• Sonuç bulunamadı

Ali Paşa, Mehmet Emin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ali Paşa, Mehmet Emin"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÂLİ P A ŞA , MEHMET EMİN — (1815-1871) Mehmet Emin Âli Paşa, Osmanlı tarihinde Tanzimat devrinin üç büyük sima­ sından biridir. 5 Mart 1815 (23 Rebiulevvel 1230) tarihinde İstanbul’da, Mısırçarşısı aktar­ larından ve Bahçekapısını sabah akşam kapa­ tıp açmıya memur Ali Rıza efendi adında bir

7.1i Peş*

adamın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ma­ halle mektebinden sonra bir müddet Bayazıt Camiinde tahsile devam etmişse de ailesinin fakirliği dolayısiyle hayatını kazanmak için icazet alamadan tahsilini bırakmıya mecbur kalarak 1830 da Divan-ı Hümayun kalemine girmiştir. Burada resmî kitabet ve muamelâtı öğrenirken Fransızcaya da başlıyan genç me­ mur, az zamanda zekâsı, çalışkanlığı ve cid­ diyeti ile dikkati çekmiş, o zamanki usule göre Ä 1 i mahlasını alarak artık bu ad ile tanınmıştır. 1833 te tercüme odasına naklolu­ nunca muntazam Fransızca ders görmüş,az son­ ra Avusturya İmparatoru Birinci Ferdınand’ ın cülusunu tebrik için Ferik Ahmet Fethi Paşa maiyetinde ikinci başkâtiplik vazifesi ile Vi- yanaya giderek burada kaldığı bir buçuk yıl zarfında Fransızcasını ilerletmeğe gayret et­ miştir. Yarım kalan tahsilini bu suretle ve fırsat düştükçe de devrin bilgin şahsiyetle­ rinden, meselâ Ahmet Cevdet efendiden ders almak suretiyle tamamlamağa uğraşmış ve muntazam bir tahsil görmek nasibolmamakla beraber sırf şahsî çalışmaları sayesinde bütün

-

tt

çî

?

i

3

No. 4 - Ağustos 1944 bilgisini kazanmış, yetişmiştir. 1837 de yine Ahmet Fethi Paşanın maiyetinde olarak git­ tiği Petersburg’dan dönünce Divan-ı Hüma. yun tercümanlığına tayin olunmuş, bir müd­ det sonra Londra sefirliğine nasbolunan Mus­ tafa Reşit paşa ile birlikte Londraya gitmiş, Paşanın Pariste memur edilmesi üzerine Lon­ dra maslâhatgüzarlığını yaptıktan sonra Sultan Abdülmecid’in tahta çıkması ile Istanbuls dönerek Divan-ı Hümayun tercümanlığına devam etmiştir. Reşit Paşa ile yakından te­ ması esnasında bu kabiliyetli genç, Paşanın teveccühünü kazanmış ve bundan sonra onu himaye ederek tıpkı bir hoca gibi «zerinde işliyerek itina ile yetiştirmiş, az zamanda terfiler yaptırarak devletin en yüksek ma­ kamlarına çıkarmıştır. Bir müddet hariciye müsteşarlığı yaptıktan sonra 1841 de Londra sefirliğine tayin olunarak üç yıl daha burada kalmış, 1844 te İstanbul’a dönünce Hariciye nazırı vekilliğinde bulunmuş, Reşit Paşa ha­ riciye nazırlığına geldiğinde yine hariciye müsteşarı olmuş, Paşa sadarete geçince Ali Efendiyi 1846 da hariciye nazırlığına getir­ miştir. 1848 de Reşit Paşa ile beraber azle­ dilmiş, çok geçmeden Meclis-i Ahkâm-ı A d­ liye reisliğine geçirilmiş, Reşit Paşa ikinci defa Sadrâzam olunca Âli Paşa da ikinci defa hariciye nazırı olmuştur. Ayni yılda mülteci­ ler meselesi yüzünden Rusya ve Avusturyanın şiddetli tazyiklerine boyun eğmiyerek bun­ ların mültecileri iade isteklerini Osmanlı hükümetinin katiyetle reddetmesi. Reşit Paşa ile birlikte onun da şöhretini Avrupa diplo­ masi alemine yaymıştır. 1852 de Reşit Paşa­ nın Sadaretten azli üzerine henüz 38 yaşında bulunduğu halde, hakikatte velinimeti olan Reşit Paşaya halef olmak istemediğinden za­ hiren gençliğini ileri sürerek kabul etmek istememesine rağmen padişahın ısrarıyle Sad­ râzam olan Âli Paşa, bundan sonra pek kısa fasılalarla ölünceye kadar 20 yıl müddetle iktidar mevkilerinde kalmış, bütün devlet hizmeti müddetince yedi defa hariciye nazır­ lığı ve beş defa sadaret makamını işgal e - miştir.

Makamat-ı Mübareke meselesi yüzünden doğan Kırım harbi neticesinde sulh mukadde- matının müzakeresi için Viyana’da toplanan konferansa ve muahedeyi imzalamak için Paris­ te içtima eden kongreye Osmanlı Başmurahhası sıfatiyle iştirak eden Âli Paşa, diplomasi sanatındaki vukuf ve maharetiyle herkesin dikkatini çekmiş, büyük siyasilerin takdir­ lerini ve örnek bir diplomat ününü kazanmıştır. Paris Muahedesinden sonra AvrupalIların Os­ manlI Devleti iç işlerine müdahaleleri çoğal­ mış olduğundan İstanbul’daki sefirlerinin Padişah üzerindeki nüfuzları da artmış ve Sadrâzam tayini işinde kendi isteklerini kabul ettirmişlerdir. Böylece herhangi bir mesele yüzünden sefirlerden biri Sadrâza­ mı mesul tutar ve değişmesi' için Padişah nezdinde teşebbüse geçerse, Radişah da he­ men her vakit Reşit, Âli ve Fuat Paşalar­ dan birini indirerek öbürünü mevkie getiri- riyordu. 1867 yılında  lî Paşa Sadrâzamken Sırbistan ve Girit meseleleri ortaya çıkıyor. Sırplar, memleketlerindeki kalelerden Os- manlı askerinin çekilmesini, Giritliler ise ne­ tice itibariyle Yunanistan’a iltihakı istiyor­ lardı. Âli Paşa, Sırbistan meselesinde müsa­ mahakâr davranarak Osmanlı ve Sırp bayrak­ ları Belgrat kalesine beraber çekilmek üzere askeri geri çekmek suretiyle bu işi halledi­ yor, fakat Girit meselesinde daha esaslı ted­ birler almak için bizzat adaya giderek

(2)

bir-No. 4 - Ağustos 1944

A YLIK ANSİKLOPEDİ

101

buçuk senelik bir faaliyet neticesinde oradaki isyanı bastırıyor, Girit nizamnamesini tanzim ile adaya bir nevi muhtariyet vererek epeyi bir zaman için bu iş yüzünden Avrupa dev­ letlerinin müdahalelerine vesile bırakmıyor.

Ali Paşa, devletin menfaatına göre dış siyasette Avrupa büyük devletlerinden birine dayanmıştır. Kırım Harbine kadar Reşit Paşa ile beraber Ingiliz dostluğu ile tanınan Âli Paşa, birinci defa Sadrâzam olunca Reşit Paşa ile biraz arası açılıyor ve siyasetini de, Üçün­ cü Napolyon’ un Avrupa’ daki siyasî mevkiini gözönünde tutarak, Fransa’ya dayandırıyor. Bundan sonra gerek dış ve gerekse iç siya­ sette, daima itidali ve temkini muhafaza etmek şartiyle, Fransa’nın tavsiyelerine uy­ muştur denilebilir. Sultan Abdülâziz tahta geçince (1861) Sadarette bulunan Ali Paşayı, çok yavaş iş görüyor diye azletmişti. Fakat gün geçtikçe Abdülâziz şu kanaate vardı ki Âli Paşa devlet için lüzumlu bir insandır ve asla mevkiden uzak kalması caiz değildir. Abdülâziz Âli Paşayı şahsen sevmiyor, fakat Avrupadaki şöhret ve itibarından âdeta kor­ kuyor ve bu ezici şahsiyet sahibini ister iste­ mez iş başından ayıramıyordu. Hususiyle Fuat Paşanın ölümünden (1869) sonra Ali Paşa artık eşsiz ve tek büyük devlet adamı olarak hem hariciye nazırı hem de Sadrâzam sıfatiyle iktidar mevkiinde kalmıştır.

Prusya-Fransa harbi başladığı zaman Rusya, Paris muahedesinin Karadenizin taraf­ sızlığına ait olan hükümlerini tanımamağa kalkışınca Âli Paşa, Fransa’nın uğradığı ye­ nilgi karşısında Rusya’ya karşı tek başına mukavemet edemiyeceğini bildiğinden hiç ol­ mazsa meselenin şeklî tarafını kurtarmak için Londra’da bir konferans toplanmasına taraftar olmuş ve 1871 Londra mukavelesiyle bilindiği gibi Paris muahedesinin Karadenize hüldiınL-i Rııakalnıa Lhiüs olarak değiş­ tirilmiştir.

Son zamanlarda Avrupa siyasetinin gös­ terdiği değişiklikler ve şahsî düşmanları ta­ rafından Sadrâzama yapılan şiddetli hücumlar, esasen zaif bünyeli olan Âli Paşayı büsbütün hırpalamış ve nihayet vereme tutularak 7 Eylül 1871 de Bebekteki yalısında hayata gözlerini kapamıştır.

Ali Paşanın vücudü küçük, başı büyük, boyu kısa, bünyesi zaif, sesi hafif, güzel ko­ nuşamaz, az söyler, söylerken mahcubiyetten ellerini oğuşturur, önüne bakar, duygularını asla karşısındakine sezdirmezdi. Gayet ter­ biyeli vc nazik olmakla beraber çok vakar sahibiydi. Nezaketi riyakâr olduğu, vakarı ise gururlu olduğu hissini verirdi. Üçüncü Napöl- yon’a «Âli Paşa gibi bir hariciye nazırı bulabil sem»dedirtecek kadar o haşmetli ve mağrur hü­ kümdarın takdirini kazanmış olan Türjc devlet adamı, Ispanya prenseslerinden birine zevç olarak seçilen bir namzedi târif ederken Lord Palmerston’a «Londra ve Paris’ te tanıdığımız Ali Efendiye benzer, onun gibi edîb ve kâ­ mildir» dedirtecek kadar nezaketli ve mua­ şeret usullerine vakıf bir centilmendi. Aynı zamanda iffetli, namuslu ve rüşvet almaz bir devlet adamı olmak şöhretine sahipti. Az konuşmakla beraber nükteci ve zarifti. Susar susar da birden bire öyle bir söz söylerdi ki cidden nadir bir espri eseri sayılabilir. Babı- âliye tamamiyle hâkim olup önce kendisine başvurmadan hiç kimse saraya gidemezdi. İşgal ettiği Sadaret mevkiinin şerefini müdrik olarak saraya karşı korumasını biliyordu.

Bununla beraber memleket içinde Âli Paşanın birçok düşmanları vardı ve bunlar,

 l î Paça

E sk i bir g ravü rd en

Sadrâzam aleyhinde fena sözler söylemişler, yazılar yazmışlardır. Bu düşmanları arasında bilhassa Ziya Paşa, Ali Suavi, Namık Kemal ve Ayetullah Beyi zikredelim. Fakat o za­ manki şartlar içinde devletin idaresi, öyle uzaktan sanıldığı kadar kolay bir iş değildi ve Âli Paşanın her defasında devletin menfa­ atini düşünerek ehvenişeri tercih etmiş oldu­ ğuna şüphe yoktur. Ne- tekim Âli Paşanın en büyük düşmanı olduğu­ nu «Zafername» adiyle yazdığı eserle hiç şüphe gütürmeyecek şekilde isbat etmiş olan Ziya Paşanın bile, Sadrâza­ mın ölümünden sonra devlet idaresinin aldığı acıklı şekli görünce rah­ metlinin mezarı başına gidip boş yere düşman­ lıkta ve hücumlarda bulunmuş olduğundan af dilediği söylenmekte­ dir. Âli Paşaya yapılan hücumların çoğu şahsî garaza dayanır. Düşmanları, Paşanın bilhassa fakir bir aileden gelmesini dillerine dolaya­ rak hiciv ve hücumlarında sık sık bunu ortaya atmışlar, Kapucu zade veya Ali ağanın oğlu diye onu aşağılamak istemişlerdir. Halbuki batı memleketlerinden farklı olarak zâdegân sınıfının bulunmadığı dünyanın bu en eski demokrasi memleketinde baba şöhretine veya parasına dayanmaksızın sırf kendi çalışkan­ lığı, zekâsı ve kabiliyetiyle yükselerek dev- . letin en yüksek mevkilerini işgal etmek kadar

şerefli birşey var mıdır?

Şu muhakkaktır ki Âli Paşanın meziyet ve faziletleri yanında bir takım kusurları da vardı: Bunların yüksek memleket menfaatleri bakımından en başta geleni, kendi yanında devlet adamı yetiştirmemiş olmasıdır. Paşayı sevenler, hattâ ecnebiler onun bu kusurundan şikâyet etmektedirler. Her ne sebepten olursa olsun kendinden sonra devletin başına geçe­ cek bir neslin çocukları arasından kabiliyet­ ler seçip bunları kendisi gibi, hattâ daha üstün bir şekilde yetiştirmeye çalışmaması, bir devlet adamı için gerçekten af olunamaz bir nakisedir. Her neyse Âli Paşa, üstadı Reşit Paşanın bu alandaki büyüklüğünü gös­ terememiştir. Tanzimat fermanı gereğince Osmanlı tebaası hıristiyanları devlet memur­ luklarında kullanmak suretiyle ermeniler hariciye nezareti gibi devletin en nazik bir müessesesine sokması, gitgide bunların tekmil hâriciyeyi istilâ etmeleri, yine Âli Paşanın kusurlarından sayılmaktadır. Bir başka kusur olarak da memleketin iç ıslahatına gereği kadar itina göstermediği ileri sürülmektedir. Bunda pek isabet olmasa gerektir. Çünkü Âli Paşanın 1856 ıslahat fermanının neşrine bizzat âmil olduktan sonra tanzimatı tatbik yolunda aldığı tedbirleri, sarfettiği gayretleri ve gördüğü işleri inkâr etmek mümkün değildir. Ancak o zamanki şartlar içinde daha fazla­ sını yapmak mümkün olup olmadığı incelen­ dikten sonra bu hususta kesin bir hükme varmak mümkün olabilir. Nihayet Âli Paşanın müstebit düşünceli ve kinci oluşu, çabuK da­ rılmadığı, fakat darıldığı bir kimseye dargın­ lığını duyurmamakla beraber onu asla affet­ mediği de onun kusurları arasında görül­ mektedir.

Herşeye rağmen son olarak diyeceğiz ki Ali Paşa, Osmanlı devlet adamları içinde en

ziyade dikkate ve İncelenmeğe değer bir şah­ siyet olarak kalmaktadır.

K t s a B i b l i y o g r a f y a : Latfi Ta­ rihi; cilt 7 ve 8. Ali Faat; Ricali Mühimmei siyasiye, İstanbul, 1928. Fatma Aliye; Ahmed

Cevdet Paşa ve Zamanı, İstanbul 1332.

Mahmud Kemal İnal; Son Sadrâzamlar

,

cüz

I, İstanbul, 1940. Abdurrahman Ş er e f; Tarih musahabeleri, İstanbul, 133). Ch. Mismer; Souvenir du monde musulman, Paris, 1892.

(P ro f. Dr. Bekir Sıtkı Bay kal)

Referanslar

Benzer Belgeler

Pulmoner otogreftler dejeneratif değişikliklerinin daha az görülmesi, antikoagulasyon gerektirmemesi, enfeksiyona dayanıklılığı ve herhangi bir biyolojik veya mekanik

Belirtilen kanunla getirilen değişiklik ve Katma Değer Vergisi Kanunu’nun sosyal amaç taşıyan istisnalar başlıklı 17/2-b bendine göre, yasal düzenleme gereği olarak

Ancak sualtı arkeoloji- si, arkeolojik bilginin yanı sıra denizcilik, sualtı tek- nikleri, derin dalış teknolojisi, sualtı mühendisliği, elektronik, yazılım gibi çok

Ancak çok eskilerden itibaren Kur’an öğretiminde kullanılan önemli bir materyal olan Elifba cüzlerinin sadece Türkçe öğretimi açısından incelenmiş olması

Kalıtım konusunda ders almış olan ve ders almamış, ancak Fen Bilgisi derslerinde daha önce kalıtım konusu ile karşılaşmış ve günlük hayattan gelen kalıtımla

Öyleyken, Tazminat şairleri milletin uykusunu ölüm diye yazdılar, ve, milleti uyandır­ mak için, ona, «öldün» diye haykırdılar.. Vâkıa uyuyan milletleri ses

Ayrıca vergilendirme ile turizm talebi arasında bir sebep sonuç ilişkisi olduğuna göre, turizm sektörü üzerindeki vergi yükünün turizm talebine etkisi, turizm

Tarihçi Sinou*, Kahire doğumlu ol­ masına rağmen, Fransız bakış açısına, hele Kavalalı-Fransa ilişkilerini işlediği bölümlerde modern bir Oryantalistin kalemine sahip