o
1
939 Türkiyesi’nde radyo henüz pek çok eve girme mişti. Buzdolabı gibi o da, bir lükstü. Onun İçin halk İkinci Dünya Savaşı'nın başladığını An kara'da ve İstanbul'da gazetele rin yaptıkları ikinci baskılardan öğrendiler.Öğrendiler ve aynı gece İs tanbul fırınlarında ekmek kalma dı. Cumhuriyet gazetesi 3 Eylül tarihli sayısında bunu “ Asılsız ve yalan haberler” başlığı altında şöyle izah ediyordu:
“ Şehrimizde ekmek buhranı olduğu ve bazı fırınlarda ekmek bulunmadığına dair çıkan sayfa lar asılsızdır. Alman-Leh harbi do layısıyla bazı kimseler evvelki ak şam mutadından fazla ekmek al mış olmakla beraber gene böyle bir buhran mevcut değildir. Alâ kadar bir zat muharririmize mem leketimizdeki un ve buğday sto kunun senelerce İhtiyacı karşıla yacak miktarda olduğunu, böyle bir buhran mevzubahis olmayaca ğın! söylem iştir.”
Ekmek daha sonra karneye bağlanacak, harbin ilk tahminle rin aksine hemen öyle birkaç yıl da bitmeyeceği anlaşılacaktır.
2 Eylül sabahı yarı-resmî Ulus gazetesinin bir baştan ötekine manşeti şudur: “ Harp başladı” . Bunu ikinci ve üçüncü başlıklar takip ediyordu: “ Almanlar Polon ya’ya taarruz etti — Ingiltere ve Fransa bunu harp ilânı telakki ediyorlar” .
Harp iki sınıf insanı harekete geçirdi: Gazeteciler ve muhtekir ler. Gazeteler mütemadiyen yeni baskılar yapıyorlar, günde birkaç defa çıkıyorlar, en son haberleri yetiştirmeye çalışıyorlardı. Evle rinde radyo bulunmayanlardan yabancı dil bilenler Avrupa istas yonlarını, bilmeyenler Ankara radyosunun bilhassa “ 13 haber- leri” ni dinliyorlardı. O saatte umumî yerlerdeki radyoların ba şı kalabalıktan geçilmiyordu. Ulus gazetesinin İstanbul muha birine göre, bütün gazetelerin sa tışları asgarî iki misli artmıştı ve "Bugün İstanbul birkaç yüzbin gazete üreten bir şehir haline gel m işti.”
Ancak, gazeteler bu çılgınlı ğın sonunun nereye varacağını kendi aralarında kestirmekten ve tedbir almaktan geri kalmadılar. Kâğıt Avrupa'dan geliyordu. Bir süre sonra gelmeyecekti. O za man ne yapılacaktı? İlk karar şu oldu: Gazeteler sekiz sayfadan fazla çıkmayacaklardı. Daha son raları altı ve dört sayfaya İndiler.
Ancak, o günler "muhtekir" diye bilinen vurguncularla, istif- çiierle uğraşmaya bütün savaş yılları boyunca, başta devlet, hiç kimsenin gücü yetmedi.
HAVADAN PARAYI KİM SEVMEZ?
Avrupa'daki harbin siyasî olayları Ankara’da, çarşı-pazar olayları İstanbul'da cereyan eder. Evvela İngiliz Kralı, sonra Fransız Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye birer mesaj gönderirler. İnönü, Sovyet Büyükelçisini kabul eder. Bunların haberleri, hiçbir yorum yapılmaksızın veriliyordu. İnönü’ nün izleyeceği politika belirlen mektedir: Harbe bulaşmamak, Sovyetler Birllği'ni üzerimize çek memek.
İstanbul'da çarşı-pazarı İki unsur etkilemektedir: Birincisi Dünya Harbi sırasındaki duru mun hatırası ve havadan para ka zanmak hevesi. Birinci Dünya Harbi’nin sıkıntılarını yaşamış olanlar hayattadırlar. Bunlar ay nı şeyin tekrarlanacağı endişe siyle piyasaya hücum etmekte, ne bulurlarsa almaktadırlar. Böy le olunca da o mallan ellerinde bulunduranlar fiyatları artırmak tadırlar.
İstanbul Valisi Dr. Lütfi Kırdar iki disiplin ortaya koyar: Müsteh lik (alıcı) disiplini ve tüccar disip lini. Vali, halkın paniğe kapılarak veya bazı fısıltılara uyarak evde mal saklamak hevesine kapılma- masını istemektedir. “ Türkiye gı da bakımından bir bolluk memle ketidir. Zeytinyağı, buğday, pi rinç, şeker ve diğer ürünler bol miktarda üretilmektedir” . Tüccar ise, “ anî vaziyetten ve talep artı şından istifadeye kalkarak fiyat artırm amalıdır” . Ticaret odaları toptan eşya fiyatlarını tesbit et mektedir. Aksi yola gidenler kar şılarında hükümeti bulacaklardır. Nitekim, harbin başlamasından bir hafta sonra hükümet uzun bir bildiri yayınlar ve durumu halka açıklar. “ Bilhassa şunu tebarüz ettirmek lâzım dır Memleketimiz de her nevi gıda maddesi halkı mızın ve ordumuzun ihtiyacını bir seneden fazla müddet idare ede cek kadar bol ve iyidir.” Bugün kü durumun Birinci Dünya Harbi yıllarıyla uzaktan yakından bir il gisi yoktur.
Gazeteciler de bu görüşü iş lerler. Ulus’taki başyazısıyla Fa tih Rıfkı Atay’danCumhuriyet’te- ki röportajıyla Selahaddin Gün gör’e kadar... Ulus’un İstanbul muhabiri harbin patlamasından sonraki ilk pazar gününü şöyle anlatmaktadır
“ Her şeye rağmen İstanbul’da vaziyet gayet sakin ve normaldir. Umumî hayatta hiçbir değişiklik göze çarpmıyor. Bugün pazar ol duğu için gezinti yerleri, sayfiye ler, bahçeli gazinolar mutad za manlarda olduğu gibi gene dolup taştı. Şehrin m uhtelif semtlerine giden kara ve deniz vasıtaları bu gün de evvelki pazar gibi kalaba lık tı.”
Karartma henüz bahis konu su değildir. Tam aksine, ilk defa gece maçları düzenlenmektedir, taksim Stadı aydınlatılmış, Fe nerbahçe o zamanlar “ Pera" di ye bilinen Beyoğluspor’u 4-2 yen miştir. Cumhuriyet'in verdiğibil- giye göre "m açı tahminden faz la seyirci seyretmiş ve maçta üs tü ilâçlı on iki top kullanılmıştır.”
Araştırma Asistanı: FİDAN TÜRKENT Fotoğraf: SELAHATTİN GİZ
Hazı^yon
M ETİN
TOKER
% Alman ordularının Leh sınırını aştığı günün
akşamında, İstanbul fırınlarında ekmek kalmadı
K
k
mm
Velinim etim iz ekm ek! Başım ızın üstünde yeri vardı ama, harbin çıkışı ona ay rı b ir m evki verdi: A vrupa'daki savaş, İstanbul fırınlarında izdiham ı bir gecede artırdı.
Harp en çok gazetelere
yaradı, bunlar ekmek
g ib i satılm aya başlandı.
A m a en pahalısının
fiya tı 5 kuruştu.
“H aber G azetesi
”3
kuruşa, Ulus'un
A nkara'da çıkardığı
“A kşam H aberleri'' ise
1 kuruşa satılıyordu
Harp, çabuk unutuldu.
9 E ylül 1939 akşamı,
aydınlatılm ış Taksim
Stadı'nda yapılan gece
m açında Fener, Pera'yı
4-2 yen di
Daha sonraları barış zamanlarında dahi ortadan kaybolacak kahvenin buzlu ve krem alısı ile kakaonun köpüklüsü, harbin başında ibadullahtı: Koca bardağı 10 kuruş...
Harp yıllarının karartma olm ayan gecelerinde aydınlatılm ış sahada maç pek modaydı. Fenerbahçe, gece m açında gol kaçırıyor...
A 40 KURUŞA BİR KİLO w BAKLAVA! YEME DE,
YANINDA YAT...
Selâhaddin Güngör ise, çarşı- pazarı şöyle anlatıyor:
“ Dün bir ara Eminönü’nden geçiyordum. Baktım: Her şey yer li yerinde. Yenicami harıl harıl ta mir ediliyor. Balıkpazan’na giden cadde hıncahınç. Tablalarda ba lıkların envai. Kasaplarda çenge le asılmış buz g ib i etler. Manav larda türlü yemişler. Kuş sütün den gayri ne ararsan var.Hatta he rifin biri alâmeleimnas baklava satıyor. Ne cesaret değil mi? İkin ci bir harbin patladığı, Avrupa’nın birbirine girdiği, dünyanın uzun,
amansız, yıkıcı bir mücadeleye hazırlandığı günlerde kilosu 40 kuruşa baklava! 1914’te kopan ilk büyük harpte sihirbaz külâhı g i bi birdenbire ortadan kaybolan şeker külahlarını hatırlamaktan kendimi alamadım.”
Şekerin “ sihirbaz külâhı” gi bi gene kaybolacağı, fiyatların ise, beş liranın üstüne çıkacağı günlerin geleceğini henüz kimse bilmemektedir. İhtiyatlı Ingilizler savaşın üç yıl “ sürebileceği” ni söylemektedirler.
Ve Türkiye’nin, özellikle İs tanbul'un tuzu henüz kurudur. Tam bir yıl bu böyle sürüp gide cektir.
Bu ne kazık: 300
kuruşa bir yem ek...
1
939 yılının sonuna gelinmiştir. Yılbaşı akşamı yaklaşmaktadır. Savaş, İstanbulluların eğlence haya- ünı fazla etkilememiştir. Ama, pahalıbk? Ama, kont rolsüzlük? İşte o, başlıca şikâyet konusudur. Bakınız, 27 A ralık’ta Akşam gazetesi “ fecî durum u” nasıl tarif ediyor:“ Beyoğlu'nun tıklım tıkbm dolu lokantalanndan biri. Ga yet geniş bir sahası var ve tek iskemlesi boş değil. Beş, on kişilik bir dans müziği heyeti m evcutsa da, num ara yapan artistler filan tutulm am ış. Caz çalıyor, halk oynuyor.
İki arkadaş, iki kadeh rakı (duble değil, alelade rakı) içiyor. Birer çorba, birer tek kap yem ek, birer de kom pos to yiyorlar. Bahşişlerle beraber kapıdan ancak 6.5 liraya çıkabiliyorlar.”
O zamanki 6.5 lira, 5 dolar. Bugün beş dolar ise 1250 lira. Yani, “ iki arkadaş” 1939’un kral semti Beyoğlu’nda on kişilik dans orkestrası olan bir büyük lokantaya gitmiş ler, yiyip içmişler, belki dans da etmişler ve bahşişiyle bir likte adam başına bugünün 625 lirasıyla çıkmışlar.
Gazete feryat ediyor:
"E ğlence yerleri İstanbul’da ucuzlatıldı diye biliyoruz. A caba evvelce d aha mı pahalıydı? Zannetm iyoruz. Bir ki şinin 300 küsur kuruşa yemek yemesi (rakıları ikinci kap olarak sayabilirsiniz) bu senenin modasıdır.
“ Kontrol isteriz!”
İnşallah, iki arkadaş 1983 senesi modasının ne olduğu nu öğrenemeden terk-i dünya eylemişlerdir.
K ontrol isteriz!
Refik Koraltan, 1939’da 1. sınıf valiliğe terfi ettiğinde Bursa’da...
Vali bey terfi etti
Bursa Valisi Refik K oraltan’ın maaş derecesi Dahiliye Vekâleti’nce birinci sınıfa çıkarılmıştır. Cum huriyet, 13.10.1939
ileri görüşlülük
dediğin budur
K
ARAKÖY’le Taksim arasında bir metronun yapılması düşünülmek tedir. Tetkikler göstermiştir ki bunun maliyeti ikibuçuk milyon lira olacaktır. Fakat projeye karşı müthiş itirazlar vardır. 16 Ağustos 1939 tarihli A kşam ’da şöyle deniliyor:“ K araköy'le Taksim arası 2.5 milyon liraya bir metro inşası muvafık görülüyorm uş. B unlar İstanbni’a yakışmaz. Buniar, üstünde kım ıldana cak yer kalmamış şehirler içindir.”
Şikâyet sahibi “ ileri görüşlü” olmasa bile “ yakın görüşlü” dür. Harp çıkmak üzeredir ya. Yazı şöyle bitmektedir:
“ Fakat eğer bunlara pasif korunm a olarak gerek varsa, o zam an bi raz daha eklensin ve Sirkeci - Fatih araşm a da bir benzeri kazılsın.”
Ä S .
a y ı m
f f i l ï ï T l ï ï l ï T 1;! :'” " r u
Şahtı mihrace
K
ENDİNİ Hind mihracesi olarak tanıtan ve kaldığı otelden mem nun olmadığını ileri sürerek velisi olduğunu iddia ettiği Mekstkalı üç kadınla birlikte Perapalas’a yerleşen zat, üç ay müddetle otelde bedava yiyerek içerek oturduğu gibi, elden de 850 lira borç almıştır. Za man zaman İstanbul’un çeşitli tacirlerini otele davet ederek sözde sabun ları ve kahvesi üstüne sonsuz pazarlık yapan mihraceden müdüriyet üç ay sonunda borcu 4500'e yaklaşınca para istemeye karar vermiş ve böylece mihracenin de foyası çıkmışür. H inde pasaportu dahi bulunmayan Galib Efgâni isimli bu Yemenli mahkemeye verilmiştir.GÜNÜN
Yalnız bir tüp kullandıktan sonra aynaya bakınız. Radyolin’in mükemmeliyeti hakkında en son ve en doğru sözü size o söyleyecektir. Bembeyaz, pırıl pırıl parla yan dişler, tatlı bir nefes, pembe, sıhhatli diş etleri, temiz bir dil, mikropsuz bir ağız... İşte:
RADYOLİNİn
eseri... Bugünden itibaren sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra günde üç defa:
RA0YOLİN
kullanmaya başlayın«! Cumhuriyet 2 7 1 Q „
Fiyatı her
yerde 6 lira
Baş ölçüsüne göre
gaz maskesi...
(MUSTAFA ÇAĞLAR)
Türkiye Kızılay Cemiyeti
Umumî Merkezi’nden:
Cemiyetimiz tarafından sayın halkımızı herhangi bir tehlike anın
da zehirli gazlara karşı korumak için yaptırılan Halk Maskeleri,
Ankara’da Umunu Merkezimizle, İstanbul satış depomuzda,İzmir,
Adana, Afyon, Antalya, Balıkesir, Burdur, Bursa, Denizli, Ela
zığ, Kocaeli, Konya, Manisa, Mersin, Muğla, Samsun ve Trabzon
merkezlerimizde satılmaktadır.
Diğer Kızılay merkez ve şubelerine de müracaat edildiği takdir
de baş ölçüsü alınarak derhal istenilen maskelerin siparişi kabul
edilir. Her maske ayrı kutu içindedir. Muhafaza ve kullanma tarif-
namesi vardır. Fiyatı her yerde 6 liradır.
Avrupa’da harp başlarken İstanbul’da yeni sinema sezonu açıhyordu
Varsa Abdülvehap... Yoksa Üm m ü Gülsüm ...
O yıllar sinema
Arap filmlerinin
tekeli altındaydı.
Bu iki ünlü erkek
ve kadın yıldızı,
Arabesk’in
Arapça’sını
söylüyorlardı. Yer
Taksim Sineması...
•
Beyoğlu’nun
hücumuna Anadolu
yakası gerekli
cevabı verdi: “ Bu
akşam Suadiye
Plajı’nda Mısır’dan
yeni gelen rakkase
Melike Cemal—
sahnemizde Kemani
Demir Ali,
Kemence Aleko ve
Piyanist Feyzi.”
2
Eylül 1939 günü Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasındaki başlık şuydu: “ Nihayet harp başladı- Alman orduları dört koldan Leh topraklarına hücum a geçitler.”Dördüncü sayfada ise başhk başka bir haberi veriyordu: "Y e ni sinema yılı, T ürk filmlerinin zafer yılıdır. İPEK SİN EM A SI pek yakında yeni sinema mevsimine başlıyor.”
HA KİK Î TÜ RK Ç E FİLM LER
İpek Sineması, harbin o ilk yılında ooo, ne filmler gösterecek ti, ne filmler... Yazı şöyle başlıyordu: “ İpek Sineması halkımızın öz diline gösterdiği büyük rağbetten cesaret alarak bu sene prog ram ında kendi sanatkârlarım ızın çevirdiği hakikî Türkçe filmle re büyük bir yer ayırm ıştır.”
Neydi bu “ hakikî türkçe filmler?” Herhalde sahteleri dublaj Türkçe filmlerdi. İşte bunların başında gelenler:
“ Kıymetli artistlerimizden Hazım, Feriha Tevfık, Halide M ah m u t'u n çevirdiği Tosun Paşa, Şehvet Kurbanı- M üntr Nureddin, H azım , Feriha Tevfık, Halide ve M u am m erin çevirdikleri “ Al lah'ın C enneti” ve gene kıymetli Şehir Tiyatrosu sanatkârlarının hazırlam akta oldukları "K ahveci G üzeli" İpek Sincm ası'nın bu sene göstereceği filmlerin başında gelm ekledir.”
İpek’çiler, “ hakikî Türkçe fılmler’l n şam piyonudurlar ama, sahtelerini, yani dublajlarım da ihmal etmemektedirler. Yazıdan öğreniyoruz ki, 1939 sezonunda bunlardan “ Leyla 8e M ecnun” , "Ü ç A hbap Çavuşlar Sirkte” , "T arzan ’ın Oğlu” , “ Lorci H ar- di, Fil D oktoru” hep İpek’te gösterilecektir.
Devrin en iyi dublajcısı Ferdi T ayfur’dur. ARABESKİN ARAPÇASI
O yıllar bu filmlerin amansız rakipleri A rap filmleridir veon- larm erkek yıldızı Abdülvehap ile kadın yıldızı Ümmü Gülsüm, herkese duman attırm aktadır. Bunların ikisi de şarkıcıdırlar ve arabeskin Arapçasını söylemektedirler. Bu filmlerin âdeta tekeli ise Taksim Sineması’ndadır. Taksim Sineması’nda 22 Eylül Cu ma matinelerinden itibaren "seyredenleri gaşyu teshir edecek olan “ Ü M İD ŞA R K ISI” (Neşe-i Emel) Türkçe sözlü. Arapça şarkılı aşk, heyecan filmi başlayacaktır. Yıldızı: Kardeş Mısır’ın yegâne kadııı sanalkârt, ses kraliçesi Ümmü G ülsüm .’
Harp yıllanm a birinci sın ıf eğlence bölgesi Beyoğlu, ikinci sınıf eğlen ce bölgesi Fatih ve Şehzadebaşı idi. Birinci vizyon film ler önce Beyoğlu sinemaiannda gösterilirdi. Harbin ilk yılında, Beyoğlu bu aydınlık halini muhafaza etti.
9 Kasım’da ise, C um huriyetle aynı sinemanın şu mühim ilânı çıkacaktır: “ Bu cumartesi günü matinelerden itibaren Taksim Si- nem ası’nda R E ZA 'nın nermin elleriyle A B D Ü LV E H A B 'ın tak dim ettiği BEYAZ GÜL- Sevişmeye k arar veren iki gencin aşk sembolü, kalpleri sevda ateşiyle yanan iki sevdazedenin hasret nişanesidir.”
Beyoğlu'nun bir numaralı sineması Melek ile Saray ve Lâle gi bilerde ise,Errol Flynn, Betty G rable, Tyrone Power, Alice Fay, Judy G arland, Robert Taylor’l a r vardır. Lâle’de “ VATAN KUR TA RAN A S L A N " (Robin des Bois) başlam aktadır ve film o gü nün üslûbuyla şöyle takdim edilmektedir:
"Senelerin, asırların eşini yaratam ayacağı haşmet ve azamet kalesi. Sinem a âlemimizin en büyük şeref G A LA SI olarak 40 milyon halkın görüp alkışladığı. Avrupa ve Am erika m atbuatı nın dünyanın en mükemmel filmi olduğunu ilân elliği. Miiyon- larsarfı ile yapılan en yüksek aşk ve kahram anlık destanı. Şim di ye kadar yapılmamış ve görülmemiş tarzda kabartm a renk li."
Filmin gala biletleri sinemanın hususî gişesinde satılacaktır. Beyoğlu’nun bu hücumuna Anadolu yakası elbette gerekli cevabı verecektir. Eylülün başında bütün gazetelerde çıkan ilân şudur:
“ Anadolu halkına müjde!— Bu akşam Suadiye P lajı'nda Mı sır’dan yeni gelen rakkase — M ELİKE C E M A L— sahnemizde kemanı Dem ir Ali, kemeııçe Aleko ve piyanist Feyzi."
Harp yıllarının moda m üziği arabesk değil, Arap m üziği idi. Seyirci rekonm u, Arap film leri kırardı ve A b d ü h hhab ile Ümmii Giilsiim. bu film lerin kral ve kraliçesiydiler.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi