’de İzm irde d ü ­ zenlenen «Balıkçıya M erhaba» : gecesinde herkesi k ırıp geçiren şu öykücüğü anlattı:

«20 yıl k a d a r önce İzm ir'd e : rahm etli Avni ş u h. T) ^

H A LİK A R N A S B A L IK Ç ISI, EZRA ER HAT VE ŞADAN G ÖKOVALI ÎLE,..-üzerine ben uyanm ışım . B ir

«M erhaba!» d a ben p atlattım . B u sefer de M acbeth u n u ttu oyunu. Piyes adam akıllı piyese benzedi tah m in edersiniz.»

Çizgili kâğıt ve özgürlük

Balıkçım ız düz beyaz kâğıt üs­ tü n d e düzgün yazı yazamazdı. Sayfanın sol ü s t başından başla­ yan sa tırla rı gittikçe aşağıya doğ ru sark ar, sağ a lt köşeye k ad ar inerdi. S onradan aklına gelen şey le ri de k üçük kâğıtlara yazar say fan ın kıyılarına yapıştırırdı.

B irgiin «Üstadım dedim . Çizgi- siz kâğıda yazm akta güçlük çe­ kiyorsunuz. Çizgili kâğıt alsak da on a yazsanız.»

«Olmaz!» diye haykırdı «Ben

özgürlüğü severim ».

D oğrusu çizgili kâğıtla özgürlü ğün ilgisini anlıyam am ıştım . Ben şaşkın şaşkın b akarken o hem en şunları söyledi:

«— Ne o yahu, raydaki lokom o­ tif gibi başkalarının çizdiği çizgi üzerine başım ı koymaya m ecbur m uyum ? Düz kâğıt üzerine dile­ diğim gibi yazıyorum.»

Mimoza ve Bodrum

Balıkçı, P ro sp er M erim ee’nin K arm en'ini Tiirkçeye çevirirken esm er Ispanyol kızının tü tü n im alâthanesine saçlarına m im oza (Acassia Cyanophilla) dem etleri ta k a ra k girdiğini okuyunca he­ m en akim a şu gelir:

«Neden benim B odrum lu esm er

kızlarım da saçlarına m im oza de­ m etleri takm asınlar!»

D üşünür, B odrum ’da, mimoza yetiştirm eye k a ra r v erir ve Pa­ ris’ten tohum larını getirtir. Bod­ ru m sokaklarına, şuraya buraya diktiği m im ozalar b ir süre son­ r a bol çiçek vermeye başlarlar. B ir gün Balıkçı b akar ki geçer» b ir düğün alayında Bodrum lu es­ m er kızlar saçlarına m im ozalar takm ışlardır. Çok keyiflenir Ba­ lıkçı, m utlu olur. «Mimozayı on­ lar için yetiştirm iştim » diye hay­ k ırır.

YARIN:

Muğla’daki Atatürk

Amtı’nm Mermerleri

(5)

BİR «BALIKÇI» VARDI

Şadan GÖK0VAL1

Bodrum’daki mermer

dam arı

Deniz tutkusu, üstüne uzanıverdijH motöril Halikam as Balıkçısı'na rahat

bijr

çalışma masası haline getirebilir.

m

M uğla, girişi en güzel olan k en tlerim izd en b irid ir. A ydın y ö nünden de, F eth iy e y ö nünden de gelseniz, te rte m iz güzel gö­ rü n ü m lü b ir g irişi v a rd ır. Eski H alkevi (Ş im d ik i M uğla Kız ö ğ ­ retm en O k u lu ) ve h ü k ü m e t bi­ n a la rı, V ali K onağının diziliş bi­ çim i b ir d a ire ü stü n d e A y ’a ben­ zer. A y ’ın o rta sın d a k i ala n d a bu lu n an A ta tü rk A nıtı da yıldız­ d ır. Bu g ö rünüm cidden çok g ü ­ zel ve ra h a tla tıc ıd ır. O rta y e r­ deki A ta tü rk A n ıtın ın o güzel m erm erlerin in nereden nasıl sağ lan d ığ m ı acaba kaç M uğlalı, ya da kaç aydın y u rtta ş bilir?

Şim di b u güzel pem be m er­ m e rle rin nasıl sağlandığını Ba­ lık çın ın ağzından din ley elim :

«Taksim A n ıtın ın m e rm e rle ri İta ly a ’d a n g etirtilm işti. Y alan olm asın am a galiba o m e rm e r­ lerden h e r b iri b u g ü n ü n para- aıyle 3 bin liray a m alolm uştu. (O y ılla rın 3 bin lirasın ı düşü­ n ü n ).

Recai G ü reli M uğla’da V ali i- ken (ki çok çalışk an ve im arcı v alilerd en biriydi.) M uğla'ya bir A ta tü rk A nıtı y a p tırm a k isted i­ ğini, m e rm e rle rin i de İta ly a ’dan g etirteceğ in i d u y m u ştu m . Yıl t* 1S38. V aliye b ir m ek tu p y az a ra k U -c JJo d i u m ’tfa -bir m e rm e r - dam arı

b u ld u ğ u m u , T aksim 'deki A n ıtın m e rm e rle rin i aratm ıv acağ ın ı be­ lirttim ve kendisine Bodrum K a­ lesinin y an ın d ak i m erm er dam a rın d a n ö rn ek de gönderdim .

İncelediler. Bu m erm erlerin elverişli o lduğuna k a ra r verildi. B eni de m u tem et tay in edip b ir m ik ta r p ara (G aliba bin lira ) y o llad ılar.

İlk iş olarak m e rm e r ç ık arm a­ da çalışabilecek B o d ru m lu ları b u ld u m ve kaç p ara gündelik isted ik lerin i sordum . G aliba 100 k u ru ş isted iler. «Olmaz» dedim .

*— Eh, C evat Bey, senin h a tı­ rın için 80 k u ru ş olsun.»

*— Bu sefer hiç olmaz» dedim . «— P ek i sen ne vereceksin* dediler.

«— 200 k u ru ş vereceğim » de­ dim ve çalışm aya başladık.

B ir m iktar da küskü demiri, di nam it vs. verdiler. Baktım bir gün işçilerden biri küskü ile dinam it deliğini karıştırıp duruyor. Ne yaptığını sordum:

*— Dinamiti sıkıştırm ak için küsküyü deliğe sokmuştum. Onu çıkarm aya uğraşıyorum» demez mi

Aklım başımdan gitti. «Vazgeç a canım, senin canına kasdın mı var, kalsın küskü orada» dedim.

Açıkgözler

ti tabii. Bu arada b ir şey daha ak

lıma geldi. Diyelim ki biz aynı anda aralıklarla on dinam it patla tıyoruz. A ynı anda 15-20 dinam it sesi daha geliyor. Meğer bazı açık göz B odrum lular bizim dinam it patlatacağımız zaman halk kork­ masın diye çaldığımız çandan ya­ rarlanıp aynı anda denize dinam it atıp tonla balık çıkarıyorlarm ış. Bir de şu oldu. Dinam itleri patlat tığımız ilk günün akşam ı Bod­ rum lu cam esnafı bana mükellef bir ziyafet çekti. Sonradan öğren dik ki, yakındaki ev ve dükkânla rm cam ları olduğu gibi aşağı in ­ miş ve kendilerine önemlice iş çıkmış.

Sözü uzatm ıyalım . Biz yeteri kadar pembe m erm er çıkardık ve motorlarla Gökova’ya yolladık. Oradan da öküz arabalariyle Muğ la’ya taşm ıyordu.

Bu İş bitti. B aktım b ir gün mü fettiş mi, m aliyeci m i, birisi gel­ di.

«— Cevat bey, çıkar bakalım şu defterleri, hesabı görelim» dedi.

«— Ne defteri?» diye sordum. «— Sana bin lira verilm iş ya, bunun hesabını tu ttu ğ u n defter­ leri görmem gerek!»

Ben kim defter tutm ak kim . A- m a bereket versin yaptığım har cam aları sigara paketlerinin arka sına yazmış ve sigara paketlerini de bir yerde biriktirm iştim . Alıp getirdim adamın önüne ve al sa­ na defterleri dedim. Adam şaşırdı: «— Aman efendim, Cevat bey, bunlar ne biçim defter. Böyle ol­ maz ki.»

«— O lur, olur, bal gibi olur. Sen b u n ları bulduğuna şükret.»

Zimmetli küskü

Bu da yetm iyorm uş gibi, b ir

de küskülerin hesabım »ordu­

lar benden.

Diyelim ki 15 tane k ü skü alm ı­ şım . B irkaçı denize uçtuğu için k ala kala 11 küskü kalm ış. Bu gelen adam :

«— V allaha bunlar san a zim ­ m etli verilm iş. H esabını tam ver m eniz gerek» diye buyurdular.

İçim den peki öyleyse dedim ve küskülerin 4’ünü g ö tü rü p b ir de­ m ircide ikiye böldürdüm . H esap isteyen adam a 8 yarım küsküyü verip, al hesabım dedim . A dam h ah şim di hesap kapandı diye sevindi!

İşte M uğla’daki o güzel m e r­ m e rle ri B odrum ’dan böyle yolla­ dık.

İlle de Bodrum

«— B ir ta rih te A rif ve A bidin J in o 'la r falan sürgün cezasına

ç a rp tırılm ışla r ve bunların hep­ sini tek er tek er içeri alıp sürgün yeri olarak nereyi istediklerini sorm uşlar. Sanki sözleşm iş gibi hepsi de «Bodrum» diye cevap verm işler.

Böyle olunca «Bu İşin içinde b ir iş var!» diye düşünm üşler. S o rm u şlar, so ru ştu rm u şlar anla­ m ışlar ki ben o ra d a olduğum için B odrum isteniyor. B ittabi Hiç­ b irisin i B o d ru m ’a gönderm em iş­ ler. Ü stelik o ta rih te n itibaren gözler bü sb ü tü n ü stü m e dikildi. Zavallı adam lar bu Cevat Ş akir galiba b unların elebaşısı dem iş­ le rd ir ve san m ışlard ır ki, ben B odrum ’da örg ü t k u ru p «Liva­ yı isyanı» çekip ortalığı fethede­ ceğim.»

Y A R I N :

Kargalar... Kargalar

K üsküyü dinam it patlatm ak için açılan delikte bıraktık. Ve işareti verip, tedbir aldıktan sonra bütün dinamitleri ateşledik. Bizim küs­ kü de bu gökgürültüsü arasında «Cıvvvv!..» diye denizi boyladı git

(6)

BİR «BALIKÇI» VARDI

Şadan GÖK0VAL1

O İstanbul’dayken

evi badana

ettirmişler

bu yüzden de

duvarlara yazdığı

notlar silinmişti

B odrum 'a sürgün olarak gel­ diği ilk aylarda zamanın Bod - ru m Belediye Başkanı, Balıkçı­ ya gelir ve b ir istekte bulunur:

— Cevat Bey, İsm et Paşa m a ­ iyeti erkânıyla birlikte B odrum 'u şereflendirecek. Biliyorsun ya ben de H alk Fırkasının B odrum başkanıyım . Onları k arşılarken b ir konuşm a yapmam gerek. Sen hazırlayıver bu konuşmayı..

B ir yandan şurdan b urdan d er­ lenm iş m asa ve iskem lelerle dükkânlardan b iri H alk F ırkası B odrum İlçe Merkezi haline geti­ rilirken, b ir yandan da başkanın yapacağı karşılam a söylevi h a ­ zırlanır.

Cevat Ş akir vatanım ızı işgal eden yabancı devletleri leş k a r­ galarına benzetm ekle başlayan b ir konuşm a hazırlam ıştır. Be­ lediye ve Fırka (P arti) B aşkanı bunu birçok kez okuyarak ez­ berlem eye çalışır. Balıkçı da b ir yandan bu konuşm ayı etkili hale getirm ek için konuşm a biçim i öğretm eye çalışm aktadır.

N ihayet beklenen gün gelir. is m e t F aşa’yı getiren vapur B odrum lim anına dem irler. H a­ va fırın gibi sıcaktır. İsm et Pa­ şa ve yanındakiler kapkara ja ­ ketatay ve silindir şapkalar için­ de kayıkla rıhtım a çıkarlar. B od­ rum evlerinin aklığı ile tam b ir k o n tras teşkil etm ektedir gelen­ lerin giyinimi.

Bodrum H alk Fırkası Başkanı başlar söyleve.. B aşlar ya. sıcak­ ta n ve heyecandan da ilk k eli­ m eden sonrasını b ir tü rlü g eti­ rem ez. K ırık plâk gibi:

— K argalar... K argalar... K ar­ galar sözünü hiç değilse on kez söyler.

Sonunda cüm lenin sonunu ge­ tir ir de büyük b ir skandal ö n ­ lenir!..

Balıkçı ve ölüm

Balıkçıyı uzunca b ir süre gör­ m em iştim . İsta n b u l’a genel sağ­ lık kontrolü için gitm iş, b ir s ü ­ re önce dönm üştüm . 22 Eylül 1371 Ç arşam ba akşam ı B alıkçı­ nın H atay sem tinde 232 n u m ara­

lı sokakta Merhaba apartmanı

-n ı-n üçü-ncü katı-ndaki kapısı-nı-n zilini çaldım.

Balıkçı salonda oturuyordu. Yüzü her zam anki gibi aydınlık­ tı. M eltem gibi b ir gülüşme do­ laştı. «Göreceğim geldi seni ya­ hu, birkaç yol beni aram ışsın üzüldüm» dedi.

Salondan oturm ayıp, Balıkçı­ nın çalışm a odasına geçtik. Oda­ yı görünce şaşırdım . Düzeni de­ ğişmişti. D uvarlarda pırıl pırıl badanalıydı. Balıkçı:

— Sorm a Şadan, ben stanbul' dayken evi badana ettirm işler. Tabii duvarlara karaladığım not lar da torunlarının boy ölçüleri de silinmiş. K itapları ise rastge le alıp kovm uşlar. Şim di ne ne­ rede hiç bilm iyorum , diye d ert yandı.

Uzun uzun konuştuk. Dışişle­ ri Bakanlığına verdiği «An O ut­ line of Turkish H istory» adlı ki­ tap için 39 bin 275 lira telif hakkı alm ıştı. İstan b u l’a da bu sayede gidebilm işti. Aylardır her dalgayı alabilen çok iyi b ir rad yoya ihtiyacından sözederdi. Bak tim , iyi b ir tran sistö rle radyo da alm ış. «Çok ucuzm uş yahu 900 liraya aldım» dedi. Parası varken aldığı her şay ucuz gelir di Balıkçıya.

Neyse, ona Azra E rh a t’ın S Eylül 1971 tarih li m ektubunu

A rk asın d a ölüm süz ese rle r ve a n ıla r b ıra k a n «Balıkçı» yok a rtık ... okudum . Sayın E rh a t, m ektubu

K artal M altepesindeki Askerî Tutukevinden yollam ıştı bana. K endisine de okuduğum için bu m ektuptan çok duygulandı Balık çı. Söz döndü dolaştı ölüm e gel di. Bu konuda hem düşünceleri­ n i öğrenm ek istiyor, hem de kor kuyordum . Ö lüm ü kondurm ak istem iyordum ona. K endisi açtı. Bu B alıkçının vasiyetiydi bence. Şöyle dedi:

«Yazacağım bu am a, belki ya zam adan giderim , sana şim diden söylemiş olayım: B odrum ’a gö­ m ülm ek istiyorum . B ittabi o ra­ yı çok sevdim. Hayli hizm etim de geçti. Belediyeye de yazmak istiyordum am a sana söyliyeyim daha iyi: M indost K apısı ta ra f­ larında b ir yere göm sünler beni. Y anım da Haticeye de (eşi) b ir yer ayırsınlar. Sakın m erm er, beton falan istem em ha. B ir taş bulun, uzunca b ir taş. Yazısız. Onu dikin m ezarım ın başına. Falanca oğlu filancaym ış da şu tarih te doğup bu tarih te ölm ü­ şüm ... Katiyen yazı istem iyo­ rum , b asit b ir taş. Eh, bizim tekne su alm aya başladı. Ş ata­ fatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere göm ülm em şa rt değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredem em . Denizi, ru ­ hum da yaşatıyor, gönül gözüyle h e r zam an görüyorum .

Mezarın ne önem i var. H ani K ardinalin b irisi m ezar taşı - na «Burada kim se yok» diye yaz- dırtm ış.

ö ld ü k te n sonra ben kendim e değil, toprağa, doğaya lâzımım. G aliba ru h u n yaşam ası da bu. T op rak tan olduk’ töpı'ağâ d ö n ü l yoruz. Zam anla incir m i oluruz, lâle m i, kim bilir? Ben öldükten sonra yokum. B aksana firavunlar eh ram lar y ap tırd ılar da yine yoklar. Şim di insanları d o nduru­ yo rlar. B akarsm günün birinde uzaya yollayıp yıldız yaparlar ölüleri, vörüngeye giren b ir ölü! B ittabi ısı da sıfırın altında b il­ m em kaç yüz... D öner d u ru r yö­ rüngede. Biz aya gidiyoruz d i­ yelim; B ir sü rü ölü yıldız ol­ m uş dönüyor. Aaaa, Dale C am e- gie geçiyor. B ak R ussel’a... fa­ lan deriz değil mi ya?

T oprak bizi istediği gibi ken­ disine benzetecek. Y ararlı hale getirecek. Yoksa cesedin ne de­ ğeri var. Yani ille insan b ak i­ yesidir diye önemli saym alı ce­ sedi?»

«Anadolu Ululan»

25 H aziran 1973’tek i ziyare - tim de bu dev insanı, H alikam as Balıkçısını hiç de iyi görm em iş­ tim . Morali çok bozuktu. Yarım sayfa yazm caya k adar canım çık­ tı dedi. Teselli edici sözler söy­

ledim. B ir yandan da «Anado­ lu Uluları» konusunda an lattık ­ larını yazıya döküp kendisine okuyordum . Arılaşılan o kitabı kendisi yazam ıyacaktı. Çeşitli yazılarından derliyor, zam an za­ m an da an lattık ların ı banda kay­ dedip, orad an daktilo etm em i is­ tiyordu. B u arad a şu n ları söy­ ledi:

«Suat (oğlu), sık sık ziyaret edebilm eleri için beni İzm ir'e gömm ek istediklerini söylüyor. İstem em yahu, B odrum ’u seve­ rim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar ara sıra da olsa gezmiş, hava alm ış olurlar. Zaten ben saygı d u ruşu isteyecek değilim ya. Balıkçıya b ir «Merhaba» ya­ raşır.

B ir odadan b ir odaya geçem i­ yorum . E akarsm yüreğim d u ru - verir. Anadolu U lu lan ’m an lat­ m ayı bitirem ezsem , anlattığım doğrultuda tam am larsın. Aman, dediğim gibi: Tales, D em okritos ve H o m er’e ağırlık verilm eli. Ama, «Hey Koca Yurt»a b ir ön­ söz yazmak istiyorum .»

Ve o büyük insan, koca s a ­ natçı, doldurulm az b ir boşluk b ırak arak çok sevdiği b ir y urt parçası olan Ege to p rak larm a göm üldü, karıştı, g itti. G e r i­ de ölüm süzlükler bırakarak.

B İ T T İ

Referanslar

Benzer Belgeler

Because the sample kept at constant temperature during flash sintering, power dissipation values and specimen temperature values are very close to each other

• The first book of the Elements necessarily begin with headings Definitions, Postulates and Common Notions.. In calling the axioms Common Notions Euclid followed the lead of

Yaş, parite ve hipertansiyonun abruptio placentae ile ilgisini ve bebek ağırlığı ,gebelik haftasının ,doğum şeklinin perinatal mortalite il e olan bağlantı sını

Av uppdraget framgår att strategierna ska innehålla målsättningar och insatser för att stärka förutsättningarna för en likvärdig tillgång till IT inom skolväsendet, en

Hava durumuyla ilgili doğru seçeneği işaretleyiniz... Mesleklerle

Hava durumuyla ilgili doğru seçeneği işaretleyiniz... Mesleklerle

Bunlar; Yetişkinlerde Fonksiyonel Sağlık Okuryazarlığı Testi (TOFHLA-Test of Functional Health Literacy in Adults), Tıpta Yetişkin Okuryazarlığının Hızlı

lower urinary tract in cases of lomber discal hernia discussed and.. 1 it has been concluded that the urodynamic study is of importance in both diagnosis and