CUMHURİYET
t 1
iT >
Hâcei
vve
r
« * * * * » » Yazan :
"
H A S A N
ÂLİ Y ÜC E L
]
Tanzimat 1839 da ilân edilmişti. Bun dan bir sene sonra bir büyük adamımız doğdu: Namık K e mal. Ondan 4 sene
sonra da Ahmed Mithat dünyaya geldi. Doğumları arasındaki bu kısa fasılaya mukabil ölümleri arasmda tam bir çey rek asır var. Namık Kemal 48 inde öldü. Ahmed Mithat Efendi 70 ini dol durmak için bir sene istiyordu. Öldüğü yıl, başka iki değerli insanm ölümüne tesadüf eder: Recaizade Ekrem, Ebüz- ziya Tevfik. Biri 65 i atlatmış, öbürü bu hadde bir yıl aralıkla yaklaşabil- mişti.
Yoksullukla başlıyan, Tuna illerinden Bağdada kadar uzanmış yolculuğunda hayatın her türlü güçlüklerine, mihnet lerine metanetle karşı koyan, sürgün lüklerinde bile neşe, ruh, sükûn ve hu zurunu bozmaksızın çalışan uzun, ve rimli ömürle Ahm ed Mithat Efendi merhum, Türk irfanının zfftnamnda, en saygı değer ulu hizmetkârlarından b i ridir. Bu yıl, ayni şekilde m evcudiyet leri birer manevî kıymet taşıyan iki ölümdaşile beraber hayata gözlerini kapamasının 25 inci yılını taşıyor.
Ahmed Mithat Efendi, hayatı kadar ölümile de bize ölmez bir nümune ver mişti. İri gövdesi üstünde, geniş omuz larına dayanarak yükselen sevimli başı, elmacık kemikleri çıkık yanaklarını çerçeveleyen beyaz, temiz sakalı, gür kaşlarının altında birer ışık gibi yanan gözlerde ne zaman onu hatırlasana eski bir şâmanı görmüş gibi biraz korku ve pek çok sevgi duyarım. Onda bir çocuk saflığı, bir ilk adam basitliği ve gene her ikisinin bitip tükenme bilmiyen tecessüsü vardı.
Yarım asır, belki ondan da fazla, devrinin kendisini (Hâcei Evvel) diye andığı ve bu ünvanın Türk okuyucusu na kendisini tanıttığı bu kocaman ve yaman ihtiyar, 70 e eren yaşının zaaf larına ve yıkımlarına karşı koyarak çocukluğunu tanzir eden yetim Darüş- şafakalılara ders vermek için geldiği ve gene bir muallim gibi gece nöbetine kaldığı bu halk muessesesinde, bu irfan yuvasında son nefesini verdi. Bütün ömrünce yazarak ve söyliyerek bildik lerini öğretmişti. Ölümile de bilmediği hakikatin en güzel örneklerinden biri ni bize hatıra olarak bıraktı. Ahmed mithat’ın son nefesi, son dersi oldu.
Rıdvan Edgüer anlatmıştı: Balkan Harbinden bir müddet önce Ahmed Mithat Efendi Selâniğe gelmiş. O za man Ittihad ve Terakkinin himayesin de bulunan Ravzai Sübyan Mektebini de ziyaret etmiş. Çocuklarla konuşmak arzusunu göstermiş. Onlara Türk tari hinden sormuş, harita yerlerini gös termiş. Kendisi de Türk milleünin ta rihte gördüğü büyük işlerden, kahra manlıklardan bahsettikten sonra yaşa ran gözlerde şu sözleri söylemiş:
Lisanı Türkî isimli Çağatay gramerin den bahseden eserine 1897 de, bundan tam 41 sene Önce yazdığı takrizde ba kın ne diyor:
«Haseb ve nesebile mübahat insan lar için ihtisasatı tabiiye hükmünü al mıştır. İnsanın en kıymetli varlığı, kendi mevcudiyeti şahsiyesi iken mey danı tefahürde yalnız ben filânım d e mekle iktifa etmeyip ben filân oğlu fa - lanım, demeğe kadar gayreti tefahür, onu işgal eder. İşbu tefahür, efraddan akvama da intikal eder. Kavimler dahi «Biz şuyuz» demekle iktifa etmeyip «Bizim aslımız şuna müntehidir.» diye isbatı haseb ve nesebe mecburiyet hisederler.
«Lisanımızın aslı Çağataycadır, deni liyor. Öyle değil, Cengizzadelerden Ça ğatay Bey, daha dünkü bir adamdır. Akvam ı Türkiye meyamnda her ne za man bir müetehid reisi zuhur ederse kabilenin namını onun namına tah vil etmek ve o kabileye mağlûb olan kabaili saire dahi o namı almak mutad olduğu için bir zaman Türklük, Çağa tay namına mensubiyetile şeref ara mıştır.
Nasıl ki, bir zaman dahi bu şerefli Özbek namında aramış ve nasıl ki, nihayet bu şerefi Osman namında bul muştur. Yoksa Çağatay Beyden bin, iki bin, üç bin sene mukaddem... K ork - mıyalım; daha çıkalım. Dört bin, beş bin sene mukaddem demeğe ne mâni var? Elhasıl mirimüşarünileyhten bin lerce sene mukaddem Türk lisanı dün
yanın bütün kısm şarkisinin ziveri ze banı nâtıkıyeti i- di.. /
Ahmed frlittıat adı nı duyup da Tev fik Fikret merhumun (Timsali Ceha let) şiirini he tırla tmamglf kabil değil dir. İnsan şaşarak kendisine sormağı mecbur oluyor: Fikretin «Timsali Ce halet» i bu sözleri söyliyen adam m ı dır? O halde Fikret için «Timsali ir fan» ne idi ve nasıldı?
Yalnız koca bir fem, Bir dağ gibi âdem.
Kükrer, bağırır, dağlara çarpardı sedası, Bi faide, eylerdi bütün kendine davet, Ablak yüzünün lihyei çarup-nüması. Pıir cüreti nahvet.
Eylerdi hitabet—.
Bu mısralarda tasvir edilen insan m ı dır ki, yüzlerce ve yüzlerce kitabı, bin lerce ve binlerce sahifesile yazarak, hattâ bazan harflerini kendi dizip ba sarak milletine bir şey öğretmek için bütün hayatınca çalışmış, çabalamıştır. Elbette o da kusurdan salim değildi. Onun da kabahatleri ve zaafları Vardı. Kul kusursuz olur mu? Bizzat.'Fikret, bütün faziletine rağmen günahsız bir insan mıdır?
Ahmed Mithat Efendi, bütün bu ta rizlerin üstünde hâlâ hâtırası canlı du ran bir sâi heykeldir. Ne bir «üstadı âzam», ne bir «üstadı ekrem», ne bil ♦ şairi âzam», ne bir «dehai mücessem» olmadı. O, sadece bir «hâcei evveli idi. Daima öğrendi ve durmadan öğ retti. Bir fikir adamı için bundan bü yük mazhariyet olur mu?
Hasan Ali Yücel
■— Siz çok bahtiyarsınız çocuklarım, milletinizin tarihini ders olarak oku yor, öğreniyorsunuz. Halbuki biz, ço cukluğumuzda hangi milletten olduğu muzu bile doğru dürüst bilmezdik.»
Ahmed Mithat Türktü. Türklüğü nü bilen ve Türklüğü, kudretince öğ retmek istiyen bir adamdı. Özbekler Şeyhi Mehmed Sadık Efendinin Ussi
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi