• Sonuç bulunamadı

Bolender'le bir akşam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bolender'le bir akşam"

Copied!
39
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Í^

(3)

7 7 b t ı 'L ö ^ c ,

DEVLET T İ Y A T R O S U

ÖZ E L S A Y I

(4)

"MY FAIR LADY" (G . B. SHAVV'un "PYGMALION" adlı oyunuyla G. PASCAL'ın filminden müzikal ko­ medi haline getiren : ALAN JAY LERNER - MÜZİK : FREDERICK LOEWE - TÜRKÇESİ : SEVGİ SANLI - NEVİT KOD ALLI - SAHNEYE KOYAN VE KOREOG­ RAFI : TODD BOLENDER - ORKESTRA ŞEFİ : DIETER BRUX - KORO ŞEFİ : VEDAT ÇORBACI - DEKOR : REFİK EREN - KOSTÜM : HÂLE EREN -IŞ IK : NURİ ÖZAKYOL).

ÜSTTE (I. BÖLÜM, I. TABLO) :

ASUMAN KORAD (ALBAY PICKERING) İLE AYTEN GÖKÇER ( ELIZA DOOLITTLE).

ORTADA: ERDOĞAN GÖZE ( SELSEY'Lİ), FERDİ MERTER ( I , SOKAKTAKİ ADAM), AYTEN GOKÇER, CÜNEYT GÖKÇER ( HENRY HIGGINS), AYKUT SÖ- ZERİ ( HOXTON'LU) TANSU AYTAR ( II. SOKAKTAKİ ADAM).

ALTTA: (SOLDAN) MEFHARET ATALAY, YÜKSEL ÖRSES, TÜLAY İLDEN (ÇİÇEKÇİ KIZLAR), AYTEN GÖKÇER, FEVZİ GÜR, ADNAN BAŞER, MİTHAT DEMOKAN VE AZMİ ÖRSES (COCKNEY'LER). İÇ KAPAKTA : AYTEN GOKÇERLE CÜNEYT GOKÇER COVENT GARDEN KRALLIK OPERASININ ÖNÜNDE.

(5)

ÜSTTE (I. BÖLÜM, II. TABLO) :

(SOLDA) MİTHAT DEMOKAN, FEVZİ GÜR, ADNAN BAŞER, AZMİ ÖRSES ( COCKNEY'LER) VE AYTEN GOKÇER, (SAĞDA) AYNI COCKNEY'LERLE AYTEN GOKÇER.

ALTTA: (SOLDAN) YÜKSEL ORSES, SERPİL UZMAN (ÇİÇEKÇİ KIZLAR), CEYHUN ÖZSOY, (ÇÖPÇÜ), ERDOĞAN GÖZE, AYTEN GOKÇER, TANSU AYTAR, ALTAN TEKİN (ÇÖPÇÜ), FEVZİ GÜR, ADNAN BAŞER, MİTHAT DEMOKAN.

(6)

ÜSTTE (I. BÖLÜM, III. TABLO) :

AYTEN GÖKÇER. ALTTA : ASUMAN KORAD, AYTEN GÖKÇER, MELİHA ARS (MRS. PEARCE) VE CÜNEYT GÖKÇER

YANDA (I. BÖLÜM, IV TABLO) :

ÜSTTE: TEKİN AKMANSOY (JA M IE), ŞAHAP AKA- LIN ( ALFRED P. DOOLITTLE) VE MARAL ÜNER. ALTTA: (ORTADA) ŞAHAP AKALIN İLE MARAL ÜNER (MRS. HOPKINS)

(7)

à Æ m

\

f ' W t * '

t i

U • '

,

II

w .

«

§

/

m

İ

mgm-m

«

i

V ' $ S X k S '

!

b

1

_ í l w l

-•

’ :

ä

I V v51* ' /iE2

K

: , V , - , - t . r J ♦ « * *C

ir*

J ' *•"**

1

* f

* 1

i

V I

u á

r

(8)

ÜSTTE (I. BÖLÜM, IV. TABLO) : (SOLDAN) MARAL ÜNER, MUAMMER ESİ ( HARRY), ŞAHAP AKALIN, TEKİN AKMAN- SOY VE KORO.

ALTTA: (SOLDAN) MUAMMER ESİ, ŞAHAP AKALIN VE TEKİN AKMANSOY.

YANDA (I. BÖLÜM, V. TABLO) :

ÜSTTE : CÜNEYT GÖKÇER'LE AYTEN GOK- ÇER.

ALTTA: (SOLDA) ASUMAN KORAD'LA AY­ TEN GÖKÇER. (SAĞDA) AYTEN GÖKÇER.

(9)
(10)

ÜSTTE (I. BÖLÜM, V. TABLO) :

AYTEN GOKÇER'LE CÜNEYT GOKÇER. ALTTA : AYTEN GOKÇER, ASUMAN KORAD VE CÜNEYT GÖKÇER.

-1

t - ' i m

rm

> * V

(11)

REFİK EREN İN "MY FAIR LADY" İÇİN ÇİZDİĞİ DEKOR ESK İSLERİ. ÜSTTE : I. BÖLÜM I. TABLO (CO- VENT GARDEN KR A LLIK OPERA­ SI'N İN ÖNÜ) ORTADA : I. BÖLÜM I I .- I V . TABLOLAR (TOTTENHAM COURT SO KAĞI) A LTTA : I. BÖ­ LÜM III. - V. - IX . TABLOLAR ( HIGGINS'İN EVİ VE ÇALIŞMA ODASI)

(12)

ÜSTTE : I. BÖLÜM V I. - V II. TAB­ LOLAR ( ASCOT'DA YA RIŞ ALANI­ NA YAKIN BİR YERDE KLÜP ÇA­ D IR I) ORTADA: I. BÖLÜM V III. TABLO ( VVIMPOLE SOKAĞINDA HIGGINS'İN EVİNİN ÖNÜ) ALT­ TA : I. BÖLÜM X. - XI. TABLOLAR (E L Ç İL İK T E BALO SALONU)

(13)

Bernard Shaw, "Pygmalion,,

ve "My Fair Lady,, üzerine

Yazan : Sevgi SANLI

| _ | eykeltraş Pygmalion, aşk tanrıçası Afrodi-1 * te'nin ilgisini çeken bir aşıktı. Çünkü tanrı­ çanın tapınağında tütsüler yakıp ak güvercinler uçurduğu zaman yüreği çok değişik bir sevgiy­ le çarpıyordu. O güne kadar hiç bir Havva kızını hayatına sokmayan Pygmalion, fildişinden oydu­ ğu bir kadın heykeline, kendi eserine aşık olmuş­ tu. Afrodite, heykeltraşın Galatea diye çağırdığı, giydirip kuşattığı, kuştüyü yataklarda yatırdığı, boynuna gerdanlıklar, koluna bilezikler taktığı bu heykele can verdi. Pygmalion ile Galatea'nın Paibmos adında bir oğulları oldu.

Pygmalion gibi gönüllerine göre bir kadın yaratmak hevesine kapılan erkekler çoktur. Ama acaba kaç tanesi bu yaratıcılığı gösterecek güç­ tedir? Sezar'ın genç kadınlarla ilgilenmesi sade­

ce körpe bedenlere düşkünlüğü yüzünden de­

ğildi sanırım. Sezar, genç dimağları yoğurmaktan zevk alan bir "öğretmen"di. Bernard Shaw'un Pygmalion'u, Profesör Henry Higgins de öyle Shaw'un fonetik profesörü Covent Garden'deki sebze halinde ıspanaklar, ezik lahana yaprakla­ rı arasında bulduğu çiçekçi kız Eliza Doolittle'ı yoktan varetmeğe çalışır.

Eliza Londra'daki bütün "Cockney"ler gibi berbat bir İngilizce konuşmaktadır. Proföser Higgins kendisi gibi bir sesbilim uzmanı olan Al­ bay Pickering ile bahse tutuşur. Bu sokak süpür­ gesine bir "Lady" gibi konuşmasını, oturup kalk­ masını, giyinip kuşanmasını öğretecek, altı ay sonra onu saraydaki bir baloda düşes diye tanı­ tacaktır. Amacı bir insana yepyeni bir dil kazan­ dırarak onu yeniden yaratmak; böylece bir sı­ nıfı başka bir sınıftan, bir kulu başka bir kuldan ayıran uçurumu kapatmaktır. Bernard Shaw böy­ lece tavırlarındaki kibarlık, telâffuzlarındaki te­ mizlikle övünen İngiliz yüksek tabakasını iğnele­ mekten geri kalmıyor. Gerekli eğitimi gören bir çiçdkçi kızın asil bayanlardan hiç de aşağı kalma­ yacağını göstermek istiyor.

Bernard Shaw çok yanlı bir yazar. Oyun ya­ zarlığı, müzik eleştirmenliği, ekonomi, felsefe, si­ yasal bilimler üzerine incelemelerinden başka bir de fonetikçiliği var. "Pygmalion" da bir fo­ netik bilginini oyununun kahramanı yapmakla bu az bilinen, az önemsenen bilim kolu üzerine dikkati çekmiş oluyor. Yazar, Profesör Higgins'i yaratırken Henry Sweet adındaki bir fonetik bil­ gininin bazı özelliklerinden faydalanmış. Bernard Shaw yıllarca B.B.Ç. de spikerlere, telâffuzu güç, imlâsı şüpheli kelimelerin okunması konusunda

kılavuzluk eden özel bir komitenin başkanlığım yapmıştı. Çok iyi steno bilirdi. Mirasının önemli bir parçasını İngiliz imlâsının sadeleştirilmesi için çaba harcayan bir kuruma bırakmıştır.

Yazar, "Pygmanon"un önsözünde şöyle di­ yor. "Pygmalion'un Ingilterede olduğu kadar bü­ tün Avrupâda ve Kuzey Amerika'da çok başarı kazanmış bir oyun olduğunu övünerek belirtmek isterim. Bu oyun son derece didaktiktir ve kas­ ten öyle yazılmıştır. Pygmalion'un başarısını, sa­ natın öğretici olmaması gerektiğini papağan gi­ bi tekrarlayan ukalâların başına kakmaktan zevk duyuyorum. Sanatın ancak öğretici olması gerek­ tiği konusundaki inancımı doğruluyor bu."

"Pygmalion"u müzikli bir güldürü yapmak isteyen Alan Jay Lerner ve Frederick Loewe, Ber- nard Sha:w'dan izin almak için bir arkadaşlarını aracı koymuşlar. Adamın aldığı karşılık şu ol­

muş: "Pygmalion'un kendi müziği kendine ye­

ter. Benim sözlerimi yeteri kadar müzikli bul­ muyorlarsa, arkadaşlarınız çok üstün yetenekli kişiler olmalı."

Shaw'un ölümünden sonra mirasçılarından

"Pygmalion"u müziklendirmek için izin alan

Alan Jay Lerner ve Frederick Loewe gerçekten üstün yetenekli kişiler olduklarını ispat ettiler. "My Fair Lady" Amerika'da on, İngiltere'de do­ kuz yıl oynandı. Güney Amerika, Almanya, Rus, ya, Macaristan, Çekovlovakya ve İsrail'de uzun süre afişte kaldı. Dünyanın her tarafında milyon­ larca seyirci buldu ve gişe geliri rekorlarını kır­ dı. Eser bütün yabancı ülkelerde orijinal adıyla oynanmıştır. Biz de bu adı muhafaza ettik.

Alan Jay ile Frederick Loewe'nin bu müzikli uygulamadaki en başarılı yanları hem Shaw'un hem seyircilerin zekâsına gereken saygıyı göster­ meleridir. Bir çok müzikli güldürülerde gerek ko­ nu, gerek kişiler bir takım şarkıların söylenmesi­ ne b ir takım danslar yapılmasına vesile olsun di­ ye uydurulur. Önemli olan göz kamaştırıcı müzi­ kal sahnelere zemin hazırlamaktadır. Oysa "My Fair Lady" de bütün şarkılar, danslar, Shaw'un kişilerinin doğal bir gelişmesi gibi metinle ahenk halinde, metni tamamlayıcıdır. Higgins'în, Eliza'- nın Çöpçü Doolittle'ın, Albay Pickering'in şarkı­ ları kişiliklerine son derece uygundur ve birçoğu söylenmekten çok oynanmak için yazılmıştır. "My Fair Lady"yi seviyeli bir eser yapan Shaw'ur> çizdiği kahramanların kişiliklerine titizlikle sadık kalınmasıdır.

(14)

Alan Jay Lerner'in Bernard Shsw'dan ayrı­ lan tarafı sonunda Eliza ile Higgins'i başgöz et­ mesidir. Amerikalı yazar bu Cinderella hikâye­ sine bir "happy end"i uygun görmüş. Oy­ sa Bernard Shav/a göre Eliza genç Freddy ile ev- lenmelidir. Hinggins, "Ona ihtiyacım yok, hiç kimseye ihtiyacım yok. Kendi ruhum, ruhumda­ ki kutsal kıvılcım bana yeter." dediği zaman iç­ tenlikle konuşmaktadır. Eliza ise, kendinden çok üstün, çok güçlü, çok bilgili bir adamın ağırlığı altında ezilmek istemez. Higgins'le yaşasa terlik­ lerini bulacak, hizmetine koşacak, kahrını çeke­ cektir. Oysa Freddy gibi koca kendi terliklerini, önüne getirir. Galatea hiç bîr zaman Pygmalion' dan pek fazla hoşlanmaz. Erkeğin, yarattığı ka­ dına karşı tutumu fazla tanrısaldır.

Bernard Shaw, Devlet Tiyatrosuna, "My Fair Lady" ile adımını atıyor. Eski bir Shaw hayranı olarak bu oyunu dilimize çevirmekten büyük mutluluk duydum. Gerek Devlet Tiyatrosunun gerek Türkiyedeki başka tiyatroların repertuvar- larında çağımızın bu çok önemli yazarına daha fazla yer vermelerini dilerim.

"My Fair Lady" İngiliz dilinin ağız özellikle­ rine dayanan bir oyun. Londra'lı "Cockney"lerin telâffuz bozukluklarını, "H " harfini düşürerek konuşma özelliklerini, bol bol kullandıkları argo deyimleri Türkçeye aktarmak çok zordu. Eserin

telif haklarını elinde tutan Columbia Broadcast- ing System'den Türkiyede oynatma izni çok geç ve güç alındığından çevirinin çok kısa zamanda tamamlanması gerekiyordu. "Cockney'ler" için İstanbul külhanbeyi ağzı ile Balkan göçmenleri­ nin bazı şive özelliklerinden faydalandım. Bu oyunu çevirmeğe başladığımdan beri Türkçede yapılan telâffuz yanlışları daha çok dikkatimi çekiyor. Örneğin bir berber dükkanındaki mani­ kürcü kız Eliza gibi "minasibetsiz" "zaarif" "ni- yazik" deyince bu kız gibi daha nice kızlara Türkçeyi doğru dürüst konuşmasını öğretmenin ne güzel bir iş olacağını düşünüyorum.

Eser sahneye konulurken bütün provalar

boyunca rejisör Todd Bolender'e tercümanlık

ettim. "Öp Beni Kate" de beraber çalışmıştık. Kendisi işine karşı çok saygılı, çok titiz bir insan. Sabahın erken saatlerinden geceyarılarına kadar bıkmadan, yorulmadan, hemen hemen hiç öfke­ lenmeden çalışıyor. "My Fair Lady" gibi bir eseri

altı hafta gibi kısa bir zamanda hazırlamak,

oyuncular, dansçılar, orkestra, koro, dekorcular, kostümcüler, ışıkçılar, aksesuvarcıfar, marangoz­ lar, terziler, ressamlar, bu eserde bütün emeği geçenler için yorucu, sırasında sinir bozucu ama gene de zevkliydi.

Size iyi bir oyun sunmak için elbirliğiyle se­ ve seve çalıştık.

TODD BOLENDER "MY FAİR LADY" NİN SAHNE ÇALIŞMALARI SIRASINDA ESERİ DİLİMİZE ÇEVİRENLERDEN SEVGİ SANLI VE IŞIK İŞLERİNİ YÖNETEN NURİ ÖZAKYOL'LA.

(15)

" M y F a i r L a d y ff yi s a h n e m i z e ç ı k a r a n

TODD BOLENDER

Lûtfi AY

1

914 Şubatında, Birleşik Amerika’nın Ohio ilinde dünyaya gelmiş. Anadan ya­ na İngiliz, babadan yana Alman asıllı bir ailenin dördüncü -ve kendini sanata verecek tek - çocuğu. Ataları, daha bağımsızlık savaşı yıllarından önce, Amerikaya gelip yerleşmiş­ ler. Babası, petrol ve sigorta işleriyle uğra­ şırmış; annesi, uzun süre şana çalışmış. Pro­ fesyonel çalışmalar yapmamış, ama güzel bir sesi varmış, aile toplantılarında şarkı söylemekten hoşlanırmış. Şan derslerine onunla beraber giden küçük Bolender, bu sa­ yede, daha çocukken müzikten hoşlanmıya, bir müzik duygusu edinmiye başlamış.

— Bu derslerde, diyor, şan hocası anne­

min falsolarını yakalarken ben de kulak ter­ biyemi alıyordum. Gene o yaşlarda, dans et­ meğe bayılırdım. Akrobatik danslar, caz, step, hepsi beni son derece ilgilendiriyordu...

Bu yüzden olacak, klâsik lise öğrenimini bitirdikten sonra, dansçı olmıya karar veri­ yor ve soluğu New York’ta alıyor, ilk dans hocaları Mary Wigman’m yanında yetişmiş baleciler ve sonradan “My Fair Lady” nin ilk koreografisini yapan Hanya Holm’dur. Bale eğitimini, kendi tabiriyle “su görmüş sünger gibi” çekiyor. Ama asıl bale zevkini, anlayı­ şını geliştirenler Rus asıllı hocalar oluyor. Birinci dünya savaşından sonra önemli Rus dansçıları Amerikaya gelip yerleşmişlerdi. Bunlara, Diaghilev’in ölümünden sonra, George Balanchine de katılıyor ve American Ballet okulunun yönetimi ona veriliyor. Rea­ lizmden uzak, şiir ve lirizm yüklü, kişisel ve soyut üslûbuyla genç Bolender’in üzerinde en büyük etkiyi yapan da o oluyor. Bale öğreni­ mini bitirdikten sonra, onun kurduğu toplu­ luklarda, başına geçtiği New York City Bal- let’de uzun yıllar dansör ve koregraf olarak çalışıyor. Maurice Ravel’in “ Ma Mère l’Oye” smda, Stravinski’nin “ Pulcinella” süitinden meydana getirdiği balede ilk önemli başarı­ larını kazanıyor. Balanchine’in, Paul Hinde- mith’in müziği üzerinde koreografisini yaptı­ ğı önemli bir eser, “Dört Tempérament” bun­ ları izliyor ve ona, dansör olarak, büyük ün

kazandırıyor. Yeni bir topluluk kurarken Balanchine’in en güvendiği balecidir artık : onun için özel koregrafiler hazırlıyor.

— Seyirci, özellikle bu balelerde beni

görmek isterdi. Ben de onun bütün balelerin­ de dansetmek isterdim. Modern Amerikan balesi Balanchine’e çok şey borçludur. Batı balesi de, Balanchine olmasa, çok sıkıcı olur­ du bence. O zaman mesleğimi değiştirir, ar­ tık dansla hiç uğraşmak istemezdim...

New York City Ballet’de yalnız dansör olarak çalışmıyor, koregrafiler yapıyor, ba­ leler sahneye koyuyor ve başarılar biribirini kovalıyor. Sonra, olgunlaşan her sanatçı gi­ bi, her yandan aranan, çağırılan bir usta olu­ yor. Broadway’da, en önemli bale toplulukla­ rında, Monte-Carlo Rus balesinde birçok eserleri -ve kendi koreografilerini- sahneye koyuyor. 1953 de, Albert Marre’la, New York’taki Shakespeare Festivalini hazırlı­ yor. 1958 de Cian Carlo Menotti, Jerome Robbins bale topluluğuyla, onu solist olarak İki Dünya Festivali’ne çağırıyor ve bu festi­ valde, Stravinski’nin müziğinden meydana getirdiği yeni bir bale geniş ilgi toplıyor. Metropolitan’da Merril’in sahneye koyduğu Wagner’in “ Die Meistersinger” operasının koreografisini yapıyor. Kanadaya gidiyor, Montreal Millî Tiyatro Okulunda, bu sefer, yalnız tiyatro eserlerini sahneye çıkarıyor : Şair Edna Millay’dan “ Aria da Capo” , Albee’ den “Amerikan Rüyası” , Beckett’den “ Bir Numaralı Oyun” . 1961 de, ilk defa, Ankara- ya geliyor. Devlet Konservatuvarının Bale Bölümünde, kısa bir süre, -altı hafta- genç balecilerimizi çalıştırıyor : Darius Milhaud’ nun müziği üzerine koreografisini yaptığı “ Dünyanın Yaratılışı” balesini hazırlıyor. Aynı yıl, Dallas Operasında, ünlü Italyan re­ jisörü Franco Zeffirelli’nin sahneye koyduğu Massenet’nin “Thais” operasının bale kore­ ografisini yapıyor. 1963 de Ankaraya ikinci defa geliyor ve bu sefer, Devlet Tiyatrosun­ da, üç mevsim afişten inmeyen, “ ö p Beni Kate” müzikalini sahneye koyuyor. Münich’e çağırılıyor. Münich Operasında Debussy’nin

(16)

“ Quatuor” undan meydana getirdiği “ Style Point” ona Alman sahnelerinin kapısını açı­ yor ve 1963 - 64 mevsiminin başında, yeni Köln Operasına, Bale bölümünün başına ge­ tiriliyor.

— Köln’de geniş çalışma imkânları bul­

dum. Üç yılda İS yeni bale çıkardım. Dünya­ nın en ünlü bale sanatçılarını, oraya davet ettim : George Balanchine, Agnes de Mille, John Cranko, Harold Lander, Fleming Flindt... Bir de İngiliz müzikali sahneye koy­ dum Köln Operasında : “ Durdurun dünyayı,

inecek var!” . Büyük ilgi gördü Alman seyir­ cisinden...

Almanlar Todd Bolender’i paylaşamı­ yorlar. Köln Operasıyla olan sözleşmesi biter bitmez, Frankfurt Operası onu kendine bağ­ lıyor ve bu mevsim başındanberi Frankfurt balesini yönetiyor. Şimdi, üçüncü defa, gene Ankaradadır. Bu sefer “ My Fair Lady” yi sahnemize çıkarmak için. İlk temsiller veri­ lir verilmez Frankfurt’a dönecek. Yakında Metropolitan’ın rejisörü Nathanial Merril’in Frankfurt Operasında sahneye koyacağı “ Satılmış Nişanlı” nın koreografisini hazır- lamıya.

(17)

B O L E N D E R ' L E BİR A K Ş A M

Naciye FEVZİ

K

iss me Kate!” denberi kendisini bir da­ ha görmek fırsatını bulamamıştım. An- karaya geldiği akşam, aziz dostumuz Libya Büyükelçisi Dr. Busairi’nin Cüneyt Gökçer’- le arkadaşları - Konservatuvarda İtalyanca hocalığı ettiği yıllardan eski öğrencileri - şe­ refine verdiği yemekte karşılaştık. Mevsim sonu çok kısa bir zamanda sahnemize çıkara­ cağı “My Fair Lady” için Gökçerle konuşa­ cak öyle çok şeyleri olmalıydı ki yanından hiç ayrılmıyordu.

Kahveler içilirken Bolender’le görüşmek fırsatını bulabildim. Ankaraya tekrar geldi­ ğine seviniyordu. “ Kiss me Kate!” denberi Almanya’da yaptıklarını anlattı. Köln’den Frankfurt’a geçmişti. Köln Operasında ya­ rattığı canlı faaliyeti şimdi orada da yarat- mıya hazırlanıyordu.

— Sizinle “ My Fair Lady” üzerine ko­ nuşmak isterdim, dedim.

— Henüz çok erken, dedi. Hele bir çalış­

maya başlıyalım...

Ve bu çalışma ertesis abah başladı. Sa­ bahın sekiz buçuğundan akşamın geç saatle­ rine kadar süren bir çalışma : Oyuncularla, balecilerle, orkestra ile, koro ile, dekorcular­ la, kostümcülerle, ışıkçılarla, terzilerle, şap­ kacılarla...

Aradan bir aydan fazla bir zaman geç­ mişti. Bir akşam, geç vakit, ona Büyük Ti­ yatronun kapısından çıkarken rastladım. Bi­ raz yorgun görünüyordu, ama her zamanki gibi rahat, sakin bir yüzü vardı. Bana :

^— Unutmadım, dedi. İsterseniz yarın

akşam o konuşmayı yapabiliriz. Sizinle bir kadeh rakı içerken...

— Memnuniyetle, dedim. Yarın akşam gelir, sizi otelinizden alırım, bize gideriz.

Ertesi gün, dediğimiz gibi yaptık. Bolen- der’in her halinde “Amerikan” lıktan çok “ Avrupalılık” vardır. Çok konuşmayı, ken­ dinden ve işinden sözetmeği pek sevmez. Ama konuşturabildiğiniz zaman samimidir. Ne düşünüyorsa, ne duyuyorsa onu söyler.

Viskiye tercih ettiği rakısını beyaz pey­ nirle, sigara böreğiyle yudum yudum içiyor. Yemeklerimizi, hele zeytinyağlı taze fasulye­ yi pek seviyor. Bir süre gençlik yıllarından, ilk dans çalışmalarından konuşuyoruz. Üze­ rinde büyük etki bırakan hocası George Ba- lanchine’den hayranlıkla sözediyor. Sonra konumuza geçiyoruz :

— Ankaraya bu üçüncü gelişiniz, bir ay­ dır da sanatçılarımızla yeniden çalışıyorsu­ nuz. Bu seferki intibalarınızı öğrenebilir mi­ yim?

— İlk gelişimde bir okulda, Konservatu­

varda çalışmıştım. İkinci gelişimde Tiyatro, Opera ve Bale bölümlerini içine alan bir top­ lulukla. Bu sefer yalnız Tiyatro bölümüyle çalışıyorum. Hem oynayan, hem şarkı söyle­ yen, hem dans eden çok kabiliyetli aktörlerle. Bu aktörlerle bir lirik tiyatro kurmanın im­ kânlarını görüyorum. Şüphesiz eğitilmeleri gerekli. Cüneyt Gökçer’in bui şi başarabile­ ceğini sanıyorum. Dansçılarda, yani şimdi çalıştığımız bale öğrencilerinde, hissedilir bir gelişme var.

— Müzikallerde, sizce, en önemli faktör nedir ?

— Müzik duygusu ve sahne kabiliyeti.

Nitekim iyi kulağı olan aktörler müzikaller­ de başarı gösteriyorlar.

— Müzikal komedileri, Devlet sahneleri için, hafif bulanlar var. Daha önce sahneye koyduğunuz “Kiss me Kate!” konusunda böyle düşünenler olmuştu. Ne dersiniz?

— Bazı insanlar yenilikten, “ gelecek”

ten korkarlar. Oysa Opera’nın değişmesi, ye­ ni bir form; yeni bir ifade şekli alması gerek­ li. Bugünkü durumuyla çağımız seyircisi için ilgi çekici olamaz. Dünyanın her yerinde mü­ zikallere gösterilen geniş ilgi halkın bu ko­ nudaki genel eğilimini beli etmiştir. Müzikal, bence, geleceğin operasına doğru atılmış bir adımdır. Opera, çok iyi söylenmezse, çok iyi idare edilmez, çok iyi sahneye konulmaz ve oynanmazsa, kötü bir bale temsili gibi, ta­ hammül edilmez bir şey olur'. Tabiî, gelenek­ sel eserlerden sözediyorum. Zaten Operada, modern eser, yok denecek kadar az... Onun için müzikal, operaya yeni bir kan aşılamak gibi oluyor. Yeni bir şan, yeni bir oyun, ye­ ni bir dans tarzı getiriyor. Yenileşmek iste­ yen her topluluk bu denemeyi yapmalıdır.

— Bir de şöyle düşünenler var : Opera ve Bale Tiyatrodan ayrıldığına göre, müzikal oynama işini Tiyatro bölümü değil, Opera ve Bale bölümü yapmalıdır...

— Bakın bu, daha sıhhatli bir düşünce

alametidir. Böyle düşünmelerine memnun ol­ dum, çünkü “ Kiss me Kate!” i sahneye koy­ duğum zaman, Sanatseverler Klübü’nde ya­ pılan bir açık oturumda, “ dünyada hiçbir Devlet Operasının müzikal oynamadığT’nı

(18)

dia edenler olmuştu. Ve bunların arasında memleketinizin tanınmış kompozitörleri de vardı. Demek ki iddialarla beraber kanaat­ ler de değişmiş. Buna çok sevindim. Yaptığı­ mız işin hiç olmazsa böyle bir faydası olmuş. Yalnız, bu konuda şunu unutmamak lâzım­ dır : Müzikal komedileri, hele başrollerini, iyi oynıyabilmek için üstün bir sahne kabili­ yeti de çok önemlidir. Bundan dolayıdır ki müzikalleri daha ziyade tiyatro aktörlerine oynatırlar. Nitekim, “ My Fair Lady” i mey­ dana getirenler, Shaıo’un mirasçılarından ge­ rekli izni almadan önce, Rex Harrison’la söz­ leşme imzalamayı, onu başrole bağlamayı gerekli görmüşlerdir.

— “ My Fair Lady” için ne düşünüyor­ sunuz ?

— Nefis bir müzikaldir. Bernard Shaw’

un komedisi çok zevkli, çok zarif bir şekilde müzikal haline getirilmiştir, özellikle şarkı­ lar Shaw’un esprisine bağlı kalınarak yazıl­ mıştır. Bu bakımdan bir şaheser sayılabile­ cek niteliktedir bence.

— Bernard Shaw’un aristokrasi hicvi biraz eskimedi mi?

— İngiltere, 19JfO dan önce, büyük dün­

ya kuvvetlerinden biriydi. İngiliz aristokra­ sisi belki sarsıldı. Ama eseri 1967 ye göre de- ği\ yazıldığı zamana göre değerlendirmek doğru olur. Shaw’un da bir filozof olduğunu unutmamak... Sonra, Cinderella hikâyesi her zaman ilgi çekiyor. Eserin Güney Amerika, Rusya, Macaristan, Çekoslovakya, İsrail gibi İngiliz aristokrasisine yabancı ve uzak ka­

lan ülkelerde beğenilmiş, tutulmuş olması da bunu gösteriyor.

— Sanatçılarımızı nasıl buluyorsunuz? ■— Eseri, rollerini çok iyi kavradılar.

Realist, güçlü bir oyun kabiliyetleri var. özellikle dört önemli karakterin, Eliza ile ba­ bası Doolittle, Higgins’in ve Pickering’in çok iyi canlandırılacağını sanıyorum.

— Bir de İngiliz oyuncunuz var galiba aralarında?...

— Evet, Freddy’yi Türkçe oynayan

Yorkshire’li bir İngiliz. Güzel sesi var. Ya­ bancı şivesiyle esere bir özellik katacaktır.

— Koroyu nasıl buluyorsunuz?

— Opera korosu kadar tecrübesi yok belki, ama ses bakımından ondan aşağı değil. Fizik balcımdan da daha genç, daha avantaj­ lı... Hem canla başla çalışıyorlar.

— Prömiyerden sonra, bir süre kalabile­ cek misiniz?

— 2Ve yazık ki hayır. Hemen Frankfur-

ta döneceğim. Orada, Metropolitan’m rejisö­ rü Merril’le “ Satılmış Nişanlı” yı çıkaracağız. Ben balesini hazvrlıyocağım.

Vakit ilerlemiş, gecenin yarısı olmuştu. Todd Bolender, ertesi gün gene çok erken saatlerde kalkacak, tiyatroya gidecek, dekor, kostüm atelyelerini dolaşacak, sonra gene provaya girecekti.

Kendisine, bunca iş ve yorgunluk arasın­ da, konuşmamıza vakit ayırabildiği için te­ şekkür ettim.

4

t o d d BOLENDER "MY f a ir

LADY" PROVALARINDA AY-TEN GÖKÇER'LE

(19)

"My

Fair Ladyjnn

Kompozitörü

FREDERICK

W E W E

Nevit KODALLI

□ rederick Loewe, komedi müzikal kompozi-

' törleri arasında en tanınmışlarından bi­

ridir.

Söylenildiğine göre, kendisi daha 5 yaşınday­ ken piyano çalıyormuş ve 9 yaşında iken kompo­ zisyonlar yapmaya 'başlamış. Eldeki belgelere gö­ re henüz 13 yaşındayken Berlin Senfoni Orkest­ rası eşliğinde parlak bir konser vererek o zama­ na kadar bu orkestrada solist olarak çalmış en genç piyanist ünvanını almıştır. Aynı zamanda genç piyanistlerin peşinde koştukları "Hollanda Madalyası" ödülünü de kazanmıştır.

Çok genç yaşta Amerika'ya gitmiş, verdiği konserler ilgisizlikle karşılanınca, hayatını sür­ dürmek için, binicilik dersleri vermiş, hattâ bok­ sörlük bile yapmıştır.

Loewe'nin kompozisyon yapma gayreti hiç bir zaman eksilmemiş, çalışmalarına devam et­ miştir.

İlik yazdığı "Büyük Lady" Viyana operetleri stilinde bir eserdir.

Birgün Lamb's Club'te Alan Jay Lerner ile tanışmış, böylece aralarında müzikli komedi ala­ nında, ilerde parlak sonuçlar verecek bir işbirliği başlamıştır.

Detroit'te b ir tiyatro kumpanyası için yaz­ dıkları bir müzikal komedinin sağladığı başarı

kendilerine cesaret vermiş, Broadway için

"Wat's Up" adlı bir ikinci oyun yazmışlar, ama bu oyun ancak 8 hafta afişte kalabilmiştir. Bun­ dan cesaretleri kırılmamış, 1946 da "ilkbahar­ dan b ir önceki gün" adlı komedileri New York'- ta 6 ay başarıyla oynanmıştır. Hemen arkasından "Brigadoon"u yazmışlar ve o yıl bu eserle tiyat­ ro eleştirmeleri ödülünü almışlardır. Böylelikle

bu eser, ödül alan ilk komedi müzikal olmuş,

Londra'da 4 yıl, ondan önce de Amerika'da 5 yıl oynanarak büyük bir başarı kazanmıştır. Arka­ sından "Vagonunu boya" adlı oyunu yazmışlar, iki buçuk yıl süreyle oynanan bu eserleri de bü­ yük bir başarıya ulaşmıştır. Bu arada Loewe, İs­ koç havalarını incelemiş ve Edwardien İngiltere

"MY FAIR LADY" Yİ DİLİMİZE ÇEVİRENLERDEN KOMPOZİTÖR Nevit KODALLI

Çağı üzerine bir eser yazmayı aklına koymuştur. Gene Lerner ile çalışarak Shaw'un ünlü "Pyg- malion" adlı eserini "My Fair Lady" adı altında komedi müzikal yapmışlar, bu alanda en başa­ rılı örneği verdiklerini de yıllarca afişlerde kalan bu eserle ispat etmişlerdir. Eser müzik olarak 21 ayrı bölümlüdür ve herkesin sevebileceği bîr ra­ hatlık ve kolaylıktadır.

Devlet Tiyatrosu, My Fair Lady'yi "Öp Beni

Kate"ten sonra ikinci komedi müzikal olarak

sunmaktadır. Verdiği birinci örnek yalnız halkı­ mızın zevkine değil, fakat yerli müzikli oyunla­ rın yazılabilmeşine öncülük etmiştir. Böylelikle Türk kompozitör ve yazarları bu örnekten fayda­ lanarak birçok başarılı müzikal komedileri hal­ kımıza sunabilmişlerdir.

(20)

ALAN JAY LERNER

DEVLET TİYATROSU

Genel Sanat ve İdare İşleri : Cüneyt GÖKÇER

George BERNARD SHAW’un “ PYGMALION” adlı oyunu üe Gabriel PASCAL’m filminden meydana getirilen Müzikal Komedi, 2 Bölüm, 18 Tablo.

Metin :

ALAN JAY LERNER

Müzik :

FREDERICK LOEWE

Sahneye Koyan ve Koreografi :

TODD BOLENDER ORKESTRA ŞEFİ Dieter BRUX

KORO ŞEFİ Vedat ÇORBACI

TÜRKÇESİ Sevgi SANLI - Nevit KODALLI DEKOR Refik EREN

KOSTÜM Hâle EREN IŞIK Nuri ÖZAKYOL

K İ Ş İ L E R :

NKVI

Sokak Oyuncuları Ceyhun ÖZSOY, Altan TEKİN, Bülent TUZCd, Sevgi KUÇUKOZEL

Şoför Uşaklar

Zafer ERGİN

Faruk GÜNUĞUR, Vedat ÖZKOK

Mrs. Eynsford - Hill Nurşen GİRGİNKOÇ Lord Boxington Azmi ÖRSES

Eliza Doolittle Ayten GÖKÇER Lady Boxington Yüksel ÖRSES

Freddy Eynsford - Hill Gerald STERN Polis Ferdi MERTER

Albay Pickering Asuman KORAD Çiçekçi Kız Gülseren MORGAN

1. Sokaktaki adam Ferdi MERTER Zoltan Karpathy Savaş BAŞAR

Henry Higgins Cüneyt GÖKÇER Transilvanya Kraliçesi Tomris OĞUZALP

Selsey'li Erdoğan GÖZE Prens Erdoğan GÖZE

Hoxton'lu Aykut SÖZERİ Sefir ve eşi Adnan BAŞER -Tansel BAŞAR

II. Sokaktaki adam Tansu AYTAR 2. Meyhaneci Ferdi MERTER

1. Cockney 2. Cockney

Adnan BAŞER Fevzi GUR

Mrs. Higgins'in Hizmetçisi Gülseren MORGAN

3. Cockney 4. Cockney

Azmi ÖRSES Mithat DEMOKAN

Koro Mefharet ATALAY, Güney GÜLTEK, Tülây İLDEN, Gülây SÖZGEN, Claudette İNCE, Suzan TÜRKAN, Candan YAL-Meyhaneci Harry Jamie Savaş BAŞAR Muammer ESI Tekin AKMANSOY )

ÇIN, Sema YAPAN, Tansel BAŞAR, Deva ÇOLAKOĞLU, Ayhan GERGİN, Alpay KÖSTEM, Arda OKTEM, Eralp ÖZVEREN, Savaş TAMER, Rüstem VAGAS, Neşe GÜVEN-Alfred P. Doolittle

Mrs. Pearce

Şahap AKALIN

Meliha ARS ]

SOY, Fahrettin KEBAPCIOGLU, Erdal OZDEMİR

Mrs. Hopkins Uşak

Maral ÜNER

Fevzi GÜR Bale Oğuz ÖZLEM, Ümit TUZCU, Ceyhun ÖZSOY, Altan TE­

KİN, Bülent TUZCU, Cumhur TANDOĞAN, Sevgi CAM-Hizmetçiler

Mrs. Higgins

Mefharet ATALAY, Tülay İLDEN, Yüksel ORSES, Olcay POYRAZ, Serpil UZMAN, Maral ÜNER Nermin SAROVA

BAZOĞLU, Ayfer ŞARDAĞ, Fatoş KARACA, Suna ZENGİN, Sema AĞCA, Selma SÖKMEN, Gönül AYBAR, Merih BOZKURT, Dilek İLERİCİ, Sabriye BAŞAR, Saruhan GAZNE

FREDERICK LOEWE

Reji Asistanları : Faik ERDEM - Azmi ÖRSES — Kondüit : Cemal GÖKSEL Bu eserin Am erika’daki prodüksiyonu Herman L E V IN tarafından yapılmıştır.

(21)

Y a Bernard Shaw

Ne Derdi ?

Metin AND

T") eylet Tiyatrosu önce Shakespeare’in ese-_ rinden uyarlama bir müzikal oynadı (Öp

beni Kate), şimdi de Bernard Shaw’un ese­

rinden uyarlanan My Fair Lady’yi oynuyor. İkincisinin ünü yeryüzünde daha büyük ol­ du. Amerika’dan sonra İngiltere, Arjantin, Avustralya, Güney Afrika, Meksika, Rusya, Hollanda, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, İtalya, İsveç, İsrail, Çekoslovakya, Bulgaristan, Almanya, Macaristan, Japonya ve daha nice ülkelerde gösterildi, bazılarında da o ülkelerin Devlet Tiyatrolarınca oynan­ dı, görülmemiş bir başarıya ulaştı. Warner film yapıcılarınnı hakkını 5 milyon dolara sa­ tın aldıkları My Fair Lady’nin beyaz perde­ de gösterilişi daha da yaygın oldu. Bu başa­ rıyı paraya çevirirsek New York’da yedi yıl üstüste oynanışından yirmi milyon dolar ge­ tirmiştir ve dört milyon kişi seyretmiştir. Bundan daha fazla seyirci de New York dı­ şında seyretmiştir. Ayrıca dışarda oynanışla­ rı kırk milyon dolar getirmiş, plâklarının sa­ tış geliri dört milyonu aşmıştır.

My Fair Lady’nin önemi onun ticari ba­ şarısından, altın yumurta yumurtlayan ta­ vuk oluşundan çok sanat değerindedir diyebi­ liriz. Daha önceleri müzikaller güzel kızların bacak gösterisi, halkın tuttuğu soytarıların numaralan, ucuz müzikle, kopuk sahneleriyle bir bütünden uzaktı. My Fair Lady ve daha sonraki müzikallerde tiyatronun bütün un­ surları ustaca bir araya getirildi, oynayış, olaylar dizisi, müzik, şarkı, güfte, koreografi, giyim, kuşak, dekor, ışık, gibi çeşitli sahne sanatları elele ortak amaç için uyumlu bir biçimde kaynaştılar. My Fair Lady’de olduğu

yeni müzikallerde dramatik yaşantı dış görünüşlerden ve olaylardan çok durumlar­ dan ve dişilerden çıkıyordu. Herkesin şarkısı, sözleri onun kişiliğine, dünya görüşüne uy­ gun düşmektedir. Shaw’un söyleşmeleri, hi­ kâye kişiler, müzik hep aynı ortak amaç için bir araya geliyordu, genel çizgiyi dengeli bir biçimde güçlendiriyorlardı, işte My Fair

Lady yi seçkin yapan Shaw gibi bir yazarın

eserine kıymadan onun ruhuna sadık kalın­ ması olmuştur. Nitekim My Fair Lady’nin yazarı Lerner ile bsetecisi Loewe daha sonra birlikte yazdıkları Canıelot’da bu başarıyı gösterememişler, ortaklıkları da sona ermiş­ tir.

Acaba Shaw oyununun müzikal komedi yapılmasına ne derdi? Bütün dünyada

başa-10

"İNSAN VE ÜSTÜN İNSAN" SHAKESPEARE'LE BERNARD SHAW

n kazanan, böylesine para getiren bir oyunu kabullenir miydi, yoksa eserinin gerçek ama­ cını değiştiren, onu hafifleştiren böyle bir oyuna kızar mıydı? Shaw kendisi bir müzik eleştirmeniydi. Onun çağındaki komik opera­ lar, müzikaller, operetler günümüzde olduğu gibi dramatik ağırlığı olan oyunlar değildi. Çağının en önemli komik opera yazarları Gilbert ile Sullivan’dı. Hemen şurasını belirt­ mek gerekir, bunlardan Sir William Schwenck Gilbert’in tıpkı Shaw’unki gibi mitologyadan esinlenmiş Pygmalion ve Ga­ latea adlı bir oyunu olmakla beraber bu mü- ziklendirilmemiştir. Shaw ne Gilbert’in oyun larını, ne Sullivan’ın müziğini beğeniyordu. Onların en beğendiği eseri Utopia Limited adlı olanıydı ki, bu da bu iki yaratıcının en az başarılı olan eseriydi.

Shaw’un biyografisini yazan Hesketh Pearson’un anlattığına göre Gilbert ile Sulli- van’m arasında anlaşmazlık çıkınca, bu iki sanatçının operetlerini oynayan D’Oyly Carte

(22)

topluluğu Gilbert yerine Shaw’dan libretto almayı denedi, fakat Shaw müzikal komedile­ ri sevmiyordu, bu bakımdan yanaşmadı.

Ama sonra korktuğu başına geldi. Arms

and the Man adlı oyunu kendisinden izin

alınmadan Çukulata Asker adıyla operet ya­ pıldı, müziğini Oscar Strauss besteledi, önce 1909’da Berlin’de daha sonra Londra’da 1910 da oynandı. Temsilin programında şöyle bir yazı vardı : “ Oyunlarından birinin izinsiz parodisini yaptığımız için Mr. Bemard Shaw’dan özür dileriz.” Shaw besteciye ya­ ratıcı haklarının çiğnendiğini, metni in­ celediğinde kendinden alındığını gördüğü sözlerin kaldırılması ve adının kullanılmama­ sı şartiyle ses çıkamayacağını söyledi. Hikâ­ yeler herkesin ortak malıdır, fakat fikirler, sözler kendisinindir. Ancak bir süre sonra bütün dünya eserin Shaw’un olduğunu bili­ yordu. Daha sonra Çukulata Asker Ameri­ ka’da oynanışında Shaw’un sözleri operete katıldı, büyük başarı kazandı, kendisine ya­ ratıcı hakkı ödenmek istendiğinde Shaw pa­ rayı almadı. Ama aynı oyun Çukulata Asker adıyla (1927) film yapılmak istenince Shaw dâva açıp, yapımı engelledi, film 1932 de asıl adıyla ( “ Arms and the Man” ) oynandı.

Hesketh Pearson Shaw’dan başka eser­ lerinin de müziklendirilmek istenip istenmedi­ ğini sorduğunda Shaw, tanınmış bir besteciy­ le gene tamnmış bir libretto yazarının oyun­ larından Captain Brassbouııd’s Conversion’u müziklendirmek, bir opera komik yapmak için kendisine başvurduklarını, fakat ya­ pılacak değişiklikler işine gelmediği için izin vermediğini, bir başkasının da The

Devil’s Disciple’dan opera komik yapmak is­

tediğinde ona da yüz vermediğini söylemiştir. Shaw hikâyeler kimsenin öz malı değil­ dir demiş olmasına rağmen Great Catherine adlı oyununu hikâyeye çevirmek isteyen bi­ rine izin vermemiştir. Oysa kendisi My Fair

Lady veya Pygmalion’un konusu için Tobias

Smollett adlı bir yazarın Peregrine Pickle

adlı öyküsünden yararlanmıştır. Burada hi­ kâyenin kahramanı, Higgins gibi, onaltı ya­ şında bir dilenci kızını sokaktan alır, onu yı­ kar, eğitir ve salonların, kibar çevrelerin en seçkin bir hanımı yapar. Kız bu kibar çevre­ de gözü kızınca sokak ağzıyla küfürler eder. Benzerlik öylesinedir ki My Fair Lady konu­ sunu kolayca bu hikâyeden de alabilirdi Has- keth Pearson’un anlattığına göre kendisine başkasının eserini kullandığı söylenince Shaw şöyle bir açıklama yapmıştır: “ Smolett’in ro­ manlarını gençliğimde okumuştum, ama üze­ rimde hiç bir iz bırakmamışlardı. Peregrine Pickle’deki olay bilinçli olmadan kafamda yer etmiş, kullanacağım güne kadar da orada saklı kalmış olabilir. Shakespeare ve Moliere’in de yapmış olduğu gibi iyi şeyleri bulunca alır, onlara yeni bir görünüş, Shaw felsefesi ve çağcıl bir anlam veririm. Şuna

inanıyorum ki bu gök kubbe altında hiç bir şey yeni değildir, belki Smolett de bu fikri bir başkasından almıştı.”

Shaw’un başka bir yazarın oyunlarından libretto çıkarmasını istemeyişinin nedeni bunların olaylar dizisinden çok onların dü­ şünce yanını mutlu sonuçlar, romantik, duy­ gusal katkılarla bozacağından korkmasın- dandır. Kendisi Pygmalion’un sonuna yazdı­ ğı bir artdeyişte My Fair Lady’den çok deği­ şik bir son düşünmüştür. Bu sonda Eliza’mn Higgins ile değil fakat Freddy ile evlenece­ ğini, Albay Pickering’in onlara South Ken- sington’da bir çiçekçi dükkânı açacağını ön­ görmektedir. Ona göre Eliza ile Higgins’in evlenmeleri uygun düşmemektedir, öte yan­ dan Pygmalion Gabriel Pascal eliyle (1938) film yapılınca Shaw film için ek sahneler, ve söyleşmeleri kendisi yazmıştır. Nitekim filmde birinci perdede Eliza’yı bir taksi şofö­ rünün eve götürüşü, ikinci perdede Mrs. Pearce’in Eliza’yı banyoda yıkaması, ikinci perdenin sonunda Higgins’in Eliza’ya ders vermesi, üçüncü perdede çay toplantısında beş kişinin fazladan oluşu, dördüncü perdede Freddy’nin Eliza’yı ziyareti eklemedir, filmin sonunda ise Higgins ile Eliza’nın evleneceği anlaşılmaktadır.

Pygmalion’u My Fair Lady’ye uyarlar­ ken Jay Lerner’in ufak tefek değişiklikleri Shaw’un havasını ve üslubunu bozmamış, tersine onları daha iyi belirtebildiği gibi oyun daha insancıl, duygulu, sıcak bir hava da kazanmıştır. Bu bakımdan Shaw sağ olup My Fair Lady’yi görseydi, onu beğeneceğini ve benimsiyeceğini kestirmek yanlış olmaz.

(23)

Bir Müzikalin.Hikâyesi

"My Fair Lady", bilindiği gibi, George Bernard Shaw'un "Pygmalion" ad­ lı komedisinden müzikal haline getirilmiştir. Shaw, bu oyununda hiçbir zaman elden bırakmamış olduğu sosyal alayın, hicvin yanısıra didaktik amaçlarda güt­ müştür. Fonetik profesörü Higgins'e, Londra sebze halinin lahana yaprakları ara­

sından bulup çıkardığı çiçekçi kızı hakiki bir lady haline getirtirken, İngiliz

aristokrasisiyle alay eder, ama aynı zamanda, bu aristokrasinin pek övündüğü o güzel konuşmanın, o kibar hallerin, tavırların sanıldığı gibi soylu kişilere ver­ gi olmadığını, biribirinden farksız doğan insanların pekâlâ eğitilebileceğini, bil­ medikleri, alışmadıkları şeyleri, çalışarak kısa zamanda öğrenebileceklerini de göstermek ister.

PYGMALION EFSANESİ

Bernard Shaw, oyununun temasını eski bir Yunan efsanesinden almıştır. Kibrisin masal Kralı Pygmalion, fildişinden yaptığı bir kadın heykeline, kendi eserine, aşık olmuş, Galathea adını verdiği, en güzel urbalarla giydirip kuşattığı, en güzel gerdanlıklarla, bileziklerle donattığı bu heykele, aşk tanrıçası Aphro­ dite can verince, onunla evlenmiş, ondan Pathmos adında bir de oğlu olmuştu.

X V III. yüzyılda, birçok ressam ve heykeltraşlara ilham veren bu tema ede­ biyatta, özellikle şiirde, çok kullanılmıştır. Bernard Shaw'a gelince, bu temadan yalnız ana fikri almış, konuyu amacına uygun olarak, tamamiyle serbest bir şe­ kilde işlemiştir. Erkek kahramanı, fonetik profesörü Higgins, bütün "Cockney" ler gibi acaip ve berbat bir İngilizce konuşan çiçekçi kız Eliza ile ilgilenir, ken­ disi gib fonetik uzmanı olan arkadaşı Albay Pickering'le bahse tutuşunca da onu evine götürür, ona iyi konuşmayı, iyi giyinmeyi, bir kelimeyle kibarlığı öğretir. Altı ay sonra, bir baloda, Londra sosyetesine düşes olarak tanıttığı zaman da her­ kes buna inanır ve arkadaşıyla giriştiği bahsi kazanır. Ama Higgins, bir hiçten yarattığı Lady sine aşık değildir. Tersine, Shaw'un oyuunnda, Yygmalion'a aşık olan Galathea'dır. Ama Shaw'un Eiiza'sı gerçekleri görmesini bilen, sağduyu sa­ hibi bir kızdır. Onunla evlenirse, üstün kişiliğinin altında ezileceğini bilir. Shaw'a göre de Freddy onun için daha uygun bir kocadır. Evlenecekse onunla evlenme- lidir. "Pygmalion"un sonunda, durum belli değildir, Eliza'nın kiminle evlenece­ ği açıklanmaz, ama Bernard Shaw, son baskılarından birine yazdığı sonsözde, onun Freddy ile evlenip bir çiçekçi dükkânı açtığını söyler.

OYUNDAN MÜZİKALE

1912 de oynanıp yayımlanan "Pygmalion"un kısa zamanda, bütün dünya­ da kazandığı başarı, gördüğü ilgi, birçok kimselerde onu filme çekmek, müzik- lendirmek, bir müzikal komedi haline getirmek fikrini uyandırmıştır. Bernard Shaw, 1938 de Gabriel Pascai'e film müsaadesini verdiği halde, müzikal konu­ sunda kendisine yapılan bütün teklifleri - hattâ en caziplerini - olumlu karşıla­ mamış, meşhur inatçılığıyla hepsini reddetmiştir. Kendisine kabul ettirilebilen tek şey oyuna şarkılar eklenmesi olmuştur.

1950 de Bernard Shaw öldükten sonra, vaktiyle eseri filme çekmiş olan Gabriel Pascal, mirasçılarından kısa süreli bir müzikal yapma izni koparmayı

başarmış. Ama Broadway prodüktörlerinden hiçbiri böyle bir teşebbüse para

yatırmıya yanaşmamış. Daha sonra, 1952 de, Alan Jay Lernerle Frederick Loewe bu işe girişmişler, ama onlara izin verilmemiş. 1954 de Gabriel Pascal ölünce, "Pygmalion"un müzikal haline getirilmesi projesi suya düşer gibi olmuş. Wer- ner'le Loewe yeniden işe girişmişler. Ellerinde müsaadeleri olmadığı halde, ay­ nı yılın sonlarına doğru, müzikal adaptasyonlarını tamamlamışlar.

"MY FAIR LADY"NİN DOĞUŞU

Böylece, çağımızın en başarılı müzikali sayılan "My- Fair Lady" iki sanat­ çının ortaklaşa gayretleri ve çalışmaları sonunda, nihayet meydana gelmiş olu­ yordu. Alan Jay Lerner, bu çalışmalar sırasında düştükleri tereddütleri şöyle anlatıyor :

(24)

' MY FAIR LADY” NİN MÜ­ ZİKAL ÇALIŞMALARINI VE TEMSİLLERİ YÖNETEN OR­ KESTRA ŞEFİ DIETER BRUX

«

"Pygmalion"u müzikal haline getirmeğe karar verdiğimiz zaman, oyundaki olayları, vakayı değiştirmeden, tam mânasiyle bir müzikal çıkarmayı nasıl ba­ şarabileceğimizi bilmiyorduk. Ama oyunu tekrar tekrar, dikkatle okuyunca an­ ladık ki konuyu değiştirmeğe hiç lüzum yoktur. Bernard Shaw'un oyununda sahne dışında geçen olayları metne katmakla bu iş pekâlâ olabilecekti."

Gerçekten de öyle olmuştur. Lerner'le Loewe metne ufak tefek parçalar ek­ lemek zorunda kalmışlardır, ama Shaw'in üslûbuna, vakanın tabiî akışına o kadar bağlı kalmışlardır ki, bu parçalar hiçbir zaman ekleme olduklarını du- yurmamışlardır. Hattâ Shaw'a ait metnin nerede bittiğini, Lerner'a ait metnin nerede başladığını söyleyebilmek çok zordur. Araya müzikal komedinin gerek­ li kıldığı beşeri ve duygulu birkaç replik konulmuşsa, bu da Shaw'un iğneleyi­ ci, hattâ ısırgan tarafını hafifletmek için konulmuştur. Esere Bernard Shaw'da olmıyan samimi, romantik bir ifade kazandırılması müzikale parlaklık vermiş­ tir. Sonu hariç, vakada hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Sınıf farklarının yanlış anlaşılması, yüksek sosyetenin hicvi bakımından kahkahalar yaratan sahneler müzikalde de korunmuştur. Eliza'nın Higgins'le birleşmesi şeklinde değiştirilen final de, hemen bütün müzikallerin "happy end"le bitmesinin arzu edilmesi yolundaki alışkanlığa uyulmasından ileri gelmiştir ve bu final, kabul etmek lâ­ zımdır ki, müzikal seyircisi için daha tatmin edici olmuştur.

Lerner'le Loewe, müzikali tamamladıktan sonra, Higgins rolünün eserin

kaderi üzerinde ağır basacağını bildiklerinden, daha Shaw'un mirasçılarıyla an­ laşmadan, Rex Harrison'la anlaşmışlar, bu komedyeni o role bağlamışlardır. Ni­ hayet Mirasçılardan izni de koparınca, 1965 Temmuzunda, bütün gerekli anlaş­ malar imzalanmış, Herman Levin prodüktörlüğü kabul etmiş, Columbia Radyo Şebekesi de prodüksiyonu finanse etmeği üzerine alarak 400.000 dolar serma­ ye koymuştur. Bu şartlar altında bütün hazırlıkları tamamlanan "My Fair Lady" nin ilk temsili, nihayet 15 Mart 1956 akşamı New York'ta, Mark Hellinger Ti­ yatrosunda oynandı.

(25)

KAZANILAN BÜYÜK BAŞARI

Ertesi gün, "New York Times''ın ünlü tiyatro eleştirmeni Brooks Atkinson, "My Fair Lady" temsili için şunları yazıyordu :

"Bu yüzyılın en zevkli, en başarılı müzikali. Yaratış dehasına yaklaşmış olan bir eser. Zekâ, ustalık ve tatlılık bakımından "My Fair Lady" nice yıllar­ dır dinleyemediğimiz bir güzelliktedir."

William Hawkins de şöyle diyordu :

"Efsanevi bir geceydi. Özlediğimiz herşey var bu eserde. "My Fair Lady" kalblerinizi fethediyor ve gülmekten kırılıyorsunuz."

Müzikalin, ilk günlerden, büyük ilgi uyandırmasına ve gişelerin önünde kuyrukların meydana gelmesine bu kadarı yeterdi. Amerikada tiyatro eleştir­ menlerinin verdikleri hüküm kesindir. Çok defa bir oyunun - ve oyunla bera­ ber yazarın, tiyatronun, prodüktörün, işe para yatıranların - alınyazısı bu hü­ kümlere bağlıdır. Özellikle büyük gazetelerde, ünlü eleştirmenlerin verdikleri hükümlere.

"My Fair Lady" ilk anda öyle parlak övgülerle karşılanmıştı ki uzun bir zafer yolculuğuna çıkacağı muhakkak gibiydi. Nitekim öyle oldu. New York'ta tam on, Londra'da dokuz yıl, başka ülkelerde de uzun süre kapalı gişe oynana­ rak bütün rekorları kırdı.

BAŞARININ KAHRAMANLARI

Kazanılan başarınnı kahramanları, bir bakıma, "My Fair Lady"yi müzikal haline getiren Alan Jay Lerner'le Frederick Loewe'dir, Tasarladıkları eseri, bü­ tün engelleri aşarak ve büyük emek harcıyarak, en iyi şekilde meydana getir­ mişler, mükâfatını da görmüşlerdir.

Bunlardan Alan Jay Lerner, Harward Üniversitesini bitirdikten sonra uzun süre yazdığı radyo oyunlarında başarı göstermiş, ama yıldızı, bir gün Frederick Loewe'yle tanıştıktan ve beraber çalışmaya başladıktan sonra parlamıştır.

Bugün müzikal bestecilerinin en tanınmışlarından biri olan Loewe'ye gelin­ ce, daha beş yaşında iken piyano çalmıya, dokuzunda kompozisyon yapmıya başlamış, on üçünde de Berlin Senfoni Örkestrasıyla parlak bir konser vermiş­ tir. Küçük yaşta Amerikaya göçetmiş, konserleri umduğu ilgiyi görmeyince, bi­ nicilik öğretmenliği, hattâ boksörlük yaparak hayatını kazanmak zorunda kal­ mıştır.

İki arkadaş, birlikte çalışmıya başlayınca, Detroit Radyosu için hazırladık­ ları "The Lif of the Party" ile kazandıkları ilk ortak başarı onlara umut vermiş, bunu Broadway için yazdıkları "Wat's Up" ile "Bahardan Önceki Gün" izlemiştir. Daha sonra, Tiyatro eleştirmenleri ödülünü kazanan ilk müzikal olarak anılan ve New York'ta beş, Londra'da dört yıl afişte kalan "Brigadoon", gene uzun sü­ re oynanan "Vagonunu boya" müzikali onlara şöhretin yolunu açmış, "My Fair Lady" de adlarını dünyaya duyurmuştur.

BİZDE "MY FAIR LADY"

Bir tiyatro adamı için "My Fair Lady"yi görüp de beğenmemek, kendi ti­ yatrosunda oynamak, oynatmak istememek kolay değildir. Hele bu tiyatro ada­ mı müzikal yeteneği de olan bir komedyense...

Cüneyt Gökçer de eseri ilk defa Londra'da gördüğü zaman hayran olmuş­ tur. Bizde oynanması için de hemen harekete geçmiştir. Ama o sıralarda "My Fair Lady"nin copyright haklarını ellerinde tutanlarla bestecisi Frederick Loewe arasında çıkan bazı anlaşmazlıklar, sonra Türkiyede oynanmasına müsaade edil­ mesi için ileri sürülen ağır şartlar - özellikle mali şartlar - olumlu bir sonuç al­ masına engel olmuştur. Bunun üzerine, sanatçılarımız kadar seyircimiz için de

ilgi çekici olan müzikal komedi denemesini Gökçer, ister istemez, başka bir

eserle yapmak zorunda kalmış, ama tercihi gene seviyeli bir müzikal, konusunu Shakespeare'in "Hırçın Kız"ından alan "Kiss me Kate!" üzerinde olmuştur.

Bu da Devlet Tiyatrosuna, geniş bir bale ve müzik kültürünün yanısıra, zen­ gin tecrübesi - ve ince bir zevki - olan gerçek bir sanat adamını tanımak, ihti­ sasından faydalanmak fırsatını vermiştir. Bu sanat adamı ünlü bale ustası

(26)

Ge-"MY FAIR LADY" NİN DEKORLARI İLE KOSTÜMLERİNİ ÇİZMİŞ OLAN

REFİK EREN HÂLE EREN

örge Balanchine'in yanında yetişmiş, New York City Ballet'de uzun yıllar onun­ la çalışmış ve uluslararası bir ün kazanmış olan Todd Bolender'di. "Kiss me Kate!" de aldığı güzel sonuçlar da bu alanda kendisine her zaman güvenilebi­ leceğini ortaya koymuştu.

GÜÇLÜK BİR DEĞİL...

işte, bu mevsim sonlarına doğru, "My Fair Lady"nin nihayet Ankara'da oynanması imkânları sağlanabilince, eseri sahneye koymak - ve koreografisini yapmak - için Cüneyt Gökçerin aklına gelen ilk ad, gene, son yıllarda Almanya- da çalışmakta olan, Todd Bolender oldu. Onun bu işi üzerine almayı kabul et­ mesi güçlüklerin büyük bir kısmını ortadan kaldırıyordu, ama gene de bir hay­ li güçlük vardı yenilecek...

Başta tercüme güçlüğü geliyordu. Bernard Shaw'un Eliza'ya konuşturduğu "Cockney" ağzı İngilizcenin Türkçede karşılığını bulmak hiç de kolay değildir. "Pygmalîon"un şimdiye kadar sahnemize çıkarılamamış olması da belki bu güç­ lükten ileri gelmişti. Ama iyi bir tesadüf, eserin dilimize çevrilmesinde iki de­ ğeri kalemin, bir oyun yazarıyla bir opera bestecisinin, işbirliğini sağlamıştı - orijinalin yaratılmasında olduğu gibi - Sevgi Sanlı ile Nevit Kodallı. Birincisi, sağlam İngilizcesinin yanısıra "Pygmalion"u yakından incelemiş bir Shaw hay­ ranı olarak çeviride en iyi çözüm yollarını bulabilecekti. İkincisi de, bir besteci olarak, özellikle şarkıların dilimize aktarılmasında, prozodi engellerini ortadan kaldırıyordu. Hem, bu işin denemesini, daha önce, "Kiss me Kate!" le yapmış­ lar, iyi sonuçlar da almışlardı.

Daha başka güçlükler de vardı... Opera bölümü bu müzikal çalışmasına or­ kestrası, korosu, balesiyle katılmayı kazanç sayacağı yerde, Tiyatro Bölümüne en küçük bir yardımda bulunmak istemedi. Ama Gökçer bunun da çaresini bul­ du. Aynı çatı - ve düne kadar kendi yönetimi - altındayken faydalanamadığı bu unsurları başka sanat kurumlarından sağlamakta gecikmediler.

N. F.

(27)

TABLOLAR MÜZİKLER

Olay 1912 de, Londra'da geçer. B İR İN C İ B Ö L Ü M

1. Tablo : Covent Garden Krallık Operasının önü Soğuk bir Mart gecesi. 2. Tablo : Tottenham Court Sokağında H em en sonra. 3. Tablo : Higgins’in Evi Ertesi sabah. 4. Tablo : Tottenham Court Sokağında Üç gün sonra. 5. Tablo : Higgins’in Evi A yni gün daha geç saatlerde. 6. Tablo : Ascot’da yarış alanına yakın bir yer Bir Temmuz günü, öğleden sonra. 7. Tablo : Ascot’da bir klüp çadırı. H em en sonra. 8. Tablo : Wimpole sokağında Higgins’in evinin önü. Akşam üzeri. 9. Tablo : Higgins’in çalışma odası. A ltı hafta sonra. 10. Tablo : Elçilik Balo Salonuna Açılan Hol. Akşamın geç saatlerinde. 11. Tablo : Elçilik Balo Salonu H em en sonra. İK İN C İ B Ö L Ü M

1. Tablo : Higgins’in çalışma odası. Ertesi gün, sabahın üçü.

2. Tablo : Wimpole Sokağında Higgins’in

evinin önü. H em en sonra. 3. Tablo : Covent Garden’in Çiçek Pazarı. A ynı sabah, saat 5 te. 4. Tablo : Higgins’in evinin üst katındaki hol. A ynı giin, saat 11 de. 5. Tablo : Mrs. Higgins’in Limonluğu A ynı gün, geç saatlerde. 6. Tablo : Wimpole Sokağında Higgins’in evinin önü. Akşamın alaca karanlığında. 7. Tablo : Higgins’in çalışma odası. H em en sonra.

1. Uvertür ve sahne müziği.

2. “ Niçin doğru konuşmayı öğrenmeyiz?” Şarkı (Eliza ve K o ro )

3. “ Ne kıyak iş!” Şarkı (Eliza ve K oro) 4. “ Talihli isen”

Trio (D oolittle, Jamie ve Harry) 5. “ Ben de herkes gibiyim” Şarkı (H iggins)

6. “ Sen Bekle!”

Şarkı (Eliza)

7. Hizmetçiler korosu. 8. “ Ispanya’da yağmur” Trio (Eliza, Higgins ve Pickering)

9. “Bu gece durmadan dans etsem!” Şarkı (Eliza ve H izm etçiler)

10. “ Ascot Gavot’u” Koro

11. “ Seninle aynı sokakta” Şarkı (Freddy)

12. Baloda. 13. Elçilikte Vals. 14. Ara müziği. 15. “ Başardın!”

D üet (Higgins, Pickering ve Hizmetçiler K orosu) 16. “ Durma!”

Şarkı (Eliza ve Freddy)

17. “ Çiçek Pazarı” (Ne kıyak iş!) K oro ( Eliza'nm solosu ile)

18. “ Aman nikâh kaçmasın!” Şarkı (D oolittle ve K oro)

19. “ Kendi kendine övgü” Şarkı (Higgins)

20. “ Sensiz de!...” Şarkı (Eliza ile Higgins)

21. “ Yüzüne öyle alışmışım ki..” Şarkı (H iggins)

D E V L E T

ÖZEL SAYI Mayıs 1967 Fiyatı : 500 krş. İ Ç İ N D E K İ L E R

BERNAD SHAW, “ PYGMALION" VE "MY FAIR LADY" ÜZERİNE : SEVGİ SANLI ■ TODD BOLENDER . LÛTFİ AY - TODD BOLENDER'LE BİR AKŞAM : NACİYE FEVZİ - FREDERICK LOEWE : NEVİT KODALLI - YA BERNARD SHAW NE DERDİ? METİN AND - BİR MÜZİKALİN HİKÂYESİ : N. F. TABLOLAR - MÜZİKLER.

®

İMTİYAZ SAHİBİ DEVLET TİYATROSU G. MD. ADINA : CÜNEYT GÖKÇER - UMU­ Mİ NEŞRİYAT MD. : LÛTFİ AY - FOTOĞRAFLAR : OZAN SAĞDIÇ - HAMZA İNANÇ - KAPAK KOMPOZİSYONU : HÜSEYİN MUMCU - DİZGİ VE BASKI : DOĞUŞ MAT­ BAACILIK VE TİCARET LTD. ŞTİ. MATBAASI — ANKARA

(28)
(29)

'•vŞfil

ÜSTTE: II. BÖLÜM III. TABLO ( COVENT GARDENTN ÇİÇEK PAZARI) ALTTA: II. BÖLÜM X V I. TABLO ( HIGGINS'İN EVİNDE L İ­ MONLUK)

(30)

ÜSTTE, SOLDA (I. BÖLÜM, VI. TABLO) :

MERMİN SAROVA ( MRS. HIGGINS), ZAFER ERGİN (ŞOFÖR) VE ASUMAN KORAD.

ÜSTTE, SAĞDA (I. BÖLÜM, VII. TABLO) :

GERALD STERN ( FREDDY EYNSFORD - HILL), ASUMAN KORAD VE AYTEN GOKÇER. ALTTA: ASCOT'DA BİR KLÜP ÇADIRINDA DAVETLİLER (K O R O : "ASCOT GAVOTU").

(31)
(32)
(33)

ÜSTTE (I. BÖLÜM, X. TABLO) :

ELÇİLİKTE, BALO SALONUNA AÇILAN HOLDE DAVETLİLER (ÖN SIRADAKİLER, SOLDAN) NERMİN SAROVA, ASUMAN KORAD, MARAL ÜNER, ERDOĞAN GÖZE (PRENS), TOMRİS OĞUZALP (TRANSİLVANYA KRALİÇESİ), AYTEN GÖKÇER, CÜNEYT GÖKÇER, TÜLAY İLDEN, MEFHARET ATALAY, YÜKSEL ÖRSES, AZMİ ÖRSES.

ALTTA (I. BÖLÜM, XI. TABLO) :

(34)

ÜSTTE (II. BÖLÜM, I. TABLO) :

(SOLDAN) MİTHAT DEMOKAN (UŞAK), CÜNEYT GOKÇER, MEFHARET ATALAY, OLCAY POYRAZ, TÜLAY İLDEN, YÜKSEL ÖRSES, SERPİL UZMAN (HİZMETÇİLER KOROSU).

(35)

ÜSTTE (II. BÖLÜM - III. TAB­ LO) :

COVENT GARDEN'İN ÇİÇEK PAZARINDA (SOLDAN) MU­ AMMER ESİ, TEKİN AKMAN- SOY, ŞAHAP AKALIN VE AYTEN GÖKÇER.

ORTADA: (SOLDAN) SERPİL UZMAN, MUAMMER ESİ, ŞA­ HAP AKALIN, TEKİN AK- MANSOY VE KORO. ALTTA: (SOLDAN) MUAM­ MER ESİ, SERPİL UZMAN'LA ŞAHAP AKALIN, TEKİN AK- MANSOY VE KORO.

(36)

ÜSTTE (II. BÖLÜM, III. TABLO) :

MUAMMER ESİ (SOLDA), ŞAHAP AKALIN (ORTADA) VE TEKİN AKMANSOY (SAĞDA) BALE TOPLULUĞUYLA. ALTTA: MUAMMER ESİ (SOLDA), ŞAHAP AKALIN (ORTADA) VE KORO.

(37)

ÜSTTE (II. BÖLÜM, V. TABLO) :

(SOLDAN) AYTEN GÖKÇER, NERMİN SAROVA VE CÜNEYT GÖKÇER.

ALTTA : AYTEN GÖKÇER, MRS. HIGGINS'İN Lİ­ MONLUĞUNDA.

İÇ KAPAKTA : CÜNEYT GÖKÇER'LE AYTEN GÖK­ ÇER (BALO DÖNÜŞÜ)

(38)
(39)

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Talepler doğrultusunda polyester malzemesinden her türlü sedef düğme, boynuz düğme, korozo düğme imitasyonu düğme ve aksesuarlar daha ekonomik üretilebilmektedir....

Özet: Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanında kurulan yapı, kişilerin maddî anlamda düşüş ve yükseliş seyri, bir tür kod işle- vinde kullanılan

Accord- ing to the Kaplan Meier analysis, age, number of metastatic axillary lymph node, menopausal status, and ECE grade were the significant prognostic factors for DFS in

Sofuoğlu, hazırlamakta olduğu kanun tekli­ finde, tarihî eser bulanlarla, tarihî eser bulun­ duğuna dair ihbarda bulunanlara prim veril-. â-D evam ı

1 ve 2 Sturm Ay¬rma Teoreminin hipotezlerini sa¼ glad¬klar¬ndan 1 in ard¬¸ s¬k iki s¬f¬r yeri aras¬nda 2 nin yaln¬z bir tane s¬f¬r yeri vard¬r..

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

Akut Miyokard Enfarktiisiinde Ventriku/er Trombiis ve Periferik Meriel Embolizm: UTA$, Cengiz ve ark. ANan S, Plehn J: Embolisation of a left ventricu/er mural thrombus:

Denge ve işletme eğrileri doğru şeklinde (seyreltik çözelti durumu) ise ve çözücü çözünen madde içermiyorsa Transfer birimleri sayısı;. Bu eşitlik grafiksel olarak