t
■%
Generalin Eşi
4
mart 1943 günü, Beyrut şehri için otuz senedir emsali görülmemiş bir felâket günü olmuştu. Ogün bütün “Cebel”e ve o arada “Beyruf’a kar yağmış, sıcaklık sıfırın altına düşmüştü.Biz, Hindistan dönüşü Filistin’ den geçerek kara dan Türkiye’ye gidiyorduk.
Biz dediği . aşağı yukarı benden gayrisi o devirde ön safta gelen basın erkânından idi.
Reisimiz Ulus başmuharriri Falih Rıfkı Bey. öteki ler; Akşam başmuharriri Necmettin Sadak Bey. Ana dolu Ajansı Müdürü Muvaffak Menemencioğlu Bey, Basın Müşaviri Burhan Belge Bey, Dışişleri Bakanlığı Protokol Umum Müdürü Selâhattin Arbrl Bey ve ben.
Birkaç defa yazdım. Seyahati İngiltere' değil de, Hindistan İmparatorluğu tertiplemişti. Yanımızda Al bay Blunt adında bir Ingiliz subayı vardı. Türkçesi, Arapçasıve Farsçası güzel bir koloni subayı idi. Hin distan’ı pek iyi biliyordu.mihracelerarasında dostları vardı. Kendisi Ankara'nın İngiltere Sefareti ataşemi- liter muavini idi. Bu zat bütün Hind seyahati boyunca bizi şevketmiş idi.
Falih Bey, Hindistan’dan avdeti Kudüs yoluyla yapmak istedi. Arzusunu, Hindistan hükümeti namına bize mihmandarlık eden ve sonradan CENTO Umumî Kâtipliği ile birkaç sene Ankara'da çalışmış olan Bin başı Osman Ali Bey’e söyledi; oda hükümete iletti Ve biz Bağdat’tan sonra gidişte olduğu gibi trenle yurda dönecek yerde' uçakla Bâdiyetiişşam üze rinden bir uçak yolculuğundan sonra Kudüs'e varmış, iki gün orada kaldıktan sonra Tel - Aviv, Sina, Akkâ yolu ile karadan Suriye'ye geçmiştik. 4 mart 1943 de/ Beyrut'ta oluşumuzun sebebi bu idi.
Beyrut'ta sıfırın altında bir soğuk bizi kasıp kavur du. Biz 16 şubat 1943 “Haydarâbâd” Nizami’nm geli ni Dürrüşehvar Sultan’ın davetlisi olan bu şehre vardı ğımız zaman bütün pencereler ve panjurlar kapalı, u- zun kollu vantilâtörlerin işlediği saraydaki misafirha nemizin içinde sıcaklık +42 derece idi. Şimdi 15 gün fasıla ile sıfırın altında kar fırtınasına düşmüştük. Her şeyden evvel sırtımız pek değildi.
O tarih ikinci Cihan,Harbinin müttefikler hesabına hayli sıkıntılı devri idi. Filistin tngilizler idaresinde i- kcn Lübnan ve Suriye Fransız işgali altında bulunu yordu Ve meşhur Fransız kumandam general Cntroux (Katru) komiser olarak mı, kumandan olarak mı, ney se, tam selâhiyetle Beyrut'ta karargâh kurmuştu.
Bizi Filistin hududunda Fransız subaylarının idare ettiği bir kaç otomobilük bir konvoy aldı ve kara yo lundan Beyrut'a getirdi.
Beyrut’u şöyle bir gördük, Hava,ş ehirgezecek hava değildi. Herkes 30 yddır böyle kış görmediğini söylü yordu.
Program gereğince biz o gece general Laıroux’nun bir akşam yemeğine dâvetli idik. Yemek-resmî ziyafet olduğundan giyimli (smokinle) gidiyorduk. Benim "'USfnll d İlk gelişimdi veoEoJcfen''nereye gittiğimizi bilmiyordum. Arkadaşların dediklerine göre Birinci Cihan Harbinde Cemal Paşa karargâhı olan binada bulunan Karargâh Sarayı’na gidecekmişiz.
Gece her taraf karanlık idi. Harp sebebiyle karartma yapılıyordu. Sâdece yaya kaldırımlarının beyaza bo yanmış kenarları görünüyordu.
Saat dokuza doğru Karargâh Sarayı’na vardık. Da vetlilerden henüz kimse gelmemişti. Dâvet sahibi gene ral Catroux da görünürlerde yoktu.
Yalnız ağzı kalabalık, şımarık ve yıpranuş bir kadın ortada ev sahibi gibi dolaşıyordu. "Takdim” muame lelerinden General’in eşi olduğunu öğrendik. Karar
gâhta görüşülen lisan Fransızca olduğu için diğer ar kadaşlar gibi ben de herkesle kolayca konuşabüiyoı • dum.
O-sırada ev sahibesi madamın gürültülü ve lâubâli hallerinden ilham alan Albay Blunt bu hatunun ol dukça açık mezhepli ve kocasının resmî işlerine kadar burnunu sokan bir madam olduğunu bize fısıldadı..
Dediklerine göre madam, ufak tefek rahatsızlıklarını tedavi eden yüzbaşı rütbesindeki bir askerî hekime faz laca teveccüh göstermeye başlayınca General, tabib yüzbaşıyı Beyrut'tan uzak bir kıtaya memur etmiş. Ama her gün karargâha gelip General’in makamına giren ve evrakını karıştıran sevgili eşi, gözdesi olan tabib yüzbaşının Beyrut’ta tekrar karargâha memur edildiğine dair bir emir yazdırmış ve kocasının komu tanlık mühürünü basıp muameleye koyduktan sonra yüzbaşı hekimi Beyrut’a getirtmiş. Kocası General ise hayretler içinde bu muameleyi gördükten sonra galiba adamı Fransa'ya gönderip skandali kapatmak istemiş.
Bize anlattıklarına göre bu muhterem ve afif ma dam kocası General eve geldiği zaman, personelin önünde:
- Bugün, gene o senin karargâh dediğin genelev de ne marifetler yaptınız! diye hitap edermiş.
İşte bizi kabul eden hanım bu idi...
Bizden sonra diğer dâvetliler de yavaş yavaş gel meye başladı. Ve o arada merhum Ali Han (Ağa Hap'ınoğlu) askerî üniforma ile geldi. Ali Han baba sının aksine çok güzel bir erkekti.
O sıralarda’ tngüiz ordusunun Fransız ordusu nez- dinde irtibat subayı idi.
Madam General “Ali Han"ı;
Sevgili Prens! diye kabul etti. Tanışıyorlardı. Prens de tatlı bir adamdı. latifeler ettiler. Az sonra madam Prens'e sordu:
— Arkanızda ne var?. Prens şaşırdı... — Ne gibi!...
— Evet evet! Arkanızı bir türlü bana dönmüyorsu nuz. Ne var arkan-zda?
— (Gülerek) Bir şey yok!. Ne olabilir?..
— Dönünüz dönünüz! Hayır hayır... Ellerinizi de arkanızdan çekiniz! diye ısrar edince Prens:
— Madam! dedi. Israr etmeyin! Bu hürmetsizliği si ze yapamam.. Buraya gelirken, kapının önünde araba dan iniyordum. Karanlıkta ayağım kaydı, arabanın basamağına oturdu Basamakta ufak bir çivi varmış. Pantolonumu yırttı. İçdonum görünüyor. Onun için si ze arkamı dönmek istemiyorum! deyince kadın büsbü tün ısrar etti ve:
— Hahay!. Sahi donunuz görünüyor! diye Prens i fena halde mahçup etti. Tabiî bütün bu hâdise olurken oradaki Fnınsıziar bilhassa bizim hesabımıza sıkılıyor lardı..
Davetlilerin hemen hemen hepsi geldiği ve zaman da geçtiği halde biz hâlâ ayakta dolaşıyorduk. Sofraya buyur etmemişlerdi. Çünkü saat onu geçtiği halde Ge neral Calroux ortalarda yoktu. Nihayet saat onbire doğru General sökün etti.
— Şam'dan geliyorum. Yolu kar kapamış. Bir türlü sökemedik, onun için geciktim. Affedersiniz! diyerek özür diledikten az sonra sofraya oturduk. Kalabalık değildik. Yirmi kişi yoktu bile..
General sağına Lübnan’ın en meşbur ve zengin aile lerinden Mudam Sorsuk âdında bir zengin hanımı aldı. Rivayete göre bu hanım gençliğinde güzelliği ile meş hurmuş. Şimdi zengin, çok zengin bir dul olarak sofra da bulunuyordu. Üzerindeki mücevherlerin güzelliği ve
bahasını size anlatamam..
Generalin solunda kim vardı iyi hatırlamıyorum. Madam Catroux'nun sağında Prens Ali Han. solunda da FaJih Rıfkı Bey bulunduğunu unutmadım. Çünkü kadmm AU Ham ı iz’ac ettiği kadar Falih Bey'i ihmal edişi merhum başyazarı hayli kızdırmıştı.
Kahveleri içtik. Gece yarısına doğru arabalara bin dik. Yerleştirildiğimiz iki ayrı otele gittik. Ben Saint Georges adıfidaki otelin denize nazır odalarından bir
büyük odada idim Gerçi acemi kaloriferler odayı
ısıtmaya çalışıyordu ama, oda, pencerelere gerilmiş battaniyelere rağmen 10 dereceden yukan ısmmamıştı. Buz gibi bir gece geçirdim. Ertesi gün karadan yola çıktık. Hava biraz kırılmıştı.
Folih Bev’lı- yanyana düşmüştük. Anlatıyordu: — Monşer!.. Şu Generalin yerinde olmak istemem, îııuuıı böyle bir kadına be® de general olarak düşerse nasıl kumandanlık edebilir? Hiç, ama bic benzememe sine rağmen Atatürk bunun İçin e * tu ik hayatine fah»4iWı<M rıMnemüştir. kadının kendim* /ör« haklı olduğu yerde,bile kocasının işlerine karışması makam sahipleri için meseleler yaratır. Onun için böyle yerlerde bulunanların eşler! ancak bir protokol malzemesi olarak kalmalıdır.. Gibi bir şeyler söylemişti...
Falih Bey merhumun söylediği sözlerde büyük hakikat payı olduğunu bir gece evvelki hâdise fazlasiyle göstermişti.
Seneler sonra bir gün içimizden bir zat haremini vapurla Avrupa’ya göndermişti. Kendisi de yolcu salonunun lokantasında bir dostu ile bir kadeh bira içiyordu. Vapur Saraybıırnu'nu dönerken sordu:
— Gitti mi vapur, iyice açıldı mı? — Evet beyefendi! Ahırkapı’yı döndü.
—Ooh! Bana bir bira daha getir oğlum! derken rahat bir nefes almıştı.