<1 S I s
■i . t. Í-7S2.
» » » » • îiS S îS -f S R S iS .;
Tiranda, bulunduğum sıralarda 1898 veya 99 senesinde merkezi Pariste bulunan OsmanlI İttihat ve Terakki cemiyetinin sekizinci Işkodra şubesine alınmıştım- Zaten mektepdenberi Mutlakıyet düşmanı, hürriyet ¿şıkıydım, Va tan ve Hürriyet terbiyesini, giz li gizli okuduğumuz Nâmık Ke malin eserlerinden almıştım. Va tanım, atalarımdan bize mi
ras kalmış olan koca bir Os manlI İmparatorluğuydu. Bu İmparatorlukta yaşiyan belki otuz milyonu aşkan hakkın hep sini millettaşım olarak biliyor dum. Yalnız Türkü, Arapi, Kür dü, Amavudu değil, Rumu, Bul garı, Ermeniyi- Yahudiyi, Sirbı da millettaşım sayıyordum. İtti hat ve Terakkiye girmiş olmak la 1293 (1877) kanunu esasi nin tekrar m eriyete girmiş, milletçe hürriyet içinde yaşama ğa başlamış olmaktan başka bir emel beslemiyordum- Gençtim, mektepli zâbit olduğum halde,, kop koyu bir cahildim. Kapitü lâsyonların ne olduğunu bile bilmiyordum. Varsa yoksa hür riyet! bunu elde etmek için ö- lümü göze almıştım.
Işkodradân Yanyaya kadar Arnavutluğu gezmiştim; a.ma- vutcayi hen? konuşmayı, hem de yazıp okumayı öğrenmiştim,
1903 başında taburum silâh altına alındı; Makedonyadaki Bulgar çetelerini takibe memur edildi. Böyle bir zamanda hür riyet, kaygusu ikinci plânda kal miştı. Çetecilerle çarpışmaktan, vücutlarını ortadan kaldırmak tan başka bir şey düşünmü yordum. Aylarca çarpıştım, fa kat çeteciliğin kalktığını değil, daha azgm bir hale geldiğini gördüm.
O senenin Ekim aynıda, ka der sevkıyla, Selânikteki üçün cü Ordu Müşirliğinin yaveri ol dum. Tiranda kendi kendime öğ renmeğe başladığım Fransız ça yı, Selânikte ilerletmeğe çalış tım. Georg'e Sand'in birkaç ro
manını, Makedonyada iken oku muştum; Selâniğe yerleştiktea sonra Emile Zolayı, o devrin hemen bütün romancılarını oku mağ'a başladım. H aftalık Les Annaleo dergisiyle aylık La Re- vue dergisine abone oldum. Bu sayede yavaş yavaş bilgim bi raz arttı. Daha iyi düşünür, daha iyi görür bir hale geldim; fakat cehrimden çok büyüktü.
1906 senesi Martında, bir tef tiş işi için, Arnavutluğa gnöde rildim. Tirana uğradığım vakit İttihatçı arkadaşlardan Refik Toptani beyi gördüm. Ondan Pa risteki İttih at ve Terakki cemi yeti reisi Ahmet Riza beyin ad resini aidim: (4, Plaoe Monge, Paris). Kendisine bir mektup yazarak: (Namı, Peşte restante fra-nçalse) adresine yayınlarını göndermesini rica ettim. Gerek Paristen, gerek Mısırdan paket paket gönderilmiye başliyan (EvraJk-i muzirre) yi almağa, na muşuna hamiyetine inandığım arkadaşlara dağıtmağa başla dım. B ir gün postadan (Terak ki) adında bir gazete verdiler. Bu gazeteyi, Prens Sabahattin adım ilk defa görüyordum. Kim di bu Prens Sabahattin? Neydi onun takib ettiği (âdemi mer keziyet) ? bilmiyordum. Fakat, o da Mutlakıyet aleyhinde oldu ğu, hürriyet istediği için gazete sini seve seve okuyordum, işte o kadar.
Yine o senenin Eylül aynıda on arkadaş (Osmanlı Hürriyet C©miyeti)ni kurdu. Ben, teftiş için, Arnavutlukta iken, E rkâ nı Harbiye yüzbaşısı Mustafa
GÜNÜN YA ZISI
|l
iyet tarihi
nden b ir
K Â Z IM N A
1
M ! D U R U
|
•:
-r-fJ^&QGjOC
J R , ' r 1 j ,
Kemalin Şamdan Selâniğe geldi ğini, orada kurduğu (Osmanlı Hürriyet ve Vatan cemiyeti) nin tanıdığı sınıf arkadaşlariyle bir şubesini teşkil edip yine Şama döndüğünü ancak 1929 da öğrendim. Demek isterim ki Eylül ayında kurulan (Osmanlı Hürriyet Cemiyeti) ile Şamda kurulan cemiyetin hiç bir bağ lılığı yoktu.
Aradan birkaç ay geçti; Pa- risteki (Osmanlı İttihat ve Terak ki cemiyeti), âzasından Dr. Nâ zım, önce Atinaya, sonra Selâni ğe geldi.
Selânikteki (Hürriyet ce miyetlinin umumi merkezi olma
sı, Paristekileriıı oraya bağlan ması şartiyle iki cemiyetin kay naşm ağını teklif etti. O vakit sayısı yüzü geçmiyen Hürriyet Cemiyeti âzası arasında gizli bir plebisit yap'ldı; teklif ka bul edildi. Tâ 1908 senesi Tem muzunun 21 ine, yani Meşruti yetin ilânına kadar, yalnız bu cemiyetin faaliyeti vâki oldu.
Meşrutiyetin ilânından sonra, yabancı memleketlere sığınmış veya sürülmüş olan vatandaşlar yurtlarına döndüler; birer birer Selâniğe gelerek İttihat ve Te rakki cemiyetine ya dahil, ya» hut müzahir oldular.
İşte Selâniğe gelenler arasın da Prens Sabahaddin bey de vardı- Frenk mahallesindeki büyük Tiyatroda bir konferans verdi; âdemi merkeziyet pren- siblerinl anlattı. Bu sözler, biz ittihatçılar için bir mâna ifade etmiyordu. (Science Sociale - ilim içtimaı)nın ne olduğunu bil miyorduk; Ademi Merkeziyet, “cins ve mezhep ayırmaksizm
bütün OsmanlIların bir millet olduğu” prensibine tamamiyle aykırı idi; halbuki İttihatçılar ancak bu akidede idiler. (Sos yoloji) namma bir şey okuma mışlardı. Talât, meşrutiyetten iki sene evvel açılan hukuk mektebinde öğrenciydi. Bu m ek tepte okunan şeylerin çoğu sos yolojik ilimlerden olduğu halde sosyolojiden zerre bahis yoktu.
Sonra, Tanzimat adamları bi ze Fransadan şğrendikleri merkeziyet usulünü miras bırak mışlardı. Mahalli muhtariyetle rin, İmparatorluğu parçalamak tan başka bir netiee vermiye- ceğine inanıyorduk. Hele müslü- man kareimlerin o âna kadar İz har etmedikleri ayrılık ideallerin den haberimiz yoktu, Daha bun tara benzer bir çok sebepler, İttihatçıların Sabahaddin beyi âdeta muhalif gibi telâkki et melerine, onunla anlaşamamala rina netice verdi. İmparatorlu ğun parçaiannıasuıi bir türlü havsalaları almıyordu. Bu anla yiş, Tanzimattan evvelki idare tarzmı bilmemekten de ileri ge liyordu. Hepimiz okullarda çok tarih okumuştuk; fakat bu tarih bize mazideki idare şekli nin mahiyetinden bahsetmiyor
du. İmparatorluğun zafmı, pa dişahların cahilâne, hainane ha raketlerine veriyor, hele memıle ketin iktisadi şartlarından hiç bir şey bilmiyorduk.
İşte İttihat ve Terakki böyle zihniyetlerle idareyi, neden son ra, eline aldı. Ziya Gökalp'm telkini sayesinde 1913 de (Ida- re-İ umumîye huşugîye-i velâ- yat) kararnamesi çıktı; bu,
â-tfeml merkeziyete doğru, sözüm ona bir adımdı; fakat, inanır mısınız, Dahiliye Nazırlığı me murları, Valiler bunu bile iyi anlamadılar. Atatürk ilk Mecli se teklif ettiği (Teşkilât-ı esa siye) kanuniyle, vilâyetlere siya sî, adlî, askeri işler dışındaki işleri daha muhtariyete yakın bir şekle sokmak istedi; fakat bunu dahi memleket vahdetine mugayir görenler, tam bir mer keziyetçilikte devam ederek, iki üç sene sonra, Atatürkü bu tik riıujen caydırdılar, vilâyetlerin mahallî muhtariyetlerini kaldır tıp yerine idare âmirlerini büs bütün hâkim kılan kanunların çıkarılmasına sebep oldular.
işte, pek hamiyetli, pek kıy metli olan, Fransada Edmond DemoUn'in kurduğu (ilim İçti maî) müessesesine mensup bulu nan Prens Sabahaddin Bey bu se heplerden dolayı, bir kenara bı rakıldi, hattâ (Darülfünun) da ona hiç olmazsa bir profesörlük verilmedi.
Bu büyük TUrkle ancak bir kere, o d aSelânikte teşerrüf et tim- Onu önceleri kaba cehlim dolayısiyle anlamamış olduğuma çok müteessirim. Anlamış ol
saydım da bir faydası olmiya- caktı. Onun rahmetli doktor Sab ri gibi, Mehmet Ali Şevki gi bi çok değerli tilmezleri vardı. Adlarını sayamiyacağim daha bir hayli adam merkeziyetçiyle tanıştım, dost oldum.
Sabahaddin beyin îsviçrede sefalet içinde ölümü beni pek müteessir etmişti. Bereket ver sin, bugünkü iktidarın naaşmın ana vatana getirilerek babası nın yanma defnedilmesine karar vermesi, bence, büyük bir ka- dirşinaslıkdm Allah gani gani rahmet eylesin.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi