Demirel: ‘Üzülüyorum!.
Anayasa değişm eli!..’
H
A FTA başında "Demirel'in çantasındakia-raştırmadan" bahsetmiştik.
Piar - Gallup'un yaptığı kamuoyu yoklama sına göre koalisyon ortağı CHP'nin oyu yüzde 4.8 görünüyordu.
Hafta içinde hayli soru aldık: - Diğer partilerin durumu nasıl?
Ve dün "bu soruyu" Cumhurbaşkanı'na ilettik. Demirel'in yanıtı "Yüzde 20'yi geçen parti yok" şeklinde oldu.
★ ★ ★
İŞTE Piar - Gallup'un Çankaya için yaptığı araş tırmanın "siyasi partilerin görüntüsü" bölümü...
"Birinci grupta" iki parti var: Demokratik Sol Parti ile Refah Partisi. Oyları yüzde 1 8 - 1 9 arasında. "İkinci grupta" da iki parti var. Doğru Yol ile Anavatan.
DYP'nin oyu yüzde 1 4 - 1 5 arasında. AN AP'ınki ise yüzde 11 - 12. Ve "üçüncü grup."
Yani yüzde 10 barajının altında kalanlar... Üçüncü grubun başında M illiyetçi Hareket Par tisi geliyor.
O y yüzdesi 8 - 9 arasında.
★ ★ ★
C U M H U R BA ŞK A N I Demirel'in yorumu: - Dağınıklık sürüyor. Bu jşi seçim toparlar. Ama tam toparlamayabilir de. Ölçüsü 2 seçimdir. Ta bii kimse "ayranım ekşi" demez. Herkes "benim oyum çok fazla" iddiasında bulunur. Böyle bir id diayı da yadırgamam. Siyaset, iddia ister. Ama benim gördüğüm" uzun boylu bir toparlanmanın olmadığı.
Kırsal kesim kökenli Demirel "yağmurdan" bah setti :
- Güneş toprağı yakar, kavurur. Sonra bir yağ mur yağar, her yer yeşeriverir. Siyasetin de böyle "iki yağmura" ihtiyacı var. Zaten "birinci yağmur" yaklaştı.
Yani seçim.
★ ★ ★
SİYASET neden hala dağınık? Süleyman Bey'in yanıtı:
- Türkiye'nin bugün neden bir Anayasa sorunu var? İhtilal idaresi Anayasa'yı tümüyle kaldırdığı için. Bugünün bazı sorunlarının kusurunu "bu günde" bulmayalım. Aksi halde hem kendimize haksızlık ederiz, hem de sorunları çözemeyiz.
Sohbet, Anayasa değişikliğine kayıyor.
Demirel "Anayasa değişikliğinin yapılamayışına toleransla bakmıyorum" diyor:
- Bilakis, üzüntüyle karşılıyorum. Anayasa de ğişmeli. Ben elimden geleni yapıyorum. Parti baş manlarım toplayabilirim ama "o safha" geride kal dı. Anayasa değişikliği ile ilgiliyim. Anayasa deği şikliğinin yapılması "değişikliğin ne getirip, ne gö türeceğinden" çok daha önemli hale geldi.
Ve Cum hurbaşkam'ndan, kamuoyuna bir me saj:
- İkazını sürdür. "Yap bu değişikliği" de. Hassa siyeti elden bırakma. Ama bunu yaparken "ku rumdan ümit kesme, kurumu yıpratma."
Kurum, siyaset, siyasetçi, parlamento. Kurum, demokrasi.
★ ★ ★
KO N U ŞM AM IZ Anayasa ve siyasi dağınıklık ü- zerinde sürüyor.
Demirel:
- Darbe, müdahale... Darbe döneminde yapılan Anayasa... Bunlar siyaseti de allak bullak etti Meclis parçalı. Parçalar da alabildiğine siyasi re kabet içinde. Bu durum sonuç almayı önlüyor. "A" partisi "ben şu işe oy verirsem (B) partisinin i- şine yarar" demeye başlıyor. Siyaset bu kadar par- çalanmasaydı, böyle çekememezlikler olmazdı.
★ ★ ★
C U M H U R B A Ş K A N I ile konuştuktan sonra yü zümüzü M eclis'e çevirdik.
Grup toplantıları... Dem eçler...
"Dedim, dedi" tartışmaları... "Usul" müzakereleri...
Bitmek bilmeyen kulisler, didişmeler... Sonuç "hala sıfıra sıfır, elde var sıfır."
★ ★ ★
SÜ LEYM AN Bey doğru söylüyor:
"Değiştirin artık bu Anayasa'yı" derken, değişti recek olan "kurumu" yıpratmamak gerek.
Ama ya "kurumun içindekiler" kurumu yıprat mak için ellerinden geleni yapıyorlarsa...
★ ★ ★
U Z L A Ş A M IY O R L A R , eleştirdikleri Anayasa'yı bile değiştiremiyorlar.
Sonra da halktan alkış bekliyorlar. Halkın tepkisi ortada...
H içbir parti yüzde 20'yi bulamıyor.
"Bu sonuç" onları hiç mi rahatsız etmiyor aca ba?
lif POLİTİKA HABER
Ü!ı
Milliyet Cum artesi 8 Temmuz 199 5
SÖZ ÇİZGİNİN
Turhan Selçuk
i
L
\AI SU
S
(Í 1 çj uı 5 e t i¡f
< h
u
" S s td 1 «-U t d 1 4+i %1
Mi —1 ±L uı '/N* »-U i -H \ c£> X -4 X ' u 'fco É Ui c Tİ 3 J Z t !1
t 1 ^ ■T- ÜJ mmm findimAyşenur Zarakolu duruşmada ‘Evlna Dile Min’ İsimli
kitabı savundu.
Mehdi Zana’nın
kitabına dava
Birse! SANCAR - İSTANBUL
KÜRTÇE yayınlanan “Evina Dile Min” adlı şiir kitabı nedeniyle, Diyarbakır eski Belediye Başkanı M ehdi Zana hakkında, Terörle Müca dele Yasası’nın 8’inci maddesine muhalefetten 2 yıl hapsi istendi. Z ana’nm katılmadığı DGM’de- ki ilk duruşm ada savunma yapan, kitabm ya yıncısı Ayşenur Zarakolu “Ana dil hakkını sa vunduğum için bu kitabı yayınladım” dedi.
Avukatlar da Zarakolu’nun süreli bir yaym
değil, kitap yayınladığını belirttiler.
BAŞLARKEN...
Yitirdiğim iz her değerin ardından yazdığımız yazıda kendimizden söz et mekten özenle kaçınmışızdır. Bu kez Aziz Nesin'in 80 yılın dar geldiği dev yaşamından bir derleme yaparken de aynı kurala dikkat edeceğiz. Ama, bü yük ustanın yaşamının son haftasında
bizim tanık olduğumuz bir kesit var ki, onun aynen anlatılması gerekiyor; ö- zelfikle A ziz Nesin belgeselini yaza caklar için gerekiyor. Bu kesitin tanığı olduğumuzdan, belki yalnızca bu ilk yazıda kendimizden söz etmek zorun da kalacağımız için özür dileriz.
▼
Ünlü yazar ve düşünürün “son” ideali bütün dünyada bir tehlike olarak gördüğüfundam entalist akım lara karşı uluslararası bir konferans
toplam aktı. Bu am açla ölümünden 5 gün önce yapacağı “son” basın toplantısına hazırlanırken
tezcanlı bir coşku içindeydi
- 1
-A ziz Nesin ölümünden bir hafta önce şöyle diyordu:
'Artık ölüm göründü
acele etme zamanı'
A
ZİZ N esin ölüm ünden b ir hafta önce, artık ölümün görün düğünü söyledi. Hem de çok sakin, çok ola ğan, çok gerçekçi bi çimde. “Gemliğe doğru denizi göre ceksin, sakın şaşırma” der gibiydi, Orhan Veli’ye nazire yaparcasına.Telefonla bizi arayıp bulamamış tı, biz onu aradık.
“Nasüsın Hoca?” sorumuza yanı tı:
“Artık ölüm göründü Nail” ol
muştu.
Bu söz karşısında, doğrusu, irkil- miştik. Çünkü, daha 15 gün önceye kadar “Ölmeye niyetim yok” di yordu.
“Dur bakalım Hoca, demiştik, daha yapacak çok iş var.”
- “Çok iş var ya” diye lafı omur
gasından yakalamıştı. “Yapacak
çok iş var, ama ölüm de görün dü, acele etmemiz gerekiyor.”
BİR KOM İTE
Ve sonra anlattı.
Fundam entalist akım lar yalnız Türkiye’de değil, birçok ülkede hız lı biçimde genişliyor ve güçleniyor du. Buna karşı bir hareket geliştir mek gerekiyordu. Örneğin, İstan b u l’da b ir U luslararası “A nti -
fu n d am en talizm K on feran sı”
toplanmalıydı.
Aziz Nesin’in bu düşüncesi yeni
değildi, daha önce de bu yoldaki gi rişimlerine, önerilerine, çağrıları na tanık olmuştuk. Ama ürkek ve kaypak “o çevre”den beklenen
gerekli ilgi gelmemişti.
Aziz Nesin’in karakterinde bık
mak, umutsuzluğa düşmek, yılgın lığa kapılmak asla yoktu. O gece telefonda yepyeni b ir coşkuyla, taptaze bir tezcanlılıkla konuşuyor du:
“Artık yitirilecek zaman kal madı, diyordu, bir an önce bu işi yapmalıyız.”
Zaman kalmadı derken kendisi nin gördüğü ölüm ün gelişini mi kastediyordu, yoksa köktendinci a- kımm gelişindeki hızı mı? Kim bi lir, belki her ikisini de.
Yapmaktan söz ettiği iş, bir an önce Türkiye çapında bir komite o- luşturmaktı.
“Ben yurt d ışın d akilerle gö rüştüm, onlar hazır. Biz Türki ye’de bir kom ite kurup da ya b a n cıla rı İsta n b u l’daki an ti - fundamentalist konferansa çağı rırsak, gelmeye hazırlar. Hükü met izin vermezse, o zaman baş ka bir ülkede yapılır. Önemli o- lan Türkiye’deki komiteyi bir an önce oluşturmak. Ben bunun i- çin Gazeteciler Cemiyeti’nde ö- nümüzdeki cuma günü saat on- buçukta bir basm toplantısı yap mak istiyorum. Olabilir mi?.”
“Olur elbet Hoca. Sen her şeyden önce bu cemiyetin üyesisin. Yöne tim Kurulu’nda arkadaşlarla konu şuruz; bizim Basm Müzesi’nde bu işe uygun güzel bir salon var, ora yı sana veririz.”
îki gün sonra Aziz Nesin’i Çatal- ca’daki Vakfı’nda aradık. Yoktu. A- çıkhava Tiyatrosu’ndaki Türkiye Y azarlar Sendikası’nın gecesine
katılmak üzere İstanbul’a inmişti. Son zamanlarda kim bilir kaçın cı kez, Aziz Hoca’nm (nedense biz kendisine Hoca diyorduk, o da hiç ses çıkarm ıyordu) çabalarına ve bu çabalarına güç veren enerjisine hayranlığım ızı dile getiriyorduk. Kısa bir zaman önce bir kalp ra hatsızlığı daha geçirmiş, hastaneye yatıp çıkmıştı; 80 yaşında ve bu hasta halinde oradan oraya koşuş turup duruyordu. Bu ne tükenmez bir enerjiydi, ne sonsuz bir azimdi. Ama Aziz Nesin buydu işte.
Ertesi günü İstanbul’daki evinde aradrğımrzda, Çatalca’ya dönmek üzere yine yola çıkmıştı. Aziz Ne sin’in kitabında yorulmak ve dur mak yoktu.
Ç O K M UTLUYDU
Sonuçta, telefonla konuşmamız da, salonun basın toplantısı için ayrılm asından çok m utlu olduğu anlaşüıyordu.
“Her yere, gazetelere, televiz yonlara fakslar çekildi, telefon lar edildi. Çok iyi bir şey olacak bu basm toplantısı. Ben çağrıyı yapacağım, bu komite bir an ön ce kurulmah” diyordu.
Evet, “dünyaca ünlü mizah ya
zarı” etiketi takılan Aziz Nesin’in
son “id eali” buydu. Hiç de öyle mizahla filan ilgili yanı yoktu. Ge lecek yıl İstanbul’da uluslararası bir “Anti - fundamentalist Kon
feransı” toplamayı, bunun için de
Türkiye’de bir komite oluşturmayı amaçlıyordu.
M İZAH USTASI
Burada Aziz N esin ’in “mizah
yazarhğı” konusunda bir parantez
açılabilir. Gerçekten de Aziz Nesin ününü önce mizah yazarı olarak yapmıştı. Türkiye’de satış rekorla r ı kıran kitapları, birçok yabancı dile çevrilmiş; ona dünya çapında ün ve çeşitti ödüller getirmişti. Yal nızca mizah yazarı olarak anılmak tan Aziz Nesin’in giderek hoşnut olmadığı dikkatli gözlemcilerin gö zünden kaçmıyordu. Gerçekten de mizah yazarlığının üzerine çok şey eklemişti Aziz Nesin. Mizah elbet küçümsenecek bir şey değildi, tam tersine çok zor ve ciddi bir işti.
Bu ciddi işin, mizahın doruğuna ulaşan Aziz Nesin, daha başka cid di uğraşlara da imzasını atıyordu. Tiyatro yazıyordu, şiir yazıyordu. Zaten gazetelerde köşe yazıları da yazmıştı.
Üretken bir insandı. Eski deyişle velud bir yazardı.
Hepsinden de öte, son yıllarda A- ziz Nesin artık bir düşünce ve ey lem adamıydı. Son düşüncesi ve son eylemi ise, bütün dünyada bir tehlike olarak gördüğü fundamen talist akımlara karşı bir hareketi oluşturmak, bir bilinçlenmeyi sağ lamaktı.
Son “ideali” ile ilgili son basm toplantısını da 30 Haziran Cuma günü, ölüm ünden beş gün önce Çemberlitaş’taki Basm Müzesi’nde yaptı. Çok ciddi konuları kendine özgü söylemiyle dile getirdi. “Biz
yurdum uzu maaş k arşılığın da seven in san lar d eğiliz. H içbir maddi beklentimiz yok. Her şeyi vatanımız için yapıyoruz” dedi.
VATAN/ MİLLET
Aziz Nesin için çok şey söylen
di, hatta kendisini öldürmeye ah- dedenler bile çıktı, ama hiç kimse Aziz Nesin’in vatanını sevmediğini içtenlikle söylemedi ve düşünmedi bile.
O bu ülkeye ve yüzde 60’ı aptal dediği insanlarına olan sevgisini
“Vatan, millet, Sakarya edebiya tı” ile değil, davranışlarının en kıl
cal dam arlarına k adar yansıyan tutumuyla yaşamına yansıtıyordu.
İşte buna günlük yaşamm ayrın tısından ufak bir örnek.
Ekonomistler ülke ekonomisinin çıkarı için, savurganlığa son veril mesini istemiyor muydu, kimi po litikacılar bu yönde nutuk atmıyor
muydu? Ve Aziz Nesin, her alanda savurganlığa karşıydı, tutumluydu. Örneğin, kullanılm ış kağıtları at maz, onların arka yüzünü de yazıda kullanırdı. Nerde olursa olsun bo şuna yanan elektrikleri söndürür, damlayan muslukları kapatırdı.
Kimileri bunları “cimrilik” ola rak yorumlardı, ama aslında bun ların altında yatan Aziz Nesin’in “iyi vatandaş” oluşuydu, iyi vatan daşın v atan ın a olan svegisinin, tam k u llanılm adan atılan kağıt parçasına, boşuna akan su damla sına kadar yansımasıydı.
Aziz Nesin’in “vatana hizmet”
anlayışı çoğunluğun anlayışından farklıydı. Zaten çoğu düşünceleri ve davranışlarına da aykırı değil miydi?
Vatanına ve tüm insanlığa bir hizmet olarak gördüğü son “idea
li” ise, uluslararası bir anti - fun
damentalizm konferansı toplamak tı. Bu yolda “son basm toplantı- sı”nı gerçekleştirdi, ama konferan sın toplandığını göremedi.
Yarın:
Aziz Nesin’in içtenliği
Tabuları yıkan aykırı adam deniyordu Aziz Nesin’e ama...
Dürüst bir aydındı o!
Çocuklarına karşı da dürüstlük örneği bir babaydı. Büyük oğlu Ali Nesin bir mektubunda Paris’teki kız arkadaşı Colette’in bulaşık ve çamaşırişlerini gördüğünü, gerekirse onu terkedebileceğjni yazar. Aziz Nesin’in yanıtı: “İnsanlar
eşya değildir ki, işine yarayınca kullanasın, işine yaramaz olunca atasın, değiştiresin.”
Aziz Nesin’in dürüstlüğünün bir başka ömeğinide bir kitabının önsözünde görmek mümkün: “En sevdiğiniz, sizce en
güzel yapıtınız hangisi?” diye soran kurnaz okura kendime özgü bir kurnazlıkla şöyle derim:” En sevdiğim, en beğendiğim, en güzel kitabım, en kalın ve en pahalı olanıdır.”
-
2
-A
ZIZ Nesin ta b u la rı y ıkan, aykırı düşünceleri olan adam o la ra k ta n ım la n ıy o rd u son za manlarda. Sanki bu sap tam aların ya da yakış tırm aların altında ona hoşgörüyle bakıyor olm anın kompleksi yatı yor gibiydi: “Canım Aziz Nesin bu, söyler işte!. Kusuruna bakma yın onun der gibi b ir yaklaşım sergileniyordu kim i çevrelerde.Oysa, Aziz Nesin’in söyledikleri ve tavırları - ki her ikisi de her zaman biribirleriyle tutarlı olmuş tu r - aykırılıktan çok, bir doğru nun / dürüstlüğün içtenlikle dile getirilmesi ve yapılmasıdır. Hem de ikiyüzlülüğe, saklanmaya, aşa ğılık duygusuna kapılmadan..
Y A Z A R -O K U R
işte, yazarlığın ya da yazar ile o- k u r ilişk isin in açık yüreklilikle anlatım ını son yapıtı olan “Sizin Memlekette Eşek Yok mu?” kitabı nın (1) önsözünde okuyoruz:
“Kitap imzalarımda, sayıları ol dukça kalabalık kim i okurlarım ın bana sordukları ortaklaşa sorular vardı:
- En çok hangi kitabı seviyor sunuz?
Bu sorunun altında gizli bir o- k u r kurnazlığı yatar. Böyle soru yöneltenlerin pek çoğu benim hiç bir kitabımı okumamış olanlardır. En sevdiğim kitabımı, yani ken dimce en iyi ve güzel kitabımı o- kuyup yazar olarak beni beğene cekler ya da beğenmeyecekler. Be ğenmezlerse başka kitabımı oku maktan artık kurtulacaklardır.
Aynı soruyla başka yazarlar da karşılaşır. Onların yanıtları aşağı yukarı şöyle olur:
- Bütün kitaplarım ı severim. Sevmeseydim, yazmazdım; değil m i efendim?
Okur da bunu aydın ya da yarı aydm b ir okursa genellikle, ince likli olarak şöyle yanıtlar?
- Çok tabii efendim, her eseri niz sizin bir çocuğunuz sayılır. İnsan, çocuklarım birbirinden ayırt edemez ki... Çok h ak lısı nız.
Kurnaz okurun bu kurnazca so rusuna kurnaz yazarın kurnazca
verdiği yanıtın altında gizlenmiş, ama dışa vurulmamış gerçek an lam şudur:
“Benim bütün kitaplarım gü zeldir. Hepsini alsan, senin için de benim için de çok iyi olur.”
Bu tü r soruları benim yanıtla mam gerçekten çok zor. Bugüne dek (Nisan 1995) 110 kitabı yayım lanmış bir yazarım. Her yapıt bir
lüğü öğreten b ir babaydı. Bunu dayatarak, zorlayarak değil anla tarak, düşündürerek ve doğruları karşısındakine buldurarak yapar dı. Mizah öykücülüğünde bu yete neklerine bir de güldürmeyi, gül d ü re rek d ü şü n d ü rü p çelişkileri göstererek gerçekleri öğretme gü cünü eklemişti.
Dürüst, öğretici, yetiştirici baba
başlar ve devam eder: “Colette’le birlikte
yaşam a k ararın yalnız seni ilgi lendirir. Ben karışmam. Bu kara rm a karşı da gelmem. Yalnız, bir baba olarak, elbet deneyimlerimi sana açıklam ak da görevim. Bu deneyim lere değer verip verm e mek, yararlanıp yararlanm am ak senin bileceğin şey. Oolette’i
ger-çocuk sayüıyorsa şimdilik 110 ço cuk babasıyım. Bu çocuklarımın i- çinde sakat doğanlar, gerizekalılar da olabilir.
“En sevdiğiniz, sizce en güzel ya p ıtın ız hangisi?” diye soran
kurnaz okura nasıl anlatmalıyım ki, herhangi biri için çok güzel bir kitap, başka herhangi biri için de en çirkin, en kötü kitaptır. Bu du rum da ilk karşılaştığım bir okura, en güzel, en sevdiğim, en beğendi ğim kitabım şudur diye nasü salık verebilirim? Ama bir yanıt da ver mem gerekiyor, işte o zaman ken dime özgü b ir kurnazlıkla şöyle derim:
- En sevdiğim, en beğendiğim, en güzel kitabım, en kalın ve en pahalı olanıdır.”
Aziz Nesin dürüst bir aydm ol duğu gibi, çocuklarına da
dtirüst-ömeğine şimdiki matematik pro fesörü olan büyük oğlu Ali Nesin ile mektuplaşmasmda rastlıyoruz.
O Ğ LU N A M EKTUP
Ali Nesin, okumakta olduğu Pa
ris’ten babasına 18 Ekim 1977’de yazdığı mektubun bir yerinde, Co-
lette adında b ir kız arkadaşıyla
beraber yaşamaktan söz eder.
“Benim için en iyisi bu baba. Yoksa ne yemek, ne bulaşık, ne çamaşır, ne de temizlik yapabi liyorum. Colette’le beraber ya şamam derslerim e mani olmaz sanıyorum, ama böyle bir tehli keyi sezer sezmez hemen ayrüı- rım.”
Oğlunun bu cümleleri Aziz Ne
sin’in gözünden sekmez. 26 Ekim
1977’de Çatalca’dan Paris’e yazdığı mektubu “A li’ciğim canım” diye
çekten yalnızca, yemeğini p işir sin, bulaşığını, çam aşırını yıka sın, evine ve sana baksın diye mi düşünüyorsun? Bunun dışında bir de sana eşlik, kadınlık etsin diye mi? Hepsi iyi, ama ben sana geçen yıl yazdığım gibi, insanlar eşya değildir ki, işine yarayınca kulla nasın, işine yaramaz olunca ata sın, değiştiresin... Böyle yapanlar da çok dünyada, ama biz Nesin’ler bunlardan değiliz, istesek de yapa mayız. Belki sana şimdi yapabilir mişsin, bu bencilliği gösterebilir m işsin gibi gelir. H atta b u tü r benciller, vicdanlarını susturabil mek için, yaptıkları haksızlıklara gerekçeler de uydurup ra h a tla r lar. Örneğin sen de büyük bir ma tematik bilgini olarak, salt bir ki şiye değil, bütün insanlara yararlı olabileceğin gerekçesiyle,
herhan-g ı
bir kadını önemseyebi
lirs in . Bu, s e n in b ileceğ in b ir şey... Ben yapamam. Başkalarının mutsuzlukları üzerine kendi mut luluğumu kuramam. Hatta, bütün yaşamın boyunca mutsuz olacağı mı kesinlikle bilsem bile... Benim yüzümden başkası mutsuz olacağı na, başka kurtuluş yolum yoksa, başkası yüzünden kendi mutsuzlu ğumu yeğlerim. İstersen enayilik de... Ama bu benim enayiliğim ol masaydı, bizim ailemiz bugüne de ayakta kalamaz ve sen ve Ahmet, bugünkü durum da olamazdınız. Çok iyi biliyorum, babam da böy- leydi. Bana sanki, bütün Nesin so yu böyle olması gerekirm iş gibi geliyor. Belki benimki de bir soy bencilliği. Sen Colette’le üniversi teyi bitirene dek, yani aşağı yuka rı daha beş, altı yıl birlikte yaşa dıktan sonra, ne yapacaksınız? Kı za, hadi işin bitti mi diyeceksin? Diyebilir misin? Hatta demek iste- sen bile diyebilir misin? Araya a- lışkanlıklar, türlü duygular girer. Yok, sonunda, Colette’le mi evle neceksin? Bunların hepsini yapa b ilirs in elbet... Ama b irin i seç. Sen seçersin de, yaşam senin seç tiğin çizgide yürümez, o başka...”
Aziz N esin uzun m ektubunun
bundan sonraki bölümünde de ay nı konu üzerinde durur, sonuna doğru şöyle der:
“Çok uzun yazdım. Yorulacak sın okurken. Seni ne çok sevdiği mi bilsen de, yine de tastamam bi lemezsin. Hani masallarda olduğu gibi, ölüm meleği Azrail senin ya şaman için benden günlerimi iste se, tek sen yaşayasın diye, yaşa mımın yarısm ı filan değil, tüm ü nü veririm. Bu bir kuru söz, nasıl olsa olmaz böyle şey diye söylen miş söz değil, benim gerçek ve i- nandığım duygumdur.”
Ve mektubunu “öperim benim
canım oğulcuğum ” diye nokta
lar. (2)
(1) Sizin Memlekette E ş e k Y o k mu?, A D Yayıncılık İstanbul, Haziran 1995
(2) A ziz Nesin - Ali Nesin M ektuplaşm a ları II, Düşün Yayıncılık, İstanbul 1994
Yarın; Her
dönemde başı dertte
9
/
Her dönem de başı dertte
Coşkuyla karşıladığı ve uluslararası “Altın Palmiye” Ödülü’nü Hazine’ye bağışladığı 27 Mayıs döneminde bile tutuklanan ilk gazeteci Aziz Nesin oldu
J k z *
j k . di
A s
r l
ZİZ Nesin doğru bil
d ik le rin i söyleyip yaptıkça ve düşünce lerinden ödün verme dikçe başına gelme- lik dert kalmadı. Bu dertlerden yüksünmedi, yılmadı, gerilemedi, kaçmadı; tam tersine, üstüne üstüne gitti.
Türk mizahını« unutulmaz der gisi Akbaba’nm sahibi ve üslup ustası Yusuf Ziya Ortaç’ın dediği gibi, Aziz Nesin üç yerden yakın lık görmüştür. Bunların birincisi okurlarından gördüğü sevgi yakın lığı, öteki ise polisin ve sıkıyöneti min gösterdiği yakınlık(!)tır.
Aziz Nesin’in uzun süre en yakı
nında olanlardan Demirtaş Cey
hun, büyük ustan ın p olisle ve cezaevleriyle yakınlıklarını şöy le anlatır:
“1946 yılı Aralık ayında, Saba
hattin Ali ile birlikte o ünlü Mar-
ko Paşa’yı çıkarm aya başlarlar.
İktidar, Aziz Nesin’in bu sert eleş tirilerinden hoşlanmaz ve ilk kez 1946 yılında bir yazısından dolayı tutuklanır. 1947 yılında da Truman Doktrini’ni eleştiren, Amerika'nın bu doktrin gereğince T ürkiye’ye vereceği borç parayı almamasını, çünkü bu borcun kısa bir süre son ra bir sömürme - sömürülme ilişki sine dönüşeceğini anlatan bir bro şür yayınladığı için 10 ay hapis ce zasına çarptırılır zamanın sıkıyö netim mahkemesince. Ayrıca sür gün cezası da verilmiştir. Tam üç buçuk ay Bursa’ya sürgüne gider cezasmı çektikten sonra.
BROŞÜRE CEZA
Ama ilginçtir; söz konusu broşür dizilip basılmıştır, fakat dağıtılma m ıştır. Yani yayım lanm am ıştır. Polisler matbaadan topluca almış lardır ve yayımlanmamış bu bro şü r için m ahkum olm uştur Aziz Nesin. Dahası, Aziz Nesin'in mah kum olduğu Ceza Yasası’ndaki 161. madde de, kısa bir süre sonra anti dem okratik olduğu için kaldırıl m ıştır. Ceza Yasası’ndan çıkarıl mıştır.
T abii, d ah a ilk tu tu k la m a d a
Marko Paşa da kapatılmıştır. Fa
kat, Aziz Nesin yılmaz. Bu kez ga zete, Malum Paşa adıyla çıkar. Ar tık bir yandan Aziz Nesin izlenir, tutuklanır, öte yandan gazete habi- re ad değiştirir. Malum Paşa kapa tılır, M erhum Paşa çıkar, Mer hum Paşa kapatüır, Ali Baba çı kar. Sırasıyla Bizim Paşa, Hür
Marko Paşa, en sonda Medet çı
kar...
İÇERİYE AUSM AK
1950 y ılın d a da, P o litz e r ’in
“Marksist Felsefe Dersleri” adlı
kitabından bir bölümü çevirip ya yımladığı için 16 aya mahkum olur
Aziz Nesin. 1944’te henüz 29 yaşın
da üsteğmenken ordudan ayrılıp
Ve bir ibret tablosu da o dönemde yaşandı: Aziz Nesin’in tutuklanmasının ertesi günü, gazetesi Tanin, bir hafta önce ilişkisinin kesildiğini açıkladı. Ama gazetenin tirajı da 40 bin düştü
Menderes döneminde tutuklan-bi, yakın arkadaşları bile;
- Artık sen alışmışsmdır Aziz... - Hapis sana zor gelmez, derler. Hatta, İstanbul 2. Ağır Ceza Mah kemesi Başkanı İsmail Hakkı Ke-
tenoğlu büe, bu duruşmalarından
birinde tahliyesini isteyince;
- Aziz Bey, siz ahşmışsmızdır, b ilirsin iz, tah liyen iz mümkün değildir, der.” (1)
TA N IKLIĞ IN H EYECAN I
Gerçekten Aziz Nesin polislere,
içerde yatmaya ve ikide bir “sa
nık” olmaya alışmıştır. O kadar ki,
90’lı yılların başmda bir arkadaşı nın nikahında “tanıklık” yapacağı için çok heyecanlanır, Demirtaş
Ceyhun’un deyişiyle eli ayağına
mıştır. Demirel döneminde düz mece gerekçelerle evi didik di dik aranmış, gözaltına alınmış tır. 12 Eylül’de yurt dışında ol duğu için gözaltına (ya da o günün deyimiyle güvence altı na) alınmaktan kılpayı kur tulmuş, Çatalca’daki Vakıfa gelen güvenlik güçleri, kendi- I sini bulamayınca, oğlu Ateş N esin’i gözaltına almışlar- | dır.
Daha da güzeli (!) coş kuyla karşıladığı ve 1956’da ka zandığı uluslararası Altın Palmiye Ödülü’nü Hazine’ye bağışladığı 27 Mayıs askeri yönetim döneminde de tutuklanan ilk gazeteci Aziz Ne
Aziz Nesin, Can Yücel... Soruşturmalı, koğuşturmalı bir yaşamı paylaştılar.
BabIali’ye gelen Aziz Nesin, 1950’le- re gelindiğinde 35 yaşmdayken 5.5 yıl hapis cezasına çarptırılm ış ve yatmıştır. Aziz Nesin’in dışarda ge çirdiği zaman, içerde geçirdiği za mandan azdır.
Nitekim, yakın çevresi bile dı- şarda olmasını bir yandan yadır garken, öte yandan da tutuklanma sına, hapse tıkümasına, mahkum olmasına öyle alışmıştır ki... “Altın Kirpi” adlı öyküsünde anlattığı gi
dolanır. Ceyhun: “Ağbi nedir bu
halin?” diye sorar. “Sanki sen ni- kahlanacak ¡nişsin gibi.”
Aziz Nesin’in yanıtı şöyledir: “Hiç sorma Demirtaş. Biliyor sun bugüne kadar hep sanık ol dum. Hayatımda hiç tanık olma dım M, elimde değil, heyecanlanı yorum.”
Aziz Nesin her dönemde polisin ve adliyenin gedikli konuğudur. I- nönü döneminde hapse girmiştir.
sin olmuştur.
18 Mayıs 1961 günü köşe yazısı yazdığı ve Kasım Gülek’in sahibi olduğu Tanin gazetesinden, Yazı İş leri Müdürü İhsan Ada üe birlikte polislerce alınır. Tam 50 gün tutuk lu kaldıktan sonra, yazüarmda “suç
unsuru” görülmediğinden Askeri
Sorgu Yargıçlığı’nın kararıyla ser best bırakılırlar.
Olaym asıl ibret verici yanı ise, tutuklamanın hemen ertesi günü, 19
Z azan: Nail Güreli*
M ayıs’ta
Ta-nin ’de yayınlanan şu açıklamadır: |j
“Dün nezaret altına alman m u-1 harrir Aziz Nesin’in bir hafta ön- £ ce gazetemizle ilişk isi k esilm iş-£ tir. Esasen bizden önce birçok I gazete ve dergilerde yazılan ç ı- 1 kan ve halen de çıkmakta olan bu yazarın son zamanlarda gaze temiz için yararlı olmadığına ka naat getirmiş ve kendisiyle ilgi mizi kesmiştik.”
Gazetenin tirajı birkaç gün için de kırk binden on bine düşer. (2)
Demek ki, Aziz Nesin’in yazdık ları boşa gitmemiştir.
YAZARLIK DERSİ
Bir gün, hiç olmazsa gezi sırasın da biraz dinlenmesini, bu kadar ça lışmamasını anıştıracak oldum. Unu tamayacağım bir yazarlık dersi verdi bana:
- Yüz metreyi on saniyenin altında koşan aüeüer, bir koşmada mı başa rıyorlar bu işi sanıyorsun yoksa, de di. Yüz metreyi iyi koşabilmek için, kim bilir kaç aydır, kaç yüdır her gün kaç kilometre koşmuşlardır da ancak başarabilmişlerdir. Yazarlık da, bence tıpkı öyle. İyi bir kısa öykü yazabilmek için, önceden yüzlerce, binlerce sayfa yazmış olmak gerek. Gene, tıpkı atietler gibi, antrenmanı kısa bir süre de aksatsan hemen for munu yitirirsin. Yani, her gün yaza caksın. Bir süre yazmayı boşladın mı, hemen yitirirsin düzeyini. [
(Asılacak Adam Aziz Nesin, De mirtaş Ceyhun)
(1 - 2) Asılacak Adam Aziz Nesin, Demir taş Ceyhun, AD Yayıncılık, 1 955 İstanbul.
Yarın:
'K a y m a k a m d ır , y a p a r!
-
4
-A
ZİZama tümünün ortak paydası direnci, Nesin’e pek çok sıfat biçilmiştir, cesareti ve de eylem adamı oluşudur. Öylesine “ilerideki” bir adamdı ki, eylemleri kimi zaman ütopya olarak algüanıyordu.YÖK, üniversiteleri darmadağın ettiğinde,
A-A z i z N e s i n
Korkudan Korkmak
^~r'r &*•* ^
Aziz Nesin 17 Mart 1988'de "Korkudan Korkmak” kitabı nı Zeynep Oral’a şu ithafla imzalamıştı: "Asker mektup
larında böyte yazar 'Dem irler mürekkep olsa, / Orman lar kalem olsa...’ yine yetm ez yazacaktanım yazm aya... Bana m ürekkep de, kalem de yetiyor. Yetm eyen tek şey v a r Zam an!” Ve gerçekten Aziz Nesin'e, 80 yıla çok
şey sığdırmasına karşın, zaman yetmedi.
Katılacağı paneli kaym akam ın yasaklam ası üzerine görüşünü soran TV muhabirine Aziz N esin’in iki kelim elik yanıtı,
duyanların kahkaha atm asına neden olmuştu
ziz Nesin kahvehanelerde “Halk Üniversitele ri” oluşturmaya kalkışıyordu.
Basını yetersiz mi buluyordu, hemen “on
binlerin gazetesi”ni çıkarmak düşüncesiyle
bir şirket kurmak üzere para toplamaya başlı yordu.
Baskıcı rejime karşı imza kampanyasını açı yor ve “Aydınlar Dilekçesi” diye tarihe geçen belgeyi Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e ver mek üzere Çankaya’ya çıkanların önünde yer alıyordu.
Ne lafını esirgiyordu, ne gözünü budaktan sakınıyordu.
Kenan Evren aleyhine dava açmak için uğ
raşan o idi. DGM Başsavcısı’na kafa tutan o idi. Doğru bildiği yolda bir adım geri atmayan o idi. Kararlı, azimli, korkusuz.
1993 yazmda TorbalI’da katılacağı bir panel, olay çıkacağı endişesi gerekçe gösterilerek kay makamlıkça yasaklanmıştı. Ama Aziz Nesin, Torbalı Festivali’ne gitti, ilçenin alanında festi valin açüış törenini izlemek üzere yanyana o- turmuştuk. Ege’nin yerel bir televizyonu Aziz
Nesin’le söyleşi yapmaya geldi. Muhabir, Aziz
Nesin’e, katılacağı panelin kaymakam tarafın dan yasaklanmasını nasıl karşıladığını sordu.
Aziz Nesin’in yanıtı, “delidir, ne yapsa yeri
dir” halk deyişinin uyarlaması gibiydi:
“Kaymakamdır, yapar” dediğinde, televiz
yon muhabiriyle birlikte Aziz Nesin’in yanın- dakilerin kahkahası birden patlayıverdi.
Televizyonda bu bölümün yayınlanıp yayın lanmadığını programı seyredemediğimiz için, bilmiyoruz.
A H LA K, ALLAH O LU N CA ...
Demokrasi mücadelesine katkıda bulunacak, tarihe, kültüre, özgürlüğe birikim sağlayacak her girişimin yanındaydı ve destekçisiydi.
Düşünce suçuna karşı Caddebostan Kültür Merkezi’nde Şanar Yurdatapan’ın düzenlediği toplantıya 80 yaşındaki Aziz Nesin de katılmış tı ve kalkıp konuşmuştu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi’nin kütüphanesinde
“düşünce suçu” nedeniyle toplanmış, yasak
lanmış, yargüanmış, mahkum olmuş ya da ak lanmış kitapların ve diğer yayınların yer alaca ğı bir bölümün oluşturulacağını öğrenince çok sevinmişti. Bu girişimi övmüş ve kendisinin de katkıda bulunacağını söylemişti.
Nitekim ölümünden beş gün önce, dünyadaki köktendinci akımlara karşı uluslararası bir konferans toplama girişimi için Basın Müze- si’nde düzenlediği son basın toplantısına gelir ken, ilginç serüveni olan bir kitabını getirip ar mağan etmişti.
Bu kitabın mahkemelik oluşunun öyküsü tam Aziz Nesin’lik idi.
Daha önce yayınlanmış gazete yazılarının toplandığı “Az Gittik Uz Gittik” kitabmın be şinci basımmda 127. sayfada “Sosyalizm Ah
laktır” başlıklı yazı yer alıyordu. Kitabm sonu
na hangi yazının hangi sayfada olduğunu bildi ren “İçindekiler” bölümünü hazırlayan düzelt men, bu listeye 127. sayfadaki “Sosyalizm Ah
laktır” yazısının başlığını yanlışlıkla “Sosya lizm Allahtır” biçiminde yazmış ya da dizgici
öyle dizmiş ve düzeltmenin de gözünden kaç mış. Fakat “işini bilir” savcı, “İçindekiler” listesindeki “Sosyalizm Allahtır” satırına ta karak davayı yapıştırmış; yazının asıl başlığı nın “Sosyalizm Ahlaktır” olduğuna ve yazıda da bir kez bile “Allah” sözcüğünün geçmeyişine aldırmamış bile.
Aziz Nesin Aralık 1961’de Öncü gazetesin de yayınlanan “sosyalizmin dört yüz türlü
sü var” diyenlere karşı çıkıyor ve sosyaliz
min ne olduğunu anlatırken şunları sıralı yordu:
“Sosyalizm, insanın başka insanlarca söm ürülm em esi için em eğin değerlendi rilmesi, emek değerince kazanılmasıdır.
Sosyalizm, insanların yarın korkusun dan kurtarılarak bugünlerinde ve gele ceklerinde güvene kavuşmalarıdır.
Sosyalizm, insanların eşit koşullar al tında yetişip yarışm aları, hak ettikleri, layık oldukları ve çalıştıkları oranda ka zanmaları, bu oranda dünya nim etlerin den yararlanmalarıdır.
İşte bunun içindir ki, en iyi ekonomik ve sosyal düzen olan sosyalizm, hem de en iyi ahlaktır.”
Aziz Nesin bir bakıma “misyoner” idi.
Toplumu bilinçlendirmek, düşünmeye ve tar tışm aya yönelterek ilerlem esini sağlamak misyonunu üstlenmiş bir pir - i fani.
Seksen yaşma aldırmaksızm her toplantı ya koşar, her panele, açık oturum a katılır;
N
' a n : N a i l Güreli bıkm adan u s a n m a dan d ü ş ü n c e le rini akta rırdı. Za m an za man çok “m arji n al” ya da “ay- k ı r ı ” b u l u - ——nan söylem leri
olur, bunlar sert tartışm alar ya
ratır, kendisini boy hedefi haline getirirdi. Bu aykırı çıkışlarının nedenleri arasında, toplumun duyarsızlığını aşmak, insanları dü şünce ve ta rtış m a y a yöneltebilm ek için
“sarsmak,” bir tü r “uyandırmak” düşünce
sinin de payı olabileceği gözardı edilmemeli.
Aziz Nesin örgütlenmeye büyük önem ve
rirdi. “Eskiden insan düşünen yaratık’ o-
larak tanım lanırdı, oysa günümüzde in san örgütlü yaratık ’ olarak tanım lanı yor” derdi. Örgütlü toplum konusunda İs
veç’i örnek gösterirdi. Dokuz milyon nüfusu olan İsveç’te çeşitli örgütlere üye olan insan ların sayısı 32 milyondu. Demek ki, bir insan yaklaşık dört örgüte üye idi.
işte bu düşünceleri yaymak, gerçek anla mıyla sivil toplumu kurabilmek için üzerine düşeni yapmak amacıyla son nefesine kadar bir misyoner gibi köşe bucak dolaştı.
Aziz Hoca’nm ölümüne çok üzüldük. Ama bütün dünyada ülkemiz namına onun adıyla yarın daha çok gurur duyacağız.