• Sonuç bulunamadı

Sanatının kırkıncı yılında Füreya

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sanatının kırkıncı yılında Füreya"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

T T- 5 0 4 1V

SANATININ KIRKINCI YILINDA

FÜREYA

ÜLKÜ DEMİRTEPE

Füreya K oral, 1951 yılında Paris'ten dönerken Türkiye’ye sera­ mik sanatını da getirdi. Türkiye'de seramik henüz pek bilinmiyordu. Paris'ten getirdiği seramik fırınını güm rükten geçirmek bir mesele ol­ muştu. G üm rük tarifesinde böyle bir kalem yoktu çünkü. O nedenle seramik fırını, ancak ekmek fırını olarak güm rükten geçirilebilirdi. Gerçi Güzel Sanatlar A kadem isin­ de seramik bölüm ü, iki de hoca vardı, öğrencisi de Sadi D iren'di. Ama okulda ne alet ne malzeme vardı, ne de seramik sanat olarak gündemdeydi.

Füreya K oral, İsviçre'de sana­ toryum da tedavi olurken seramik tesadüfen ilgisini çekmiş ve öğren­ meye başlamış. Daha sonra Paris'te seramik atölyelerine devam etmiş, orada ilk sergisini açmış. Paris'teki sergiden kalanlarla Türkiye'de ilk seramik sergisini gerçekleştiren Fü­ reya K oral'ın bu yıl kırkıncı sanat yılı kutlanıyor. Maçka Sanat Gale- risi'nde Füreya Koral onuruna dü­ zenlenecek seramik sergisine elliye yakın seramik sanatçısı katılıyor. Her sanatçı küçük bir pano gönde­ recek ve bunlarla büyük bir pano oluşturulacak. Seramik sanatçıla­ rının bu ilgisi kendisini müthiş duygulandırm ış, bundan daha güzel bir ödül almadığını söylüyor.

Füreya K oral'ın Elm adağ'daki

İlk çağdaş seramik

sanatçımız Füreya

K oral'ın 40. sanat y ılı

kutlanıyor bu ay.

K oral'ın M aya Sanat

Galerisindeki ilk

sergisinin 40. yılında,

M açka Sanat Galerisi

seramik sanatçılarımızın

yapıtlarından oluşturulan

bir panoyu sergileyecek.

Ferit Edgü ile Bülent

Erkm en'in

hazırladıkları Füreya

K oral kitabı da bu ay

yayınlanıyor

Sanatı ile birlikte nice

yılla r dilediğimiz Füreya

K oral'ı bu söyleşi ile

daha da yakından

tanıyacaksınız

resi seramikler, teyzeleri Fahrün- nisa Zeyd ile Aliye Berger'in bazı yapıtları, başka tablolar, afişler, antika eşyalarla • yarı müze gibi. Kapıda, bir seramik sanatçısının evi olduğunu daha ilk bakışta vur­ gulayan göztaşı rengindeki küçük bir seramikte 'H .F üreya’ yazıyor.

'H 'yi sordum: “Bilirsiniz,” dedi, “ Eskiden iki isim konurdu çocukla­ ra. Benim ilk adım da Hüsniye. F ü re y a 'y ı soyadı gibi yazdım oraya.” Füreya adı melodisiyle hep ilgimi çekmiştir. "Anlamı ne?” de­ dim. "Dedem Şakir Paşa koymuş. K uran'da geçiyormuş. Küçük to­ murcuk demekmiş.” dedi. Sonra geçmişe dönüp kırk yıllık sanat hayatına birlikte kuşbakışı bir bak­ tık.

Felsefe ve müzik eğitimi aldı­ nız. Sonra seramiğe yöneldiniz. Sizi seramiğe çeken neydi?

Aslında psikiyatr olmak isti­ yordum. Özellikle psikanalize ilgi duyuyordum.

Freud'dan mı etkilenmiştiniz? E vet.Freud'u çok okudum ta ­ bii. Ayrıca insanın iç dünyası beni

her zaman çok ilgilendirmiştir. Tıbbiyeye kaydımı yaptırmıştım. O yıl bir Fransız heyeti geldi. Tıp fakültesini gezmek istiy o rla rd ı. Fransızca bildiğim için beni yanla­ rına rehber olarak verdiler. Fakül­ teyi gezdikten sonra sıra morga geldi. M orga girer girmez midem bulandı, başım döndü.

Korkmuş muydunuz?

(3)

Koku ve görüntü beni çok kötü etkilemişti. Bu işi dünyada yapama­ yacağımı düşündüm. Tabii hata et­ tim. Halbuki zamanla alışırdım. Başlangıçta herkes m utlaka müş- kilat çekmiştir. Galiba hayatımda duyduğum tek pişmanlık da doktor olmamak oldu.

Keman çalıyordunuz. Tıptan vazgeçince neden ileri bir müzik eğitimi değil de felsefe okumayı seçtiniz?

Nedeni sosyal sorunlarla ilgi­ lenmek, A nadolu'da mektep açmak­ tı. Tesadüfi seçmedim felsefeyi.

Müziğe anneniz mi yönlendir­ di?

Her ailede çocuklara müzik öğretilir; kimine piyano, kimine keman. Bana da keman öğretildi. Eve nasıl olsa piyano hocası, ke­ man hocası geliyordu. Kemana böyle başladım, sonra çok sevdim kemanı.

Kaç yaşınızdaydınız?

Beş altı yaşımdaydım. Sonra çok ilerde, on dört yaşımdayken Profesör Berger'den ders aldım. Virtüöz olmak istiyordum. Ama sonra tabiatım a hiç uymadığını an­ ladım. Ben içine kapanık bir in­

sanım. Sahneye çıkıp keman çalmak bana hiç uygun değildi. Bıraktım kemanı.

Hâlâ keman çalıyor musunuz? H ay ır, tam am en u n u ttu m . Bunca sene çalıştıktan sonra bu kadar unutmaya ben de şaşıyorum. Şimdi nota bile bilmiyorum. Güzel müzik dinlemek daha rahat. Ancak bu eğitimin önemli bir faydası oldu. Müziği başka türlü anlıyor, başka türlü hissediyorum.

Bütün bunlardan sonra sera­ mik apayrı bir alan. Bu dala ne çekti sizi?

Bu biraz tesadüfi oldu. İsviç­ re'de sanatoryum da kalmak beni buna itti. O zamanlar ilaç tedavisi yoktu henüz. H astalar temiz hava, fazla yemek ve istirahatle iyileştiril­ meye çalışılırdı. Onun için de teda­ vi seneler sürerdi. Başucumda rad­ yom, plaklarım vardı. Müzik din­ liyor, kitap okuyordum . Ama yal­ nızca bunlar tatm in etmiyor. Sonra insan, kendisiyle başbaşa kalınca yo­ ğun bir hesaplaşmaya da girişiyor. Orada anladım ki benim ciddi bir şeye bağlanmam lâzım. Tiyatroya, konsere gitmek, kitap okumak ye­ terli değil. Sonra şuna da inanıyor­ dum ki bütün bu hastalıklar

psiko-somatik hastalıklar. Amaç edinebi­ lirsem hastalıktan da kurtulurum , hayatın bir mânâsı olur. Ne yapa­ bileceğimi düşünüyordum. İki tey­ zem de Londra'daydı o zaman. On­ lar, “ Kâğıt, boya gönderelim resim yap,” diyorlardı. Ben de resim yap­ mayı ısrarla reddediyordum. Her ikisi de ressam olduğu için onların etkisi altına girm ekten korkuyor­ dum.

Resimde onları aşamamak korkusu da olabilir mi?

O da olabilir tabii. Ama asıl her ikisinin de sanatlarını ve kendi­ lerini çok seviyordum. Etkilerinde kalmak korkusuyla istemedim resim yapmayı. Aliye Berger bir tür kil, plastik bir şey getirdi kutuların içinde. Elime o kili alıp biçim vermek bayağı haz verdi bana. Sonra çamur kullanmayı düşün­ düm. İsviçre'de olmamın çok yararı oldu. Çünkü İsviçre'de dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir sistem vardır. Telefonla ısmarladığınız her şeyi postacı kapınıza kadar getirir. Aletler, kitaplar getirttim . Ama ders de almam lazımdı. Seramik yapan kimse olup olm adığını soruş­ turdum . “Bir yaşlı madam var, PolonyalI, o b ilir,” dediler. Ma­ dam, ilk harpte gelmiş, sonra bir

F o to ğ ra fla r: A ra G ü le r

(4)

1980 yılında. Şahin Kaygun'uıı objektifinden Fiireya Koral

daha dönememiş. Baktım kadın se­ ram iği benim bildiğim kadar da bilmiyor. Ben kitaptan okumuşum hiç olmazsa. Aslında ressammış. Polonya'da akademiyi bitirm iş. “O zaman bana resim dersi verin,” dedim. Seramik yapmak için tabii resim bilmek lazım. Ondan resim dersi aldım. Sonra çamur getirttim , oynamaya başladım.

İlk olarak ne yaptınız? Kuğu kuşlan.

Neden kuğular?

Sinema ve tiyatro için Cenev­ re'ye giderdim . Gölün üzerinde ku­ ğular vardır. Pek güzeldir o ku­ ğular. Sonraları da bir kuş tutku­ sudur gitti bende. İyileşip sanator­ yumdan çıkınca Lozan'da bir atö l­ yeye girdim . Paris'e taşındıktan sonra da ticari bir seramik atölye­ sinde çalışmaya başladım. Çiinkü yalnızca seramik tekniğini öğren­ mek istiyordum. Etki altında kal­ mamak için sanat tarafı olmasın istiyordum. Serré isminde çok değerli bir seramik sanatçısı vardı.

Onunla tanışmış ve fikir almıştım. Okula girecek olursam nafile yere çok zaman kaybedeceğimi söylemiş, “ Nasıl olsa bir sanat görüşünüz, bir bilgi birikim iniz var, size küçük bir atölye bakayım orada tekniğini öğrenin,” demiş, ben de fikri doğ­ ru bulmuştum. Atölyeyi iki genç çocuk işletiyordu. Piyasa işi yapı­ yorlardı, ama temiz iş çıkarıyorlar­ dı. Birbuçuk sene oraya gittim . Sonra da sergi açtım.

Toprak ne ifade ediyor size? Mitolojik, mistik bir anlamı var mı?

H ayır benim için böyle anlam ­ ları yok. H içbir formu olmayan iki maddeyi, toprakla suyu karıştırıp bir form elde etmek, yani yoktan bir şey varetmek heyecan verici. Bundan birkaç yıl önce artık sera­ mik yapmamaya karar verdim. Çünkü kendimi tekrarladığım ı dü­ şünüyordum. Gerçekten öyleydi de. Yeni bir şey yapmıyordum. İki yıl hiçbir şey yapmadım. Resim ya­ payım dedim, yapamadım. Sonra yine çamur aldım elime. Bu sefer

yaptığım seramik değil, terakotay- dı.

Arkeoloji etkilemez mi sizi? Etkiliyor ama bir yere kadar. Örneğin H itit eserleri beni çok et­ kilemiştir. Dışarıda dört yıl kal­ dım. Gitmeden önce H itit eserlerini görmemiştim. Ben oradayken müze açıldı, gazetelerde gördüm . Gelir gelmez ilk işim A nkara'ya gitmek oldu. Çalışmalarımda, mesela 'H itit Güneşi'ni kullandım.

Türkiye'ye döndüğünüzde, se­ ramik sanatı ne durumdaydı?

M aalesef hiçbir şey yoktu. Bir tek Sadi D iren vardı. O da Akade­ mide öğrenciydi. Akademi'nin sera­ mik bölümünde iki de hoca vardı. Ancak öyle bir bölüm dü ki, ne fırını işler ne de doğru dürüst toprak var. Sadi Diren, Haşan Us- ta'ya gider, orada torna yapar, fırınları kullanırdı. Haşan U sta'dan bütün seramikçiler istifade etmişler­ dir. Haşan Usta hâlâ çanak çömlek yapıyor. Çok iyi bir tornacıdır. Aslında tornacı değil sanatçıdır.

(5)

Ben de ondan istifade etmişimdir. Paris'ten gelince ne yaptınız? Önce sordum ne var ne yok, diye. Anladım ki, hiçbir şey yok. P aris'ten aldığım fırını gümrükten geçiremedik. Çünkü güm rük tarife­ sinde seramik fırını yokmuş. Ekmek fırını olarak geçirildi sonra. Du­ rum böyleydi. Fırını oturduğum apartm an dairesine koydum. P aris'­ teki sergiden kalan seramikleri Maya Galerisi'nde sergiledim. Tek galeri Maya idi zaten. Adalet Cim- coz açmıştı. Çok güzel bir galeriy­ di. Aile gibiydi. Yazarı, ressamı, heykeltraşı, tiyatrocusu orada top­ lanır, tartışılırdı. A rtık öyle bir galeri yok mesela. Sergi açtığımda birçok kişi hayret etmişti.

Seramiğe mi?

Evet, evet, ellerini sürerlerdi, alçı mı, tahta mı diye.

Nasıl formlardı?

Küçük, büyük panolardı. Hiç­ bir form yoktu. Bir de litografıler vardı. Neden duvar panoları yapı­ yorum diye, büyük tartışm alar olu­ yordu. Seramik denilince form akla geliyordu.

Belli bir amacınız mı vardı duvar panosu yapmakta?

Evet, idealim eski duvar gele­ neğini, çiniyi devam ettirm ekti. Modern bir anlayışla tabii. Yapılan yeni binaların esprisine uyacak se­ ram ikler yapmaktı.

Eski Türk ve Osmanlı motif­ lerinden faydalandınız mı?

Bir yere kadar faydalandım. Çok şey tecrübe ettim tabii ilk sergimde. El işlerinden, çinilerden, hat sanatından, mevlevilerin hare­ ketlerinden esinlendim. Bunlar de­ nemeydi. İnsan başında tabii hemen kendi yorumunu bulamıyor.

Eleştirmenler ne dedi? Eleştirmenler, “Neden duvar panosu? Niye form yok?” diye so­ ruyorlardı. Diyordum ki, “Ben form yapmıyorum, çünkü eski gele­ neği sürdürmek istiyorum. Çini gibi seramiği de duvara koymak istiyorum .” Bunun için dönem de m üsaitti. M imari zaten bir rönesans

geçiriyordu Türkiye'de. Binalar be­ tona dönmüş. Dünyanın her tara­ fında beton binalara m utlaka renkli eleman katılıyor. Fresk olsun, tah­ ta işleri olsun, mutlaka bir şey ilave ediyorlar. Betonu çiğ olarak kullanm ıyorlar. Bizde zaten bir du­ var süsü geleneği var. Çini kulla­ nılmış, sonraları bırakılmış. Neden biz bunu sürdürmeyelim? Bir gele­ neği olduğu gibi, ayrıca iklime de uyuyordu. “Olmaz, tutm az,” diyor­ lardı. Ben de tutacağını iddia edi­ yordum. Çünkü T ürk insanının ca­ misinde, türbesinde, mezarında hep çini var. Bakmış, elini sürmüş, a r­ tık kanına işlemiş. Bu malzemeyi hiçbir zaman yadırgamayacaktır. Ama herkes, “Olamaz,” dedi çıktı.

İlk seramik sergisini açan sîz­ siniz değil mi?

Evet, pano yapmakta ısrar edi­ yordum. Benimseneceğinden yüzde yüz emindim; ama ben öldükten sonra, ama ben hayattayken... N i­ tekim tuttu. H atta iki sene sonra bana sipariş vermeye başladılar.

Kim verdi ilk siparişi? H ilton'un girişindeki küçük İş Bankası Şubesi.

Duruyor mu şimdi?

Evet. Pek güzel değil ama. Böyle başladı. Ondan sonra da epeyce duvar seramiği yaptım.

1963'e kadar sürdü bu.

Ne kadar süre tek seramikçi olarak kaldınız?

Fazla değil, bir iki yıl sonra Sadi D iren geldi arkadan. Sonra Tatbiki Güzel Sanatlar açıldı. An­ kara'da, Köy Enstitüsü'nde Hakkı İzzet ders verirdi. Bir atölyesi var­ dı. H aftada üç gün misafir öğrenci alırdı. H atta Abidin D ino'nun ora­ da yaptığı bir pano vardır. G aliba hâlâ duruyor. Bir iş hanında. Son­ ra çoğaldı tabii, öyle çoğaldı ki, bu sefer fabrikalar bu işe el attılar. Seramik endüstriye girdi. Fakat iş o hale geldi ki yüz metre, iki yüz metre panolar yapılmaya başlanınca ben büyük panolar yapmayı gerek­ siz buldum. Yüksek derecede pişiri­ len, İngilizce'de 'stone ware' deni­ len tekniği kullanmak istedim. Bu teknikle yapılan seramik su geçir­

mez, dayanıklı ve tad olarak baş­ kadır. Onun için başka fırın ge­ tirttim ,. 1963'ten sonra bunu yap­ maya başladım.

Türkiye'de seramik sanatı ne düzeyde bugün?

Çok ilerledi. Güzel olan tarafı da herkes kendi yolunda gidiyor. B atı'da ekoller vardır. Kişilikler biraz belli olur ama hep aynı tü r­ dür. Bizde ekol yok. Bu çok güzel bir şey. Herkes kendi yolunda gidi­ yor. Değişik yönlerde çalışıyorlar. Mesela Candeğer F urtun, Melike Abasıyanık, Alev Ebuzziya hepsi tamamiyle başka. T ürk ekolü diye bir şey yok. Zaten biz bireysel milletizdir.

1950'li yılların sanat ortamıy­ la bugünkünü karşılaştırır mı­ sınız?

Çok büyük bir fark görü­ yorum. Ben yaşlandım, acaba on­ dan mı diye düşünüyorum? Ama kime sorsam aynı fikirde. 1951'de İstanbul'a gelip de atölyemi aç­ tığım zaman bana her sanatçı gelir­ di. Yazarlar, tiyatrocular,

(6)

ressam-lar, şairler. Sanatın bir bütün ola­ rak tartışması yapılırdı. Başka bir anlayıştı. Şimdi herkes birbirinden kopmuş gibime geliyor. Gençlere soruyorum . Öyle olm adığını söylü­ yorlar ama, bence kopuk. Seramik sergisine, sinemaya, resim sergisine, tiyatroya, konsere giden insanlar hep başka başka. Eskiden olduğu gibi sanatçıların bir araya toplan­ masını bırakın, örneğin, konsere gideni resim sergisinde görem i­ yorum.

Neye bağlıyorsunuz bu değişi­ mi?

Bilemiyorum. Ama o zaman sanat yaşamı çok daha canlıydı. Coşku vardı, çünkü. O coşkuyu şimdi pek görem iyorum. Dünyada kıymetler o kadar değişti ki. Şimdi en büyük değer para. P ara kazan­ mak, para kazanmak...

Yazar olarak kimler gelirdi örneğin?

Oktay Rifat, Ahmet Hamdi T anpınar, Melih Cevdet, Sait Faik, Sabahattin Eyüboğlu, Balıkçı, Ya­ şar Kemal... Tabii böyle olması gerekir. Çünkü sanat bir bütündür. Seramikçi, müzikten, edebiyattan, resimden anlamazsa nasıl iyi bir seramikçi olur? Nasıl sanat yapar?

Füreya Koral eskiden nasıl yaşardı, şimdi nasıl yaşıyor?

Kusura bakmayın ama şimdi yaşlandım. Eskiden benim günde yirmi saat çalıştığım olm uştur.

Bunun dışında bir eğlence ha­ yatı da vardı herhalde?

Tabii. O zam anlar bir iki ayda bir sergi açılırdı ve her sergi bir olay olurdu. Her sergi sonrasında bir bara gidilirdi ya da birinin evinde toplanırdık. Akşamları saat yediden itibaren herkes işini b itir­ dikten sonra benim atölyeme gelir­ di. Böylece bende biraz dinlenmiş olurdum , biraz nefes alırdım . Bazı akşam lar birkaç kadeh rakı içtiğim de olurdu.

İnsan ilişkilerine gelmişken, şunu sormak isterim: Sizce sanat insanın kendi dünyasına kapanma­ sını gerektirir mi?

Füreya, 70'li yıllarda atölyesinde

FÜREYA KORAL

Seramik sanatçısı Füreya Koral, 2 Haziran 1910 tarihinde İstan­ b u l'd a d o ğdu. O rtaö ğ ren im in i 1927 yılında İstanbul N ötre Dame de Sion Kız Lisesi'nde tamamladı. İstanbul'da Darülfünun Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde eği­ tim gördü. 1940 ile 1944 yılları arasında Vatan Gazetesinde müzik eleştirileri yazdı. 1946 yılında te­ davi için gittiği Lozan'da seramik çalışm aların a başladı. 1951'de Türkiye'ye döndü. 1954 yılında kendi atölyesini açtı ve çalışm aları­ nı orada sürdürdü.

Füreya Koral, 1981 yılında K ü ltü r B a k a n lığ ı Ö d ü lü 'n e , I986'da Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar öd ü lü 'n e değer bulundu.

Füreya K oral'm yapıtları içinde duvar panoları önemli yer tutar. Bunların arasında Ankara Ulus Çarşısı (1962), İstanbul M anifatu­ racılar Çarşısı (1969), İstanbul Tam Sigorta (1969), İstanbul Di­ van Oteli'ndeki duvar panoları en önemlileridir.

Elbette. Bir iki saat çalışayım, sonra yine devam ederim olmaz. Kendinizi adayacaksınız. Ben bunu yapamadığım için eşimden ayrıl­ dım.

Evlilikle sanat çalışmalarınızı birarada yürütemediniz.

Evliliğin getirdiği sorum luluk­ lar vardır. Ben bir şeyi tam anla­ mıyla yapmak isterim. Ondokuz yıl evli kaldım ama daha yürütemedim. Bugün bazı sanatçı arkadaşlarım var onlar evliliklerini yürütüyorlar. Eşleri de anlayış gösteriyor onlara.

Bir gününüzü nasıl yaşıyor­ sunuz, neler yapıyorsunuz?

Beni hayata bağlayan tek şey sanat. Sanat büyük laf, bir şey yapmak diyeyim. Şimdi’ bir şey yap­ mıyorum ve pek mutlu değilim. Günüm manasız geçiyor diyebi­ lirim. Sinemaya gidiyorum , kitap okuyorum.

Neler okuyorsunuz?

Karışık okuyorum. Şimdi ö r­ neğin A lthuser'in bir kitabını oku­ mak istiyorum. Ama henüz cesaret edip başlayamadım. Kitap orada duruyor, ben ona bakıyorum ama bir türlü cesaret edemiyorum elime almaya. Bergman'ın anılarını oku­ dum. Çok beğendim.

Yapmak istediğiniz ama bir türlü yapamadığınız şeyler var mı? Ulaşamadığımız noktalar neler?

Olmaz olur mu? Büyük heykel­ ler yapmak istiyorum, çok istiyo­ rum ama yapamıyorum. Abstre in­ san figürleri yapmak ister idim. Ama soluk kalmadı galiba.

Sanatçı biraz uçuk biri midir sizce? Sanat dünyasında biçimsel açıdan böyle bir ön yargı vardır.

Bir sanatçı yaptığı eserle ken­ dini gösterir. Kıyafetiyle ya da ha­ yat tarzıyla kendini ispatlayamaz ki! Bence çok yanlış bir şey. Bir sanatçı için yapay bir şey olmaz. Aksi halde gösteriş olur bu. Dali'ye karşı Picasso'nun öyle delilikleri yoktu. Paris'ten döndüğümde gaze­ teciler bana, “Siz Paris'te kaldınız bohem hayatı yaşamışsınızdır”

(7)

di-yorlardı. Ben bohem yaşamadım. Ressam Polyakof çok iyi dostumdu. O zamanlar tanınm ıyordu. Sonra çok büyük bir sanatçı oldu. Onu örnek gösteriyorum. İyi bir aileden İngiliz bir karısı vardı. Bir gün evine gittim . Bir galerici, galeri­ sinin üzerinde bir oda vermişti ona. Evde bir tek oda ve iki yatak vardı yan yana. Çocuk okuldan gelince üstünü değiştirir, pijama giydirirler­ di ki elbiseleri eskimesin. Yataktan yatağa atlam aları gerekiyordu ken­ di yataklarına gidebilmek için. Öyle daracık bir yerde resim yaptı Polyakof. Kardeşinin barında gece

yarısından sonra da g itar çalardı. O parayla geçinirlerdi. Şimdi bu adam bohem mi? Bohem yaşayan sanatçı da vardır tabii, o ayrı hikâye. Sanatçı yalnız kalarak iç dünyasını yaşamak mecburiyetinde.

Şakır Paşa ailesinden nasıl bu kadar sanatçı çıktı? Acaba evdeki sanat ortamı mı yönlendirdi?

Hayır, kimse kimseyi yönlen­ dirmedi.

Ama ailenin hemen hemen tüm bireyleri sanatçı. Örneğin, kimse mühendis olmamış.

Evet, o da doğru. Mesela tey­

zem Fahrünnisa Zeyd, “Bana resim yapma isteğini duyuran ilk şey Ba- lıkçı'nın resim yapmasıdır. Kalemle çizgi çizerken, o ses bana resim yapma zevki verm iştir” derdi. Aliye Berger de, babasından etkilendiğini söylerdi. Şakir Paşa tarih yazardı. Yazı eskiden kamış kalemle yazılır­ dı. D ört beş yaşındayken, çalışırken babasının yanına gittiğinde kamış kalemin sesini işitirmiş. Onun için Aliye Berger yazar olmayı isterdi. Zaten gravür yapmak da bir ba­ kıma aynı şey oluyor. Ancak evde büyük sanatsal m ünakaşalar yap­ mazdık.

Siz varlıklı bir aileden ge­ liyorsunuz. Yaşamınıza bunun bir katkısı oldu mu? Sanatınız geçimi­ nizi sağladı mı?

Ailemin katkısı olmadı. İstan­ bul'da bir çevrem vardı, seramik­ lerim satıldı. Çok lüks bir hayatım yok ama kırk yıldır sanatımla yaşı­ yorum.

Entelektüel bir ortam vardı herhalde yine de.

Tabii vardı. Okuduğumuz ki­ tapları birbirim ize tavsiye ederdik. Ayşe Teyzem çok iyi piyano çalardı ama o jenerasyon için konser ver­ mek mevzu bahis değildir. Evde

GÖSTERİ 15

İngilizce konuşulurdu. O zam anlar kızlar okula gönderilm iyordu. Evde İngiliz mürebbiye vardı. Mesela on­ lar İngilizce'yi evde öğrenmişlerdir. O mürebbiye aynı zamanda dedeme de yardım ederdi.

Sizin için düzenlenen bu ser­ giden sonra ne yapmak istiyorsu­ nuz?

Bilemiyorum ne yapmak istedi­ ğimi. H içbir projem yok. Benim için sergi açıyorlar işte. Bu sergi beni gerçekten çok duygulandırdı. Elliye yakın seramikçi iştirak edi­ yor. Ne güzel bir şey bu. Pano

yapıyorlar. Rabia Çapa gerçekleşti­ riyor bu sergiyi. Ben, kimsenin katılmayacağını söylediğimde, “Ba­ kın nasıl katılacaklar,” demişti. Se­ ramikçilere mektup yazıp kırkıncı yılımı kutlam ak için birer küçük pano istedi. Küçük panolar birleş­ tirilip bir büyük pano yapılacaktı. Elliden fazla seramikçi pano gönde­ riyor şimdi. Bu işe başladığımda bir tek Sadi vardı şimdi elli sera­ mikçi pano gönderiyor. Bu kadar sanatçının katılması hakikaten çok duygulandırdı beni. İnsanın hayatta alacağı en büyük ödül bu.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Fiireya Kora! atölyesinde (1992)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Çaç (Taşkent) bölgesindeki Eski Türk sikkelerine dair çalışmalarımız sonucunda, bölgede bastırılan sikkelerin çoğunluğunun Eski Türklere ait olduğu‚ bir

O zamanlar babı hümayunun üs­ tünde odalar ve daireler vardı: Fati­ hin nefsine mahsus ufak bir daire, kapı arası hazinesile defterdarlara mahsus bir yer.... Alt

Picardo Calero Marco D el ‘Pc Qerardo PHcrola D u c / 10 Olivier Çagnére Selma Qürbüz ‘Kpmet A ki ‘Kuroda 'François & Jean Lamore. Loïc Madec 'Victor Mira

Bu teknikte sıvı azot içerisine kısmen batırılmış ve aliminyum folyoy- la kaplanmış olan metal cismin üzerine yumurta (oositleri) veya embriyoları içeren

Hürriyeti Ebediye Şehitliğine girince, sağda hürriyet kahrama­ nı Mithat Paşanın çok güzel ya­ pılmış .b ir kabrini görüyor, bu­ günkü hürriyetimizin ne

Uç ay kadar sonra Beşinci Muradın deli* liği anlaşılarak yerine ikinci Abdülhamid P a ­ dişah oluyor ve kendi yerini sağlamlaştırmak için hürriyete ve

ö lü m yıldönüm ünde, Nadir N adi’yi anm ak için, en güzel yöntem in, yazılarını yeniden gözden geçirm ek olduğunu düşünm üştüm ; günlerdir kitaplannın birini

Elde edilen sonuçlara göre olgunlaşma süresi ve peynir çeşidinin kuru madde, yağ, protein, tuz, kuru maddede tuz, pH, titrasyon asitliği, olgunlaşma oranı, NPN oranı, PPN