CUMHURİYET/2___________________
Geme Yunus Em re
MELİH CEVDET ANDAY
25 mayıs-28 mayıs 1964 tarihleri arasında Sof ya’da ilk olarak bir Balkan Yazarlar Konferan sı toplanmıştı. Bizim heyetin başkam olarak ben de bu toplantıda bulunmuştum. Bir gün bir din lenme paydosu sırasında Bulgar Yazarlar Birli ği Başkanı Dimiter Dimov, “ Klasikleriniz kim lerdir?” diye sormuştu bana; ben de “ Bizim kla siğimiz yoktur” diye yanıtlamıştım onu. Dönü şümde bunu yazdım. Bu yüzden büyük bir tar tışma çıktı ve epey uzun sürdü. Şimdi konunun ayrıntılarına girmek istemiyorum; bugünkü ya zım dolayısıyla ansıdığım bu olay sırasında bir yazarımız beni cahillikle suçlayarak, “ Yunus Emre’yi de söyleyemez mi idi!” diye yazmıştı. Bizim Yunus Emre’yi benimseyip sevmeğe baş lamamız şurada altmış yetmiş yıllık bir olaydır. Hiç böyle klasik olur mu?
Bu anıyı tazelememin nedeni, şimdi Indiana Üniversitesi’nde Ural-Altay Dilleri ve Folklor Enstitüsü’nde profesör ve üniversite Türkçe programının direktörü olan Sayın İlhan Başgöz’- ün Indiana Üniversitesi Türkçe Programı Yayın- „ lan arasında basılan ve o üniversite ile Pan Ya yıncılık ortak yayım olarak bizde de yayımlanan “ Yunus Emre” adlı yapıtıdır. Bu yapıtın önemli bulduğum kimi yerlerini okurlarıma aktarmak istiyorum.
Sayın Başgöz, kitabının “ Yunus Emre Yorumları” başlıklı bölümünde, bu büyük oza nımızın ilk kez ne zaman ele alınıp yazınımıza kazandırıldığını ve sonra kimlerce yorumlandı ğını sırası ile anlattığı bu yazısına, elbet çok ye rinde olarak, Fuat Köprülü’nün 1918 yılında ya yım lanan “ T ürk E debiyatında ilk Mutasavvıflar” adlı yapıtı ile başlıyor. (“ Yunus Emre için yapılmış ilk bilimsel çalışmadır” ). Fu at Köprülü’nün Yunus Emre yorumuna, Sayın
Başgöz’ün kaleminden bir göz atalım; “ Köprü lü’nün Yunus’u, İslam mistikliği ile ‘Türk zev kinin hususi dehasını’ birleştiren basit, coşku lu, ümmi bir derviştir. Ama bu ümmilik, eski tezkere yazarlarımızın sandığı gibi, ‘hecenin harflerini seçemeyecek’ bir cahillik değildir. Yu nus düzenli bir medrese eğitimi görmemişse de, kendi ‘manevi kabiliyeti sayesinde’ tslam bilim lerinin hepsini öğrenmiştir. Mevlânâ|nın şiirle rini anlayacak kadar da Farsça bilir. Hiçbir sa nat kaygısı duymadan, şiirinin büyüklüğünün farkına varmadan, kendi ruhunun çalkantıları nı ‘tabii bir şekilde terennüm ederek’ Sakarya ormanlarında dolaşan bu dervişin şiirinde ger çek doğa ve gerçek toplum bulunmaz.”
Fuat Köprülü’nün Yunus Emre yorumunu kı saca gördük. Ilhan Başgöz, “ Türk zevkinin hu susi dehası’ sözcüğünde dile getirilen romantik ulusçuluğun, Herder’den Gökalp’a, ondan da Köprülü’ye geçtiğini belirtiyor.
ikinci Yunus Emre yorumu Burhan Toprak’- tan gelir. “ Onun 1933’te yayımladığı Yunus Em re adlı kitabı Yunus’u çağdaş şiir anlayışı için- dd inceleyen bir çalışmadır.” Ve kuşkusuz Köp rülü ile çatışma durumundadır.
Gene Başgöz’ün yazısından özetleyelim: “ Toprak, Yunus’un Arapça’yı iyi bildiğini açık lar. Köprülü, Yunus’un tek kaygısı ‘irşad etmektir’ demiştir. Toprak der ki: ‘Zavallı Yu nus, bunu duysa kim bilir ne kadar gülerdi? Yu nus halkı irşad etmek, aydınlatmak için değil, kendi kafasındaki kaostan kurtulmak için şiir yazmıştır. Kendi canevinde yangın varken, Yu nus kimi irşad edecek, hangi yangım söndürmeğe gidecekti?” Köprülü, Yunus’ta sanat kaygısı yoktur demiştir. Burhan Toprak, ‘Ben Yunus di vanında yüzlerce mısra bulabilirim ki, üzerinde
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
saatlerce, günlerce, belki haftalarca düşünülmüş tür. Onlarda bir kelime değiştirildi mi, bütün te sir ve müzik kaybolur.’ Burhan Toprak da, çok eleştirdiği Fuat Köprülü gibi, Yunus’ta gerçek doğa ve toplum olmadığı görüşündedir.”
Yunus Emre yorumlarına 1936 yılında Abdül- baki Gölpınarlı katılır. Gölpınarlı bu ilgiyi öm rünün son yıllarına kadar sürdürmüş, bu konu da başka yapıtlar da vermiştir. “ Gölpınarh’nın Yunus anlayışı ve yorumu temel ilkelerde değiş mez. Ancak otuz yıl içinde yeniden yeniden ge liştirilen bu yorumun ayrıntılarında bazı dalga lanmalar görülür. 1960’tan sonraki çalışmalar da Yunus’un mistik yanı arka plana geçer; onun insan, doğa ve toplum sevgisi öne alınır. Artık Gölpınarlı, Yunus’u bir din adamı olmaktan çok, bir çağdaş sanat eri olarak değerlendirme-* yi yeğler. 1971’de toplanan Yunus Emre Semi- neri’nde yaptığı konuşmada ise Gölpınarh, Yu nus’un Mevlevi olduğunu ileri'sürecektir.”
Yunus yorumlarına 1960’tan sonra Sabahat tin Eyuboğlu katılır. Şöyle yazıyor Sayın Baş göz; “ Onun Yunus Emre (1972) adlı kitabının daha ilk sayfasında, Eyuboğlu, Yunus’a selam yollarken, bu selamda biz sadece bir araştırma cının değil, bir sanat ve gönül erinin de yorumu ile karşılaşırız.”
Bu Selam’ında şöyle der Sabahattin Eyuboğ lu:
“ Ben sizi Yunus Emre’nin Tanrılıktan çok, in sanlıktan yana giden yollarına götürdüm. Yu nus Emre elbet çağının dinsel düşüncesi dışına çıkmadı. Bir İslam şairi ve aydmı olarak, insanlık sevgisini Tanrı sevgisi ile bağdaştıracaktı. Ama hiçbir donmuş tarikatın, hiçbir kara kaplı kita bın, hiçbir dogmanın kölesi kalmadığı besbelli. Bugün yaşasa, elbet düşüncesi de, şiiri de çağı nın inançları ile beslenecek ve en ileri şairimiz ne ile savaşıyorsa, o da onunla savaşacaktı.”
Bu yorumları bir bir gözden geçirdikten, ya zarımız, Yunus’un sözlü kültür geleneğimizde ki yorumuna geçmekte, ve bilinen menkabelere yer vermektedir.
Elbet bu kitabın önemli bölümlerinden biri ni, yazarın yorumunu içeren bölüm oluşturacak tır. Ona göre, Yunus’a baştan beri egemen olan bir korku vardır, ölüm korkusu. Bu korku ner- den kaynaklanmaktadır? Yazarı dinleyelim:
“ Yunus’un büyük korkusunun sadece ahiret ve kıyamet korkusu olduğunu sanmıyoruz. Gerçi bir zaman kendisi de bu korkuyu öyle sanıyor ve dinin önemli bir unsuru olarak unutmak da istemiyor. Bizce bu korkunun başka bir kayna ğı olmalı.”
“ Yunus’un yaşadığı yüzyılda başka toplum- larda da kolektif korkular ve panikler görülmüş. Avrupa sözgelimi böyle korkular yaşamış...”
Okumayı sürdürelim:
“ Yunus Emre’de korkunun anlatılması, sade ce din sembolleri ve ahiret hayallemeleri ile kal maz. Bir bakarsınız Yunus, bir. korku sembolü olarak kendi iskeletini hayallemeye başlar. Yu nus’un eti kanı soğulmuş, kadid olmuş iskeleti. Ama sadece bu kadarla da kalmaz. Başka insan iskeletleri de bu teki sık sık çoğaltır. Biz bir is keletler geçiti ile karşı karşıya kalırız. O vakit, Yunus’un korkusu kişisel olmaktan çıkar, baş ka insanların da korkunç kaderi önünde duyu lan bir duyguya dönüşür. Yunus iki şiirini bir mezarlık ziyaretine ayırmıştır. Ama şiirin başın da anlarız ki, bu, soyut bir mezarlığın şiir dilin den hikâyesi değil, insan eliyle doğranmış yüz lerce cesedin yerlere serildiği bir tablonun anla tılmasıdır.”
Şunu da okuyalım;
“ Bu tabloyu soyut bir ölüm tablosu saymak çok zor. Olsa olsa bu, gerçek bir kırımın, kılıç tan geçirilmenin anlatılmasıdır. Bu insanlar eceli ile ölmüş olamazlar. Biz o kanıdayız ki, Yunus Emre, küçük yaşta, böyle bir kırım görmüş, in san elinden doğranan yüzlerce insamn kara top rağın üzerine serilip yatmasına tanık olmuştur.”
Büyük ozanımız şöyle diyor:
Yunus aydur bunu gördiim/aklım gitti deli ol dum.
Taha Toros Arşivi